Temyiz Mahkemesi tarafından ulaşılan sonucun kanunun açık hükmüne aykırılık taşıdığı ve bariz hata içermesi nedeniyle kanuni olmayan bir müdahalenin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğine karar verilebilir. Hukuk kurallarının öngörülebilirlik ilkesiyle çelişen yorumları esas alınarak mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanunilik kriterini taşıdığı ifade edilemeyecektir. 

İlgili Kararlar:

♦ (Mustafa Karaca, B. No: 2014/11657, 22/6/2017)  (Aleyhe fazladan temyiz karar harcı hükmedilmesi)

♦ (İrfan Çinkaya, B. No: 2014/11854, 5/10/2017)  (Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine aykırı şekilde birden fazla davalı lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi)

♦ (S.Ö., B. No: 2017/25882, 23/6/2020) (İtirazın iptali davasının dava şartı yokluğundan reddi)

♦ (Murat Duygu, B. No: 2017/17263, 24/6/2020) (İşçilik alacaklarının tahsili talebinin esastan incelenmemesi)

♦ (Hasan Kızılırmak, B. No: 2017/5056, 29/9/2020)  (Aleyhe nispi vekâlet ücreti hükmedilmesi)

♦ (Cem Taylan Erden ve diğerleri, B. No: 2017/32445, 19/11/2020) (Başvuru üzerine idari merci tarafından verilmiş karar olmaması nedeniyle davanın incelenmeksizin reddi)

♦ (Ahmet Önder ve diğerleri, B. No: 2018/23929, 10/2/2021) (Düzenleyici işlem ile temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması)

♦ (Kasım İlimoğlu (3), B. No: 2018/17191, 24/2/2021) (Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Sekreterliği tarafından tesis edilen idari işlemlere karşı açılan davanın incelenmeksizin reddi)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MUSTAFA KARACA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/11657)

 

Karar Tarihi: 22/6/2017

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Mustafa KARACA

Vekili

:

Av. Sezai DEMİRKAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; taşınmaz satış vaadi sözleşmesine istinaden açılan tapu iptali ve tescil davasında taşınmazınharca esas olmak üzere tespit edilen gerçek bedeli yerine sözleşmede belirlenen bedelin malike ödenmesine karar verilmesi, buna karşılık harç ve vekâlet ücretinin ise mahkemece belirlenen gerçek bedel üzerinden hesaplanması, karar ve ilam harcına her bir davalı için ayrı ayrı hükmedilmemesi, ayrıca temyiz karar harcının yanlış hesaplanması nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 11/7/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya tebliğ edilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1950 doğumlu olup Samsun ili Vezirköprü ilçesinde ikamet etmektedir.

9. Başvurucu ve başvurucunun kardeşleri olan A. Karaca ve N. Karaca Samsun ili Vezirköprü ilçesi Esentepe Mahallesi'nde kâin 179 ada 3 parsel numaralı taşınmazın hisseli malikleri olup her biri taşınmaza 1/3 oranında paydaştır.

10. Başvurucu ve kardeşlerden N. Karaca, anılan taşınmazdaki hisselerini Vezirköprü Noterliğinde düzenlenen 11/3/2005 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle diğer kardeş A. Karaca'ya 5.000 TL bedel karşılığında satmayı taahhüt etmiştir.

11. Taraflar arasında anlaşmazlık çıkması üzerine A. Karaca tarafından söz konusu gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayanılarak başvurucu ve diğer hissedar aleyhine 22/5/2008 tarihinde Vezirköprü 1. Asliye Mahkemesinde (Mahkeme) tapu iptali ve tescil davası açılmıştır.

12. Mahkeme tarafından dava konusu taşınmazın harca esas değerinin tespiti için 18/5/2012 tarihinde mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Bilirkişi tarafından Mahkemeye sunulan 24/5/2012 tarihli raporda, taşınmazın değeri 932.616 TL olarak hesaplanmıştır. Mahkeme, taşınmazın değerini dikkate alarak eksik yatırılan harcı ikmal ettirmiştir. Bu şekilde davacı tarafından 9.232 TL peşin karar ve ilam harcı yatırılmıştır.

13. Mahkeme, davacının sözleşme ile belirlenen 5.000 TL satış bedelinin ödendiğini ispatlayamadığı sonucuna ulaşarak bu tutarı başvurucu ve diğer davalıya ödenmek üzere Mahkeme veznesine depo ettirmiştir.

14. Mahkemece 25/12/2012 tarihinde verilen kararla, davanın kabulü ile taşınmazın tapusunun davacı adına tesciline hükmedilmiştir. Mahkeme ayrıca davalılar (başvurucu ve N. Karaca) aleyhine 36.931,59 TL nispi karar ve ilam harcına, 35.719,76 TL de vekâlet ücretine hükmetmiştir. Karar ve ilam harcı ile vekâlet ücretinin miktarı, taşınmazın bilirkişi tarafından belirlenen değerinin -davalıların hisseleri dikkate alınarak- üçte ikisi üzerindenhesaplanmıştır. Kararın gerekçesinde 12/1/2011 tarihli ve 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 1. maddesi delaletiyle olayda uygulanacak olan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 81. maddesi uyarınca vaat alacaklısı lehine tescile hükmedilebilmesi için vaat alacaklısının sözleşmede belirlenen semeni ödemesi gerektiği ifade edilmiştir. Gerekçede, satış vaaadi sözleşmesinin 11/3/2005 tarihinde akdedildiği ve davanın da 22/5/2008 tarihinde açıldığı gözetildiğinde yerleşik Yargıtay içtihadına göre semenin güncelleştirilmeksizin aynen depo ettirilmesinin yeterli olacağı açıklanmıştır.

15. Karar, davalılar tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucuya ait temyiz dilekçesinde, harç ve vekâlet ücretinin taşınmazın satış bedeli üzerinden belirlenmesi gerektiği savunulmuş; her bir davalının sorumlu olduğu yargılama giderinin ayrı ayrı belirlenmesi gerektiği ifade edilmiş; ayrıca davacının ediminin de (satış bedelinin) taşınmazın bilirkişi tarafından belirlenen bedelinin esas alınarak tayin edilmesi gerektiği iddia edilmiştir. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin (Daire) 16/12/2013 tarihli kararıyla Mahkeme kararı usul ve yasaya uygun görülerek onanmıştır. Daire kararında, ayrıca temyiz talebinde bulunan her iki davalı aleyhine ayrı ayrı 42.471,26 TL temyiz karar harcına hükmedilmiştir. Harcın oranının binde 68,31 olarak uygulandığı anlaşılmaktadır.

16. Kararın düzeltilmesi isteminde bulunan başvurucu tarafından diğer iddiaların yanında aleyhine hükmedilmesi gereken temyiz karar harcının hissesi gözetildiğinde 21.235,66 TL olması gerektiği de ileri sürülmüştür. Daire 14/5/2014 tarihli kararıyla karar düzeltme istemini reddetmiştir. Kararda, başvurucunun temyiz karar harcının yanlış hesaplandığına yönelik iddiasıyla ilgili herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır.

17. Kararın düzeltilmesi isteminin reddine ilişkin karar 20/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 11/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

19. 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 15. maddesi şöyledir:

 “Yargı harçları (1) sayılı tarifede yazılı işlemlerden değer ölçüsüne göre nispi esas üzerinden, işlemin nev'i ve mahiyetine göre maktü esas üzerinden alınır.”

20. 492 sayılı Kanun’un 16. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:

“Değer ölçüsüne göre harca tabi işlemlerde (1) sayılı tarifede yazılı değerler esastır. Müdahelenin men'i tescil ve tapu kayıt iptali gibi gayrimenkulün aynına taallük eden davalarda gayrimenkulün değeri nazara alınır.

Gayrimenkulün aynına taallük eden davalarda ecrimisil ve tazminat gibi taleplerde de bulunulduğu takdirde harc, gayrimenkulün değeri ile talebolunan tazminat ve ecrimisil tutarı üzerinden alınır.

...

Noksan tesbit edilen değerler hakkında 30 uncu madde hükmü uygulanır.”

21. 492 sayılı Kanun’a ekli (1) sayılı Tarife'nin "Karar ve ilam harçları"nı düzenleyen bölümünün ilgili kısmı şöyledir:

 “1. Nispi harç :

a) Konusu belli bir değerle ilgili bulunan davalarda esas hakkında karar verilmesi halinde hüküm altına alınan anlaşmazlık konusu değer üzerinden (Binde 68,31)

(Ek hüküm: 4/12/1985 - 3239/96-A md.) (Değişik cümle: 15/7/2016-6728/36 md.) ... Bakanlar Kurulu dava çeşitleri itibariyle birlikte veya ayrı ayrı olmak üzere bu bente yazılı nispeti binde 10’a kadar indirmeye veya Kanunda yazılı nispete kadar çıkarmaya yetkilidir.

...

e)(Değişik:25/12/2003-5035/34 md.) Yukarıdaki nispetler... Yargıtayın tasdik veya işin esasını hüküm altına aldığı kararları için de aynen uygulanır.”

22. 6101 sayılı Kanun'un 1. maddesi şu şekildedir:

"(1) Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.”

23. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı mülga Kanun'un 81. maddesi şu şekildedir:

"Mütekabil taahhütleri muhtevi olan bir akdin ifasını talep eden kimse, akdin şartlarına ve mahiyetine nazaran bir ecelden istifade hakkını haiz olmadıkça kendi borcunu ifa etmiş veya ifasını teklif eylemiş olmak lazımdır.”

24. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 326. maddesi şöyledir:

 “(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.

(2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.

(3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir.”

25. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 326. maddesi şöyledir:

 “(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.

(2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.

(3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir.”

26. 12/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 162. maddesi şöyledir:

 “Birden çok borçludan her biri, alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olmayı kabul ettiğini bildirirse, müteselsil borçluluk doğar.

Böyle bir bildirim yoksa, müteselsil borçluluk ancak kanunda öngörülen hâllerde doğar.”

27. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 8/11/2006 tarihli ve E.2006/14-692, K.2006/702 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:

 “...Satış vaadi sözleşmesine dayanılarak elde edilmesi istenilen hak tapu iptali ve tescildir. Sözleşmenin asli unsurunu tapu iptali ve tescil oluşturmaktadır. Sözleşme ile elde edilmek istenilen nihai talep iptal ve tescildir. Tatbikatta görüldüğü gibi, bu talep, bazen çok uzun yıllarca yapılmamaktadır. Taşınmaz vaad olunana teslim edilmişse zamanaşımı da işlemeyeceğinden, taraflar tescil talebinde bulunmamaktadır. Çok zaman 20-30 yıl sonra talepte bulunabilmektedirler. Bazen de sözleşmede onlarca taşınmazınsatışı vaat edilmektedir. 20-30 yıl önce veya onlarca taşınmazın satışının vaad edildiği sözleşmelerde gösterilen değerler yeni açılan davalarda çok cüzi kalmaktadır. Uzun yıllar süren yüksek enflasyon ve tarafların satış bedelini sözleşmede bilerek düşük göstermeleri ihtimali nazara alındığında taşınmazın değerinin dava tarihine göre belirlenmesi gerekmektedir.

Hakim yapacağı keşifte dinleyeceği bilirkişilere taşınmazın değerini tespit ettirecektir. Tespit edilen bu değere göre hem mahkemenin görevi tayin edilecek, hem de noksan harç ikmal ettirilecektir. Bu durumda sözleşmeye müdahaleden de söz edilemeyecektir. Kamu düzeninden olan bu husus tarafların insiyatifine bırakılmadan, hakim tarafından resen yerine getirilmiş olacaktır. Harçlar Kanununun 16.maddesi de, müdahalenin meni, tescil ve tapu iptali gibi taşınmazın aynını ilgilendiren davalarda, taşınmazın değerinin esas alınacağını öngörerek görüşümüzü teyit etmektedir. Harç kaybı da böylece önlenmiş olacaktır.

...”

28. HGK'nın 29/3/2006 tarihli ve E.2006/14-91, K.2006/115 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:

 “...Satış vaadi sözleşmesine dayanılarak elde edilmesi istenilen hak tapu iptali ve tescildir. Sözleşmenin asli unsurunu tapu iptali ve tescil oluşturmaktadır. Sözleşme ile elde edilmek istenilen nihai talep iptal ve tescildir. Tatbikatta görüldüğü gibi, bu talep, bazen çok uzun yıllarca yapılmamaktadır. Taşınmaz vaad olunana teslim edilmişse zamanaşımı da işlemeyeceğinden, taraflar tescil talebinde bulunmamaktadır. Çok zaman 20-30 yıl sonra talepte bulunabilmektedirler. Bazen de sözleşmede onlarca taşınmazınsatışı vaat edilmektedir. 20-30 yıl önce veya onlarca taşınmazın satışının vaad edildiği sözleşmelerde gösterilen değerler yeni açılan davalarda çok cüzi kalmaktadır. Uzun yıllar süren yüksek enflasyon ve tarafların satış bedelini sözleşmede bilerek düşük göstermeleri ihtimali nazara alındığında taşınmazın değerinin dava tarihine göre belirlenmesi gerekmektedir.

Hakim yapacağı keşifte dinleyeceği bilirkişilere taşınmazın değerini tespit ettirecektir. Tespit edilen bu değere göre hem mahkemenin görevi tayin edilecek, hem de noksan harç ikmal ettirilecektir. Bu durumda sözleşmeye müdahaleden de söz edilemeyecektir. Kamu düzeninden olan bu husus tarafların insiyatifine bırakılmadan, hakim tarafından resen yerine getirilmiş olacaktır. Harçlar Kanununun 16. maddesi de, müdahalenin meni, tescil ve tapu iptali gibi taşınmazın aynını ilgilendiren davalarda, taşınmazın değerinin esas alınacağını öngörerek görüşümüzü teyit etmektedir. Harç kaybı da böylece önlenmiş olacaktır.

...”

29. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 13/11/2015 tarihli ve E.2015/10774, K.2015/10298 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:

 “...Mahkemece, satış bedelinin dava tarihindeki güncelleştirilmiş değeri depo ettirilerek tapu iptali ve tescil isteminin kabulüne karar vermiştir.

...

Kaynağını Türk Borçlar Kanununun 29. maddesinden alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri, Türk Borçlar Kanununun 237. maddesi ile Türk Medeni Kanununun 706. ve Noterlik Kanununun 89. maddesi hükümleri uyarınca noter önünde re’sen düzenlenmesi gereken, bir başka anlatımla geçerliliği resmi şekil şartına bağlı kılınan, tam iki tarafa borç yükleyen ve kişisel hak sağlayan sözleşme türüdür. Vaat alacaklısı, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile mülkiyet devir borcu yüklenen satıcıdan edim yerine getirilmediğinde Türk Medeni Kanununun 716. maddesi uyarınca açacağı tapu iptali ve tescil davasında borcun hükmen yerine getirilmesini isteyebilir.

Taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesine dayanan tescil isteminin hüküm altına alınabilmesi için sözleşmede kararlaştırılan bedel ödenmiş olmalıdır. Ancak, bedelden ödenmeyen bir kısım var ise, bu bedel Borçlar Kanununun 97. maddesi uyarınca depo ettirilmelidir.

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığı altında somut olaya gelince; dava konusu 1226(103 ada 3) sayılı parsel, Giresun 1. Noterliği'nin 18.01.1993 tarihli ve 760 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesi gereğincedavalıların murisi ... tarafından 10.000.000,00 ETL'ye dava dışı ...'e satmayı vaad edildiği onun da taşınmazdaki hak ve hisselerinin tamamını 20.02.1990 tarih 2469 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesi ile davacıya satmayı vaad ettiği anlaşılmaktadır. Satış vaadi sözleşmesinin taraflarınca satış bedelinin 5.000.000,00 ETL kısmı peşin kalan kısmının ise tapu devrinde ödeneceği kararlaştırılmıştır. Davacı satış bedelinin tamamının ödendiği kanıtlanayamadığına göre dava konusu taşınmazın dava tarihindeki rayiç değeri belirlenerek, ödenen 5.000.000,00 ETL taşınmazın sözleşmedeki satış bedeli olan 10.000.000,00 ETL’ye oranlanmalı ve bu orana göre dava konusu bağımsız bölümün dava tarihindeki rayiç değeri üzerinden belirlenecekbakiye satış bedelinin depo edilmesi için davacıya süre verilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, satış bedelinin ödenmeyen kısmının güncelleştirilmiş değeri esas alınarak hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir."

30. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 17/5/2012 tarihli ve E.2012/5689, K.2017/7082 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:

 “...Kaynağını Borçlar Kanununun 22. maddesinden alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri, Borçlar Kanununun 213. maddesi ile Türk Medeni Kanununun 706. ve Noterlik Kanununun 89. maddesi hükümleri uyarınca noter önünde re’sen düzenlenmesi gereken, bir başka anlatımla geçerliliği resmi şekil şartına bağlı kılınan, tam iki tarafa borç yükleyen ve kişisel hak sağlayan sözleşme türüdür. Vaat alacaklısı, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile mülkiyet devir borcu yüklenen satıcıdan edim yerine getirilmediğinde Türk Medeni Kanununun 716. maddesi uyarınca açacağı tapu iptali ve tescil davasında borcun hükmen yerine getirilmesini isteyebilir.

Taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesine dayanan tescil isteminin hüküm altına alınabilmesi için sözleşmede kararlaştırılan bedel ödenmiş olmalıdır. Ancak, bedelden ödenmeyen bir kısım var ise, bu bedel Borçlar Kanununun 81. maddesi uyarınca depo ettirilmelidir.

...

...Somut olayda; dosya içerisinde bulunan 22.02.1978 tarihli satış vaadi sözleşmesi incelendiğinde satış bedelinin 200.000 TL olduğu 50.000TL kısmınınpeşin ödendiği, kalan 150.000 TL'nin ise 10.000TL'lik taksitlerle ödeneceğinin kararlaştırıldığı görülmektedir. Satış vaadinde bulunan ... mirasçıları davalılar satış bedelinin tamamınınödenmediğini savunmuşlar, satış vaadi alacaklısı ... mirasçıları davacılar ise dosyaya ibraz ettikleri bono niteliğindeki belge fotokopileri ile satış bedelinin tamamının ödenerek senetlerin geri alındığını ifade etmişlerdir. Bu durumda davacılarınsatış bedeline ilişkin ödemelerini dosyaya ibraz ettikleri senetler karşılığında yapıldığını ispat etmeleri gerekir. Davacılar bu hususu kanıtlayamadıkları takdirde dava konusu taşınmazın dava tarihindeki rayiç değeri hesaplanarak davalılar tarafından ödendiği kabul edilen 70.000TL, taşınmazın değerine oranlanıp hesaplanmalı, ödenmeyen kısım davacılar tarafından depo edildiğinde davakabul edilmelidir."

31. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 17/2/2014 tarihli ve E.2013/14923, K.2014/2015 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:

 “... Somut olayda; dosya içerisinde bulunan 29.07.1997 tarihli satış vaadi sözleşmesi incelendiğinde satış bedelinin 1.400.000.000,00 eski TL olduğu, 1.000.000.000,00 eski TL kısmınınpeşin ödendiği, kalan 400.000.000,00 eski TL'nin ise yarısının 16.08.1997 diğer yarısının 31.10.1997 tarihindeödeneceğinin kararlaştırıldığı görülmektedir. Davalı satış vaadi borçlusu yüklenici ... satış bedelinin tamamınınödenmediğini savunmuştur. Bu durumda davacı ...'ın satış bedelinden kalan kısmı ödendiğini kesin delillerle ispat etmesi gerekir. Davacı...ödemeyi kanıtlayamadığıtakdirdedavakonusu taşınmazın dava tarihindeki rayiç değeri hesaplanarak satış vaadi sözleşmesinde ödendiği belirtilen 1.000.000.000,00 eski TL, taşınmazın değerine oranlanıp hesaplanmalı, ödenmeyen kısım davacı ... tarafından depo edildiğinde davakabul edilmelidir. "

32. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 27/10/2015 tarihli ve E.2015/8956, K.2015/9538 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:

 “... Davacıların dayanağı olan Adana 1. Noterliği'nin 17.08.1998 tarihli 16660 yevmiye no'lu satış vaadi sözleşmesinde sözleşmeye konu taşınmazın satış bedelinin "500.000.000 TL" olduğu belirtilmiş ise de gerek satış vaadinde bulunan davalıların murisi ... gerekse satış vaadini kabul eden ... tarafından satış bedelinin ödendiğine ilişkin beyanlarının sözleşmeye geçirilmediği açıkça anlaşılmaktadır. Satış vaadi sözleşmesinin zorunlu unsurlarından olan "satış bedeli" sözleşmede belirtilmekte ise de gerek sözleşme kapsamından gerekse dosya içerisindeki belge ve delillere göre satış vaadini kabul eden ... tarafından satış bedelinin ödendiği kanıtlanamadığındanBorçlar Kanununun 81. maddesi uyarınca dava konusu taşınmazın satış vaadine konu kısmınındava tarihindeki rayiç değeri belirlenerek satış vaadinde bulunan ...'ün mirasçıları adına depo ettirilmesi için davacıya süre verilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir. "

B. Uluslararası Hukuk

33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesinde güvenceye bağlanan mülkiyet hakkının pozitif yükümlülükleri de içerdiğini kabul etmektedir (Kotov/Rusya, [BD] B. No: 54522/00, 3/4/2012, §§ 109-115; Öneryıldız/Türkiye, [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 134; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 143; Dzugayeva/Rusya, B. No: 44971/04, 12/2/2013, § 26). AİHM, bu hükümle koruma altına alınan mülkiyet hakkının gerçek ve etkili kullanımının sadece devletin müdahale etmeme ödevine bağlı olmadığını fakat aynı zamanda özellikle başvurucunun kamu otoritelerinden meşru olarak alınmasını beklediği önlemler ile mülkünden etkin bir biçimde yararlanması arasında doğrudan bir bağlantının bulunduğu durumlarda koruyucu pozitifönlemler alınmasını da gerektirdiğini ifade etmektedir. Öte yandan AİHM'e göre özel kişiler arasındaki ilişkilerde bile devlete pozitif yükümlülük yükleyen kamusal menfaatlersöz konusu olabilir (Kotov/Rusya, § 109).

