Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesi de "hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini" temel bir ilke olarak benimsemiştir. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır.

Bunun yanında Devletin egemenlik hakkından doğan vergilendirme yetkisine ilişkin temel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 73. maddesi, vergilendirme yoluyla mülkiyet hakkına yapılacak müdahalelerde kanunilik ilkesini özel olarak düzenlemiştir. Anılan maddenin üçüncü fıkrasına göre vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur; kaldırılır ve değiştirilir.

Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Mülkiyet hakkına müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır.

Bununla beraber Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında da belirtildiği üzere kanunla düzenleme zorunluluğu, hakka yapılacak müdahalenin uygulamasının kanunun çerçevesini aşmayacak şekilde tüzük, yönetmelik, tebliğ ve genelge gibi yürütme organının çıkaracağı ikincil düzenlemelerle yapılmasına mâni değildir. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin konularda temel esaslar, ilkeler ve genel çerçeve kanunla belirlendikten sonra uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususların, yürütme organınca çıkarılacak düzenleyici işlemlerle tanzim edilmesi mümkündür.

Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir.

Anayasa'nın 73. maddesinin üçüncü fıkrası hükmü ile vergi mükellefi bakımından vergi yükümlülüklerinin "belirliliği"nin ve "öngörülebilirliği"nin, bu bağlamda vergi mükelleflerinin hukuki güvenliğinin sağlanması amaçlanmıştır. Söz konusu ölçütler mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin kanunla yapılması zorunluluğunun alt ölçütleri olarak da kabul edilmektedir.

Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir.

Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir.

İlgili mevzuatın ilk defa yorumlanmasında yetki ve görev bakımından farklı durumda bulunan mahkemeler arasında farklılıklar oluşması doğaldır. Diğer bir deyişle değişik yargı kademelerinde görev alan hâkimlerin tamamının ilk defa uygulanan bir kuralı aynı şekilde yorumlamaları mümkün olmayabilir. Ancak böylesi bir durumda mahkemelerin uygulamaları arasındaki uyumu ve içtihat birliğini sağlamaya yönelik mekanizmalar önem taşımaktadır. Yüksek mahkemelerin fonksiyonlarından biri de yargı kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamanı gerektirdiği açıktır.

Bir kanun hükmüne ilişkin içtihadın henüz yerleşik hâle gelmediği bir aşamada o hükmün yargı organlarınca farklı biçimlerde yorumlanabilmesi hukukun doğası gereğidir. Zira hukukta nesnelliğin sağlanabilmesi açısından hukuk kurallarının belli ölçüde soyut kavramlar içermesi kaçınılmazdır. Nesnel hukuk kurallarının maddi âlemde gerçekleşen olaylarla birebir örtüşmesi ve bunlara uygulanması ise her zaman mümkün olmayabilmektedir. Öte yandan hukuk kurallarının kapsamının tespitinde kural koyucu ne kadar titiz davranırsa davransın kuralın yürürlüğe girmesinden ve uygulanmaya başlanmasından sonra öngörülemeyen bazı yeni durumların ortaya çıkması da mümkündür. Bu gibi hâllerde kuralın yetkili otoritelerce ve özellikle yargı organlarınca yorumlanması zorunlu hâle gelmektedir. Kuralı yorumlayan otoritelerin birden fazla olması, bazı hâllerde kuralın birden fazla yorumlanmasını önlenemez kılmaktadır. Dolayısıyla hukuk kurallarının bu niteliği dikkate alındığında bir kanun hükmünün yargı organlarınca farklı biçimlerde yorumlanabilmesi ve kurala ilişkin farklı içtihatların varlığı, tek başına kuralın belirsiz ve öngörülemez olduğu yargısına ulaşmayı haklı kılmaz. Bununla birlikte birden fazla içtihadın varlığı hukuk kurallarının temel bir özelliği olan bireyin davranışını yönlendirebilme gücünü zayıflatacak bir boyuta ulaşmışsa kamu düzeninin bozulduğundan söz edilebilir. Bu durumda bireylerin davranışlarını hangi içtihada göre yönlendirecekleri belirsizleşeceğinden öngörülebilirlik ortadan kalkar.

Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkarır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir.

