Liyakat merkezli meritokrasi, ortak vatandaşlık kimliğinin güçlenmesine katkıda bulunur. Meritokratik bir toplumda etnik kimlikler veya dindar-dinsiz gibi tanımlar bir bireyin iş hayatındaki başarısına etki etmez; her vatandaş kendisini eşit bilir.

Türkiye’nin durumu her açıdan kötüye gidiyor. Bazı grupların diğerlerini tasfiye etmesiyle hiçbir şey düzelmedi, düzelmeyecek. İster siyasi parti, ister cemaat, ister etnik kimlik, isterse ideoloji merkezli olsun, grup aidiyetleri kutuplaşma ve hatta düşmanlığın temeli olmuş durumda. Ülkede teknolojik, bilimsel veya entelektüel anlamda kaliteli üretim olmuyor. Zira ödüllendirilen şey kalite değil, aidiyet ve taraftarlık. Kısacası en önemli sorunlarımızdan olan kutuplaşma ve kalitesizlik birbiri ile alakalı.

Bu sorunların çözümü için “Amerika’yı yeniden keşfetmeye” gerek yok. Zaten ben on yedi yıldır ABD’de yaşıyorum. Burada çok farklı kimlikli insanları bir arada tutma ve kaliteli üretim sağlamanın temel direği meritokrasi, yani başarı ve liyakat esaslı sistem. Meritokratik bir sistemde her birey eğitim seviyesi, iş tecrübesi ve üretimine, kısacası liyakatine göre istihdam edilir ve terfi eder. Ana kriter liyakat olunca da gruplar arası çatışma nispeten azalıyor ve bir grubun ülkeyi ele geçirmesi gibi bir endişe kalmıyor. Aynı zamanda bireyler kaliteli üretime yöneliyor. Kısacası, ABD gibi meritokrasiyi önemli oranda yerleştirmiş ülkelerde ana maksat pastadan payları liyakate göre dağıtmak ve böylece bireyleri pastayı büyütmeye teşvik etmektir. Türkiye’de ise ne yazık ki, genel zihniyet pastayı ele geçirmek, en azından en büyük dilimi almayı hedeflemek. Hatta son yıllarda siyasi iktidar gücü ile pastanın tamamen yağmalanması söz konusu.
ABD’de bile meritokrasi tamamıyla yerleşmiş değil, tartışma sürüyor. Ama en azından prensip ve söylemde tüm gruplar meritokrasi hedefinde anlaşmış. ABD’nin kurulduğu yıllardan beri resmi sloganlardan biri “E pluribus unum”; yani “Çokluk içinde birlik”, tasavvuf ifadesiyle “kesrette vahdet”. Bu yalnızca resmi bir slogan olarak kalmamış; günlük hayata da yansımıştır. İlkokul üçüncü sınıfa giden oğluma derste öğretmişlerdi: “Birlikte olmak, aynı olmayı gerektirmez; beraber ve farklı olabiliriz.”

Bu sloganların ötesinde Amerika’da ayrımcılık önemli bir suç. Doktora yaptığım üniversitede bir bölümdeki iş başvurusunun sonucunu öğrenmek için arayan adaya bölüm sekreteri yanlışlıkla “çok yaşlı olduğunuz için listeye giremediniz” demiş. Aday, bunun bir ayrımcılık olduğunu ve dava açacağını söyleyince tüm işe alım süreci iptal edilme durumunda kalmıştı. Bu yaklaşımın neticesinde üniversiteler ve diğer kurumlar, sadece vatandaşlara değil, başarılı olan göçmenlere bile kapılarını açmaktalar. Çalıştığım bölümdeki on yedi hocadan yedisi farklı ülkelerde doğup sonradan Amerikan vatandaşlığı almış göçmenler.

DİNÎ BİRİKİME UYGUN
Hukuki yaptırımların yanı sıra liyakat merkezli, yani meritokraik anlayış Amerika’da kültür haline gelmiştir. Amerika’da da ırkçılar, yabancı düşmanları tabii ki var, ama genel söylemi şekillendiremiyorlar. Zira meritokratik sistemin yerleşmesi mantıki temellere sahip. Bunun teknolojik, bilimsel ve kültürel üretimde kaliteyi artırdığına dair genel bir anlayış yerleşmiş. Değişik etnik ve dini aidiyete sahip göçmenlerin ülke tarihine ve bugününe yaptığı katkılar devamlı vurgulanıyor ve ödüllendiriliyor. 28 Şubat döneminde ABD’ye geldiğimde, okuduğum master programında bana yılın makalesi ödülü verilmişti. Törende yanıma gelen Türk arkadaşım “Kendi ülkende sana irticacı derler, elin ülkesinde ödül veriyorlar” demişti. Ne zaman meritokrasi kelimesini duysam rahmetli arkadaşım Zafer’i hatırlarım.
Aslında liyakat merkezli meritokrasi, Türkiye’nin dini ve tarihi birikimine uygun bir kavram. İslamiyet, emaneti ehil olana vermeyi, kul hakkı yememeyi ve adil olmayı emretmiyor mu? Liyakatli olmasına rağmen bir insanı bir işe almıyorsanız, hem adalet kavramını çiğnemiş hem de o insanın hakkını yemiş olursunuz. Osmanlı İmparatorluğu, kendi şartlarında liyakate önem veren bir bürokratik sistem oluşturmuş ve farklı etnik gruplardan gelen yeteneklerden devşirme sistemiyle istifade etmiştir. Sokullu Mehmed Paşa, çok bilinen bir örnek. Habeşistanlı bir köle iken Osmanlı sisteminde yükselerek, 18. asrın ilk yarısının en güçlü idarecilerinden biri haline gelen ve İstanbul’da birçok eser bırakan Hacı Beşir Ağa gibi daha az bilinen misaller de var.