35. AİHM, bu bağlamda mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına kamu otoriteleri dışındaki kişilerce müdahale edilmesi durumunda devletin pozitif yükümlülüğünün koruyucu/önleyici ve düzeltici ödevler biçiminde ikiye ayrılacağını ifade etmektedir. AİHM'e göre bu durumda Sözleşme'ye taraf devletler, iç hukuk sisteminde mülkiyet hakkının yasalar tarafından tatmin edici bir şekilde korunmasının güvence altına alınması ve hakkına müdahale edilen kişinin -gerekmesi durumunda- meydana gelen zararının giderilmesine yönelik talepler dâhil olmak üzerehakkını arayabileceği düzeltici mekanizmaların temin edilmesi yükümlülüğü altındadırlar (Blumberga/Litvanya, B. No: 70930/01, 14/10/2008, § 67).

36. AİHM, devletin pozitif yükümlülüklerinin mahiyeti ve kapsamının olayın somut koşullarına göre farklılaşabileceğini düşünmektedir (Kotov/Rusya, § 111). AİHM'e göre devletin olayın somut koşullarına göre sağlama yükümlülüğü altına girdiği düzeltici önlemler, zarar gören tarafın hakkını savunabilmesi imkânı tanıyan uygun yasal mekanizmaların oluşturulmasını içermektedir. (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi açık bir biçimde usule ilişkin yükümlülükler içermemekte ise de bu hüküm, gerek devletin müdahil olduğu uyuşmazlıklarda gerekse iki özel kişi arasındaki uyuşmazlıklarda devlete usule ilişkin yükümlülükler yüklemektedir. Özel kişiler arasındaki müdahalelerde devlet, zorunlu usule ilişkin garantiler içeren yargısal başvuru yolları kurma yükümlülüğü altındadır. Bu bağlamda görevlendirilecek mahkemelerin veya yargısal yetkiyi haiz diğer kurul veya kamusal otoritelerin özel kişiler arasındaki uyuşmazlığı etkili ve adil bir şekilde çözecek yargısal güçle donatılmaları gerekmektedir (Kotov/Rusya, § 114).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

37. Mahkemenin 22/6/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Satış Bedeline İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

38. Başvurucu; taşınmaz satış vaadi sözleşmesine istinaden aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasında, taşınmazın Mahkemece tespit edilen gerçek bedeli yerine sözleşmede belirlenen bedelin lehine depo ettirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, davacının sözleşmeden doğan edimini zamanında ifa etmemesi nedeniyle sözleşmede kararlaştırılan bedelin dikkate alınamayacağını savunmuş ve taşınmazın satış bedelinin Mahkeme tarafından tespit edilen harca esas değer üzerinden belirlenmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

39 Bakanlık görüşünde, başvurucunun iddiasının dördüncü dereceden temyiz şikâyeti niteliğinde olduğu ifade edilmiş ve delillerin değerlendirilmesinde açık bir keyfîlik bulunup bulunmadığının değerlendirilmesinin Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu belirtilmiştir.

2. Değerlendirme

40. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

41. Somut olayda başvurucu ve kardeşi N. Karaca, ihtilaf konusu taşınmazdaki hisselerini 11/3/2005 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle diğer kardeş A. Karaca'ya toplam 5.000 TL bedel karşılığında satmayı taahhüt etmişlerdir. Ancak taraflar arasında anlaşmazlık çıkması üzerine A. Karaca tarafından söz konusu gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayanılarak başvurucu ve diğer hissedar aleyhine Mahkemede tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. Mahkeme tarafından dava konusu taşınmazın harca esas değeri bilirkişi marifetiyle 932.616 TL olarak tespit edilmiştir. Mahkeme; davacının sözleşme ile belirlenen 5.000 TL satış bedelini ödediğini ispatlayamadığı sonucuna ulaşarak bu tutarı, başvurucu ve diğer davalının her birine 2.500 TL olarak ödenmek üzere Mahkeme veznesine depo ettirmiştir. Mahkemece davanın kabulü ile taşınmazın davacı adına tesciline hükmedilmiştir.

42.Başvurucunun şikâyetinin temelindeki satış bedeli, taraflar arasında akdedilen ve özel hukuk hükümlerine tabi olan gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Davacı taraf, başvurucunun satış sözleşmesini ifa etmemesi nedeniyle kamu gücü kullanılarak sözleşmenin gereğinin yerine getirilmesinin temini amacıyla dava açmak suretiyle kamu gücüne müracaat etmiştir. Yargı mercilerinin yargılama sürecindeki işlem ve eylemleri taraflar arasındaki özel hukuk ihtilafını çözüme bağlama amaçlıdır. Dolayısıyla özel kişiler arasındaki özel hukuk ihtilaflarının çözümlenmesi amacına yönelik yargısal süreçlerdeki iş ve işlemlere yönelik şikâyetlerin devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında incelenmesi gerekmektedir.

a. Mülkün Varlığı

43. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında inceleme yapılabilmesi için öncelikle somut olayda "mülk"ün var olduğunun tespit edilmesi gerekmektedir.

44. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60). Ancak bir alacak hakkının mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için iç hukukta kesin bir biçimde tanımlanmış ve icra edilebilir bir hâle erişmesi gerekmektedir.

45. Başvurucu, mülkiyetin kaybı karşılığında lehine takdir edilen 2.500 TL'nin taşınmazın gerçek bedelini karşılamaktan uzak olduğundan şikâyet etmektedir. Başvurucunun şikâyetinin temelindeki satış bedeli, taraflar arasında akdedilen gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinden kaynaklansa da uyuşmazlığın asıl konusunu taşınmazın başvurucuya ait hissesine ilişkin tapunun iptali ve tescil istemi oluşturmaktadır. Mahkeme tarafından başvurucu lehine depo ettirilen 2.500 TL, taşınmaz mülkiyetinin davacı adına tescil edilmesinin karşılığı ödenen bir bedeldir. Başvurucu lehine 2.500 TL depo ettirilmiş olmasından hareketle somut olaydaki uyuşmazlığın bir alacak hakkının tespitine yönelik bir ihtilaf olduğu sonucuna ulaşılamaz. Somut olaydaki mülk, davacı lehine tescil kararı verilen taşınmaz hissesidir. Taşınmaz hisselerinin mülk teşkil ettiği tartışmasızdır.

b. Genel İlkeler

46. Bireysel başvuru, devlet tarafından kamu gücü kullanılarak bireylerin temel haklarına yapılan müdahaleler sonucu meydana gelen hak ihlallerini gidermek amacıyla ihdas edilmiş bir ikincil koruma mekanizması olmakla birlikte kimi durumlarda özel kişiler arası ilişkiler sonucu özel kişilerin birbirlerinin haklarına yaptıkları müdahalelerde devlete atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilmektedir. Bu durumlarda bireysel başvuru konusu yapılan dava sadece adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmekle kalmayıp özel kişiler tarafından başlatılan süreç sonucu etkilenen diğer haklar yönünden de incelenebilir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34).

47. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet güvencesi, mülkiyet hakkına yönelik kamu gücü tarafından gerçekleştirilen müdahalelerin yanı sıra kimi durumlarda özel hukuk kişilerince yapılan müdahalelere karşı da anayasal koruma sağlamaktadır. Dolayısıyla mülkiyet hakkı devlete, müdahalede bulunmama biçimindeki negatif yükümlülüğün yanında üçüncü kişilerden gelebilecek müdahalelere karşı malike koruma sağlama şeklindeki birtakım pozitif yükümlülükler de yüklemektedir (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 42).

48. Mülkiyet hakkına üçüncü kişiler tarafından müdahalede bulunulması durumunda bu müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesini, mümkün değilse malikin zarar ve kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal hukuki mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir. Bu bağlamda hak ihlalinin sonuçlarının giderilmesi bakımından ne tür hukuki mekanizmaların öngörüleceği hususu devletin takdirindedir. Bu husus, kural olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin, tercih edilen idari veya yargısal mekanizmanın malik üzerinde doğurduğu olumsuz etkilerin düzeltilmesi bakımından yeterli ve elverişli olup olmadığı hususundaki denetim yetkisi saklıdır. Bu bağlamda düzeltici bir mekanizmanın hiç oluşturulmaması veya oluşturulan mekanizmanın müdahaleden önceki durumu tesis edici veya oluşan kayıpları giderici bir nitelik arz etmemesi durumunda mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler ihlal edilmiş olabilir (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A. Ş., § 48).

49. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceler sunan yargısal yolları da kapsayan etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etme sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).

50. Taraflar arasındaki mülkiyet uyuşmazlığının çözümlenmesinde uygulanacak mevzuatın yorumlanması ve uygulanması hususu bu konuda uzman olan derece mahkemelerinin görev ve yetkisindedir. Anayasa Mahkemesi bu konuda uzmanlaşmış bir mahkeme olmadığı gibi Mahkemenin bu şekilde bir görevi de bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu bağlamdaki görevi, derece mahkemelerince yapılan yorumun sonuçlarının ve somut olay bazındaki tatbikinin başvurucunun hak ve özgürlüklerini ihlal edip etmediğini tespit etmekten ibarettir.

c. İlkelerin Olaya Uygulanması

51. Somut olaydaki uyuşmazlık, başvurucu ve N. Karaca ile A. Karaca arasında akdedilen satış vaadi sözleşmesinin başvurucu ve N. Karaca'ya yüklediği taşınmazın mülkiyetini karşı tarafa devretme ediminin ifa edilmemesi sebebiyle başvurucu ve N. Karaca aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasına ilişkindir. Söz konusu davanın özel kişiler arasındaki uyuşmazlıkları çözme amacına yönelik olarak devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde oluşturulmuş hukuksal bir mekanizma olduğu açıktır. Başvurucu, bu hukuki yola başvuran (davacı) değil aleyhine yargısal koruma talep edilen davalı taraf konumundadır. Dolayısıyla davalı taraf statüsünde bulunan başvurucu açısından bu mekanizmadan beklenen, uyuşmazlığın etkili ve adil bir çözümünün temin edilmesidir.

52. Olayda Mahkeme, borçlar hukuku hükümleri çerçevesinde uyuşmazlığı incelemiş; davacı tarafından sözleşmeyle yüklenilen 5.000 TL'nin davalılara ödendiğinin ispatlanamadığı sonucuna ulaşarak 5.000 TL'yi davalılar lehine Mahkeme veznesine depo ettirdikten sonra taşınmazın davacı adına tesciline karar vermiştir. Başvurucu ise Mahkeme tarafından harca esas olmak üzere belirlenen gerçek bedelin (başvurucunun hissesine isabet eden 310.872 TL) ödenmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

53. Satış vaadi sözleşmesinin ifa edilmemesinin hüküm ve sonuçlarının ne olduğu ve ne tür yaptırımlar uygulanacağı hususu borçlar hukukuna ilişkin düzenlemelerde gösterilmiştir. Bu düzenlemelerin yorumu ve neyi ifade ettiğinin tespiti, borçlar hukukuna ilişkin uyuşmazlıklara bakmakla görevli ve alanında uzmanlaşmış derece mahkemelerinin görev ve yetkisi kapsamındadır. Özellikle adli yargı kolunda en üst derece mahkemesi olan ve aynı zamanda içtihada istikrar kazandırmakla görevli bulunan Yargıtayın ilgili düzenlemelere ilişki yorum ve uygulamaları büyük önem taşımaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki yetkisi yargılama sürecine ilişkin olarak getirilen güvencelere uygun davranılıp davranılmadığının tespitiyle sınırlıdır.

54. Özel borç ilişkilerindeki edimler kural olarak eşit konumda bulunan tarafların serbest iradeleriyle belirlenir. Sözleşmedeki edimlerin belirlenmesinde mutlak anlamda bir eşitlik ve adalet fikrinden hareket edilmiş olması gerekmez. Özerk bir varlık olarak birey kendi çıkarının ne olduğunu ve ne tür bir edimin kendi menfaatine sonuç doğuracağını en iyi bilebilecek konumdadır. Buna bağlı olarak bireyin yaptığı sözleşmenin hukuksal sonuçlarına katlanma sorumluluğu ve mecburiyeti bulunmaktadır. Bireylerin özgür iradeleriyle akdettikleri sözleşmelerin taraflara yüklediği edimler arasında dengesizlik bulunması da söz konusu olabilir. Ancak özerk bireyin serbest iradesiyle yüklendiği edimin taraflardan birine ölçüsüz bir külfet yüklemiş olması ve edimler arasında dengesizlik bulunması kural olarak devletin müdahalesini gerektirmemektedir. Kamu müdahalesi ancak hata, hile, zorlama gibi bireyin iradesini sakatlayan istisnai durumların varlığı koşuluyla haklı görülebilir. Bu gibi müstesna hâller haricinde kamunun özel hukuk sözleşmeleriyle yüklenen edimlere -adalet düşüncesiyle bile olsa- müdahale, özerk bireyin devletin vesayeti altına sokulması anlamına gelir ki bu durum özgürlükçü demokratik hukuk devletiyle bağdaşmaz. Devletin özel borç ilişkilerindeki rolü üstün buyurma gücüne dayanarak sözleşmelerin ifasını sağlamaktan ibarettir. Dolayısıyla sözleşmeyle tayin edilen edimin dengesiz olduğu gerekçesi tek başına yargı organlarının o sözleşmenin hükümlerini ihmal ederek karar vermesini gerektirmez.

55. Yargıtay içtihadı da sözleşmede belirlenen bedele öncelik tanınması yönündedir. Ancak yukarıda atıfta bulunulan kararlarından da anlaşılacağı üzere (bkz. §§ 29-32) Yargıtayın taşınmaz satış vaadi sözleşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlıklara bakmakla görevli 14. Hukuk Dairesinin-taşınmaz satış vaadi sözleşmelerinin rızaen ifa edilmemesi nedeniyle tapu iptali ve tescil davası açıldığı durumlarda- sözleşme tarihi ile dava tarihi arasında uzun zaman geçmesi hâlinde sözleşmede kararlaştırılan semenin aynen depo ettirilmesinin adalete aykırı sonuçlar doğurabileceği düşüncesiyle ödenmeyen satış bedelinin veya kısmen ödeme durumunda kalan kısmının dava tarihi itibarıyla güncellenerek ödenmesi gerektiği içtihadında bulunduğu görülmektedir. Dairenin, bu içtihadını medeni hukukta geçerli olan "dürüstlük ilkesi"ne dayandırdığı anlaşılmaktadır. Daireye göre aksi takdirde edimini ifa etmeyen vaat alacaklısı dürüstlük kuralıyla bağdaşmayacak bir biçimde kendi temerrüdünün sonuçlarından yararlanmış olmaktadır. Bununla birlikte sözleşme tarihi ile dava tarihi arasında geçen sürenin uzun olmaması durumunda Daire, taraflar arasında kararlaştırılan bedelin depo ettirilmesinin yeterli olacağını belirtmektedir.

56. Somut olayda taşınmaz satım vaadi sözleşmesi 11/3/2005 tarihinde akdedilmiş, dava ise 22/5/2008 tarihinde açılmıştır. Başvurucu, sözleşme tarihi ile dava tarihi arasında geçen yaklaşık 3 yıl 2 aylık sürenin uzun olduğu yolunda açık bir iddia öne sürmemiştir.

57. Kaldı ki sözleşme tarihi ile dava tarihi arasında geçen yaklaşık 3 yıl 2 aylık sürenin semenin güncellenmesini gerektirecek derecede uzun olup olmadığının takdiri derece mahkemelerine aittir. Nitekim Mahkeme, sözleşme tarihi ile dava tarihi arasında geçen sürenin uzun olmadığını değerlendirerek semenin güncellenmesine gerek görmemiş ve tarafların özgür iradeleriyle sözleşmede kararlaştırılan bedelin depo ettirilmesini yeterli görmüştür. Mahkemenin bu yoldaki değerlendirmesi Yargıtay denetiminden geçmiş ve hukuka aykırı bulunmayarak temyiz istemi reddedilmiştir.

58. Son olarak Mahkemenin taşınmazın rayiç bedelini bilirkişi marifetiyle belirlemiş olması, ödenmesi gereken harcın miktarının tespiti içindir. Harca esas değerin tespit edilmesi devletin harçlandırma yetkisine ilişkin bir mesele olup tespitin taraflar arasında kararlaştırılan satış bedeliyle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Harcın miktarının veya harç alma ölçüsünün belirlenmesi kanun koyucunun takdirindedir. Nitekim 492 sayılı Kanun’un 16. maddesinin birinci fıkrasında, müdahalenin men'i, tescil ve tapu kayıt iptali gibi gayrimenkulün aynına taallük eden davalarda gayrimenkulün değeri üzerinden karar ve ilam harcı alınacağı hükme bağlanmıştır. HGK'nın yukarıda atıfta bulunulan kararları da satış vaadi sözleşmesinin ifa edilmemesinden doğan tapu iptali ve tescil davasında harcın, taraflarca kararlaştırılan satış bedeli üzerinden değil mahkemece belirlenen taşınmazın rayiç bedeli üzerinden alınması yönündedir(bkz. §§ 27, 28). Tapu iptali ve tescil davalarında karar ve ilam harcının taşınmazın değeri üzerinden belirlenmesi, davanın temelindeki satış vaadi sözleşmesiyle kararlaştırılan bedeli geçersiz kılmaz.

59. Bu itibarla somut olayda devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında mülkiyetin kullanılmasına ve korunmasına yönelik yeterli güvencelerin mevcut olduğu, bireysel başvuruya konu kararlarda yer verilen tespit ve gerekçeler itibarıyla mülkiyet hakkının korunması yükümlülüğü yönünden başvurucunun usule ilişkin güvencelerden etkin biçimde yararlanmasının sağlandığı ve yargısal makamların takdir yetkilerinin sınırının aşılmadığı sonucuna varılmıştır. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkına ilişkin şikâyeti yönünden açık ve görünür bir ihlal bulunmamaktadır.

60. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Karar ve İlam Harcının Ayrı AyrıHükmedilmemesine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

61. Başvurucu; her biri taşınmazın 1/3 hissesine müşreken malik olan davalıların mecburi dava arkadaşı olmadığını, bu nedenle karar ve ilam harcının her iki ihtiyari dava arkadaşı aleyhine ayrı ayrı hükmedilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu, karar ve ilam harcının davalılar aleyhine ayrı ayrı hükmedilmemiş olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

62. Bakanlık görüşünde, yargılama giderlerinin kural olarak davada haksız çıkan tarafa yükletileceği ve haksız çıkan tarafın birden fazla kişi olması durumunda hâkimin yargılama giderlerini paylaştırması mümkün olabileceği gibi davayı kaybedenlerin yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olmasına da karar verebileceği ancak bu yönde bir kararın verilmemesi durumunda her dava arkadaşının yargılama giderlerinin kendi payına düşen kısmı için sorumlu olacağı belirtilmiştir. Bakanlık, başvurucunun iddiasının dördüncü dereceden temyiz şikâyeti niteliğinde olduğunu savunmuştur.

2. Değerlendirme

63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.

64. Buna göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun “güncel bir hakkının ihlal edilmesi”, bu ihlalden dolayı kişinin kişisel olarak” ve “doğrudan” etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun, kendisinin “mağdur” olduğunu ileri sürmesidir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).

65. Olayda İlk Derece Mahkemesi, karar tarihinde yürürlükte bulunan tarife uyarınca davalılar (başvurucu ve N. Karaca) aleyhine 36.931,59 TL nispi karar ve ilam harcına hükmetmiştir. Başvurucunun yargılama sonucunda karar ve ilam harcı ödemekle yükümlü kılınması ekonomik menfaatlerini etkilemektedir. Bu nedenle olayda Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülk teşkil eden ekonomik bir menfaatin var olduğu anlaşılmaktadır.

66. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı veren bir haktır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, ürünlerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53). Ayrıca kişinin mal varlığında azalma sonucunu doğuran kamusal işlem ve eylemler de mülkiyet hakkına müdahale oluşturur (Tülay Arslan ve diğerleri, B. No: 2014/7051, 2/2/2017, § 77). Bu bağlamda başvurucu aleyhine nispi karar harcına hükmedilmesi mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir.

67. 6100 sayılı Kanun'un 326. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa mahkemenin yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştıracağı belirtilmiş; (3) fıkrasında ise aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkemenin yargılama giderlerini bunlar arasında paylaştırabileceği gibi müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebileceği hükme bağlanmıştır.

68. Somut olayda Mahkeme, davalılar (başvurucu ve N. Karaca) aleyhine 36.931,59 TL nispi karar ve ilam harcına hükmetmiş ancak bu harcı davalılar arasında paylaştırmadığı gibi davalıların harçtan müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar vermemiştir. 6100 sayılı Kanun'un 326. maddesinde mahkemenin davayı kaybedenlerin yargılama giderlerinden sorumlu olacağı bölümü somutlaştırmadığı ve müteselsilen sorumlu tutulmaları yolunda hüküm de kurmadığı durumlarda davayı kaybedenlerin yargılama giderlerinin ne kadarından sorumlu olacağını belirleyen bir hüküm bulunmamaktadır. Bu durumda genel hükümlere müracaat edilmesi gerekmektedir.

69. 6098 sayılı Kanun’un 162. maddesinin birinci fıkrasında, birden çok borçludan her biri alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olmayı kabul ettiğini bildirirse müteselsil borçluluğun doğacağı belirtildikten sonra ikinci fıkrasında, böyle bir bildirim yoksa müteselsil borçluluğun ancak kanunda öngörülen hâllerde doğacağı düzenlenmiştir. Bu hüküm dikkate alındığında tarafların kendi aralarında rızası olarak müteselsil sorumluluk öngörmesi dışında açık bir kanun hükmü bulunmadıkça müteselsil sorumluluk hükümlerinin uygulanamayacağı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla müteselsil sorumluluğun istisnai bir sorumluluk türü olduğu söylenebilir.

70. 6100 sayılı Kanun'un 326. maddesinin (3) numaralı uyarınca yargılama giderlerinden dolayı müteselsil sorumluluk ancak mahkemenin karar vermesi hâlinde doğabilmektedir. Mahkemece açıkça davayı kaybedenlerin yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olacağı yolunda hüküm kurulmadıkça müteselsil sorumluluk hükümleri uygulanmaz. Bu durumda mahkemece açıkça belirtilmese bile davayı kaybedenlerden her biri kendi payına düşen miktardan sorumlu olur.