İlgili Kararlar:

♦ (Celalettin Aşçıoğlu, B. No: 2013/1436, 6/3/2014)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014)  (Vergi ve benzeri mali yükümlülükler)
♦ (Mustafa Asiler, B. No: 2013/3578, 25/2/2015)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Mehmet Siraç Taran, B. No: 2014/5139, 29/6/2016)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Cumali Karaşahin, B. No: 2014/2927, 1/2/2017)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Mehmet Eray Celepgil ve diğerleri, B. No: 2014/612, 1/2/2017)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Ali Ekber Akyol ve diğerleri, B. No: 2015/17451, 16/2/2017)  (Acele kamulaştırma)
♦ (Dursun Kanber Eroğlu ve diğerleri, B. No: 2014/11724, 20/7/2017)  (Mülkiyet hakkına müdahalenin yasal dayanağının bulunmaması)
♦ (Funda İnciler ve diğerleri, B. No: 2014/2582, 14/9/2017)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Nurdan Erkan ve diğerleri, B. No: 2014/311, 14/9/2017)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Torsan Orman San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13677, 20/9/2017) (EPDK tarafından alınan LPG'nin kaim bedelinin müsaderesine ilişkin kararın açık, belirli ve öngörülebilir bir kanun hükmüne dayanmaması)
♦ (Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017)  (Vergi ve benzeri mali yükümlülükler)
♦ (Cengiz Turgut, B. No: 2016/7508, 4/7/2019)  (Yanıltıcı özellik taşıyan eşyanın müzede alıkonulması veya müsaderesi gibi tedbirlerin kanunda yer almaması ve uygulamanın belirsiz olması)
♦ (Taciser Gürler, B. No: 2015/13764, 11/6/2018)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Emine Dospatlı ve diğerleri, B. No: 2015/15410, 14/11/2018)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş., B. No: 2015/12721, 18/4/2019)  (Vergi ve benzeri mali yükümlülükler)
♦ (İskenderun Demir ve Çelik A.Ş. [GK], B. No: 2015/941, 25/10/2018, § …)  (Vergi ve benzeri mali yükümlülükler)
♦ (İoanis Maditinos, B. No: 2015/9880, 8/5/2019)  (Yabancıların mülk edinmelerine ilişkin 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35. maddesinin mirasçılık bakımından öngörülebilir şekilde uygulanmaması)
♦ (Muratcan Kolçak, B. No: 2016/5490, 12/6/2019)  (Sosyal güvenlik kapsamında ödenen yaşlılık aylığının doğrudan banka hesabından geri alınmasının yasal dayanağının bulunmaması)
♦ (Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları T.A.Ş. (2), B. No: 2017/28966, 13/6/2019)  (Vergi ve benzeri mali yükümlülükler)
♦ (Elegance Hotel Turizm İşletmeleri A.Ş. [GK], B. No: 2015/19953, 26/6/2019)  (Vergi ve benzeri mali yükümlülükler)
♦ (Muhubet Sever, B. No: 2017/35081, 27/11/2019)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Fenerbahçe Spor Kulübü Derneği, B. No: 2017/4483, 13/2/2020)  (Vergi ve benzeri mali yükümlülükler)
♦ (Halil Kaya ve diğerleri, B. No: 2017/30577, 10/3/2020)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Emine Atılğan ve diğerleri, B. No: 2017/30873, 11/3/2020)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦(Antoıne Balıt ve diğerleri, B. No: 2017/16211, 2/6/2020) (Yabancıların mülk edinmelerine ilişkin 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35. maddesinin mirasçılık bakımından öngörülebilir şekilde uygulanmaması)
♦ (Mehmet Gülhan, B. No: 2017/31780, 29/9/2020)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Bilnam İşletmecilik ve Ticaret A.Ş. (Eski Unvanı-Bilnam İşletmecilik ve Tic. Ltd. Şti.), B. No: 2016/3675, 3/11/2020)  (Vergi ve benzeri mali yükümlülükler)
♦ (Süleyman Kurtel [GK], B. No: 2016/1808, 22/1/2021) (Vekâlet ücreti payı ödemesinin kesilmesi ve yapılan ödemenin de faiziyle birlikte iadesinin talep edilmesinin yasal dayanağının olmaması)
♦ (Hamit Şahinal ve diğerleri, B. No: 2018/1919, 7/4/2021)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş. (4), B. No: 2018/1560, 24/3/2021)  (Vergi ve benzeri mali yükümlülükler)
♦ (Türkiye İş Bankası A.Ş. (11), B. No: 2018/26015, 13/4/2021)  (Vergi ve benzeri mali yükümlülükler)
♦ (Leyla Yücel, B. No: 2017/31861, 21/4/2021) (Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin belirlilik ve öngörülebilirlik kriterlerini taşıyan bir kanuna dayanmaması)
♦ (Hasan Bilge, B. No: 2018/6259, 8/6/2021)  (Vergi ve benzeri mali yükümlülükler)
♦ (Atanur Ekin ve diğerleri, B. No: 2018/1406, 30/6/2021)  (6306 sayılı Kanun’un 6. maddesinin 2/3 çoğunluk dışındaki paydaş paylarının kamuya terk işlemine istinaden satılmasına yönelik belirlilik ve öngörülebilirlik içermemesi)
♦ (Barut Turizm Müşavirlik Gıda Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2018/12722, 30/6/2021)  (Mülkiyet hakkına müdahalenin yasal dayanağının bulunmaması)
♦ (D.D.T., B. No: 2019/5735, 24/11/2021) (Suçta kullanılmayan eşyanın müsaderesi)
♦ (Mustafa Altın [GK], B. No: 2018/10018, 27/10/2021) (Kesin hükme kanunun öngörmediği biçimde müdahale)
♦ (Sıddıka Altınkaya, B. No: 2019/2596, 17/11/2021)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Sevda Ülger, B. No: 2019/4821, 23/11/2021) (Kamulaştırma işleminin ve işlemin dayanağı olan işlemlerin hukuka aykırılığı)
♦ (Surp Haç Tibrevank Ermeni Lisesi Vakfı (2), B. No: 2018/3222, 29/12/2021)  (Kanuni ve fiilî dayanak gösterilmeden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin altında vekâlet ücretine hükmedilmesi)
♦ (Ali Gönültaş, B. No: 2018/24998, 18/1/2022) (Acele kamulaştırma)
♦ (Müslim Şentürk (2), B. No: 2019/9279, 3/2/2022)  (Mülkiyet hakkına müdahalenin yasal dayanağının bulunmaması)
♦ (Abdülmacit Selekler ve diğerleri (2), B. No: 2019/25096, 13/4/2022)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Eyüp Ensar Ekşioğlu ve S.S. Kutlu Birlik Konut Yapi Kooperatifi, B. No: 2019/39522, 28/6/2022)  (Bina yıkımına yetkisiz makam tarafından karar verilmesi
♦ (Çolakoğlu İnşaat Turizm Enerji Üretimi Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi ve Kanık İnşaat Limited Şirketi, B. No: 2019/40353, 28/6/2022)  (Vergi ve benzeri mali yükümlülükler)
♦ (Ercan Mumcu ve diğerleri, B. No: 2019/37721, 19/10/2022)  (İmar mevzuatına aykırı yapılar için tapu tahsil belgesi düzenlenmesinde dar gelirlilik şartı)
♦ (Ahmet Koç ve diğerleri, B. No: 2019/9885, 8/12/2022)  (İmar mevzuatına aykırı yapılar için tapu tahsil belgesi düzenlenmesinde dar gelirlilik şartı)
♦ (Turkcell İletişim Hizmetleri A.Ş. (4) [GK], B. No: 2017/36186, 28/12/2022) (Numara taşınabilirliği müessesesinin kanuna değil yönetmeliğe dayanması)
♦ (Halide Kocaustaoğlu ve diğerleri, B. No: 2019/5137, 18/1/2023)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Abdullah Karakoç ve diğerleri, B. No: 2019/25140, 31/1/2023)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Abdullah Halit Paşmakçıoğlu ve diğerleri, B. No: 2020/1395, 16/3/2023)  (Kamulaştırmasız el atma)
♦ (Yusuf Açıkgül, B. No: 2018/37665, 29/3/2023)  (Sosyal güvenlik kapsamında emekli ikramiyesi ödenmemesi)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CELALETTİN AŞÇIOĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/1436)