ADİL REKABETİ SAĞLAR
Meritokrasi, Kürt sorunu gibi kompleks bir meselenin çözümüne de katkı yapabilir. Siyasi, iktisadi ve diğer konum ile çıkarların başarıya, liyakate göre dağıtılması değişik dini, etnik ve ideolojik grupların sulh içinde beraber yaşamasını sağlar. Ortak vatandaşlık kimliğinin güçlenmesine katkıda bulunur. Meritokratik bir toplumda etnik kimlikler veya dindar-dinsiz gibi tanımlar bir bireyin iş hayatındaki başarısına etki etmez; her vatandaş kendisini eşit bilir.

Meritokrasinin yerleşebilmesi için iki konuda ilerleme sağlanması gerekmektedir. Birincisi toplumda çok genel bir sorun olan lider-merkezci anlayış değişmelidir. Türkiye’de siyasi partiler, dini cemaatler, hatta spor kurumları bile lidere biat esasına dayanmaktadır. Bunun sonucunda bireyler, şahsi meziyetleri yerine, lidere olan yakınlıkları sayesinde yükselmektedirler. O nedenle liderin gözüne girmek için yağcılık, abartma ve koşulsuz itaat gibi davranışlar normal görülebilmektedir. Hâlbuki meritokratik bir sistemde bireyler şahsi özellikleri ile belirli mevkilere geldikleri için, lidere medyun olmaları ve ‘sen olmasan olmazdım’ demeleri söz konusu olmaz.
İlerleme sağlanması gereken ikinci konu, alanların ayrışmasıdır. Siyaset, din, bilim, ekonomi, sanat ve spor gibi her alan kendi kriterine göre değerlendirilmeli. Bir insan oy verirken siyasetçinin vaat ettiği politikaları nazara alnmalı; Kur’an okuması güzel mi, değil mi gibi alakasız özelliklere bakmamalı. İhaleler siyasi yandaşlığa göre değil; ekonomik verimliliğe göre verilmeli. Bir üniversite bir akademisyeni işe alırken onun siyasi kimliğine değil, yayınlarının kalitesine ve ders verme becerisine bakmalı.
Meritokrasi, tüm bu alanların şeffaf başarı kriterlerini ortaya koymalarını ve bireylerin bu kriterlere göre adil bir şekilde rekabet etmelerini şart koşar.

BİRBİRİNİ ANLAMA VE ÖZELEŞTİRİ İLE BAŞLANMALI
Meritokrasinin yerleşmesi uzun bir süreç. Yine ABD örneğinden bakarsak, öncelikle farklı gruplardan elitlerin meritokrasinin çıkarlarına uygun olduğunu anlaması ve bu prensipte anlaşması gerekiyor. Ardından gelen adımlar sistemin kitlelere anlatılması, kanunlar çıkarılması ve zamanla bir kültür haline gelmesi. Türkiye’de herhalde ilk adım tüm gruplar için özeleştiri ve diğerlerini anlama çabası olmalı. Türklerden Kürtlere, Sünnilerden Alevilere, Kemalistlerden Hizmet Hareketi’ne ve oradan Erdoğanistlere kadar toplumun tüm kesimleri bu yazıda değinilen sorunlar ile malul ve hatalıdır. Kimsenin diğerine ders verecek bir hali yoktur.
Meritokrasinin yerleşmesi sürecinde devletin bir rolü olsa da, aslında herkese vazife düşüyor. Her birey kendi yetkisini meritokratik olarak kullanmaya gündelik hayatta başlamalı; bir gecede tüm sistemin birkaç kanunla değişmesi gibi bir hayale kapılmamalı. “Bizim kültürümüze aykırı” deyip oturmak da yanlış; zira kültür değişken ve değiştirilebilen bir olgu. Aksi takdirde gruplar arasında güvensizlik ve birbirini tasfiye mücadelesi kıyamete kadar sürüp gidecek.

Hangi partiden, cemaatten, ideolojik gruptan, etnik kimlikten olurlarsa olsunlar, Türkiye’nin iyi eğitimli, mesleğinde başarılı insanları meritokratik bir sistemin kurulmasına destek vermeliler. Bu sadece ahlaki olmanın değil, çıkarlarının da gereğidir. Taraftarlık sebebiyle meritokrasiye engel olurlarsa, ülkede kutuplaşmanın devam edeceğini, cehalet ile kalitesizliğin hâkim olacağını ve tüm kurumların verimsizleşeceğini unutmamalılar.

*(Prof. Dr. San Diego Eyalet Üniversitesi)