71. Bu açıklamalar dikkate alındığında başvurucunun sorumlu olacağı karar ve ilam harcı Mahkeme kararında açıkça belirtilmemiş olsa bile davalıların karar ve ilam harcından müteselsilen sorumlu olacağına yönelik açık bir ifade bulunmadığından başvurucunun sadece kendi hissesine isabet eden 18.454,80 TL'den sorumlu olacağı anlaşılmaktadır. Başvurucunun fiilen diğer davalının hissesine isabet eden harcı ödemek mecburiyetinde bırakıldığı yolunda bir iddiası ve şikâyetinin de bulunmadığı görülmektedir. Dolayısıyla başvurucunun sorumlu olacağı karar ve ilam harcının, Mahkeme kararında hissesi oranında açıkça somutlaştırılmamasının başvurucu yönünden bir mağduriyete yol açmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.

72. Açıklanan nedenlerle başvurucuların karar ve ilam harcına ayrı ayrı hükmedilmediği şikâyeti yönünden mağdur sıfatı taşımadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi yönünden yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Temyiz Merciince Hükmedilen Temyiz Karar Harcı Yönünden

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

73. Başvurucu; 492 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri uyarınca binde 68,31 oranı üzerinden aleyhine hükmedilmesi gereken temyiz karar harcının -hissesi gözetildiğinde- 21.235,66 TL olarak belirlenmesi gerektiği hâlde Yargıtay tarafından bu miktarın iki katına hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

74. Bakanlık görüşünde, başvurucunun iddiasının dördüncü dereceden temyiz şikâyeti niteliğinde olduğu savunulmuş ve delillerin değerlendirilmesinde açık bir keyfîlik bulunup bulunmadığının değerlendirilmesinin Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu belirtilmiştir.

2. Değerlendirme

75. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma (Değişik ibare: 3.10.2001-4709/14 md.) ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

76. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Temyiz karar harcının fazla hesaplanmasına yönelik şikâyetin mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

77. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan temyiz karar harcının yanlış hesaplanmasına yönelik iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı

78. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme, bunun doğal sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (AYM, E.2011/33, K.2012/54, 11/4/2012; AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012; E.2012/108, K.2013/64, 22/5/2013; E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013; E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014; E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016 § 18).

79. Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28; Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; Ş.Ç., B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 28; Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41).

80. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık kapsamında bir talebi mahkeme önüne taşıyabilmek ve bunların etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Mahkemeye erişim hakkı, hak arama özgürlüğünün bir gereği olmakla birlikte hak arama özgürlüğünün varlığının kabulü için tek başına yeterli bulunmamaktadır. Mahkemeye erişimi etkisiz kılacak ya da yargı yoluna başvurmayı önemli ölçüde zorlaştırıcı veya caydırıcı nitelikte(AYM, E.2013/40, K.2013/139, 28/11/2013) kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını (Özkan Şen, § 52) ya da kişinin bizatihi mahkemeye başvurmuş olmasını anlamsız hâle getiren sınırlamalar, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 31).

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

81. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir.

82. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

83. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.

84. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Anayasa Mahkemesi kararlarında, Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir (AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012; E.2012/108, K.2013/64, 22/5/2013; E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014; E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015; Hüseyin Dayan, B. No: 2013/5033, 13/4/2016, § 46). Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların kanuna dayanması, hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi ve ölçülü olması gerekir (Serkan Acar, B. No:2013/1613, 2/10/2013§ 38; İbrahim Can Kişi, § 36).

85. Dava konusu yapılmış hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ilke olarak derece mahkemelerinin takdirindedir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42). Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında inceleme yaparken kural olarak derece mahkemelerince uygulanan hukuk kurallarının nasıl yorumlanması gerektiği hususunda derece mahkemelerinin yerine geçerek karar vermesi bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin görevi; derece mahkemelerince benimsenen yorumun etkilerini incelemek, bunların hak ve özgürlükleri ihlal edip etmediğini saptamaktır (Süleyman Oktay Uras ve Sevtap Uras, B. No: 2014/11994, 9/3/2017, § 71). Ancak derece mahkemelerinin bu husustaki değerlendirmelerinin bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içermesi, bunun hak ve özgürlüklere müdahale teşkil etmesi hâlinde Anayasa Mahkemesinin denetim hakkı saklıdır (Ahmet Sağlam, § 42).

86. 492 sayılı Kanun’un 15. maddesinde yargı harçlarının (1) sayılı Tarife'de yazılı işlemlerden değer ölçüsüne göre nispi esas üzerinden, işlemin nevi ve mahiyetine göre maktu esas üzerinden alınacağı belirtilmiştir. Aynı Kanun’un 16. maddesinin birinci fıkrasında, değer ölçüsüne göre harca tabi işlemlerde (1) sayılı Tarife'de yazılı değerlerin esas olduğu düzenlenmiş ancak müdahelenin men'i tescil ve tapu kayıt iptali gibi gayrimenkulün aynına taallük eden davalarda gayrimenkulün değerinin nazara alınacağı açıklığa kavuşturulmuştur. Kanun'a ekli (1) sayılı Tarife'nin mahkeme harçlarından nispi karar harcını düzenleyen bölümünde, konusu belli bir değerle ilgili bulunan davalarda esas hakkında karar verilmesi hâlinde hüküm altına alınan anlaşmazlık konusu değer üzerinden binde 68,31 oranında karar ve ilam harcına hükmedileceği kurala bağlanmış ve bu oranların, Yargıtayın tasdik veya işin esasını hüküm altına aldığı kararları için de aynen uygulanacağı ifade edilmiştir.

87. Bu hükümlerin değerlendirilmesinden tapu iptali ve tescili davalarında gerek karar ve ilam harcının gerekse temyiz karar harcının taşınmazın değerinin binde 68,31 oranı üzerinden hesaplanacağı anlaşılmaktadır. Somut olayda Dairenin 16/12/2013 tarihli kararında temyiz talebinde bulunan her iki davalı aleyhine ayrı ayrı olmak üzere taşınmazın değerinin üçte ikisi olan 621.744 TL'ye binde 68,31 oranı uygulanmak suretiyle belirlenen 42.471,26 TL temyiz karar harcına hükmedilmiştir.

88. Başvurucu taşınmazın 1/3 hissesine sahip olup kendisi yönünden davanın değeri değeri 621.744 TL değil 310.872 TL'dir. Dolayısıyla başvurucunun ödemesi gereken temyiz ve karar harcının da bu tutar üzerinden hesaplanması gerekmektedir. Yargıtayın başvurucunun sorumlu olduğu temyiz karar harcının taşınmazın değerinin üçte ikisi üzerinden hesaplaması, yukarıda değinilen kanuni düzenlemelerin açık lafzına uygun düşmemektedir. Yargıtayın ulaştığı sonucun Kanun'un açık hükmüne aykırılık taşıması nedeniyle bariz hata içerdiği kanaatine varılmaktadır. Bu nedenle başvurucunun aleyhine fazladan hükmedilen 21.235,66 TL temyiz karar harcının kanunilik unsurunu taşımadığı kanaatine varılmaktadır.

89. Açıklanan nedenlerle fazladan aleyhe hükmedilen 21.235,66 TL temyiz karar harcı yönünden Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

D. Karar ve İlam Harcı ile Vekâlet Ücretinin Taşınmaz Değeri Üzerinden Belirlenmesi

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

90. Başvurucu, taşınmaz satış vaadi sözleşmesine istinaden açılan tapu iptali ve tescil davasında taşınmazın Mahkemece tespit edilen gerçek bedeli yerine sözleşmede belirlenen bedelin kendisine ödenmesine karar verildiği hâlde harç ve vekâlet ücretinin Mahkemece belirlenen gerçek bedel üzerinden hesaplanmasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, taşınmazın satışı karşılığında 2.500 TL elde ettiği hâlde toplamda 115.122,61 TL harç ve vekâlet ücreti ödediğini iddia etmiştir.

91. Bakanlık görüşünde, başvurucunun iddiasının dördüncü dereceden temyiz şikâyeti niteliğinde olduğu savunulmuş ve delillerin değerlendirilmesinde açık bir keyfîlik bulunup bulunmadığının değerlendirilmesinin Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu belirtilmiştir.

2. Değerlendirme

92. Harç ve vekâlet ücretinin Mahkemece belirlenen gerçek bedel üzerinden hesaplanmasına yönelik şikâyetin mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

93. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri azaltmaya yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir. Ancak bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş olması gerekir (Özkan Şen, §§ 61, 62).

94. Somut olayda davanın konusu, tazminat ödenmesi istemi olmayıp tapu iptali ve tescil istemidir. Mahkemece, başvurucu lehine 2.500 TL'nin davacı tarafından Mahkeme veznesine depo edilmesi temin edilmiş ise de taşınmaz bedeli davanın asıl konusunu oluşturmamaktadır. Mahkeme, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle vaatte bulunulana yüklenen edimin ifasını temine yönelik 2.500 TL'yi vaatte bulunan başvurucu adına depo ettirmiştir. Dolayısıyla başvurucuya yüklenen harç ve vekâlet ücretinin ölçülü olup olmadığı değerlendirirlerken 2.500 TL'nin değil dava konusu taşınmazın bedelinin dikkate alınması gerekmektedir.

95. Mahkemece bilirkişi marifetiyle taşınmazın toplam değeri 932.616 TL olarak tespit edilmiştir. Taşınmazın başvurucuya ait üçte bir oranındaki hissesi başvurucu aleyhine açılan davanın konusunu oluşturduğuna göre davanın başvurucunun hissesine isabet eden değeri 310.872 TL'dir. İlk Derece Mahkemesince hükmedilen harcın başvurucuya isabet eden kısmı 18.454,80 TL, vekâlet ücretinin başvurucuya isabet eden kısmı ise 17.858,88 TL'dir. Başvurucu aleyhine 42.471,26 TL temyiz karar harcına hükmedilmiş ise de bunun 21.235,66 TL'sinin hatalı hesaplandığı ve bu miktar yönünden mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşıldığından başvurucunun gerçekte katlandığı temyiz karar harcı 21.235,66 TL'dir. Dolayısıyla başvurucunun temyiz aşaması dâhil toplamda yüklendiği karar ve ilam harcı ile vekâlet ücretinin 57.549,34 TL olduğu anlaşılmaktadır. Bu miktarın, dava konusu taşınmazın başvurucunun hissesine isabet eden kısmının değerinin yaklaşık %18,5'ine tekabül ettiği görülmektedir.

96. Bu durumda somut olayda başvurucu aleyhine hükmedilen ve dava değerinin %18,5'ine tekabül eden karar ve ilam harcı ile avukatlık ücretinin başvurucunun mahkemeye erişimini ve temyiz yolu incelemesine ulaşmayı engelleyecek şekilde yüksek bir miktara ulaşmadığı anlaşılmaktadır.

97. Açıklanan nedenlerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

E. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

98. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

90. Başvurucu, yapılan yargılama gideri ve vekâlet ücretinin ödenmesine hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

100. Başvurucunun aleyhine fazladan hükmedilen 21.235,66 TL temyiz karar harcı yönünden Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

101. Başvurucu aleyhine fazladan hükmedilen 21.235,66 TL temyiz karar harcı yönünden mahkemeye hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Yargıtay 14. Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

102. İlk Derece Mahkemesince hükmedilen karar ve ilam harcı ile vekâlet ücretine ilişkin şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verildiğinden buna ilişkin tazminat talebinin reddi gerekir.

103. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harcın ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Satış bedeline ilişkin şikâyet yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Karar ve ilam harcına ayrı ayrı hükmedilmediğine ilişkin şikâyet yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının kişi yönünden yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Temyiz karar harcının hatalı hesaplandığı şikâyeti yönünden mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

4. İlk Derece Mahkemesince hükmedilen karar ve ilam harcı ile vekâlet ücretinin taşınmazın değerinin esas alınarak belirlenmesine yönelik şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Başvurucu aleyhine fazladan hükmedilen 21.235,66 TL temyiz karar harcı yönünden Anayasa'nın 36. maddesinde güvenceye bağlanan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin başvurucu aleyhine fazladan hükmedilen 21.235,66 TL temyiz karar harcı yönünden Anayasa'nın 36. maddesinde güvenceye bağlanan mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Yargıtay 14. Hukuk Dairesine (E.2013/15692) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 206,10 TL harcın ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Vezirköprü 1. Asliye Mahkemesine (E.2009/317) GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/6/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

İRFAN ÇİNKAYA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/11854)

 

Karar Tarihi: 5/10/2017

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Heysem KOCAÇİNAR

Başvurucu

:

İrfan ÇİNKAYA

Vekili

:

Av. İncilay ŞAHİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, işçi alacakları istemiyle açılan davada bilirkişi raporuna yönelik itirazların dikkate alınmaması, aleyhe ayrı ayrı vekâlet ücretine hükmedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 14/7/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 21/12/2010 tarihinde Ankara 17. İş Mahkemesinde iki davalı şirket aleyhine açtığı işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davasında geçerli neden gösterilmeksizin hizmet akdine son verildiğini, işyerinde hafta tatili ve bayramlar dâhil olmak üzere haftanın yedi günü 07.00-19.00 saatleri arasında çalıştığını, sadece dini bayramların bir kısmında izin kullandığını, davalılar arasında asıl işveren alt işveren ilişkisi olduğunu, bu nedenle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 1.000 TL fazla çalışma ücreti ile 200 TL hafta tatili ve Ulusal Bayram ve Genel Tatil Günleri (UBGT) alacaklarının akdin feshi tarihinden işleyecek faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

9. Ankara 17. İş Mahkemesi 8/5/2014 tarihli karar ile hizmet akdi işveren tarafından haksız olarak feshedildiğinden dinlenen tanık beyanları, bordro örnekleri, banka kayıtları ve bilirkişi raporuna göre davanın kısmen kabulü ile 179 TL brüt fazla mesai alacağı ile 59,88 brüt hafta tatili alacağının dava tarihinden itibaren işleyecek faiziyle davalılardan müştereken tahsiline miktar itibariyle kesin olarak karar vermiştir. Mahkeme, yargılama giderlerinin kabul ret oranına göre taraflardan tahsiline, kendisini vekille temsil ettiren başvurucu lehine 1.500 TL ve yine kendilerini vekilletemsil ettiren davalılar lehine ayrı ayrı 1.500 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir.

10. Başvurucu, Ankara 17. İş Mahkemesine sunduğu 23/6/2014 havale tarihli dilekçe ile davalılar yararına ayrı ayrı olmak üzere 1.500 TL vekâlet ücretine hükmedilmesinin maddi hata olduğunu, hüküm kısmında davalılar yararına ayrı ayrı vekâlet ücretine hükmedilmesinin gerekçesine yer verilmediğini belirterek söz konusu maddi hatanın düzeltilmesini talep etmiştir.

11. Sunulan dilekçe üzerine Ankara 17. İş Mahkemesi 25/6/2014 tarihli ek kararı ile taraflara tanınan haklar ve borçların tavzih yoluyla sınırlandırılamayacağı ve her iki davalınında kendilerini ayrı ayrı vekille temsil ettirip davanın kısmen reddine karar verilmesi nedeniyle vekâlet ücretine hak kazandıkları gerekçesiyle başvurucunun tavzih talebini reddetmiştir.

12. Başvurucu bireysel başvuru formunda Ankara 17. İş Mahkemesinin 8/5/2014 tarihli gerekçeli kararının 3/7/2014 tarihinde kalemde tebliğ alındığını ve kendisine tebligat belgesi verilmediğini beyan etmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Kanun Hükümleri

13. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 323. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Yargılama giderleri şunlardır:

...

ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.

...''

14. 6100 sayılı Kanun'un 326. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.''

15. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 164. maddesi şöyledir:

"Avukatlı ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder.

...''

16. 1136 sayılı Kanun'un 169. maddesi şöyledir:

"Yargı mercilerince karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücreti, avukatlık ücret tarifesinde yazılı miktardan az ve üç katından fazla olamaz.''

17. Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 3. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(2) Müteselsil sorumluluk da dahil olmak üzere, birden fazla davalı aleyhine açılan davanın reddinde, ret sebebi ortak olan davalılar vekili lehine tek, ret sebebi ayrı olan davalılar vekili lehine ise her ret sebebi için ayrı ayrı avukatlık ücretine hükmolunur.''

B. Yargıtay İçtihatları

18. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 6/10/2008 tarihli ve E.2008/14498, K.2008/11843 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"e-) Karar tarihi itibariyle geçerli olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 3/2 nci maddesindeki 'müteselsilen sorumlu olanlar aleyhine açılan davanın reddinde, ret sebebi ortak olan davalılar vekili lehine tek, ret sebebi ayrı olan davalılar vekili lehine ise her ret sebebi için ayrı ayrı avukatlık ücretine hükmolunur' düzenlemesi göz ardı edilerek davanın reddi sebebi ortak olan davalılar lehine ayrı ayrı avukatlık ücretine hükmedilmemesi, isabetsizdir.''

19. Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 22/6/2011 tarihli ve E.2011/12439, K.2011/8326 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

" Davalı banka vekilinin temyiz itirazlarına gelince;

Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 3/2 nci maddesine göre müteselsil sorumluluk da dahil olmak üzere birden fazla davalı aleyhine açılan davanın reddinde ret sebebi ortak olan davalılar vekili lehine tek, ret sebebi ayrı olan davalılar vekili lehine ise her ret sebebi için ayrı ayrı vekalet ücretine hükmolunur''

20. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 20/2/2017 tarihli ve E.2017/3365, K.2017/2728 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Karar tarihinde yürürlükte bulunan 2016 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 3. maddesinin ikinci fıkrasında; 'Müteselsil sorumluluk da dahil olmak üzere, birden fazla davalı aleyhine açılan davanın reddinde, ret sebebi ortak olan davalılar vekili lehine tek, ret sebebi ayrı olan davalılar vekili lehine ise her ret sebebi için ayrı ayrı avukatlık ücretine hükmolunur' şeklinde düzenlenme yer almaktadır.

Somut olayda davanın ilgili tarife gereği belirlenen vekalet ücretinin aralarında asıl işveren-alt işverenlik bulunan bu açıdan müteselsil sorumluluğu olmakla aynı sebeple talebi kısmi red edilen davalılar lehine ayr ayrı vekalet ücrerine hükmedilmesi isabetli olmamıştır.''

V. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 5/10/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

22. Başvurucu, her bir davalı için ayrı ayrı, toplamda karar altına alınan alacak miktarından fazla olarak ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine aykırı şekilde vekâlet ücretine hükmedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

23. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma (Değişik ibare: 3.10.2001-4709/14 md.) ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Kendilerini vekille temsil ettiren davalılar lehine ayrı ayrı vekâlet ücretine karar verilmesine yönelik şikâyetin mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan birden fazla vekalet ücretine hükmedilmesine yönelik iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı

26. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme, bunun doğal sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (AYM, E.2011/33, K.2012/54, 11/4/2012; AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012; E.2012/108, K.2013/64, 22/5/2013; E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013; E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014; E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016, § 18).

27. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık kapsamında bir talebi mahkeme önüne taşıyabilmek ve bunların etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Mahkemeye erişim hakkı, hak arama özgürlüğünün bir gereği olmakla birlikte hak arama özgürlüğünün varlığının kabulü için tek başına yeterli bulunmamaktadır. Mahkemeye erişimi etkisiz kılacak ya da yargı yoluna başvurmayı önemli ölçüde zorlaştırıcı veya caydırıcı nitelikte (AYM, E.2013/40, K.2013/139, 28/11/2013) kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını (Özkan Şen, § 52) ya da kişinin bizatihi mahkemeye başvurmuş olmasını anlamsız hâle getiren sınırlamalar, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 31).

28. Vekâlet ücreti yargılama gideri olup bununla, davacı veya davalının o dava nedeniyle aldıkları hukuki yardım karşılığında avukata ödedikleri ücretin telafisi amaçlanmaktadır (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014). Dava aşamasında kimin lehine ya da aleyhine olacağı önceden belli olmayan bu ücret yükümlülüğü, bir usul kuralı olup mahkemeye erişim hakkı ile ilişkilidir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).

29. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil etmektedir (Serkan Acar, § 39; Muhbet Adanır ve diğerleri, B, No: 2014/10261, 8/12/2016, § 101)

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

30. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir.

31. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

32. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.

33. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Anayasa Mahkemesi kararlarında, Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir (AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012; E.2012/108, K.2013/64, 22/5/2013; E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014; E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015; Hüseyin Dayan, B. No: 2013/5033, 13/4/2016, § 46). Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların kanuna dayanması, hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi ve ölçülü olması gerekir (Serkan Acar, B. No:2013/1613, 2/10/2013§ 38; İbrahim Can Kişi, § 36).

34. 6100 sayılı Kanun'da yargılama giderlerinden sayılan ve mahkeme tarafından haklılık durumuna göre taraflara yükletileceği belirtilen vekâlet ücretinin birden fazla davalı aleyhine açılan davalarda ne şekilde yükleneceği açık değildir. Ancak 1136 sayılı Kanun uyarınca bağlayıcı olan Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu tarafından hazırlanıp Bakanlığa gönderilen ve 2014 yılı için yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 3. maddesinin (2) numaralı fıkrasında birden fazla davalıya karşı açılan davaların reddinde, ret sebebinin ortak olması hâlinde tek vekâlet ücretine karar verileceği ifade edilmiştir.

35. Yargıtay'ın özellikle işçi alacaklarından kaynaklanan uyuşmazlıkların temyiz mercii olan daireleri alt işveren ve asıl işverene karşı açılan davaların reddinde ortak sebebe dayanılması hâlinde davalılar ayrı ayrı vekiller vasıtasıyla temsil edilmiş olsalar dahi tek bir vekâlet ücretine hükmedileceğini istikrarlı olarak kararlarında vurgulamıştır.

36. Başvurucu, somut olayda iş sözleşmesinin haksız olarak feshedilmesi nedeniyleödenmeyen işçilik alacaklarının tahsili istemiyle asıl işveren ve alt işverene karşı dava açmıştır. İlk derece mahkemesi yapmış olduğu yargılama sonucunda bir kısım işçi alacağının ödenmediği saptamasında bulunarak davanın kısmen kabulüne karar vermiş ve redde konu miktar yönünden kendisini vekille temsil ettiren her bir davalı lehine ayrı ayrı maktu vekâlet ücretine karar vermiştir.