 

Karar Tarihi: 6/3/2014

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

Raportör

:

Selami ER

Başvurucu

:

Celalettin AŞÇIOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, maliki olduğu taşınmazın İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (İZSU) tarafından kanal haline dönüştürülmesi üzerine oluşan zararın tahsil edilmesi talebiyle açtığı davada, davanın taraflarının talebi olmadan kamulaştırmasız el atma şeklinde ele alınması ve tarımsal net gelir yöntemi esas alınarak daha düşük tazminat belirlenmesi ile taşınmazın yol olarak terkinine karar verilmesi sonucu adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek el atılan taşınmazının iadesi ve tazminat talebinde bulunmuştur.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 12/2/2013 tarihinde Seferihisar Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 29/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Birinci Bölümün 17/9/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için 24/9/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 14/11/2013 tarihli görüş yazısı 9/12/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 19/12/2013 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer alan olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucunun maliki olduğu İzmir ili Seferihisar ilçesi sınırları içerisinde bulunan 5.207 m2 tarla vasıflı taşınmazın tarladan daha düşük kotlu ve kışın su birikmesine sebep olan tarla yolu niteliğindeki bölümü, 2009 yılının Ekim ayında İZSU Genel Müdürlüğünce ıslah çalışmaları sırasında dere yatağı kabul edilerek 1,5-2 metre genişliğinde şerit halinde herhangi bir ölçüm yapılmadan 2 metre derinlikte oyulmuş ve 229,01 m2’lik bölümü kanala dönüştürülmüştür.

