Olaylar

Avukat olan başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte Aile Mahkemesinde görülen velayet davasında davalı-karşı davacı vekilidir.

Kazakistan’a yerleşen başvurucunun müvekkili annelerinin muvafakatini alarak çocuklarıyla birlikte Türkiye'ye gelmiş ve geri dönmemiştir. Taraflar Kazakistan hukukuna göre boşanmış, boşanma ilamının Türk hukuk sisteminde de geçerli olabilmesi için başvurucu tarafından müvekkili adına dava açılmış ve Aile Mahkemesi kararı ile Kazakistan'daki yerel mahkemece verilen karar kesin bir mahkeme hükmü olarak kabul edilmiştir.

Başvurucunun müvekkili aleyhine velayet davası açılmış, Mahkeme, çocukların velayetinin başvurucunun müvekkiline verilmesine karar vermiştir. Karar, Yargıtay tarafından onanmıştır.

Yargılamanın karşı tarafı, başvurucunun Mahkemeye sunduğu dilekçede kendisine hakaret ettiğini belirterek suç duyurusunda bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun hakaret suçundan 1.500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucunun karara itirazı Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir.

İddialar

Başvurucu, hakaret kastının olmadığını, amacının velayetin müvekkiline verilmesindeki haklılığı ispatlamak üzere etkin bir savunma yapmaktan ibaret olduğunu belirterek ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan iddia ve savunma dokunulmazlığı uyarınca herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunmalarını sunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir.

Avukatların söylediği sözlerin ve yazılı beyanlarının yapıldığı bağlam içinde değerlendirilmesi gerekir. Sarf edilen sözlerin ve beyanların tamamı dikkate alınmalı ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirme yapılmalıdır.

Devletin bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma dokunulmazlığı ve ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir.

Velayet davalarında, tarafların, çocukların kendisi ile yaşamasının onlar için daha iyi olacağına hâkimi ikna etmeleri gerekir. Taraflar bir yandan kendi imkân ve olanaklarının daha iyi olduğunu ileri sürerken diğer yandan da karşı tarafın olumsuz yönlerine ilişkin iddialarını ispatlamaya çalışır.

Somut başvuruda da cevap-karşı dava dilekçesi bu minvalde hazırlanmış; başvurucu, evlilik birliği bozulmadan önce ve bozulduktan sonra meydana gelen olaylar ile eski eşin tutum ve davranışları hakkında müvekkilinden edindiği bilgiler ile tez ve antitezlerini ileri sürmüştür.

Dilekçede karşı taraf dürüst olmamakla, çocuklarını kandırmakla, yalancı ve dolandırıcı bir mizaçta olmakla, çalışmayı sevmemekle ve gayri meşru işlerle uğraşmakla itham edilmiş, karşı tarafın çocuklarla birlikte yaşamaya uygun biri olmadığı anlatılmıştır. Başvurucu söz konusu ifadeleri karşı tarafın hâl ve hareketlerini anlatmak için kullanmıştır.

Meslek kuralları gereğince avukattan iddia ve savunma araçlarını kullanırken ölçülü olması ve mesleğe yaraşır biçimde hareket etmesi beklenir. Ancak bu beklenti avukatı kullanacağı her sözcüğü ölçüp tartmaya, fikir beyanında bulunmaktan kaçınmaya sevk edecek boyuta ulaşmamalıdır.

Başvurucunun kullandığı ifadelerin vekilinin menfaatlerini korumak için ileri sürdüğü tezlerin bir parçası olduğu ve olayın bütünü ışığında objektif bakımdan savunulabilir bir amaca hizmet ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Anılan ifadelerin iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında değerlendirilmemesi hâlinde savunma hak ve görevinin yerine getirilmesinin engelleneceği değerlendirilmiştir.

Öte yandan ilk derece mahkemesi, savunma görevini yerine getiren avukat hakkında cezaya hükmetmesinin zorunlu bir sosyal ihtiyaçtan kaynaklandığını ortaya koyamamıştır. Mahkeme, bahse konu sözlerin hakaret olduğunu tespit etmekle yetinmiş; ne sözlerin kullanıldığı bağlamı ve amacını ne kime karşı yöneltildiğini ne de olayın bütününü dikkate almıştır.

Anayasa Mahkemesi, açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

–– Anayasa Mahkemesinin 19/2/2019 Tarihli ve 2015/17892 Başvuru Numaralı Kararı