37. Davanın kısmen kabulü nedeniyle davalılar lehine ayrı ayrı vekâlet ücretine karar verilmişse de ilk derece mahkemesi kararında bu hususun yasal dayanağı açıklanmadığından 1136 sayılı Kanun'un 169. maddesi uyarınca bağlayıcı olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesin'e aykırı olarak her bir davalı lehine ayrı ayrı hükmedilen 1.500 TLvekâlet ücretinin kanunilik unsurunu taşıdığı söylenemez.

38. Açıklanan nedenlerle her bir davalı lehine ayrı ayrı hükmedilen 1.500 TL vekâlet ücreti yönünden Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

39. Başvurucu makul sürede yargılanma hakkının ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmamasından dolayı dava konusu edilen 20/3/2007-24/7/2009 dönemine ilişkin olan fazla mesai, hafta tatili ve UGBT alacaklarının, 20/3/2012-24/7/2014 tarihleri arasında değişik tarihlerde zamanaşına uğradığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

40. Yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle dava konusu bir kısım alacağın zamanaşımına uğradığı iddiasının incelenmesi sonucu 9/5/2014 tarihli gerekçeli kararda başvurucunun herhangi bir alacak talebinin zamanaşımına uğradığına ilişkin bir değerlendirmede bulunulmadığı tespit edilmiş, söz konusu iddianın yargılamanın uzaması ile ilişkisi de anlaşılamamış dolayısıyla bu şikâyet yönünden ayrıca değerlendirme yapılmamıştır.

41. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olan iş mahkemelerinde açılan davalarda yargılama süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak davanın açıldığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak yargılamanın sona erdiği (Nesrin Kılıç, B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 69), yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Mehmet Salih Ayyıldız, B. No: 2012/397, 17/11/2014, § 25).

42. İş mahkemelerinde görülen davalarda yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Nesrin Kılıç, §§ 57, 58).

43. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık üç yıl beş aylık yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varmak gerekir.

44. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Silahların Eşitliği İlkesi ve Çelişmeli Yargılama Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

45. Başvurucunun hükme esas alınan bilirkişi raporunun hatalı olduğu, bu hususa ilişkin itirazı karşılanmadan hüküm kurulduğu şikâyetinin silahların eşitliği ilkesi ve çelişmeli yargılanma hakkı yönünden incelenmesi uygun görülmüştür.

46. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ışığında taraflara, iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında taraflara uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddiaları yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmelidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).

47. Anayasa Mahkemesinin görevi, herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir. Savunma makamının tanık dinletme taleplerinin gerekliliği ya da bilirkişi raporu benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları derece mahkemelerinin yetkisi dâhilindedir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 68). Anayasa Mahkemesinin görevi delillerin sunulması da dâhil olmak üzere başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir.

48. Başvuru konusu olayda yerel Mahkemece, tarafların ibraz ettikleri delil ve beyan dilekçeleri kapsamında değerlendirme yapılarak başvurucuya sunulan belgelere ilişkin olarak inceleme ve beyanda bulunma olanağı tanındığı, uzman bilirkişiden denetime elverişli rapor alındığı, karar gerekçesinde davanın niteliğine uygun ve talepleri karşılayacak değerlendirmeler yapılarak davanın kısmen kabulüne karar verildiği, bu çerçevede başvurucunun yargılamanın sonucunu etkileyecek usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı bu çerçevede çelişmeli yargılama hakkı ve silahların eşitliği ilkelerine yönelik açık ve görünür bir ihlal bulunmadığı anlaşılmaktadır.

49. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

50. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

51. Başvurucu, aleyhine birden fazla vekâlet ücretine karar verilmesi nedeniyle uğramış olduğu 1.500 TL maddi zararın tazmini isteğinde bulunmuştur.

52. Başvurucu aleyhine hükmedilen birden fazla vekâlet ücreti yönünden Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

53. Başvurucu aleyhine fazladan hükmedilen 1.500 TL vekâlet ücreti yönünden mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 17. İş Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

54. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı ile silahların eşitliği ilkesi ve çelişmeli yargılama hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verildiğinden buna ilişkin tazminat talebinin reddi gerekir.

55. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harcın ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Silahların eşitliği ilkesi ve çelişmeli yargılama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin başvurucu aleyhine hükmedilen vekâlet ücreti yönünden Anayasa'nın 36. maddesinde güvenceye bağlanan mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 17. İş Mahkemesine (E.2010/1061) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 206,10 TL harcın ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 5/10/2017tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

S.Ö. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/25882)

 

Karar Tarihi: 23/6/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 GİZLİLİK TALEBİ KABUL

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Fatma Burcu NACAR YÜCE

Başvurucu

:

S.Ö.

Vekili

:

Av. Meliha YAMAN YURDUGÜL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşıma sözleşmesinden kaynaklı itirazın iptali istemiyle açılan davanın, dava şartı yokluğundan reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 1/6/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu, Cihan Medya Dağıtım Anonim Şirketi (Şirket) ile imzaladığı taşıma sözleşmesi gereği edimini yerine getirerek yaptığı iş karşılığında davalı Şirkete dokuz adet fatura düzenlemiş; faturaları davalı Şirkete kargo yolu ile göndermiş ancak Şirket faturaları teslim almaktan imtina edip başvurucuya geri göndererek herhangi bir ödeme yapmamıştır. Başvurucu, Şirket hakkında Bakırköy 13. İcra Müdürlüğünün E.2016/7612 sayılı dosyası ile icra takibi yapmış; Şirketin bu takibe yapmış olduğu itirazı üzerine takip durdurulmuştur.

10. Başvurucu 20/7/2016 tarihinde, Bakırköy 10. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) haksız itirazın iptaline, takibin devamına ve davalı Şirket hakkında alacağın %20 oranında icra inkâr tazminatına hükmedilmesine karar verilmesi istemiyle itirazın iptali davası açmıştır.

11. Dava tarihi sonrasında 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) 17/8/2016 tarihli ve 29804 sayılı Resmî Gazete'de, 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

12. 675 sayılı KHK'nın 16. maddesiyle, KHK'larla kapatılan kuruluşlar ve bunların sahibi gerçek ve tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden (670 sayılı KHK'nın yürürlüğe girdiği tarihten) önce açılan davaların mahkemelerce 670 sayılı KHK'nın 5. maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle reddedileceği hükmü getirilmiştir.

13. Mahkeme 23/3/2017 tarihli kararı ile söz konusu KHK'lar doğrultusunda Şirkete yöneltilen davanın yapılan yargılama sonucu dava şartı yokluğu nedeniyle kesin olmak üzere reddine karar vermiştir.

14. Nihai karar 2/5/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu karar tebliğ edilmeden 1/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun (TMSF) 13/3/2019 tarihli yazısında, İstanbul 8. Sulh Ceza Mahkemesinin 4/11/2016 tarihli kararı ile kayyumların yetkilerinin TMSF'ye devredildiği, anılan Şirketin fondan bağımsız tüzel kişiliği ve taraf ehliyetini haiz olduğu, hiçbir şekilde hak, borç, dava veya takiplerinin devralınmadığı, Şirket tüzel kişiliğinin hak ve alacaklara sahip borç ve yükümlülüklerden sorumlu olduğu belirtilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Kanun Hükümleri

15. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun "İtirazın iptali" kenar başlıklı 67. maddesi şöyledir:

"Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir.''

16. 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu kanunlaşan 667 sayılı KHK'nın "Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin tedbirler" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;

a) Ekli (I) sayılı listede yer alan özel sağlık kurum ve kuruluşları,

...

ç) Ekli (IV) sayılı listede yer alan vakıf yükseköğretim kurumları,

...

kapatılmıştır."

17. 8/11/2016 tarihli ve 6755 sayılı Kanun'un 24/11/2016 tarihli ve 29898 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu kanunlaşan 668 sayılı KHK'nın 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

''(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan;

a) Ekli (1) sayılı listede yer alan asker kişiler Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarılmıştır. Haklarında ayrıca özel kanun hükümlerine göre işlem tesis edilir.

b) Ekli (2) sayılı listede yer alan özel radyo ve televizyon kuruluşları kapatılmıştır.

c) Ekli (3) sayılı listede yer alan gazete ve dergiler ile yayınevi ve dağıtım kanalları kapatılmıştır.

...''

18. 8/2/2018 tarihli ve 7091 sayılı Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 Mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu kanunlaşan 670 sayılı KHK'nın "Devir işlemlerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı 5. maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık);her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya,gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir.

...

 (4) Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar..."

19. 6/2/2018 tarihli ve 7082 sayılı Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 Mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu kanunlaşan 675 sayılı KHK'nın "Dava ve takip usulü" kenar başlıklı 16. maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

...

 (4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz."

2. Yargısal Karar

20. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 28/3/2018 tarihli ve E.2017/24765, K.2018/6824 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

''...

Bölge Adliye Mahkemesince davalı şirketin 675 sayılı KHK kapsamında kapatılan şirketlerden olduğu gerekçesi ile aynı KHK'nın 16. maddesi gereğince dava şartı yokluğundan işbu davalı yönünden davanın reddine karar verilmişse de, davalı şirketin kapatılan şirketlerden olmayıp, yönetimi TMSF'ye devredilen şirketlerden olduğu resen yapılan incelemede anlaşılmaktadır. İşbu nedenle davalı şirket hakkındaki davaya devam edilmesi gerekirken hatalı gerekçeyle yazılı şekilde, bu davalı bakımından davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş hükmün açıklanan nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

...''

B. Uluslararası Hukuk

21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."

22. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de -maddede kullanılan terimler bir bütün olarak bağlamıyla birlikte dikkate alındığında- mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp 6. maddenin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 23/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

24. Başvurucu, KHK kapsamında kapatılmayan ve tüzel kişiliği devam eden Şirket aleyhine açmış olduğu itirazın iptali davasının Mahkemece Şirketin KHK ile kapatıldığı değerlendirilerek dava şartı yokluğu gerekçesiyle kesin olarak reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

25. Bakanlık yazısında; başvurucunun mahkeme kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurmadan, doğrudan bireysel başvuru yolunu kullandığı, dolaysıyla şikâyet açısından başvurucunun başvuru yollarını tüketmediği belirtilmiştir.

26. Başvurucu; Bakanlık yazısına karşı cevabında, kanunlarda kesin olduğu belirtilen kararlara karşı itiraz etmek gibi bir sorumluluğun vatandaşlara yüklenemeyeceğini, dolayısıyla başvuru yollarının tüketilmediği görüşünün dayanaktan yoksun olduğunu ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

27. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma (Değişik ibare: 3.10.2001-4709/14 md.) ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Yargılama yapılmaması nedeniyle Anayasa'nın 13., 15., 17. ve 40. maddelerinde düzenlenen haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmüşse de başvurucunun yargılama yapılıp toplanacak deliller çerçevesinde davanın esası hakkında bir sonuca varılmamasına yönelik şikâyeti olduğundan başvurunun mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Başvurucunun somut davada 670 sayılı KHK'nın 5. maddesi gereğince verilen ret kararına karşı kanun yolunu tüketmeden bireysel başvuru yaptığı anlaşılmaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere 670 sayılı KHK'nın 5. maddesinde kapatılan kurumlara karşı 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalarda, dava şartı yokluğu nedeniyle verilen ret kararlarının kesin olacağı belirtilmiştir. Her ne kadar Bakanlık yazısında kesin olarak verilen bu karara karşı başvurucunun istinaf yoluna başvurması gerektiği ifade edilmiş ise de başvurucunun başvuru konusu davada olduğu gibi kesin olduğu belirtilen karara karşı kanun yoluna başvurmasının beklenemeyeceği, somut başvuru açısından başvuru yollarının tüketildiği sonucuna ulaşılmıştır.

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine yönelik iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı

31. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

32. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olamaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

33. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

34. Öte yandan Anayasa'nın 36. maddesinin ikinci fıkrasında, hiçbir mahkemenin görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda adil yargılanma hakkı, koşulları bulunduğu takdirde kişilere davanın görüldüğü mahkemeden uyuşmazlığın esasının incelenmesini isteme güvencesini de sağlar.

35. Somut olayda başvurucunun itirazın iptali istemli davasının esası hakkında bir inceleme yapılmadığından mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

36. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir.

37. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

38. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa'nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma (meşru amaç) ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

39. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

40. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

41. Somut olayda taşıma sözleşmesinden kaynaklı alacağa dayalı açılan itirazın iptali davasının davalı Şirketin 668 sayılı KHK ile kapatıldığından bahisle 670 sayılı KHK'nın 5. maddesi gereği dava şartı yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir.

42. Mahkemenin hükme esas aldığı 668 sayılı KHK ile Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması gibi terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olan kurum, kuruluş ve şirketlerin kapatılmasına karar verilmiştir.

43. Ancak TMSF'nin yazısına göre davalı Şirketin anılan KHK kapsamında kapatılmadığı ve tüzel kişiliğini devam ettirdiği anlaşılmaktadır.

44. Anayasa Mahkemesince Mahkemenin KHK kapsamında kapatılmayan ve tüzel kişiliğini devam ettiren bir Şirket aleyhine açılan davada, 668 sayılı KHK kapsamında Şirketin faaliyetine son verildiğini belirterek kapatılan şirketler ile ilgili tasfiye rejimini düzenleyen 670 sayılı KHK'nın 5. maddesi uyarınca yargılamayı sona erdirmesinin herhangi bir yasal dayanağının bulunmadığı, bariz bir yorum hatası içeren kararın kanunilik unsurunu taşımadığı sonucuna ulaşılmıştır.

45. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesinin yukarıda aktarılan değerlendirmesi ve vardığı sonuç yalnızca mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin olup davanın esasıyla ilgili bir unsur içermemektedir.

46. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

47. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

48. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini istemiş ve yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.

49. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

50. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

51. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

52. İncelenen başvuruda, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

53. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Bakırköy 10. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

54. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,

B. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin Anayasa'nın 36. maddesinde güvenceye bağlanan mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Bakırköy 10. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2016/343, K.2017/89) GÖNDERİLMESİNE,

E. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MURAT DUYGU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/17263)

 

Karar Tarihi: 24/6/2020

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Fatma Burcu NACAR YÜCE

Başvurucu

:

Murat DUYGU

Vekili

:

Av. Ferhat MEMMEDZADE

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, işçilik alacaklarının tahsili istemiyle açılan davanın dava şartı yokluğundan reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 11/1/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Cihan Medya Dağıtım Anonim Şirketine (Şirket) bağlı olarak 1/3/2006-23/3/2016 tarihleri arasında gazete ve dergi dağıtım görevlisi olarak çalışmıştır. Başvurucu, Şirkete Yozgat 2. Noterliğinin 23/3/2016 tarihli ihtarnamesini göndererek 25/8/1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanunu'nun 14. maddesinin 1. fıkrası gereğince haklı fesih nedeniyle işten ayrıldığını bildirmiş; son aya ait ücret, kıdem tazminatı ile diğer tüm işçilik alacaklarının ödenmesini talep etmiştir. Şirket işçilik alacaklarını başvurucuya ödememiştir.

9. Başvurucu, davalı Şirket Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredilmeden önce 11/6/2016 tarihinde Yozgat İş Mahkemesinde (Mahkeme) işçilik alacakları istemiyle dava açmıştır.

10. Dava tarihi sonrasında 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) 17/8/2016 tarihli ve 29804 sayılı Resmî Gazete'de, 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK ise 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

11. 675 sayılı KHK'nın 16. maddesiyle KHK'larla kapatılan kuruluşlar ve bunların sahibi gerçek ve tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden (670 sayılı KHK'nın yürürlüğe girdiği tarihten) önce açılan davaların mahkemelerce 670 sayılı KHK'nın 5. maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle reddedileceği hükmü getirilmiştir.

12. Mahkeme 30/11/2016 tarihli kararı ile söz konusu KHK'lar doğrultusunda Şirkete yönlendirilen davanın dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu dava şartı yokluğu nedeniyle kesin olmak üzere reddine karar vermiştir.

13. Nihai karar 12/12/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 11/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

14. TMSF'nin 13/3/2019 tarihli yazısında; İstanbul 8. Sulh Ceza Mahkemesinin 4/11/2016 tarihli kararı ile kayyumların yetkilerinin TMSF'ye devredildiği, anılan Şirketin fondan bağımsız tüzel kişiliği ve taraf ehliyetini haiz olduğu, hiçbir şekilde hak, borç, dava veya takiplerinin devralınmadığı, Şirket tüzel kişiliğinin hak ve alacaklara sahip borç ve yükümlülüklerden sorumlu olduğu belirtilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Kanun Hükümleri

15. Karar tarihinde yürürlükte bulunan 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu'nun 1. maddesi şöyledir:

"İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.''

16. 12/10/2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) İş mahkemeleri;

a) 5953 sayılı Kanuna tabi gazeteciler, 854 sayılı Kanuna tabi gemiadamları, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununa veya 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun İkinci Kısmının Altıncı Bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına,

...

ilişkin dava ve işlere bakar."

17. 8/11/2016 tarihli ve 6755 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun ile kanunlaştırılan 25/7/2016 tarihli ve 668 sayılı KHK'nın "Alınan tedbirler" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan;

...

c)) Ekli (3) sayılı listede yer alan gazete ve dergiler ile yayınevi ve dağıtım kanalları kapatılmıştır. [Ekli (3) sayılı listede Cihan Medya Dağıtım Anonim Şirketi bulunmamaktadır.]"

18. 8/2/2018 tarihli ve 7091 sayılı Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 Mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu kanunlaşan 670 sayılı KHK'nın "Devir işlemlerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı 5. maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık);her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya, gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir.

...

 (4) Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar..."

19. 6/2/2018 tarihli ve 7082 sayılı Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 Mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu kanunlaşan 675 sayılı KHK'nın "Dava ve takip usulü" kenar başlıklı 16. maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

...

 (4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz."

2. Yargısal Kararlar

20. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 28/3/2018 tarihli ve E.2017/24765, K.2018/6824 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

''...

Bölge Adliye Mahkemesince davalı şirketin 675 sayılı KHK kapsamında kapatılan şirketlerden olduğu gerekçesi ile aynı KHK'nın 16. maddesi gereğince dava şartı yokluğundan işbu davalı yönünden davanın reddine karar verilmişse de, davalı şirketin kapatılan şirketlerden olmayıp, yönetimi TMSF'ye devredilen şirketlerden olduğu resen yapılan incelemede anlaşılmaktadır. İşbu nedenle davalı şirket hakkındaki davaya devam edilmesi gerekirken hatalı gerekçeyle yazılı şekilde, bu davalı bakımından davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş hükmün açıklan nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

...''

21Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 6/6/2017 tarihli ve E.2017/1012, K.2017/1238 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

''Davacı işçi, davalıya ait işyerinde 23.11.2009-08.07.2014 tarihleri arasında gazete dağıtıcısı olarak çalıştığını, iş sözleşmesini kendi isteğiyle feshettiği yönünde evrak imzalatıldığını ileri sürerek, kıdem tazminatı, fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti ile yıllık izin ücreti alacaklarının davalı taraftan tahsiline karar verilmesini talep etmiş ve bilirkişi raporu doğrultusunda ıslah talebinde bulunmuştur.

Davalı cevap dilekçesi vermemiştir.

İlk derece Mahkemesi tarafından davalının Cihan Medya Dağıtım A.Ş olduğu, davacının davalı şirkette gazete dağıtıcısı olarak çalıştığı, Cihan Haber Ajansı'nın 668 sayılı KHK kapsamında kapatıldığı, kapatılan haber ajansının davalı şirkete bağlı olduğu gerekçesiyle “1) Davanın 675 sayılı KHK 16/1 ve 670 sayılı KHK 5. Madde gereğince dava şartı yokluğundan REDDİNE,

...

Taraflar arasında mahkemece dava şartı yokluğundan davanın reddine ilişkin olarak verilen kararın usul ve yasaya uygun olup olmadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler İle Bazı Kurum Ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye ekli 2 sayılı liste ile Cihan Haber Ajansı'nın kapatıldığı anlaşılmaktadır. 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 16/1. maddesinde de, “20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.” hükmü öngörülmüştür. Ancak, kapatılan Cihan Haber Ajansı ile davacının irtibatı dosya içeriğinden anlaşılamamaktadır.

Davacı taraf, dava dilekçesinde davalı şirkette çalıştığını beyan etmiş, Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarından, davacının hizmet bildirimlerinin davalı şirket adına yapıldığı görülmüştür. Tanıkların da, davacının Cihan Haber Ajansı'nda çalıştığına ilişkin beyanları bulunmamaktadır.

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu İştirakler ve Gayrimenkuller Daire Başkanlığının 15.12.2016 tarihli yazısında da, “Mahkemenizde görülmekte olan davada, davalı Cihan Medya Dağıtım Anonim Şirketine Kurumumuzun kayyım olarak atanmasından dolayı davanın Fona ihbar edilmesine karar verilmiştir. İstanbul 8. Sulh Ceza Hakimliğinin 04.11.2016 tarihli ve 2016/4992 Değişik İş sayılı kararı ile Cihan Medya Dağıtım Anonim Şirketinde görev yapan kayyımların yetkileri Fona devredilmiş ve Fon Kurulunca anılan şirketin yönetim kurulu oluşturularak üyeliklerine atamalar yapılmıştır. Diğer taraftan anılan şirketin TMSF'den bağımsız tüzel kişiliği devam etmekte olup, dava takibinden ve borçlarından adı geçen şirket sorumludur.” şeklinde açıklamada bulunulmuştur.

Davacının “gazeteci” değil, “gazete dağıtıcısı” olduğu da gözönünde tutularak, davacının fiilen davalı şirkette mi, yoksa kapatılan Cihan Haber Ajansı'nda mı çalıştığının araştırılması, bu konuda davacının isticvap edilmesi, davalı tanıklarının gerekirse yeniden beyanlarının alınması, dosya içerisindeki tüm bilgi ve belgelerin değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Açıklanan nedenlerle, davacının istinaf başvurusunun kabulüne, davanın esasıyla ilgili yukarıda belirtilen deliller toplanmadan ve delillerin toplanmama gerekçesi kararda belirtilmeden karar verilmiş olması nedeniyle ilk derece mahkemesinin yukarıda esas ve karar numarası yazılı kararının kaldırılarak dosyanın mahalline gönderilmesine ilişkin aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.

....''

B. Uluslararası Hukuk

22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."

23. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de -maddede kullanılan terimler bir bütün olarak bağlamıyla birlikte dikkate alındığında- mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp 6. maddenin(1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 24/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

25. Başvurucu, KHK kapsamında kapatılmayan ve tüzel kişiliği devam eden Şirket aleyhine açılmış olan işçilik alacaklarının tahsiline karar verilmesi talepli davanın esastan incelenmesi gerekirken Mahkemece yanlış değerlendirme yapılmak suretiyle Şirketin KHK ile kapatıldığı değerlendirilerek 675 sayılı KHK'nın 16. maddesi uyarınca dava şartı yokluğu sebebiyle kesin olarak reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

26. Bakanlık görüşünde; başvurucunun Mahkemenin kesin olduğu belirtilen kararına karşı istinaf talebinde bulunmadığı ve bu talebin reddi hâlinde, ret kararına karşı da 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 346. madde hükümlerine göre istinaf kanun yoluna başvurmadığı, dolayısıyla başvuru yollarının tüketilmediği belirtilmiştir.

B. Değerlendirme

27. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma (Değişik ibare: 3.10.2001-4709/14 md.) ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, delillerin toplanmaması nedeniyle etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşse de başvurucunun yargılama yapılıp toplanacak deliller çerçevesinde davanın esası hakkında bir sonuca varılmamasına yönelik şikâyeti olduğundan başvurunun mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Başvurucunun somut davada 670 sayılı KHK'nın 5. maddesi gereğince kesin olarak verilen karara karşı kanun yoluna başvurmadan bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar Bakanlık yazısında karar kesin olarak verilmiş olsa dahi başvurucunun istinaf yoluna başvurması gerektiği, dolayısıyla başvuru yollarının tüketilmediği belirtilmişse de anılan KHK hükmü gereği kararın kesin olduğu, başvurucunun bu karara karşı kanun yoluna başvurmasının beklenemeyeceği, ayrıca istinaf yolunun etkili bir yol olarak değerlendirilmeyeceği, bu açıdan başvuru yollarının tüketildiği sonucuna ulaşılmıştır.

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine yönelik iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı

31. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

32. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olamaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

33. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

34. Somut olayda başvurucunun işçilik alacakları istemli davasının esası hakkında bir inceleme yapılmadığından mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

35. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

36. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa'nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma (meşru amaç) ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

37. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

38. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

39. Somut olayda Şirket bünyesinde çalışan başvurucunun işçilik alacağı istemiyle açmış olduğu davanın Şirketin KHK ile kapatıldığından bahisle 670 sayılı KHK'nın 5. maddesi gereği dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir.

40. 668 sayılı KHK ile Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) gibi terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olan bazı gazete ve dergiler ile yayınevi ve dağıtım kanalları kapatılmıştır. Ancak ekli (3) sayılı liste incelendiğinde kapatılan dağıtım şirketleri arasında Cihan Medya Dağıtım Anonim Şirketinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. TMSF'nin 13/3/2019 tarihli yazısında da Şirketin tüzel kişiliğinin devam ettiği bildirilmiştir.

41. Mahkeme Şirketin KHK kapsamında kapatıldığından bahisle 670 sayılı KHK'nın 5. maddesi uyarınca dava şartı yokluğu gerekçesiyle davayı reddetmişse de Şirketin kapatılmadığı açıktır. Mahkemenin somut olgularla açık bir çelişki arz eden bu değerlendirmesine dayanılarak mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

42. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesinin yukarıda aktarılan değerlendirmesi ve vardığı sonuç yalnızca mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin olup davanın esasına ilişkin bir unsur içermemektedir.

43. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

44. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

45. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini istemiş ve manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

46. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

47. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

48. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

49. İncelenen başvuruda, mahkemenin yorumu nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

50. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

51. İhlal tespitinin yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından ayrıca tazminata hükmedilmesine gerek görülmemiştir.

52. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin Anayasa'nın 36. maddesinde güvenceye bağlanan mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Yozgat İş Mahkemesine (E.2016/200, K.2016/207) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 24/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HASAN KIZILIRMAK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/5056)

 

Karar Tarihi: 29/9/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 18/11/2020-31308

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportörler

:

Fatma Burcu NACAR YÜCE

 

 

Pınar ARMAĞAN YILDIRIM

Başvurucu

:

Hasan KIZILIRMAK

Vekili

:

Av. Lale İNCESU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasında reddedilen kısım için kanuni dayanağı olmaksızın aleyhe nispi vekâlet ücretine hükmedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 24/1/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Ankara'nın Gölbaşı ilçesi Tulumtaş köyünde bulunan 30 ada 7 parsel sayılı ve 41 ada 1 parsel sayılı paylı mülkiyete tabi taşınmazlar, hissesi oranında başvurucu adına kayıtlıdır. Bu taşınmazlar üzerinden Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi tarafından kamulaştırma yapılmaksızın enerji nakil hattı geçirilmiştir. Başvurucu 15/5/2013 tarihinde Gölbaşı (Ankara) 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açarak fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere 1.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.

9. Mahkemece mahallinde yapılan keşif sonucu düzenlenen 14/4/2014 tarihli bilirkişi raporunda; arsa vasıflı 30 ada 7 parsel sayılı taşınmaz üzerinde kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı tesisinin uygun olacağı, arsa vasıflı 41 ada 1 parsel sayılı taşınmazın ise tamamının kamulaştırılmasının uygun olacağı bildirilmiştir.

10. Anılan bilirkişi raporunda, 30 ada 7 parsel sayılı taşınmaz üzerinde irtifak hakkı tesis edilmesi nedeni ile oluşacak değer düşüklüğü oranı %28 olarak belirlenmiş; bu taşınmazın başvurucunun hissesine tekabül eden değerinin 169.670 TL, bu kısımda irtifak hakkı tesisi ile oluşacak değer düşüklüğü miktarının ise 47.508 TL olduğu belirtilmiştir. Raporda, 41 ada 1 parsel sayılı taşınmazın başvurucunun hissesine tekabül eden değeri 4.480 TL olarak belirlenmiş; başvurucunun her iki taşınmaz için davalı idareden talep edebileceği miktarın 47.508 TL ile 4.480 TL'nin toplamı olan 51.988 TL olduğu sonucuna varılmıştır.

11. Başvurucu 18/6/2014 tarihli ıslah dilekçesiyle dava değerini 30 ada 7 parsel sayılı taşınmaz için 169.670 TL, 41 ada 1 parsel sayılı taşınmaz için 4.480 TL olmak üzere toplam 174.150 TL olarak ıslah etmiştir.

12. Anılan bilirkişi raporunu hüküm kurmaya elverişli bulan Mahkeme 13/11/2014 tarihli kararıyla taşınmazların bilirkişi raporunda belirtilen kısımları üzerinde davalı idare yararına daimî irtifak hakkı tesisine, 30 ada 7 parsel için 47.508 TL, 41 ada 1 parsel için ise 4.480 TL olmak üzere toplam 51.988 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme; maktu olarak hesaplanan dava ve ıslah harcının davalı idareden tahsiline, başvurucu lehine 1.500 TL maktu vekâlet ücretine hükmetmiştir.

13. Taraflarca temyiz edilen karar, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin (Daire) 19/11/2015 tarihli kararıyla vekâlet ücreti ve yargılama harçları yönünden düzeltilerek onanmıştır. Daire; karar gerekçesinde 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun ile değişik 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 6. maddesinin on üçüncü fıkrası Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararı ile iptal edildiğinden 4/11/1983 tarihinden sonraki döneme ilişkin kamulaştırmasız el atmalarda nispi harca ve nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

14. Daire; mahkeme kararının vekâlet ücretine ilişkin kısmını davanın kabul olunan kısmı üzerinden hesaplanan 6.018,68 TL vekâlet ücretinin davalı idareden alınarak başvurucuya verilmesi, davanın ret olunan kısmı üzerinden hesaplanan 12.172,96 TL vekâlet ücretinin başvurucudan alınarak davalı idareye verilmesi yönünde düzeltmiştir.

15. Taraflar, onama kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurmuştur. Daire 20/12/2016 tarihli kararında; bilirkişi raporunda yazılı gerekçelere göre zemin bedeline hükmedilen dava konusu 41 ada 1 parselin davacı adına olan tapu kaydının iptaliyle idare adına tesciline karar verilmesi gerekirken taşınmaz üzerinde irtifak hakkı tesisine karar verilmesinin yerinde olmadığını belirterek karar düzeltme istemini bu yönüyle kabul etmiştir. Daire 19/11/2015 tarihli onama kararı ile yaptığı düzeltmelere ek olarak mahkeme kararını da bu yönüyle düzelterek onamıştır.

16. Nihai karar başvurucuya 13/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucu 24/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Kanun Hükümleri

18. 2942 sayılı Kanun'a 18/6/2010 tarihli ve 5999 sayılı Kanun ile ilave edilen ve 11/6/2013 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile değiştirilen "Kamulaştırılmaksızın kamu hizmetine ayrılan taşınmazların bedel tespiti" kenar başlıklı geçici 6. maddenin (1), (7) ve (13) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1)Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır.

...

(7)Bu madde kapsamında açılan davalarda mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretleri bedel tespiti davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirlenir.

...

(13) 4/11/1983 tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe kadar kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazların idare tarafından kamulaştırılması hâlinde kamulaştırma bedeli ve mahkemelerce malikleri lehine hükmedilen tazminat ile bu davalara ilişkin mahkeme ve icra vekalet ücretleri de, idarelerce bu maddenin sekizinci fıkrasına göre bütçelerden ayrılacak paydan ve aynı fıkrada belirtilen usule göre ödenir ve işlem yapılır. Bu alacaklar için de bu maddenin on birinci fıkrası, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan her türlü davalarda ise yedinci fıkra hükümleri uygulanır. Bu fıkra hükmü, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır.”

2. Anayasa Mahkemesi Kararı

19. 6487 sayılı Kanun ile değişik 2942 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesinin on üçüncü fıkrası, Anayasa Mahkemesinin 13/3/2015 tarihli ve 29294 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararı ile iptal edilmiş; buna ilişkin iptal kararının yayımı tarihinden itibaren hüküm ifade edeceği kararlaştırılmıştır.

20. Anayasa Mahkemesinin 6487 sayılı Kanun ile değişik 2942 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesinin on üçüncü fıkrasının iptaline ilişkin hüküm gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Anayasa Mahkemesinin 10.4.2003 günlü, E.2002/112 ve K.2003/33 sayılı kararı üzerine ortaya çıkan içtihat farklılığının giderilmesi ve idarenin kamulaştırmasız el koyması yoluyla mağdur edilen vatandaşların haklarının korunması amacıyla 5999 Kanun'la 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici 6. maddede, taleplerin çok yoğun olması halinde kamu idarelerinin tazminat ödeme konusunda zor durumda kalabilecekleri gözönünde bulundurularak bu şekildeki taleplerin karşılanabilmesi ve tazminatların ödenebilmesi için bazı özel düzenlemelere yer verilmiştir.

Dava konusu kuralla, 4.11.1983 tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe (11.6.2013) kadar gerçekleşen kamulaştırmasız el atmalar da madde kapsamına alınmış ve maddede yer verilen bazı hükümlerin bu taşınmazlar hakkında da uygulanması öngörülmüştür.

Geçici 6. maddede öngörülen hükümler, Anayasa Mahkemesince iptal edilen 2942 sayılı Kanun'un 38. maddesinin uygulandığı 9.10.1956 ilâ 4.11.1983 tarihlerini kapsayan dönemde oluşan bazı mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla çıkarılmıştır. Ancak kanun koyucu, bu mağduriyetlerin bir anda giderilmesinin bütçeye ölçüsüz bir yük getirerek kamusal hizmetlerinin aksamasına neden olacağını göz önünde bulundurarak münhasıran bu tarihleri kapsayan dönemde kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedellerinin ödenmesine ilişkin istisnai bazı hükümlere yer vermiştir. Geçmişe yönelik mağduriyetlerin giderilmesi ve o dönemden kaynaklanan ihtilafların tasfiyesi amacındaki üstün kamusal yarar dikkate alındığında, maliklerin de haklarının yeteri derecede gözetilmesi kaydıyla bu dönemle sınırlı olarak uygulanmak üzere bir takım istisnai düzenlemelerin yapılması mümkündür. Nitekim, geçici 6. maddede, belirlenen bedelin ödenmesinde ödenek sınırlaması getirilmesi, borcun taksitler halinde ödenmesine imkan tanınması, haczedilmezlik yasağı öngörülmesi gibi malik aleyhine bir takım hükümlere yer verilmiş ise de belirlenen bedelin taksitler halinde ödenmesi durumunda 3095 sayılı Kanun uyarınca kanuni faiz ödenmesi öngörülerek malikin gecikmeden kaynaklanan zararları karşılanmak suretiyle kamusal yarar ile malikin kişisel yararı arasında makul bir denge kurulmuştur.

Ancak, 9.10.1956 ilâ 4.11.1983 tarihlerini kapsayan dönemde oluşan mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla getirilen ve malikler aleyhine birtakım hükümler içeren bu istisnai düzenlemenin 4.11.1983 tarihinden sonraki dönem için de uygulanmasının haklı bir temeli bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesince iptal edilen 2942 sayılı Kanun'un 38. maddesinin doğurduğu ağır mağduriyetlerin bir anda giderilmesinin bütçeye getireceği ölçüsüz yük nedeniyle kamu hizmetlerinde meydana gelebilecek aksamalar dikkate alınarak o dönemle sınırlı olarak makul karşılanabilen bu istisnai hükümlerin sonraki dönemlere de uygulanması öngörülerek olağanlaştırılması, hukuk güvenliğini zedelemekte ve Anayasa'nın 35. maddesinde güvenceye bağlanan mülkiyet hakkının ihlali sonucunu doğurmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa'nın 2. ve 35. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.

..."

3. Yargıtay Kararları

21. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 6/11/2012 tarihli ve E.2012/8526, K.2012/21485 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir. ...

Davanın niteliğine göre davacı lehine nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, maktu vekalet ücreti taktir edilmesi, Doğru görülmemiştir. ..."

22. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 24/12/2012 tarihli ve E.2012/21794, K.2012/28197 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Dava, kamulaştırmasız el atılarak üzerine pilon dikilip enerji nakil hattı geçirilen taşınmazın, pilon yeri bedeli ve irtifak hakkı karşılığının tahsili istemine ilişkindir.

...

Davacı lehine hükmolunan bedel 3333,33-TL’nin altında olduğundan Avukatlık Asgari Ücret tarifesinin 12. maddesi uyarınca 400,00- TL vekalet ücretine, yine davalı idare yararına reddedilen miktar üzerinden nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken fazla maktu vekalet ücretine karar verilmiş olması, doğru değilse de; bu yanılgıların giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden,

..."

23. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 13/2/2013 tarihli ve E.2012/26056, K.2012/21485 sayılı; 20/5/2013 tarihli ve E.2013/5463, K.2013/10048 sayılı kararları da benzer niteliktedir.

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

25. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin 6. maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı fıkra, herkesin kişisel hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya bir yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).

26. Mahkemeye erişim hakkı, niteliği gereği devlet tarafından düzenleme yapılmayı gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara tabidir. AİHM'e göre bu hak, Sözleşme'nin tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan bir hakkın kapsamını belirleyen (çerçevesini çizen) sınırlardan başka sınırlamalara da tabi olabilir. Ancak hiçbir durumda bu sınırlamalar hakkın özünü zedelememelidir (Golder/Birleşik Krallık, § 38).

27. Ayrıca bu sınırlama, meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmalıdır. Aksi takdirde bu sınırlama Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla bağdaşmaz (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78,28/5/1985, § 57).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 29/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun iddiaları

29. Başvurucu, davanın kısmen reddi hâlinde karşı tarafa maktu vekâlet ücreti ödenmesini öngören kanun hükümlerine güvenerek davasını ıslah etmişken ıslah tarihinden sonra yürürlüğe giren kanun değişikliği uyarınca davanın reddedilen kısmı için aleyhine 12.172,96 TL nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle zarara uğradığını belirterek adil yargılanma hakkının ve mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

31. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

32. Vekâlet ücreti yargılama gideri olup bununla, davacı veya davalının o dava nedeniyle aldıkları hukuki yardım karşılığında avukata ödedikleri ücretin telafisi amaçlanmaktadır (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014). Dava aşamasında kimin lehine ya da aleyhine olacağı önceden belli olmayan bu ücret yükümlülüğü, bir usul kuralı olup mahkemeye erişim hakkı ile ilişkilidir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil etmektedir (Serkan Acar, § 39; Muhbet Adanır ve diğerleri, B. No: 2014/10261, 8/12/2016, § 101).

33. Başvuruya konu davada, davanın reddedilen kısmı için başvurucu aleyhine 12.172,96 TL nispi vekâlet ücretine hükmedilmesinin başvurucunun mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

34. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

35. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.

36. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

37. Anayasa'nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen 13. maddesi ise hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini temel bir ilke olarak benimsemiştir. Buna göre mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49).

38. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

39. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

40. Başvurucunun davasını açtığı tarihte yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine ve Yargıtayın yerleşik uygulamasına göre konusu parayla ölçülebilen bu tür davalarda vekil ile temsil edilen taraflar lehine -davanın niteliği gereği- karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca davanın kabul edilen ve reddedilen miktar üzerinden nispi vekâlet ücretine hükmedilmektedir (bkz. §§ 21, 22, 23).

41. Dava tarihinden sonra 11/6/2013 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6487 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici 6. maddenin on üçüncü fıkrası uyarınca 4/11/1983 tarihinden sonra bu Kanun'un yürürlüğe girdiği 11/6/2013 tarihine kadar gerçekleşen kamulaştırmasız el atmalarla ilgili olarak açılan davalarda maktu vekâlet ücretine hükmedileceği düzenlemesi getirilmiştir.

42. Başvurucu, bilirkişi raporunun ardından 18/6/2014 tarihinde ıslah ile dava değerini artırmıştır. Mahkeme 13/11/2014 tarihli kararında, başvurucunun davasını kısmen kabul ettiği hâlde yalnızca başvurucu lehine vekâlet ücretine hükmetmiştir. Mahkeme, başvurucu lehine hükmettiği bu vekâlet ücretini karar tarihinde yürürlükte bulunan geçici 6. maddenin on üçüncü fıkrası hükmü gereği maktu olarak hesaplamıştır.

43. Kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsiline ilişkin davalarda vekâlet ücretini maktu olarak belirleyen geçici 6. maddenin on üçüncü fıkrası hükmü Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararı ile iptal edilmiş ve anılan bu karar, mahkeme kararının temyizi aşamasında 13/3/2015 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

44. Yargıtay; Anayasa Mahkemesinin anılan iptal kararı gereği 4/11/1983 tarihinden sonraki döneme ilişkin el atmalarda nispi harç ve nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiğini belirterek mahkeme kararını, vekil ile temsil edilen taraflar lehine davanın kabul edilen ve reddedilen kısımları üzerinden nispi vekâlet ücretine hükmetmek suretiyle düzeltmiştir.

45. Somut olayda başvurucu, ıslah tarihinde yürürlükte bulunan mevzuat hükümleri ve Yargıtay uygulaması gereği davanın reddi hâlinde aleyhine maktu vekâlet ücretine hükmedileceğini öngörerek dava değerini ıslah etmiş; yargılama sonunda toplam 51.988 TL tazminata hak kazanmışken davanın reddedilen kısmı için idareye 12.172,96 TL vekâlet ücreti ödemek zorunda bırakılmıştır.

46. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 168. maddesinin son fıkrasında "Avukatlık ücretinin takdirinde, hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. 28/12/2013 tarihli ve 28865 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan ve kararın verildiği tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin "Uygulanacak tarife" kenar başlıklı 21. maddesinde ise "(1) Avukatlık ücretinin takdirinde, hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır." kuralına yer verilmiştir.

47. 6487 sayılı Kanun ile değişik 2942 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesinin on üçüncü fıkrası, Anayasa Mahkemesinin 13/3/2015 tarihli ve 29294 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararı ile iptal edilmiş; buna ilişkin iptal kararının yayımı tarihinden itibaren hüküm ifade edeceği kararlaştırılmıştır.

48. Yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri birlikte değerlendirildiğinde avukatlık ücretinin takdirinde dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerinin esas alınacağının açıkça kurala bağlandığı anlaşılmaktadır.

49. Somut olayda avukatlık ücretinin takdirine ilişkin kararda esas alınan mevzuat hükmü aynı zamanda karar tarihi de olan 13/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Ancak bu iptal kararı 13/3/2015 tarihli ve 29294 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmış, yayımı tarihinden itibaren hüküm ifade etmeye başlamıştır.

50. Bu durumda ilk derece mahkemesi kararının tarihi dikkate alındığında Yargıtay tarafından nispi vekâlet ücretine hükmedilmesinin kanuni dayanağının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Zira Anayasa Mahkemesinin maktu yerine nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi sonucunu doğuran iptal kararı, vekâlet ücretinin belirlenmesine esas alınması gereken ilk derece mahkemesinin karar tarihi itibarıyla henüz yürürlüğe girmemiştir. Anılan tarihte yürürlükte olan Kanun ise vekâlet ücretinin maktu olarak belirlenmesine izin vermektedir. Başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı tespit edildiğinden müdahalenin meşru amacı ve ölçülülüğü yönlerinden ayrıca değerlendirme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.

51. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

52. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

53. Başvurucu, ihlalin tespiti ile lehine 12.172,96 TL maddi ve 12.172,96 TL manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.

54. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018). kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

55. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

56. İncelenen başvuruda, kanuni dayanağı bulunmaksızın başvurucu aleyhine nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

57. Bununla birlikte somut olayın koşullarında mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır.

58. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için mahkemeye erişim hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

59. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

60. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Gölbaşı (Ankara) 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/529, K.2014/447) ve Yargıtay 5. Hukuk Dairesine GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CEM TAYLAN ERDEN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/32445)

 

Karar Tarihi: 19/11/2020

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Tuğba TUNA IŞIK

Başvurucular

:

1. Cem Taylan ERDEN

 

 

2. Nur AYCAN

Başvurucular Vekili

:

Av. Müjde TOZBEY ERDEN

 

 

3. Gülden GENÇ

Vekili

:

Av. Ali Tufan KONUK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 12/12/2017 ve 2/8/2017 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Konu yönünden tespit edilen hukuki irtibat nedeniyle 2017/39612 numaralı ve 2017/39620 numaralı bireysel başvuruların 2017/32445 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilerek incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

8. Başvurucu Gülden Genç Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Başvurucular Cem Taylan Erden ve Nur Aycan Yönünden

1. Bireysel Başvuru Öncesi

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

10. Başvurucular Van Özel İstanbul Kadın Doğum ve Cerrahi Hastanesinde (Hastane) 22/2/2016 tarihine kadar uzman doktor olarak görev yapmıştır.