8. Başvurucu, 22/10/2009 tarihli dilekçesiyle İZSU Genel Müdürlüğüne (idare) başvurmuş ve yapılan yanlışlığın giderilmesi, tarla yolunun doldurularak eski seviyesine getirilmesi, tarlaya giriş yolunun açılması ve tarlasından alınan değerli toprağın iadesi talebinde bulunmuştur.

9. Taşınmazın eski haline dönüştürülmesi talebinden sonra, İZSU Genel Müdürlüğü verimli toprak yerine açılan kanalı 0,5 metre yeşil kaya dolgu malzemesiyle doldurmuştur.

10. Bunun üzerine başvurucu, Seferihisar Asliye Hukuk Mahkemesine başvurarak zararının tespit edilmesi talebinde bulunmuş, Mahkemece 25/3/2010 tarihinde keşif yapılmış, 2010/31 değişik iş sayılı kararla, 12/4/2010 tarihli bilirkişi raporuna istinaden taşınmazın eski haline getirilerek yeniden tarıma elverişli arazi olarak kullanılabilmesi için toplam 13.551,65 TL tutarında imalat ve nakliye yapılması gerektiği belirtilmiştir.

11. Başvurucu, İZSU Genel Müdürlüğünün kusurlu ve haksız eylemi nedeniyle oluşan zararın karşılanmaması üzerine 3/6/2010 tarihinde Seferihisar Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde fazlaya dair haklarını saklı tutarak, 13.500,00 TL tazminat talebiyle dava açmıştır. Davalı idare kendilerinin taşınmaza zarar vermediğini aşırı yağışlar nedeniyle dere taşması sonucu zarar meydana geldiğini ve yine aşırı yağışlar nedeniyle doldurma işlemi yapılamadığından zararın giderilemediğini belirtmiş, doğal afet nedeniyle meydana gelmiş felaketten idarenin sorumlu tutulamayacağını dile getirerek davanın reddini talep etmiştir.

12. Mahkeme tarafından 13/1/2011 tarihinde taşınmazın bulunduğu yerde bilirkişilerle birlikte keşif yapılmış, Mahkemeye sunulan 28/1/2011 tarihli bilirkişi raporu ile dava konusu taşınmaza dere ıslah çalışması kapsamında kamulaştırmasız el atıldığı ve el atma bedelinin 5.141,27 TL olduğu tespit edilmiştir.

13. Tarafların itirazı üzerine Mahkemece ek bilirkişi raporu hazırlatılmak amacıyla 11/5/2011 tarihinde taşınmazın bulunduğu yerde bilirkişiler eşliğinde ikinci keşif yapılmış, 9/6/2011 tarihli bilirkişi raporuyla dava konusu taşınmaza dere ıslah çalışması kapsamında kamulaştırmasız el atıldığı ve el atılan 229,01 m2’lik alanın değerinin tarımsal net gelir hesap yöntemiyle 7.495,50 TL olduğu tespit edilmiştir.

14. 21/6/2011 tarihli duruşmada taraflara bilirkişi raporuna itirazlarını sunmak üzere 20 günlük süre verilmiş ve taraflar itirazlarını Mahkemeye sunmuşlardır.

15. 26/7/2011 tarihli duruşmada ise haksız fiil esaslarına göre zararın tespiti için yeni bir bilirkişi incelemesi istenmiş ve 19/8/2011 tarihli bilirkişi raporuyla başvurucuya ait taşınmazın yeniden tarıma elverişli arazi olarak kullanılabilmesi için dava tarihi itibariyle yapılması gereken imalat ve nakliye maliyetinin 13.551,65 TL olduğu tespit edilmiştir. Taraflara bu rapora karşı da itirazlarını Mahkemeye sunmaları için 11/10/2011 tarihli duruşmada iki hafta süre verilmiş ve taraflar itirazlarını mahkemeye sunmuşlardır.

16. Mahkeme, 1/11/2011 tarih ve E.2010/139, K.2011/259 sayılı kararıyla davaya konu taşınmazın bir bölümünü çevreleyen yolun, kadastro çalışmasında İrimi Çayı ve yol olarak yazıldığını, paftada yol olarak göründüğünü, kuru havalarda yol olarak kullanıldığını, ancak yağışlı havalarda su ile dolduğunu ve taşkına neden olduğunu, idare dere ıslahı çalışması yaparken başvurucuya ait taşınmazın bir bölümünün de alındığını ve kamulaştırmasız el atmanın gerçekleştiğini tespit ederek bilirkişi raporu doğrultusunda kamulaştırmasız el atma prensibine göre tarımsal net gelir yöntemini esas alarak başvurucuya 7.495, 50 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmetmiştir.