11. Hastane 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınacak Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) 2. maddesi uyarınca Hazineye bedelsiz olarak devredilmiştir.

12. Başvurucular Hastaneden olan kıdem ve ihbar tazminatları ile ücret alacaklarının tahsili amacıyla Van 1. İş Mahkemesinde (İş Mahkemesi) dava açmıştır. İş Mahkemesi davayı 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (675 sayılı KHK) 16. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddetmiştir.

13. Başvurucular 27/12/2016 tarihinde 17/8/2016 tarihli ve 29804 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (670 sayılı KHK) 5. maddesi gereğince Maliye Bakanlığına alacakları için başvuruda bulunmuştur. Başvurucular, Maliye Bakanlığının başvurulara başvuru tarihinden itibaren 60 gün içinde cevap vermemiş olması sebebiyle başvuruyu zımnen reddettiğini kabul ederek Van 1. İdare Mahkemesinde (Van İdare Mahkemesi) dava açmıştır.

14. Van İdare Mahkemesi, davaların 675 sayılı KHK'nın 16. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince yetkili idari mercii tarafından verilen bir karar bulunmadan açıldığı gerekçesiyle incelenmeksizin reddine kesin olmak üzere karar vermiştir.

15. Nihai kararlar başvuruculardan Nur Aycan'a 27/11/2017 tarihinde, Cem Taylan Erden'e 24/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 12/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

2. Bireysel Başvuru Sonrası

16. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden, bireysel başvurudan sonra Maliye Bakanlığı tarafından başvurucuların talebinin reddedildiği veret kararının başvuruculara 6/6/2018 tarihinde tebliğ edildiği tespit edilmiştir.

17. Başvurucuların söz konusu ret kararına karşı Van 2. İdare Mahkemesinde dava açtıkları ve davaların derdest olduğu görülmüştür.

B. Başvurucu Gülden Genç Yönünden

18. Başvurucu, İzmir Özel Fatih Kolejinde (okul) müdür yardımcısı olarak görev yapmakta iken okulun 667 sayılı KHK gereğince Hazineye devredilmesinden sonra başvurucunun iş akti feshedilmiştir.

19. Başvurucu ihbar ve kıdem tazminatı ile ücret alacaklarının ödenmesi talebiyle 670 sayılı KHK'nın 5. maddesi kapsamında 31/8/2016 ve 4/10/2016 tarihlerinde İzmir Defterdarlığı Olağanüstü Hal İncelemeleri Bürosuna (OHAL Bürosu) başvurmuştur.

20. Başvurucu, başvurusuna başvuru tarihinden itibaren 60 gün içinde cevap verilmemesi sebebiyle başvurunun zımnen reddedildiğini kabul ederek İzmir 2. İdare Mahkemesinde (İzmir İdare Mahkemesi) 28/12/2016 tarihinde tam yargı davası açmıştır. İzmir İdare Mahkemesi davanın 675 sayılı KHK'nın 16. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle reddine karar vermiştir.

21. Başvurucu, İzmir İdare Mahkemesi kararına karşı İzmir Bölge İdare Mahkemesine (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf başvurusunda bulunmuştur. Bölge İdare Mahkemesi davanın 675 sayılı KHK'nın 16. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca "başvuru üzerine idari merci tarafından verilmiş karar" niteliğinde bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle (İzmir İdare Mahkemesi kararının gerekçesini değiştirmek suretiyle) istinaf istemini kesin olmak üzere reddetmiştir. Bununla birlikte Bölge İdare Mahkemesi davanın 675 sayılı KHK'nın 16. maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında bulunmadığını da vurgulamıştır.

22. Nihai karar başvurucuya 7/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 2/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

23. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari makamların sükutu" kanar başlıklı 10. maddesi şöyledir:

"1. İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler.

"2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler."

24. 670 sayılı KHK'nın "Devir işlemlerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

" (1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık);her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya, gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir.

(2) Bu madde kapsamında devralınan varlıklardan nakit ve diğer hazır değerler emanet, diğer varlıklar ise nazım hesaplarda izlenir. Nazım hesaplarda izlenen varlıklardan elden çıkarılanların tutarı emanet hesaplarına alınır. Ödenmesine karar verilen borçlar bu emanetlerden ödenerek kalan tutar bütçeye gelir kaydedilir.

(3) Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir. Bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz devredilmiş sayılır. Bu durumda şirketlere daha önce atanmış kayyımlar tasfiye memuru olarak görevlendirilebilir veya bu şirketlere tasfiye memuru atanabilir. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye ve birinci fıkrada yer alan hususları bu şekilde devralınan varlıklar için de uygulamaya Maliye Bakanlığı yetkilidir.

(4) Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar.

..."

25. 675 sayılı KHK'nın "Dava ve takip usulü" kenar başlıklı 16. maddesi şöyledir:

" (1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(2) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.

(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz."

26. 670 sayılı KHK'nın "Devir işlemlerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı 5. maddesi 8/2/2018 tarihli ve 7091 sayılı Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 (mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu aynen kanunlaşmıştır.

27. 675 sayılı KHK'nın "Dava ve takip usulü" kenar başlıklı 16. maddesi 6/2/2018 tarihli ve 7082 sayılı Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 (Mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu aynen kanunlaşmıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 19/11/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucular Cem Taylan Erden ve Nur Aycan Yönünden

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlığın Görüşü

29. Başvurucular, Maliye Bakanlığına yapmış oldukları başvuruya cevap verilmemesi üzerine açtıkları davanın incelenmeksizin reddedilmesi sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

30. Bakanlık 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesinde yer alan "zımni ret" hükmünün başvuruya konu davada uygulanamayacağını, 675 sayılı KHK'nın 16. maddesinde idare tarafından verilecek kararın dava açmanın bir ön koşulu olduğunu, Danıştayın bu yönde kanun yararına bozma kararı verdiğini, olağan kanun yolları tüketilmeden yapılan başvuruda başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle başvurunun kabul edilmemesi kararının verilmesi gerektiği görüşüyle takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu belirtmiştir.

2. Değerlendirme

31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Başvuru hakkının kötüye kullanılması" kenar başlıklı 51. maddesi şöyledir:

"Bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığı tespit edilen başvurucular aleyhine, yargılama giderlerinin dışında, ayrıca ikibin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasına hükmedilebilir."

32. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) "Başvuru hakkının kötüye kullanılması" kenar başlıklı 83. maddesi şöyledir:

"Başvurucunun istismar edici, yanıltıcı ve benzeri nitelikteki davranışlarıyla bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığının tespit edilmesi hâlinde incelemenin her aşamasında başvuru reddedilir ve yargılama giderleri dışında, ilgilinin ikibin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilebilir."

33. İçtüzük'ün "Bireysel başvuru formu ve ekleri" kenar başlıklı 59. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:

"Başvuru formunda belirtilen bilgilerde ve başvuruyla ilgili koşullarda herhangi bir değişiklik olduğunda bunun Mahkemeye bildirilmesi zorunludur."

34. Genel olarak bir hakkın öngörüldüğü amaç dışında ve başkalarını zarara sokacak şekilde kullanılmasının hukuk düzenince himaye edilmeyeceğini ifade eden hakkın kötüye kullanılmasının bireysel başvuru alanında özel olarak ele alındığı açıkça görülmektedir. Bu bağlamda bireysel başvuru usulünün amacına açıkça aykırı olan ve mahkemenin başvuruyu gereği gibi değerlendirmesini engelleyen davranışların başvuru hakkının kötüye kullanılması olarak değerlendirilmesi mümkündür (Mehmet Güven Ulusoy [GK], B. No: 2013/1013, 2/7/2015, § 31; S.Ö., B. No: 2013/7087, 18/9/2014, § 28).

35. Bu kapsamda özellikle mahkemeyi yanıltmak amacıyla gerçek olmayan maddi vakıalara dayanılması veya bu nitelikte bilgi ve belge sunulması, başvurunun değerlendirilmesi noktasında esaslı olan bir unsur hakkında bilgi verilmemesi, başvurunun değerlendirilmesi sürecinde vuku bulan ve söz konusu değerlendirmeyi etkileyecek nitelikte yeni ve önemli gelişmeler hakkında mahkemenin bilgilendirilmemesi suretiyle başvuru hakkında doğru bir kanaat oluşturulmasının engellenmesi, medeni ve meşru eleştiri sınırları saklı kalmak kaydıyla bireysel başvuru amacıyla bağdaşmayacak surette hakaret, tehdit veya tahrik edici bir üslup kullanılması ile söz konusu başvuru yolu kapsamında ihlalin tespiti ile ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin amaçla bağdaşmayacak surette içeriksiz bir başvuruda bulunulması durumunda başvuru hakkının kötüye kullanıldığı kabul edilebilecektir (Mehmet Güven Ulusoy, § 32; S.Ö., § 29).

36. Somut olayda bireysel başvurudan sonra Maliye Bakanlığı tarafından başvurucuların başvuru konusu taleplerinin reddedildiği, başvurucuların ret işlemine karşı Van İdare Mahkemelerinde dava açtıkları ve davaların derdest olduğu tespit edilmiştir. Başvurucuların başvuruya konu mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiaları başta olmak üzere diğer iddialar bakımından söz konusu tespitin oldukça önemli olduğu anlaşılmıştır. Başvurucuların somut başvuru hakkında, başvuru tarihinden sonra tesis edilen işlem ve anılan işleme karşı açılan davalar ile ilgili Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi veya belge sundukları görülememiştir.

37. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların başvurularının değerlendirilmesi noktasında esaslı olan bir unsur hakkında bilgi vermedikleri, bu süreçte vuku bulan ve söz konusu değerlendirmeyi etkileyecek nitelikte yeni ve önemli gelişmeler hakkında Anayasa Mahkemesini bilgilendirmemek suretiyle başvuru hakkında doğru bir kanaat oluşturulmasını engelledikleri anlaşıldığından başvurunun başvuru hakkının kötüye kullanımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekir.

38. Bu durumda başvurucular aleyhine Anayasa Mahkemesini yanıltıcı nitelikte başvuru yapmaları nedeniyle 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi ve İçtüzük’ün 83. maddesi uyarınca takdiren ayrı ayrı 2.000 TL disiplin para cezasına hükmedilmesi gerekir.

B. Başvurucu Gülden Genç Yönünden

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

39. Başvurucu; 670 sayılı KHK kapsamında tazminat ve ücret alacağının ödenmesi için OHAL Bürosuna başvurduğunu, başvurusunun zımnen reddi üzerine açtığı davanın incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma, etkili başvuru ve çalışma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

40. Bakanlık 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesinde yer alan "zımni ret" hükmünün başvuruya konu davada uygulanamayacağını, 675 sayılı KHK'nın 16. maddesinde idare tarafından verilecek kararın dava açmanın bir ön koşulu olduğunu, olağan kanun yolları tüketilmeden yapılan başvuruda başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle başvurunun kabul edilmemesi kararının verilmesi gerektiği görüşüyle takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu belirtmiştir.

41. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru formundaki beyanlarını tekrar etmiş ve Bakanlık görüşüne katılmadığını ifade etmiştir.

2. Değerlendirme

42. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin zımni ret üzerine açılan davanın esasının incelenmemesine yönelik olduğundan başvurunun mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine yönelik iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı

45. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No:2014/13156, 20/4/2017, § 34).

46. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olamaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

47. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

48. Öte yandan Anayasa'nın 36. maddesinin ikinci fıkrasında hiçbir mahkemenin görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda adil yargılanma hakkı, koşulları bulunduğu takdirde kişilere davanın görüldüğü mahkemeden uyuşmazlığın esasının incelenmesini isteme güvencesini de sağlar (Ahmet Özdoğan, B. No: 2017/26326, 9/1/2019, § 35).

49. Somut başvuruya konu davada İzmir İdare Mahkemesince dava şartının bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmiş ise de söz konusu karar İzmir Bölge İdare Mahkemesince 675 sayılı KHK'nın 16. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca "başvuru üzerine idari merci tarafından verilmiş karar" niteliğinde bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle onanmıştır. Dolayısıyla başvurucunun mahkemeye erişimine müdahale oluşturan nihai karar Bölge İdare Mahkemesi kararıdır. Bu durumda bireysel başvuruda incelenecek karar Bölge İdare Mahkemesinin kararı olacaktır.

50. Somut olayda başvurucunun alacaklarının ödenmesine hükmedilmesi istemli açtığı tam yargı davasının esası hakkında bir inceleme yapılmadığından mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

51. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir.

52. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

53. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu nedenle öncelikle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekir.

54. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

55. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

56. Mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağı bağlamında Anayasa Mahkemesinin yapacağı denetim müdahaleye imkân tanıyan şeklî manada bir kanunun bulunup bulunmadığının tespitiyle sınırlıdır, Anayasa Mahkemesi kural olarak bu kanunun doğru uygulanıp uygulanmayacağıyla kanunilik denetimi bağlamında ilgilenmemektedir ancak kanunun açık lafzına aykırı bir uygulamanın bulunduğunun tespiti hâlinde müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı sonucuna ulaşabilecektir.

57. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

58. Somut olayda başvurucunun tazminat ve ücret alacağının ödenmesine hükmedilmesi talebiyle açmış olduğu tam yargı davasının "başvuru üzerine idari merci tarafından verilmiş karar" niteliğinde bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmiştir. Başka bir ifadeyle Bölge İdare Mahkemesine göre başvurucunun idareye yaptığı başvurudan sonra dava açabilmesinin şartı idare tarafından bir cevap verilmiş olmasıdır.

59. 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesinde; ilgililerin haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılarak altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde dava açılabileceği düzenlenmiştir. İdari yargılama usulünde genel hüküm niteliğinde olan söz konusu kuralın amacı idareyi, bireylerin talepleri ile ilgili iradesini davaya konu edilebilecek bir forma büründürmek ve bu suretle bireylerin mahkemeye erişim hakkından yararlanabilmelerini temin etmektir. Kanun koyucu idarenin ilgililerin taleplerini sürüncemede bırakmasını önlemek amacıyla idarenin belli bir süre (altmış gün) içinde cevap vermemesi hâlinde işlemin olumsuz olarak kurulduğunu kabul etmek suretiyle ilgilinin iptal davasına konu edebileceği bir idari işlemin oluşmasını sağlamayı hedeflemiştir. Böylece idarenin ilgilinin menfaatini etkileyen talebine cevap vermeyi keyfî olarak sürüncemede bırakmasının önüne geçilmiş olmaktadır.

60. Anayasa'nın 125. maddesi uyarınca idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolu açıktır. Bu kural Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olmanın yanında Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkına ilişkin özel bir güvence mahiyeti de taşımaktadır. Buna göre Anayasa'da belirtilen istisnalar dışında idari işlemlerin yargı denetimi dışında bırakılması yasaktır. Bir idari işlemin açıkça yargı denetimi dışında bırakılmasının bu yasakla bağdaşmayacağı tartışmasızdır. Bunun yanında doğrudan olmasa bile dolaylı olarak yargı denetimine kapalı işlemler alanının oluşturulması da bu yasakla çelişebilir. Dolayısıyla devletin idarenin bireylerin menfaatlerini etkileyen faaliyetlerinin yargısal denetime kapalı hâle gelmesini önleme ödevi bulunmaktadır. Başka bir deyişle devlet; bireylerin idarenin işlemlerine karşı yargı yoluna başvurmasını mümkün kılma ve gerekirse kolaylaştırma, bu amaç doğrultusunda dava formları oluşturma yükümlülüğü altındadır. Kuşkusuz 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesindeki zımni ret müessesi mahkemeye erişim hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden ve Anayasa'nın 125. maddesinde hüküm altına alınan özel güvenceden bağımsız olarak düşünülemez.

61. Bölge İdare Mahkemesince dayanılan 675 sayılı KHK'nın 16. maddesinin (4) numaralı fıkrasında, ilgililer tarafından yapılan başvuru üzerine idarece altmış gün içinde cevap verilmemesi durumunda başvurunun zımnen reddedilmiş sayılacağını öngören 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesine istisna getirildiğine dair açık hükmün yer almadığının altı çizilmelidir. Zımni ret müessesenin yukarıda değinilen anayasal güvencelerle ilişkisi gözetildiğinde 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesinin 675 sayılı KHK'nın 16. maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında yapılan başvuruları kapsamayacağının söylenmesi makul ve öngörülebilir bir yorum olmayacağı gibi bu yorum Anayasa'nın 125. maddesinde yer alan güvence ile açıkça çelişecektir. Hukuk kurallarının öngörülebilirlik ilkesiyle çelişen yorumları esas alınarak mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanunilik kriterini taşıdığı ifade edilemeyecektir. Dolayısıyla Bölge İdare Mahkemesinin somut olayda idare tarafından verilmiş bir kararın bulunmadığı şeklindeki yorumunun kanuni temelden yoksun olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

62. Öte yandan Bölge İdare Mahkemesinin gerekçede dayanmış olduğu 675 sayılı KHK'nın 16. maddesinin (4) numaralı fıkrasının aynı maddenin (1) ve (2) numaralı fıkralar uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle verilen ret kararlarına ilişkin olduğu açıkça vurgulanmıştır. (1) ve (2) numaralı fıkralarda ifade edilen bu kararların 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ve icra takipleri hakkında verileceği belirtilmiştir. Başvuruya konu davanın 28/12/2016 tarihinde açılmış olduğu değerlendirildiğinde (1) ve (2) numaralı fıkraların başvurucunun açmış olduğu davanın uygulama alanında kalmadığı değerlendirilmektedir.

63. 17/8/2016 tarihi dâhil bu tarihten sonra açılan davalar bakımından dava şartının bulunmaması sebebiyle davanın reddine karar verilmesine ilişkin (3) numaralı fıkradaki düzenlemenin ise 670 sayılı KHK'nın 5. maddesi kapsamında başvuru yapılmadan açılan davalar bakımından geçerli olduğu tespit edilmiştir. Başvurucunun davası 17/8/2016 tarihinden sonra açılmıştır fakat başvurucunun 670 sayılı KHK'nın 5. maddesi kapsamındaki dava şartını yerine getirdiği anlaşılmıştır.

64. 675 sayılı KHK'nın 16. maddesinin gerekçesinde, 670 sayılı KHK'nın 5. maddesi ile getirilen idari başvuru yoluna ilişkin yürürlük tarihinin esas alınması suretiyle 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile başlatılan icra takiplerinde davacı veya takip alacaklısına ilgili idari makama başvuru için 30 günlük hak düşürücü süre getirilerek davanın reddine ve takibin düşmesine ilişkin düzenleme yapıldığı belirtilmiştir. Ayrıca gerekçede 17/8/2016 tarihinden sonra açılan davalarda ve icra takiplerinde ise 670 sayılı KHK'nın 5. maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine ve takibin düşmesine karar verilmesinin öngörüldüğü vurgulanmıştır.

65. Bu durumda başvurucunun 17/8/2016 tarihinden sonra 670 sayılı KHK'nın 5. maddesi kapsamında OHAL Bürosuna müracaat ettiği ve davanın 17/8/2016 tarihinden sonra açıldığı değerlendirildiğinde başvurucunun durumunun 675 sayılı KHK'nın 16. maddesi kapsamında bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bölge İdare Mahkemesinin başvurucunun zımni ret işlemine karşı dava açamayacağına ilişkin başka bir kanuni dayanak göstermemiş olması karşısında uyuşmazlığın esası hakkında inceleme yapılmadan yargılamanın sona erdirilmesi nedeniyle yargılama sonucunda verilen kararın kanunilik unsurunu taşımadığı değerlendirilmiştir.

66. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

67. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

68. Başvurucu Gülden Genç, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

69. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

70. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

71. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

72. İncelenen başvuruda Bölge İdare Mahkemesinin idari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar bulunmadığı gerekçesiyle davanın esasını incelememesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

73. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Bölge İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

74. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

75. Dosyadaki belgelerden tespit edilen, 257,50 TL başvuru harcının ve 3.000 TL vekalet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucu Gülden Genç'e ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Başvurucular Cem Taylan Erden ve Nur Aycan yönünden BAŞVURUNUN REDDİNE,

2. Başvurucu Gülden Genç yönünden mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Başvurucu Gülden Genç'in Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak için Bölge İdare Mahkemesine iletilmek üzere İzmir 2. İdare Mahkemesine (E.2016/2005, K.2017/8) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucu Gülden Genç'in tazminat talebinin REDDİNE,

E. 1. Yargılama giderlerinin başvurucular Cem Taylan Erden ve Nur Aycan üzerinde BIRAKILMASINA,

2. 257,50 TL bireysel başvuru harcı ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucu Gülden Genç'e ÖDENMESİNE,

F. 6216 sayılı Kanun’un 51. maddesi ve İçtüzük’ün 83. maddesi uyarınca başvurucular Cem Taylan ERDEN ve Nur AYCAN'ın 2.000 TL disiplin para cezası ile AYRI AYRI CEZALANDIRILMASINA,

G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET ÖNDER VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/23929)

 

Karar Tarihi: 10/2/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 10/3/2021-31419

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Selçuk KILIÇ

Başvurucular

:

1. Ahmet ÖNDER

 

 

2. Almast ŞUVAK

 

 

3. Asiye ÇİÇEK

 

 

4. Fayik KATKICI

 

 

5. Hülya ÖZALP

 

 

6. Mehmet ÖNDER

 

 

7. Menice TOPARLAK

 

 

8. Nezahat ÖNDER

 

 

9. Osman ÖNDER

 

 

10. Sulhiye ABİŞ

 

 

11. Süleyman KATKICI

Başvurucular Vekili

:

Av. İbrahim Halil YALÇIN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tapu kaydında düzeltim davasının tapu müdürlüğünden sonra üst idari merciye başvurulmadan açıldığı gerekçesiyle usulden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 25/7/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Başvurucuların makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının değerlendirilmesi amacıyla başvurunun ayrılmasına ve anılan başvurunun 2018/30894 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucular, Batman'ın Beşiri ilçesi Kumçay ve Düsadık köyleri sınırları içinde yer alan ve murisleri H.B.ye ait olduğunun tespit edildiğinin belirtildiği taşınmazlara ilişkin tapu kayıtlarında murisleri H.B.nin isminin ve soy isminin yanlış yazıldığını belirterek tapu kaydındaki yanlışlığın düzeltilmesi istemiyle Beşiri Tapu Sicil Müdürlüğüne (Müdürlük) başvuruda bulunmuştur.

10. Müdürlüğün 13/11/2015 tarihli işlemi ile istemin reddine karar verilmesi üzerine başvurucular 30/11/2015 tarihinde Batman 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu kaydında düzeltim davası açmıştır.

11. Batman 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 1/12/2015 tarihli kararıyla, uyuşmazlığın sulh hukuk mahkemesinin görevinde bulunduğu gerekçesiyle davayı görev yönünden reddetmiş; söz konusu karar üzerine başvurucular Batman Sulh Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tapu kaydında düzeltim davası açmıştır.

12. Mahkeme 29/3/2017 tarihli kararıyla, 17/8/2013 tarihli ve 28738 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Tapu Sicili Tüzüğü'nde (Tüzük) belirtilen yasal başvuru ve itiraz prosedürü izlenmeden ve tapu kaydındaki yanlışlığın düzeltilmesi istemli başvurunun reddine yönelik Müdürlük kararına karşı on beş gün içinde Diyarbakır Bölge Müdürlüğünde itiraz hakkı kullanılmadan doğrudan dava açıldığı gerekçesiyle davanın usulden reddine hükmetmiştir.

13. Karara karşı başvurucular, Tüzük gereği kayıt düzeltmeleri için dava açmadan önce tapu sicil müdürlüğüne başvuru yapılmasının gerekli olduğunu ancak bölge müdürlüğüne itiraz zorunluluğunun bulunmadığını ve dava açmak için gerekli şartların yerine getirildiğini ileri sürerek istinaf kanun yoluna başvurmuş; Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesinin (Bölge Adliye Mahkemesi) 22/6/2018 tarihli hükmüyle istinaf başvurusunun esastan reddine oyçokluğuyla karar verilmiştir. Kararda; Tüzük maddelerinin yorumunda düzenleyici işlemin konuluş amacının gözönünde bulundurulması gerektiği, Tüzük'te kayıt düzeltmeleri için öncelikle müdürlüklere başvuru yapılması zorunluluğu getiren düzenleme ile bu tür uyuşmazlıkların mahkeme önüne getirilmeden kısa yoldan, daha hızlı ve daha az giderle çözümlenmesinin amaçlandığı, bunun da ancak etkin bir itiraz yolunun işletilmesi ile mümkün olacağı belirtilmiştir. Söz konusu yolun işletilmemesinin, başka bir ifade ile sadece tapu müdürlüklerine başvurunun yeterli görülmesinin anılan müdürlüklerin başvuruları özenli bir inceleme yapmadan reddetmeleri sonucunu doğuracağı ve bu hususun Tüzük'ün konuluş amacına açıkça aykırı olacağı ifade edilmiştir. Açıklanan tüm hususların birlikte değerlendirilmesi suretiyle Bölge Adliye Mahkemesince, adli yargıda dava açılabilmesi için tapu müdürlüğüne başvurunun reddi hâlinde bu ret kararına karşı bölge müdürlüğü ve genel müdürlük nezdinde itiraz edilmesinin zorunlu olduğu yönündeki görüşün daha doğru olduğu kanaatine varıldığı ve bu yöndeki uygulamanın sürdürülmesine karar verildiği belirtilmiştir.

14. Bölge Adliye Mahkemesi kararında azınlıkta kalan bir üyenin karşıoy gerekçesinde ise emsal olayda Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun E.2015/1-3648, K.2016/1073 sayılı kararı ile idareye müracaatın yeterli olduğu ve itiraz prosedürünün tüketilmesinin zorunlu olmadığına ilişkin yerel mahkeme kararının onanmasına karar verildiği belirtilmiştir. Hukuk Genel Kurulu kararından sonra Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin de aynı görüşü benimsediği, bu nedenle dava ön şartının yerine getirildiğinin kabulü ile mahkeme kararının kaldırılmasına karar verilmesi görüşünde olduğu ifade edilmiştir.

15. Nihai karar 10/7/2018 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucular 25/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

17. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Düzeltme" kenar başlıklı 1027. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"İlgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebilir."

18. Tüzük'ün "İstemin reddedilmesi" kenar başlıklı 26. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

"Ret kararına, tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde müdürlüğün bağlı bulunduğu bölge müdürlüğüne, bölge müdürlüğünün kararına karşı da tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Genel Müdürlüğe itiraz edilebilir."

19. Tüzük'ün "Kaydın değiştirilmesi" kenar başlıklı 72. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Tapu sicilinde değişiklik, hak sahibinin istemine ya da yetkili makam veya mahkeme kararına istinaden yapılır."

20. Tüzük'ün "Tapu sicilindeki bilgilerin güncellenmesi" kenar başlıklı 75. maddesi şöyledir:

"(1) Kadastro çalışmalarından kaynaklanan malikin veya hak sahibinin adı, soyadı ve baba adına ilişkin tapu kütüğündeki yazım hataları ilgilisinin başvurusu üzerine;

a) Senetsizden tespitlerde; nüfus kayıt örneği ve taşınmazın bulunduğu belediye veya muhtarlıktan alınacak fotoğraflı ilmühaber,

b) Kayda dayalı tespitlerde; dayanağı kayıt ve belgeler,

incelenmek ve gerektiğinde tanık ve varsa tespit bilirkişileri dinlemek ve zeminde inceleme yapmak suretiyle istemin gerçek hak sahibinden geldiği belirlenirse, istem yevmiye defterine kaydedilerek düzeltilir.

 (2) Zeminde inceleme, kadastro müdürlüğü teknik personeli ile birlikte yapılır ve inceleme neticesinde teknik rapor düzenlenir. Zeminde incelemede, komşu parsel malikleri, muhtar ve diğer ilgililer dinlenir; vergi kaydı ve diğer her türlü bilgi ve belgeden yararlanılır.

 (3) Tapu sicilindeki bilgilerin güncellenmesi ve eksikliklerin giderilmesinde de yukarıdaki fıkralar uygulanır.

 (4) Bu madde hükümleri uyarınca kayıt düzeltmeleri için müdürlüklere başvuru yapılması zorunludur."

2. Yargıtay İçtihadı

21. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23/11/2016 tarihli ve E.2015/1-3648, K.2016/1073 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Dava tapu kaydında hatalı yazılan malik ismin düzeltilmesi istemine ilişkindir.

...

Somut olaya dönüldüğünde Tapu Sicili Tüzüğünün 26. maddesi uyarınca tapu kaydında yanlış yazılan kimlik bilgilerinin düzeltilmesine ilişkin açılacak davalarda önce ilgili tapu müdürlüğüne prosedüre uygun şekilde başvuru yapılması gerekmekte ise de somut olayda dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden davacının 465 parselde kayıtlı taşınmazdaki isim hatasının düzeltilmesi istemiyle idareye başvuruda bulunduğu, yapılan başvuru sonucu Sincan Kaymakamlığı Tapu Müdürlüğünün 20.12.2013 gün ve 36077 yevmiye numaralı yazısı ile iktisabın harici satış olduğu ve tapulama tutanağı içerisinde bu satışı gösterir belgeye rastlanılamadığı, bu itibarla 1955 yılından beri gayrimenkulde işlemde bulunulmadığından kimlik tespitinin yapılamadığı ifade edilerek red kararı verildiği, bu yönüyle davacının, Tapu Sicil Tüzüğünde yer alan Tapu Sicil Müdürlüğüne başvuru şartını gerçekleştirdiği anlaşılmıştır.

Yapılan görüşmeler sırasında, davacı tarafından Tapu Sicil Tüzüğünün 26. maddesine göre müracaatta bulunulmuş olmasına karşın, Tapu Sicil Müdürlüğü’nün ret kararının tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde müdürlüğün bağlı bulunduğu bölge müdürlüğüne, bölge müdürlüğünün kararına karşı da tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Genel Müdürlüğe itiraz edilebileceği yönündeki prosedürün tamamlanmadığı, dolayısıyla itiraz prosedürünün tamamlanması gerektiğini bildirir cümlenin Özel Daire bozma ilamına eklenmesi suretiyle, yerel mahkeme direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Hal böyle olunca mahkemece, Tapu Sicil Tüzüğünün 75. maddesi gereğince işlemin reddedildiğine dair dosyada mevcut red kararı bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne dair verdiği direnme kararı yerindedir.

O halde, yukarıda açıklanan nedenlerle usul ve yasaya uygun bulunan yerel mahkeme direnme kararı onanmalıdır.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, [kararın] onanmasına..."

22. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 9/11/2016 tarihli ve E.2016/8720, K.2016/10190 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Dava, tapu kaydına yanlış yazılan kimlik bilgilerinin düzeltilmesi isteğine ilişkin olup, 17.8.2013 tarih ve 28738 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yeni Tapu Sicili Tüzüğü'nün yürürlüğü zamanında 14.12.2015 tarihinde açılmış; mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.

...

Bunun yanında, ilgililerin tapu müdürlüklerine yaptıkları yazılı ya da sözlü düzeltim başvuruları üzerine, tapu müdürlüklerinin Tapu Sicili Tüzüğün 75. maddesinde belirtilen araştırma ve soruşturmayı yapmadan verdikleri soyut içerikli ret kararları da davayı mahkeme önünde dinlenebilir hale getirmez.

Diğer taraftan, Tapu Sicili Tüzüğünün 75. maddesine aykırı olarak verilen bu tür ret kararlarına karşı ilgililerin aynı tüzüğün 26. maddesine göre itiraz imkanı bulunmaktadır.

Somut olaya gelince; davacı tarafından tapu müdürlüğünün red kararına karşı itiraz yoluna başvurulmadan dava açılmıştır.

Hâl böyle olunca, davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir.

Davalı Tapu Müdürlüğünün temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulü ile, [hükmün] bozulmasına..."

23. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 20/1/2015 tarihli ve E.2015/159, K.2015/764 sayılı; 23/11/2015 tarihli ve E.2015/15059, K.2015/13512 sayılı; 16/11/2016 tarihli ve E.2016/12826, K.2016/10383 sayılı kararları da yukarıda alıntısı yapılan karar (bkz. § 22) ile benzer uyuşmazlıklara ilişkin olup aynı gerekçeye sahiptir.

24. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 18/4/2017 tarihli ve E.2017/1754, K.2017/2022 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Dava, tapu kaydına yanlış yazılan kimlik bilgilerinin düzeltilmesi isteğine ilişkindir.

...

Mahkemece, tapu sicil tüzüğü uyarınca yapılan başvuru üzerine ilgili tapu müdürlüğünün red kararına karşı süresi içerisinde itiraz edilmediği ve bu şekilde itiraz yolları tüketilmeden dava açıldığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, davacının tapu kaydındaki yanlışlığın düzeltilmesi amacıyla dava açmadan önce Altınova tapu müdürlüğüne başvurduğu, anılan tapu müdürlüğünün 20/05/2015 tarihli kararı ile başvurucunun düzeltme isteğinin reddine karar verdiği, davacının itiraz yoluna başvurmaması üzerine red kararının kesinleştiği ve eldeki davanın açıldığı kayden sabittir.

...

Yukarıda anılan Tüzüğün 75/4. maddesinde düzenlendiği üzere tapu kaydında düzeltim istemli bir dava açmadan evvel müdürlüklere başvuru yapılması zorunlu tutulmuş ise de, bu zorunluluğun müdürlüğün verdiği kararlara karşı itiraz yollarının tüketilmesi aşamasını kapsamadığı ortadadır.

Somut olayda, davacının tapu müdürlüğüne başvuru zorunluluğunu yerine getirdiği anlaşılmaklaişin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın usulden reddine karar verilmesi doğrudeğildir.

Davacının temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulü ile, [hükmün] bozulmasına..."

25. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 19/4/2017 tarihli ve E.2016/12685, K.2017/2042 sayılı; 25/4/2017 tarihli ve E.2017/1970, K.2017/2131 sayılı; 26/4/2017 tarihli ve E.2017/1733, K.2017/2173 sayılı kararları da yukarıda alıntısı yapılan karar (bkz. § 24) ile benzer uyuşmazlıklara ilişkin olup aynı gerekçeye sahiptir.

B. Uluslararası Hukuk

1. İlgili Sözleşme

26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ...görülmesini istemek hakkına sahiptir..."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate alındığında bu fıkranın mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmektedir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu; Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen, genişletici bir yorum olmayıp Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesindeki lafzın Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).

28. AİHM; mahkeme hakkının bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 10/2/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucular Süleyman Katkıcı ve Osman Önder Yönünden

30. Başvurunun incelemesi devam ederken başvurucu Süleyman Katkıcı'nın 30/12/2018 tarihinde, başvurucu Osman Önder'in ise 6/10/2020 tarihinde vefat ettiği Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla incelenen nüfus kayıtlarından anlaşılmıştır.

31. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendine göre başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varılması hâlinde başvurunun düşmesine karar verilebilir. Bununla birlikte İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereği Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması, temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde başvurunun incelenmesine devam edilebileceği öngörülmüştür.

32. Başvuru tarihinden sonra vefat eden başvurucunun mirasçılarının makul bir süre içinde başvuruyu devam ettirme yönündeki iradelerini Anayasa Mahkemesine bildirmemeleri hâlinde anılan İçtüzük hükümleri uyarınca başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varılabilir (Asya Oktay ve diğerleri, B. No: 2014/3549, 22/3/2017, §§ 18-21). Somut olayda başvuru tarihinden sonra başvurucu Süleyman Katkıcı'nın 30/12/2018 tarihinde, başvurucu Osman Önder'in ise 6/10/2020 tarihinde vefat ettiği ancak mirasçılarının makul bir süre içinde başvuruya devam etme yönünde iradelerini bildirmedikleri görülmüştür. Başvurunun incelenmesine devam etmeyi gerekli kılan ve İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen nedenlerden biri de bulunmamaktadır.

33. Açıklanan gerekçelerle başvurucular Süleyman Katkıcı ve Osman Önder tarafından yapılan bireysel başvurunun kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin düşmesine karar verilmesi gerekir.

B. Diğer Başvurucular Yönünden

1. Başvurucuların İddiaları

34. Başvurucular; mevzuatta itiraz prosedürü tüketilmeden dava açılamayacağına dair herhangi bir hükmün mevcut olmadığını, dava açılmadan önce idareye müracaatın yeterli olduğunu, aynı konuda verilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararının iddialarını desteklediğini, davalarının açıldıktan iki yıl sonra usulden reddedildiğini ve bu süreçte itiraz sürelerinin de geçtiğini belirterek adil yargılanma, hak arama ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

35. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesi şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz."

36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların yukarıda yer verilen şikâyetlerinin özü, davanın itiraz prosedürü tüketilmeden açıldığından bahisle usulden reddedilmesi nedeniyle uyuşmazlığın esasının incelenmemesidir. Başvurucuların mülkiyet hakkı yönünden somut herhangi bir iddiada da bulunmadıkları görüldüğünden ihlal iddiaları adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı

38. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

39. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olamaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

40. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

41. Öte yandan Anayasa'nın 36. maddesinin ikinci fıkrasında hiçbir mahkemenin görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda adil yargılanma hakkı, koşulları bulunduğu takdirde kişilere davanın görüldüğü mahkemeden uyuşmazlığın esasının incelenmesini isteme güvencesini de sağlar.

42. Somut olayda tapu kaydında düzeltim davasının tapu müdürlüğünden sonra üst idari merciye başvurulmadan açıldığı gerekçesiyle usulden reddedilmesi nedeniyle başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

43. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir.

44. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

45. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu nedenle öncelikle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekir.

46. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

47. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

48. Başvuruya konu olayda başvurucular tapu kaydındaki yanlışlığın düzeltilmesi istemiyle öncelikli olarak Tapu Sicil Müdürlüğüne başvuruda bulunmuş, istemin reddedilmesi üzerine de doğrudan tapu kaydında düzeltim davası açmıştır.

49. Somut olaya konu olan ve derece mahkemesince verilen karardan kaynaklanan müdahalede, Tüzük'ün 26. maddesinin (4) numaralı fıkrası ile 75. maddesinin (4) numaralı fıkrasında yer alan hükümlerin dayanak alındığı belirlenmiştir. Mahkemece, tapu kaydındaki yanlışlığın düzeltilmesi istemli başvurunun reddine yönelik Müdürlük cevabına karşı itiraz hakkı kullanılmadan ve bu suretle Tüzük'te belirtilen yasal başvuru ve itiraz prosedürü tamamlanmadan doğrudan dava açıldığı gerekçesiyle davanın usulden reddine hükmedilmiş; bu karara karşı yapılan istinaf başvurusu da esastan reddedilmiştir.

50. Mahkemenin dayanmış olduğu Tüzük hükümlerinde; tapu kütüğündeki yazım hatalarının düzeltilmesi için müdürlüklere başvuru yapılmasının zorunlu olduğu hususuna yer verilmiş, ayrıca ret kararı üzerine tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde müdürlüğün bağlı bulunduğu bölge müdürlüğüne, bölge müdürlüğünün kararına karşı da tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde genel müdürlüğe itiraz edilebileceği ifade edilmiştir.

51. Yukarıda yer alan ilkelerde temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceği belirtilmesine karşın somut olayda kanuna dayanmayan ve Tüzük hükümleriyle getirilen dava şartı uyarınca başvurucuların dava açma haklarına müdahalede bulunulduğu ve bu suretle söz konusu hakkın sınırlandırıldığı görülmektedir.

52. Buna göre somut olayda ilk derece mahkemesinin Tüzük'te belirtilen yasal başvuru ve itiraz prosedürü tamamlanmadan dava açıldığı gerekçesiyle davayı usulden reddetmesinin kanuni dayanağının bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

54. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

55. Başvurucular ihlalin tespit edilmesi, yeniden yargılama yapılması ile 1.000.000 TL manevi ve 1.000.000 TL maddi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

56. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

57. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

58. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

59. İncelenen başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

60. Anayasa Mahkemesinin yukarıda aktarılan değerlendirmesi ve vardığı sonuç yalnızca mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin olup davanın esasına ilişkin bir tespit içermemektedir.

61. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

62. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

63. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin Süleyman Katkıcı ve Osman Önder hariç diğer başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucular Süleyman Katkıcı ve Osman Önder yönünden başvurunun DÜŞMESİNE,

B. Diğer başvurucular yönünden adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Batman Sulh Hukuk Mahkemesine (29/3/2017 tarihli ve E.2016/234, K.2017/424 sayılı kararına ait dava dosyası ile ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

F. 1. Süleyman Katkıcı ve Osman Önder tarafından yapılan yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,

2. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin diğer başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

KASIM İLİMOĞLU BAŞVURUSU (3)

(Başvuru Numarası: 2018/17191)

 

Karar Tarihi: 24/2/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Volkan ÇAKMAK

Başvurucu

:

Kasım İLİMOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Sekreterliği tarafından tesis edilen işlemlere karşı açılan davanın incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 25/6/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyon tarafından makul sürede yargılanma hakkı yönünden başvurunun ayrılmasına ve ayrılan dosyanın 2018/37654 başvuru numarasına kaydedilmesine karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmiştir.

8. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

10. Başvurucu, savcı olarak görev yapmakta iken hizmet içinde ve dışında resmî sıfatın gerektirdiği saygınlık ve güven duygusunu sarsacak davranışlarda bulunduğu iddiasıyla hakkında soruşturma açılmıştır.

11. Bu soruşturma kapsamında Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK/Kurul) 2. Dairesi tarafından başvurucunun savunması istenmiştir.

12. Başvurucu 5/10/2012 tarihli dilekçesi ile kendisi hakkında yürütülen soruşturma evrakını Kuruldan talep etmiştir. Kurul Genel Sekreterliği 18/11/2012 tarihli işlemiyle başvurucunun talebini reddetmiştir. Bununla birlikte başvurucuya soruşturma evrakının salt kendisi ile ilgili olan kısımlarından örnek verilmiştir.

13. Başvurucu 14/12/2012 tarihli dilekçe ile talebini yenilese de 14/1/2013 tarihinde Kurul Genel Sekreterliği tarafından bu talep de reddedilmiştir. Söz konusu işlemde başvurucuya altmış gün içinde idari yargıya başvurabileceği de hatırlatılmıştır.

14. Soruşturma neticesinde Kurul 2. Dairesi tarafından 12/3/2013 tarihli işlemle başvurucuya uyarma disiplin cezası verilmiştir.

15. Başvurucu 14/6/2013 tarihinde disiplin cezasına Kurul nezdinde itiraz etmiştir. Başvurucu ayrıca soruşturma evrakının tarafına verilmesi istemini yinelemiştir.

16. Kurul Genel Sekreterliği 28/6/2013 tarihli işlemiyle başvurucunun soruşturma evrakından örnek alma talebini reddetmiştir.

17. Başvurucu 18/11/2012 ve 14/1/2013 tarihli Kurul Genel Sekreterliği işlemlerinin yok hükmünde olduğunun tespiti ile 28/6/2013 tarihli işlemin iptali için Ankara 5. İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde dava açmıştır.

18. Mahkeme 4/3/2015 tarihli kararı ile 28/6/2013 tarihli işlemi iptal etmiş diğer işlemlerin yok hükmünde sayılması talebini ise reddetmiştir. İptal gerekçesinde başvurucunun talebinin bilgi edinme kapsamında kaldığı ve bu bağlamda istem değerlendirilmeden talebin reddinin hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir.

19. Karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine dosya önce Danıştaya gönderilmiş ise de hükmün itiraz yoluyla istinaf mercii tarafından incelenmesi gerektiği belirtilerek Ankara Bölge İdare Mahkemesine tevdi edilmiştir.

20. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 12. İdari Dava Dairesi 27/3/2018 tarihli kararı ile hükmü kaldırmış ve davanın reddine hükmetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle Anayasa'nın Kurula ilişkin hükümleri ile 11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu'nda yer alan düzenlemeler hatırlatılarak meslekten çıkarma cezası hariç Kurul kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun soruşturma evrakının örneğinin tarafına verilmesi isteminin Kurul tarafından reddedildiği, söz konusu ret işlemine karşı da yargı yolunun kapalı olduğu ve bu nedenle davanın esasının incelenmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir.