17. Başvurucu, ilk derece mahkemesinin kararını, haksız fiil hükümlerine göre hesaplama yapmak yerine tarımsal net gelir usulü ile hesaplanan değer üzerinden hüküm kurulmasının hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle; davalı idare ise, davanın haksız fiil nedeniyle tazminat davası olduğunun dikkate alınmadığı ve zararla idarenin yaptığı çalışma arasında illiyet bağı olmadığı, dolayısıyla haksız fiil sebebiyle ödenmesi gereken tazminat şartlarının oluşup oluşmadığı araştırılmadan kamulaştırmasız el atma yönünden hüküm kurulmasının hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle temyiz etmiştir.

18. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 13/6/2012 tarih ve E.2012/4383, K.2012/12659 sayılı kararıyla, eski hale getirme bedeli taşınmazın değerinden fazla belirlendiğinden taşınmazın bedelinin tahsiline karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmediği gerekçesiyle, “el atılarak yol haline dönüştürülen 229,01 m2’lik taşınmaz bölümünün yol olarak terkinine” cümlesinin eklenerek ilk derece mahkemesi hükmünün düzeltilerek onanmasına karar vermiştir.

19. Yargıtay’ın aynı Dairesince incelenen karar düzeltme talebi de, 29/11/2012 tarih ve E.2012/18214, K.2012/24560 sayılı kararla reddedilmiştir. Karar aynı tarihte kesinleşmiştir.

20. Kesinleşen karar başvurucuya 18/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

B. İlgili Hukuk

21. 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na 18/6/2010 tarih ve 5999 sayılı Kanunla ilave edilen geçici 6. maddenin 24/5/2013 tarih ve 6487 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle değişmeden önceki birinci ve altıncı fıkraları şöyledir:

“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, malik tarafından ilgili idareden tazminat talebinde bulunulması halinde, öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi esastır.

İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin uzlaşmaya davet olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik tarafından sadece tazminat davası açılabilir. Dava açılması halinde, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının müracaat tarihindeki değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece tespit ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine ve malike tazminat ödenmesine hükmedilir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların hükmedilen tazminata ilişkin temyiz hakkı saklıdır.”

22. 13/2/2011 tarih ve 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un iptal edilen geçici 2. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş yıl süreyle geçerli olmak üzere; 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6 ncı maddesi hükmü, 4/11/1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemlerine de uygulanır. Ancak, bu tarihten sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemleri sebebiyle açılan tazminat davalarında verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden 2942 sayılı Kanunun geçici 6 ncı maddesinin yedinci fıkrası uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay ayrılır.”

23. 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Kaydedilmeyecek taşınmazlar” kenar başlıklı 999. maddesi şöyledir:

“Özel mülkiyete tabi olmayan ve kamunun yararlanmasına ayrılan taşınmazlar, bunlara ilişkin tescili gerekli bir ayni hakkın kurulması söz konusu olmadıkça kütüğe kaydolunmaz. Tapuya kayıtlı bir taşınmaz, kayda tabi olmayan bir taşınmaza dönüşürse, tapu sicilinden çıkarılır.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 6/3/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 12/2/2013 tarih ve 2013/1436 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

25. Başvurucu, İZSU Genel Müdürlüğünün kusurlu ve haksız eylemi nedeniyle oluşan zararın tazmini talebiyle açtığı davada, Mahkemenin tarafların talebi olmaksızın kamulaştırmasız el atma prensibini göz önünde bulundurmak suretiyle ve tarımsal net gelir yöntemini esas alarak tazminata hükmettiğini, hükmün temyizi sonucu ise Yargıtay’ın “el atılan ve yol haline dönüştürülen 229,01 m 2’lik bölümdeki davacı payının iptali ile yol olarak terkinine” cümlesini ekleyerek ilk derece mahkemesi hükmünü düzelterek onadığını belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin ortadan kaldırılarak terkin edilen payın kendisine iadesi ile zararına karşılık olarak 13.444,65 TL maddi tazminat taleplerinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden

26. Başvurucu, İZSU Genel Müdürlüğünün kusurlu ve haksız eylemi nedeniyle oluşan zararın tazmini talebiyle açtığı davada, Mahkemenin tarafların talebi olmaksızın kamulaştırmasız el atma prensibini göz önünde bulundurmak suretiyle ve tarımsal net gelir yöntemini esas alarak tazminata hükmetmesinin adil olmadığını, mahkemenin hatalı karar verdiğini ve sonuçta sahibi olduğu mülkiyetin kendisinden alınarak haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

27. Adalet Bakanlığı görüş yazısında delillerin kabul edilmesi ve değerlendirilmesinin öncelikle yerel mahkemelerin görevi olduğunu, yerel mahkemelerce olguların ve hukukun değerlendirilmesinde haklar ve özgürlükler ihlal edilmedikçe Anayasa Mahkemesi’nin yerel mahkemelerin maddi ve hukuki hatalarını denetlemekle yükümlü olmadığını, somut başvuruda başvurucunun Asliye Hukuk Mahkemesi önünde başvuruya konu şikâyetlerini dile getirdiğini, mahkemenin bilirkişi raporlarını incelemek üzere kendisine süre verdiğini, mahkemenin başvurucunun itirazı üzerine ek bilirkişi raporu aldırdığını, başvurucunun şikâyetlerini usulüne uygun şekilde değerlendirerek keyfilikten uzak ve usulüne uygun karar verdiğini dile getirmiştir.