21. Başvurucu nihai kararı 24/5/2018 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 25/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. İlgili Mevzuat

22. 6087 sayılı Kanun'un "Kurulun görevleri" kenar başlıklı 4.maddesi şöyledir:

"(1) Kurulun görevleri şunlardır:

a) Bakanlığın, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlamak.

b) Hâkim ve savcılarla ilgili olarak;

1) Mesleğe kabul etme,

2) Atama ve nakletme,

3) Geçici yetki verme,

4) Her türlü yükselme ve birinci sınıfa ayırma,

5) Kadro dağıtma,

6) Meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme,

7) Disiplin cezası verme,

8) Görevden uzaklaştırma,

işlemlerini yapmak.

c) Aşağıdaki alt bentlerde belirtilen hâkim ve savcılar hariç olmak üzere, hâkim ve savcıların görevlerini; kanun ve diğer mevzuata (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetlemek; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırmak ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemlerini yürütmek.

1) Bakanlık merkez, bağlı ve ilgili kuruluşları ile uluslararası mahkemeler veya kuruluşlarda görev yapan hâkim ve savcılar.

2) Geçici yetki veya görevlendirme ile başka bir kurum, kurul veya kuruluşta çalışan hâkim ve savcılar.

3) İdarî görevleri yönünden savcılar.

4) Komisyon işlerine yönelik görevleri yönünden adalet komisyonu başkan ve üyeleri.

ç) (Değişik: 15/2/2014-6524/22 md.) Adli ve idari yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma ile hâkim ve savcılar hakkında denetim, araştırma, inceleme ve soruşturma yapılması konularına münhasır olmak üzere genelge düzenlemek.

d) Yargıtay ve Danıştaya üye seçmek.

e) Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek.

(2) Kanunlarda açıkça Bakanlığa verilenler dışında, hâkim ve savcıların tüm özlük işleri Kurul tarafından yerine getirilir"

23. 6087 sayılı Kanun'un "Kurulun teşkilatı" kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

"(1)Kurul; Başkanlık, Genel Kurul, daireler ve hizmet birimlerinden oluşur.

(2)Kurulun hizmet birimleri Genel Sekreterlik ve Teftiş Kuruludur. "

24. 6087 sayılı Kanun'un "Genel Kurulun oluşumu ve görevleri" kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:

"(1) Genel Kurul, Kurul üyelerinden oluşur.

(2) Genel Kurulun görevleri şunlardır:

a) Başkanvekilini ve daire başkanlarını seçmek.

b) Dairelerin kararlarına karşı yapılan itirazları inceleyip karara bağlamak.

c) Daireler arasında çıkan görev ve işbölümü uyuşmazlıklarını kesin olarak karara bağlamak.

ç) Kurulun görevine giren, fakat Genel Kurul veya dairelerin görevleri arasında gösterilmeyen konularda karar merciini belirlemek.

d) Hâkim ve savcıların uymaları gereken etik davranış ilkelerini belirlemek.

e) Kurul üyeleri hakkındaki suç soruşturması ile disiplin soruşturma ve kovuşturma işlemlerine ilişkin bu Kanunla verilen görevleri yerine getirmek.

f) Bakanlığın, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlamak.

g) Yargıtay ve Danıştaya üye seçmek.

ğ) Genel Sekreterin atanması için Başkana üç aday teklif etmek.

H) Teftiş Kurulu Başkanını, Teftiş Kurulu başkan yardımcılarını, Kurul başmüfettişlerini, Kurul müfettişlerini ve Kurulda geçici veya sürekli olarak görev yapacak tetkik hâkimlerini atamak.(2)(3)

ı) Adli ve idari yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma ile hâkim ve savcılar hakkında denetim, araştırma, inceleme ve soruşturma yapılması konularına münhasır olmak üzere yönetmelik çıkarmak ve genelge düzenlemek.

i) Kurulun stratejik plânını onaylamak ve uygulamasını takip etmek.

j) Görev alanını ilgilendiren kanun ve diğer mevzuat taslakları hakkında görüş bildirmek.

k) Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak."

25. 6087 sayılı Kanun'un "Dairelerin görevleri" kenar başlıklı 9. maddesi şöyledir:

"(1) Birinci Dairenin görevleri şunlardır:

a) Hâkim ve savcılarla ilgili olarak;

1) Atama ve nakletme,

2) Geçici yetki verme,

3) Kadro dağıtma,

4) Müstemir yetkileri düzenleme,

5) Yıllık ve mazeret izinleri dışında her türlü izin verme,

6) Eğitim programlarına katılmaya ilişkin izin verme,

işlemlerini yapmak.

b) Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun ve diğer mevzuata (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarına ilişkin denetleme işlemlerini Teftiş Kuruluna yaptırmak.

c) Hâkim ve savcılar hakkındaki ihbar ve şikâyetleri inceleyip gereğini yapmak.

ç) Hâkim ve savcıların görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını Kurul müfettişleri veya müfettiş yetkilerini haiz kıdemli hâkim veya savcı eliyle araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri ile inceleme ve soruşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin işlemler için teklifte bulunmak.

d) İlgili kanunlarda verilen görevlerin yerine getirilmesi bakımından en yakın mahkeme veya hâkimlikleri belirlemek.

e) Meslek öncesi eğitimde staj mahkemelerini belirlemek.

f)Bölge adliye ve bölge idare mahkemesi daireleri arasındaki iş bölümü ile ilk derece mahkemeleri arasındaki iş dağılımını karara bağlamak.

g) Genel Kurul tarafından verilen diğer işleri yapmak.

(2) İkinci Dairenin görevleri şunlardır:

 a) Hâkim ve savcıların;

1) Her türlü yükselme ve birinci sınıfa ayırma işlemlerini yapmak,

2) Görevlerinden dolayı veya görevleri sırasındaki suç soruşturması ile disiplin soruşturma ve kovuşturması sonucu hakkında karar vermek,

3) Disiplin veya suç soruşturma ve kovuşturması nedeniyle geçici yetkiyle yer değiştirmesine veya görevden uzaklaştırılmasına karar vermek,

4) Meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar vermek,

5) Diğer kurumların geçici görevlendirme ve nakil taleplerine ilişkin izin işlemlerini yürütmek.

b) Hâkim ve savcı adaylarını mesleğe kabul etmek.

c) Hâkimlik ve savcılık görevine tekrar atanma ile diğer hizmetlerden mesleğe atanma talepleri hakkında karar vermek.

ç) Meslekten çekilme, çekilmiş sayılma ve görevin sona ermesi hakkında karar vermek.

d) Genel Kurul tarafından verilen diğer işleri yapmak. "

26. 6087 sayılı Kanun'un "Genel sekreterliğin oluşumu ve görevleri" kenar başlıklı 10. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(2) Genel Sekreterliğin görevleri şunlardır:

a) Kurulun büro işlemlerini yürütmek.

b) Kurulun taraf olduğu adlî ve idarî davalar ile icra takiplerinde avukatlar vasıtasıyla

Kurulu temsil etmek, davaları takip etmek, ettirmek, hukukî hizmetleri yürütmek.

c) Hâkim ve savcıların sicilleri ile şahsî dosyalarını tutmak.

ç) Kurulun arşiv hizmetlerini yürütmek.

d) Kanunlarla malî hizmet ve strateji geliştirme birimlerine verilen görevleri yapmak.

e) Hâkim ve savcıların izin ve emeklilik işlemlerini yürütmek.

f) Kurul üyeleri ile Kurulda görev yapanların özlük işlemlerini yürütmek.

g) Kurulun görev alanıyla ilgili hususlarda Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sisteminin (UYAP)

kullanılmasını sağlamak.

ğ) Kanunlarda gösterilen veya Başkanlık, Genel Kurul veya daireler tarafından verilen

diğer işleri yapmak."

27. 6087 sayılı Kanun'un "Yeniden inceleme, itiraz ve yargı yolu" kenar başlıklı 33. maddesinin (5) numaralı fıkrasının ilk cümlesi şöyledir:

"Genel Kurulun veya dairelerin, meslekten çıkarma cezasına ilişkin kesinleşmiş kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulabilir; diğer kararları yargı denetimi dışındadır."

B. Yargı Kararları

28. Ankara 13. İdare Mahkemesinin Kurul Genel Sekreterliği işlemine karşı açılan davayı incelenmeksizin reddeden 23/10/2018 gün ve E.2018/522, K.2018/1892 sayılı kararını istinaf yoluyla inceleyerek kaldıran Ankara Bölge İdare Mahkemesi 3. İdari Dava Dairesinin 10/10/2019 tarihli ve E. 2019/663, K.2019/1657 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

" ...

Anayasa ve6087 sayılı yasada geçen kurul kararları tabirinden anlaşılması gereken Hakimler ve Savcılar Kurulunun üyelerinden müteşekkil Hakimler ve Savcılar Kurulunun Genel Kurul Kararları ile Daire kararlarıdır.

Hakimler ve Savcılar Kurulu Genel Sekreterliği kanunda belirtildiği üzere bir hizmet birimi olup, Genel Sekreterliğin iş ve işlemlerinin yargı denetimine kapalı idari işlemler olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.

Dava konusu olayda, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 3.Dairesinin davacının şikayetine ilişkin gerekçeli kararının tebliğ edilmeyeceği yönünde herhangi bir kararı bulunmamaktadır.

Hakimler ve Savcılar Kurulu Genel Sekreterliği tarafından tesis edilen dava konusu idari işlem, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında tesis edilmiş bir idari işlem olup, idari davaya konu olabilecek nitelikte bir işlem olduğunda kuşku yoktur. ..."

29. HSK bünyesinde yer alan ve Genel Sekreterlik gibi hizmet birimi olan Teftiş Kurulu tarafından bir hakim hakkında düzenlenen performans değerlendirme ve geliştirme formunun iptali için açılan dava, Ankara 9. İdare Mahkemesinin 11/10/2013 tarih ve E:2012/1752, K:2013/1438 sayılı kararı ile esastan incelenerek işlem hukuka uygun bulunmuştur. Ankara 9. İdare Mahkemesinin ret kararı, Danıştay İkinci Dairesinin 11/11/2014 tarih ve E:2014/786, K.2014/9762 sayılı kararı ile dava konusu HSK Teftiş Kurulu işleminin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Danıştay Beşinci Dairesinin 21/3/2019 tarih ve E.2016/18720, K.2019/2150 sayılı kararı ile Konya Bölge İdare Mahkemesi 1.Dava Dairesinin 9/4/2019 tarih ve E.2018/1527, K.2019/561 sayılı kararları da HSK Teftiş Kurulu işlemine dair benzer bir esas incelemesine ilişkindir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

30. Mahkemenin 24/2/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

31. Başvurucu, Kurul Genel Sekreterliği işlemine karşı açılan davanın esasının incelenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

32. Bakanlık, Anayasa ve 6087 sayılı Kanun uyarınca Kurul kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olduğunu ve yargı yolu kapalı olan işlemlere ilişkin olarak bireysel başvuru yapılamayacağı yönünde görüş bildirmiştir. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı, Kurul Genel Sekreterliği işlemleri yönünden yargı yolunun kapalı olmadığını, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini beyan etmiştir.

B. Değerlendirme

33. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

34. Anayasa'nın 125. maddesinin ilk cümlesi şöyledir:

"İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır."

35. Anayasa’nın "Hâkimler ve Savcılar Kurulu" kenar başlıklı 159. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

" ...

Kurul, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar; Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar; ayrıca, Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir.

...

Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı

mercilerine başvurulamaz.

Kurula bağlı Genel Sekreterlik kurulur. Genel Sekreter, birinci sınıf hâkim ve savcılardan Kurulun teklif ettiği üç aday arasından Kurul Başkanı tarafından atanır. Kurul müfettişleri ile Kurulda geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcıları, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Kurula aittir.

...

Kurul üyelerinin seçimi, dairelerin oluşumu ve işbölümü, Kurulun ve dairelerin görevleri, toplantı ve karar yeter sayıları, çalışma usul ve esasları, dairelerin karar ve işlemlerine karşı yapılacak itirazlar ve bunların incelenmesi usulü ile Genel Sekreterliğin kuruluş ve görevleri kanunla düzenlenir. "

36. 7/5/2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 159. maddesine ilişkin değişiklik getiren ve bu değişikliklerle HSK tarafından verilen meslekten çıkarma kararlarına karşı yargı yolunu açan, HSK Genel Sekreterliğinin de kurulmasını öngören 22. maddesinin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Yürürlükteki düzenlemede, Kurul kararları tamamen yargı denetimine kapalı iken, yapılan değişiklikle meslekten çıkarma cezalarına ilişkin kararlar yargı denetimine açılmaktadır. Kurulun diğer kararları için ise etkili iç itiraz sistemi öngörülmektedir.

Mevcut düzenlemede, Kurulun kendi sekreteryasının olmaması, bu işlemlerin Adalet Bakanlığı tarafından yapılması, yine bina ve bağımsız bütçesinin bulunmaması eleştiri konusu yapılmaktaydı. Getirilen düzenlemeyle Kurula bağlı bir Genel Sekreterlik kurulmaktadır. Genel Sekreterlik, Kurulun tüm sekreterya işlemlerini yürütecektir. Yine Anayasa hükmü olarak yazılmamışsa da ilgili kanunlarda yapılması düşünülen değişikliklerle, Kurulun binasının ve bütçesinin olmasının sağlanması öngörülmektedir. Kurul Genel Sekreterinin birinci sınıf hâkim ve savcılar arasından, Kurulun teklif ettiği üç aday arasından Kurul Başkanı tarafından atanması hükme bağlanmaktadır. Yukarıda da değinildiği gibi Kurul müfettişleri ile Kurulda çalışacak hâkim ve savcıların atanması, muvafakatleri alınmak koşuluyla, Kurul tarafından yapılacaktır."

37. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

"Yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

38. 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince Anayasa'nın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler bireysel başvuru konusu olamaz. Anayasa'nın 159. maddesinin onuncu fıkrası ile de Kurulun meslekten çıkarma cezası dışındaki kararları yargı denetimi dışında bırakılmıştır. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, Ankara 6. İdare Mahkemesinin Kurul Genel Sekreterliği işlemine karşı açılan bir davayı temel alarak 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun Yargıtay üyesi seçilmek için gereken kıdem yılını belirleyen 29. maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasıyla yaptığı itiraz başvurusunu mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddetmiştir. 13/3/2014 tarihli ve E.2014/54, K.2014/53 sayılı kararın gerekçesinde "Kurul Genel Sekreterliğinin, Kurulun idarî ve malî işleri ile sekreterya hizmetlerini yerine getirmek üzere kurulmuş olan ve Kurul bünyesinde yer alan bir birim olduğu; bu bağlamda bakılmakta olan davada iptali istenilen Kurul Genel Sekreterliği işleminin Kurulun bir işlemi olduğu ve bu işleme karşı Anayasa'nın 159. maddesinin onuncu fıkrası uyarınca yargı yoluna başvurulamayacağı, dolayısıyla bakılmakta olan davanın, itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin görev alanına girmediği" ifade edilmiştir. Söz konusu karara temel olan uyuşmazlık HSK Genel Sekreterliğinin Yargıtay üyeliği için aday listesini yayımlanmasına ilişkindir. Yargıtay üyelerinin seçimi 6087 sayılı Kanun'un 7.maddesi uyarınca HSK Genel Kuruluna verilmiş bir görevdir. Dolayısıyla HSK Genel Sekreterliğinin söz konusu işlemi Genel Kurulun görev alanı içinde bulunan bir tasarrufa yönelik hazırlık işlemi niteliğindedir. Bir başka ifadeyle Yargıtay üyelerinin seçim sürecine ilişkin bulunan işlemin, salt Genel Sekreterliğin tek başına idari hizmet birimi olarak gerçekleştirdiği bir tasarruf olarak kabul edilemeyeceği açıktır. Bu bağlamda anılan norm denetimi kararının sahip olduğu arka planın, HSK Genel Sekreterliğinin bir hizmet birimi olarak HSK daireleri ya da Genel Kurulunun görev alanına girmeyen bir alanda tesis ettiği işlemi konu edinen somut başvurudaki arka plan ile farklılık arz ettiğinin altı çizilmelidir.

39. Başvuruda başka bir kabul edilemezlik nedeni bulunmamakla birlikte, uyuşmazlık konusu Kurul Genel Sekreterliği işleminin Anayasa ile yargı denetimi dışında tutulup tutulmadığının bir başka ifadeyle başvurunun konu bakımından Anayasa Mahkemesinin yetki alanı içinde bulunup bulunmadığının -konu bakımından yetki kriterinin- değerlendirilmesi gerekir. Ne var ki yapılacak bu değerlendirme, Kurulun sekretarya hizmetlerini yürüten Genel Sekreterliğin işlemlerine karşı yargı yolunun açık olup olmadığının tespitine bağlıdır. Anılan tespit de işin esasını incelemeyi gerektirmektedir. Bu nedenle konu bakımından yetki meselesinin esas incelemesi dahilinde değerlendirilmesi uygun bulunmuştur.

2. Esas Yönünden

a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

40. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).

41. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

42. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

43. Somut olayda bir idari işleme karşı açılan davanın incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

44. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir.

45. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

46. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.

47. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

48. Bu bakımdan öncelikle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekir.

49. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

50. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

51. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

52. Bir uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarının ve özellikle müdahalenin kanuni dayanağını oluşturan kanun hükümlerinin yorumlanması derece mahkemelerinin takdirindedir. Derece mahkemelerince mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağını oluşturduğu ifade edilen hükümlerle ilgili olarak geliştirilen yorumların isabetli olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bununla birlikte derece mahkemelerinin yorumlarının kanunun açık lafzıyla çelişki içinde olduğu veya kanun metni dikkate alındığında bireyler tarafından öngörülmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşıldığı hâllerde mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı kanaatine varılması mümkündür (Ziya Özden, B. No: 2016/67737, 19/11/2019, § 59).

53. Başvurucunun hakkında yürütülen soruşturmaya ilişkin evrakın tarafına verilmesi istemiyle yaptığı başvuru Kurul Genel Sekreterliği tarafından reddedilmiştir. Açılan iptal davası ise Anayasa ve 6087 sayılı Kanun temel alınarak işlemin yargı denetimine tabi olmadığı gerekçesiyle incelenmeksizin reddedilmiştir.

54. Yukarıda alıntılanan normatif düzenlemelerden (bkz. §§ 22-27) anlaşıldığı üzere Kurul; mesleğe kabullerinden görevden uzaklaştırılmalarına, terfilerine ve yüksek yargı üyesi seçilmelerine kadar meslek mensuplarına ve mesleğin yürütümüne ilişkin karar alan bir anayasal kurumdur. Kurul Genel Sekreterliği ise 2010 yılında yapılan anayasa değişikliği ile ihdas edilen ve (Anayasa'nın 159. maddesi hükmü, 6087 sayılı Kanun ve 5982 sayılı Kanun'un gerekçesinden anlaşıldığı üzere) Kurulun idari ve mali işleri ile sekretarya hizmetlerini yürüten bir hizmet birimidir.

55. Yasal düzenlemeler uyarınca Genel Sekreterlik biriminin Kurulun sahip olduğu görev ve yetkiler bağlamında bir karar alma merci olmadığı açıktır. Bir başka deyişle Genel Sekreterlik makamının tek başına Kurul kararı olarak nitelenebilecek bir tasarrufta bulunması ilgili yasal düzenlemeler uyarınca söz konusu değildir. Bununla beraber Kurul kararlarına karşı yargı yolunun (meslekten çıkarma kararları dışında) kapalı olduğunu belirleyen Anayasa'nın 159. madde hükmünü yasal düzeyde somutlaştıran 6087 sayılı Kanun'un 33. maddesinde, meslekten çıkarma dışında kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olduğu belirtilen birimler Genel Kurul ve daireler olarak ifade edilmiştir. Kurul kararlarına karşı yargı yolunun bir istisna dışında kapalı olduğunu belirleyen bu hükümde Genel Sekreterlik zikredilmemiştir. Bu bağlamda gerek Kurula ilişkin görev, yetki ve teşkilatı düzenleyen hükümler gerekse de Kurul kararlarına dair yargı yoluna ilişkin istisnayı belirleyen kurallar dikkate alındığında (Kurul tarafından alınan bir kararın söz konusu olmadığı) salt Genel Sekreterlik tarafından tesis edilen işlemlere karşı yargı yolunun kapalı olduğunu ifade eden açık bir yasa hükmü olduğu söylenemez. Bir başka ifadeyle kategorik olarak Genel Sekreterlik tarafından tesis edilen her türlü işleme karşı yargı yolunun kapatılmadığı; Genel Sekreterliğin, Genel Kurul veya dairelerin kararına dayalı olarak tesis ettiği işlemler ile Genel Kurul veya dairelerin kararlarına hazırlık mahiyetinde olan işlemlerinin yargı denetimine kapalı olduğu anlaşılmaktadır.

56. Başvuru konusu olayda dava konusu işlem, soruşturma evrakının verilmesi talebinin Genel Sekreterlik tarafından reddine ilişkin bir tasarruftur. Genel Sekreterlik makamı tarafından talebin reddine dairişlem başvurucuya bildirilirken işleme karşı idari yargı yoluna başvurabileceği dahi ifade edilmiştir. Bu süreçte başvurucunun evrak talebine dair karar organları olan Genel Kurul veya daireler tarafından bir karar alınmadığı görülmektedir. Ancak Mahkeme, ortada Kurul tarafından alınmış bir karar bulunmamasına ve Genel Sekreterlik tarafından yapılan idari işlemlerin yargı denetimine kapalı olduğunu belirleyen açık bir kanun hükmü bulunmamasına karşın davayı incelenmeksizin reddetmiştir.

57. Bu bağlamda mahkemenin verdiği incelenmeksizin ret kararı ile mahkemeye erişim hakkına yaptığı müdahalenin kanunilik unsurunu taşımadığı sonucuna ulaşılmıştır.

58. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

59. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

60. Başvurucu, yeniden yargılama yapılması ve tazminat talebinde bulunmuştur.

61. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

62. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

63. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

64. İncelenen başvuruda Ankara Bölge İdare Mahkemesi 12. İdari Dava Dairesi tarafından yapılan yargılama sonucu mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

65. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

66. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

67. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç bedelinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 5. İdare Mahkemesine (E.2013/1889, K.2015/378) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç bedelinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 24/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.