28. Başvurucu Adalet Bakanlığı görüş yazısına karşı beyanlarında el atılan arazinin denize 1000 metre yakınlıkta olduğunu, belirlenen değerden daha iyi bir değere sahip olduğunu, kendisinin ve idarenin kamulaştırma talebi olmadığını, Mahkemenin tarafların talep etmedikleri bir şekilde karar vermesinin keyfi olduğunu belirtmiştir.

29. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

30. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Taraflarca getirilme ilkesi” kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:

1) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz.

(2) Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz.

31. 6100 sayılı Kanun’un “Hukukun uygulanması” kenar başlıklı 33. maddesi şöyledir:

“Hâkim, Türk hukukunu resen uygular.”

32. Başvurucu, davanın haksız fiil yerine kamulaştırmasız el atma prensiplerine göre ele alınmasının ve bedelin düşük tespit edilmesinin hak arama hürriyeti ve mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurunun özünün derece mahkemelerince dava konusu uyuşmazlığın hukuki nitelendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığı iddiasına yönelik olduğu ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşıldığından bahsedilen şikâyet adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilecek, kamulaştırmasız el atma nedeniyle Mülkiyet hakkı ihlali iddiası ayrıca incelenecektir.

33. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.

34. Bir anayasal hakkın ihlali iddiasını içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden incelenmesi talep edilen başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve Kanun tarafından Mahkemenin yetkisi dışında bırakılan hususlara ilişkin olduğu açıktır.

35. Bahsedilen kurallar uyarınca, derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış olayların sübutu, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar da bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz. (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26,)

36. Başvurucunun, idarenin haksız fiili nedeniyle verdiği zararın giderilmesi (eski hale getirme) amacıyla açtığı tazminat davası, mahkemece yapılan keşifler, alınan bilirkişi raporları, tanıkların beyanı, ilgili belgelerin incelenmesi sonucunda; başvurucuya taşınmazın bir kenarını çevreleyen kayıtlarda dere ve yol olarak görünen alanda su birikintisini önlemek amacıyla ıslah çalışması yapıldığı ve bu çalışma sırasında başvurucuya ait taşınmaza şerit halinde 1,5-2 metre olmak üzere toplam 229,01 m2 el atıldığı; ayrıca idarenin dere yatağı olarak kabul ettiği ıslah çalışmasına konu alanda su birikintisi olduğunu, kış mevsiminde tamamıyla su ile dolduğunu, yaz mevsiminde ise bu alanın yol olarak kullanıldığı tespit edilerek el atma işleminde kamu yararı olduğu tespit edilerek dava kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası olarak görülmüştür.

37. Ayrıca Mahkeme, yargılama boyunca gerekli araştırmayı yapmış, mahallinde iki defa keşif yapmış, iki bilirkişi raporu almış, ayrıca başvurucunun talebi üzerine taşınmazı eski haline döndürme bedelinin tespiti için ek bilirkişi raporu almış ve başvurucuya her aşamada itirazlarını sunma fırsatı vererek bu itirazları değerlendirmiştir. Sonuç olarak Mahkeme, usulüne uygun bir yargılama yaparak kararını vermiştir.

38. Temyiz aşamasında eski hale getirme bedelinin taşınmazın değerinden fazla olarak tespit edilmesi nedeniyle taşınmazın bedelinin tahsil edilmesine karar verilmesinde isabetsizlik olmadığı, ayrıca dava konusu taşınmazın bir bölümüne idarece dere ıslahı yapılması zaruri olan bir alanda yapılan çalışma sonucu el atıldığı, el atılan kısmın yol haline dönüştürülmesi nedeniyle Türk Medeni Kanunu’nun 999. maddesi uyarınca özel mülkiyet konusu olamayacağı gerekçesiyle tapudan terkin edilmesine ve derece mahkemesi kararının düzeltilerek onamasına karar verilmiştir.

39. 6100 sayılı Kanun’un 25. maddesinde yer alan taraflarca getirilme ilkesi gereği hâkim iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda bulunamaz. Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. Bu ilkenin anlamı, hükme esas teşkil edecek vakıaların ve delillerin oluşturduğu dava malzemesinin toplanması yetkisinin hâkime değil, taraflara ait olduğudur. Bu ilke uyarınca hâkim, taraflarca getirilen dava malzemesini, “getirildikleri şekilde” hükme esas almakla yükümlüdür. Somut bireysel başvuru konusu yapılan olayda da Asliye Hukuk Mahkemesi tarafların getirdiği delillerle bağlı olarak kararını vermiştir.

40. Yukarıda bahsedilen taraflarca getirilme ilkesi gereği hâkimin tarafların getirmediği olayları dikkate alamayacağı açık olmakla birlikte 6100 sayılı Kanun’un 33. maddesi gereği mevcut dava malzemesini inceleyerek uyuşmazlık konusunda karar vermek, yani hukukun uygulanması ve yorumlanması hâkimin resen gözeteceği bir husustur. Bu kapsamda dava konusu uyuşmazlığın hukuki nitelemesi ve yorumlanmasıyla buna getirilen çözüm hâkimin takdir yetkisi içindedir. Derece mahkemelerinin uyuşmazlık konusunun hukuki nitelemesinde ve yorumlamasında açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz.

41. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun davanın nitelemesiyle ilgili iddiasının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun hak arama hürriyetiyle ilgili şikâyetinin diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Mülkiyet Hakkı Yönünden

42. Başvurucunun Anayasada yer alan kamulaştırma usulü yerine kamulaştırmasız el atmak suretiyle mülkünden yoksun bırakılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden İnceleme

43. Başvurucu, idarenin kusurlu ve haksız eylemi nedeniyle oluşan zararın tazmini talebiyle açtığı davada, Mahkemenin tarafların talebi olmaksızın kamulaştırmasız el atma prensibini göz önünde bulundurmak suretiyle ve tarımsal net gelir yöntemini esas alarak tazminata hükmettiğini, bu şekilde karar vermenin keyfi uygulamaların önünü açacağını, bu yolla idarenin istediği taşınmaza tecavüz ederek ve sonrasında kamulaştırma bedelini ödeyerek sahip olabileceğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

44. Adalet Bakanlığı görüş yazısında taşınmazlar yönünden mülkiyet hakkına müdahalede yasal yolun kamulaştırma işlemi yapmak olduğu, uygulamada el koyma şeklinde müdahaleler bulunduğu, bu durumun AİHM kararlarında eleştirildiği, somut davada kamulaştırma işlemi olmadan başvurucuya ait taşınmaza el atılmayı meşru kılan tek unsurun bu durumun yasal olmadığını tespit eden ve tazminat ödenmesine karar veren mahkeme kararı olduğu, bu şekilde başvurucunun mülkiyet hakkıyla kamu yararı arasında makul dengenin kurularak hukuki güvencenin sağlandığı belirtilerek başvurucunun mülkiyet hakkına ilişkin şikâyeti incelenirken bu hususların dikkate sunulduğu yönünde beyanda bulunulmuştur

45. Başvurucu Adalet Bakanlığı görüş yazısına karşı beyanlarında el atılan arazinin denize 1000 metre yakınlıkta olduğunu, kamulaştırılmasını istemediğini, kendisinin ve idarenin kamulaştırma talebi olmadığını, Mahkemenin tarafların talep etmedikleri bir şekilde karar vermesinin keyfi olduğunu belirtmiştir.

46. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

47. Anayasa'nın “Kamulaştırma” kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

“Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. … Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

48. Sözleşmeye Ek (1) No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”

49. Başvurucunun tarla olarak kullandığı taşınmazı çevreleyen dere yatağı ve tarla yolu üzerinde yapılan ıslah çalışması sırasında başvurucuya ait taşınmaza tecavüz edilmesi ve sonrasında mahkemenin davayı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası olarak ele almasıyla yargılama sonucunda el atılan taşınmaz bölümünün mülkiyeti başvurucudan alınarak yola dönüştürülmüştür. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkına bir müdahale olduğu açıksa da bu müdahalenin başvurucunun mülkiyet hakkını ihlal edip etmediğinin incelenmesi gerekir.

50. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 13. maddesi temel hak ve hürriyetleri sınırlandırmada genel ilkeleri tespit ederken Devlet ve kamu tüzel kişilerine özel mülkiyette bulunan taşınmazları kamulaştırma yetkisi veren ve kamulaştırma ilkelerini belirleyen Anayasa’nın 46. maddesi mülkiyet hakkının sınırlandırılmasına ilişkin özel hükümler içermektedir. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, başvurucuların bahsedilen talebinin değerlendirilmesinde Anayasa’nın 35. maddesiyle birlikte 13. ve 46. maddelerinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 28).

51. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlayan ve kullanılamaz hale getiren sınırlamalar hakkın özüne dokunur. Temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi, kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi güvenceler hep demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnai olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin gerekleri için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak kanunla sınırlandırılabilirler. Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla olması düşünülemez. Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun, kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak düzeye vardırılmaması gerekir (AYM, E.2012/108, K.2013/64, K.T.22/5/2013).

52. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiği hüküm altına alınırken (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi mülkiyetten yoksun bırakmanın kamu yararıyla, yasada öngörülen koşullarla ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini öngörmektedir. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (bkz. Malonei/İngiltere, B. No: 8691/79, 2/8/1984, §§ 66-68) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme’den daha geniş bir koruma sağlamaktadır (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31).

53. Hak ve özgürlüklerin ve bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfi müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir. Bununla beraber kanunla düzenleme zorunluluğu, hakka yapılacak müdahalenin uygulanmasının kanun çerçevesini aşmayacak şekilde tüzük, yönetmelik, tebliğ ve genelge gibi yürütme organının çıkardığı ikincil düzenlemelerle yapılmasına mani değildir (B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60)

54. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).

55. Kamulaştırma yapmaya yetkili olan Devlet, kamu tüzel kişileri, kamu kurumları veya kamu yararı bulunması halinde yararlarına kamulaştırma yapılabilecek gerçek ve özel hukuk kişileri tarafından, Anayasa’nın 46. maddesi ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na aykırı şekilde, özel mülkiyete konu taşınmazlara kısmen veya tamamen, fiilen veya hukuken bedelsiz olarak el koyma işlemine “kamulaştırmasız el atma” denmektedir.

56. Kamulaştırmasız el atma, kamulaştırma ile kıyaslandığında daha az güvence sunan ve hukuki olmayan bir yöntemdir. Şöyle ki, 2942 sayılı Kanun’a göre, kamulaştırma kararı verilebilmesi için öncelikle taşınmazın değerinin idare tarafından tespit ettirilmesi, uyuşmazlık halinde idarenin mahkemeye başvurarak bedel tespitini istemesi gerekmektedir. Tespit edilen bedelin peşin olarak bankaya yatırılmasıyla kamulaştırma kararı kesinleşmektedir. Bu nedenle bir kamu idaresi kamulaştırma bedelini ödeyecek yeterli ödeneği olmadıkça kamulaştırma kararı alamayacaktır. Diğer taraftan, kamulaştırmasız el atılan taşınmazlarla ilgili olarak uzlaşma ve dava yoluna başvurma külfeti maliklere yüklenmiştir. Bu nedenle dava harçlarını ödeme yükümlülüğü de maliklerin üzerindedir (Bkz. AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012).

57. Kamulaştırmasız el atma, idareye, taşınmazı kullanma ve kamulaştırma işlemi yapmadan taşınmazı elde etme imkânı sağlamaktadır. Böyle bir kamulaştırma işlemi olmadığından, kullanılan taşınmazın devrini meşrulaştırma ve belli bir hukuki güvence sağlama imkânı sunan tek unsur, idare tarafından kullanımın yasal olmadığını tespit eden ve bireylere “kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat” ödenmesine hükmeden mahkeme kararıdır. Kamulaştırmasız el atma uygulaması, hukuki planda taşınmazların maliki olarak kalan başvuranları, herhangi bir kamu yararı gerekçesi ile eylemini haklı kılmayan idareye karşı dava açmak zorunda bırakmaktadır. Böyle bir kamu yararı gerekçesinin gerçekliği ancak daha sonra mahkemeler tarafından değerlendirilmektedir. Başka bir deyişle, kamulaştırmasız el atma, her ne olursa olsun, idare tarafından isteyerek oluşturulmuş kanuna aykırı bir durumu hukuki olarak kabul etmeye ve idareye, kanuna aykırı davranışından fayda sağlama imkânı sunmaya yol açmaktadır. İdareye resmi kamulaştırma kurallarının ötesine geçme imkânı sağlayan böyle bir uygulama, kişilere öngörülemez ve keyfi durumlarla karşılaşma tehlikesi taşımaktadır. Söz konusu uygulama, yeterli derecede hukuki güvence temin edecek ve gerektiği şekilde gerçekleştirilen bir kamulaştırmanın alternatifini oluşturacak nitelikte değildir (Bkz. AİHM, Sarıca ve Dilaver/Türkiye, 11765/05, 27/5/2010, §§ 40, 43, 45).

58. Anayasa’nın 35 ve 46. maddeleri taşınmaz mülkiyetine son verecek müdahalelerin yasal olmasını zorunlu tutmaktadır. Bu zorunluluk hukuk devletinin gereğidir. Anayasa’nın 46. maddesi hükmü ve 2942 sayılı Kanun gereği asıl olan kamulaştırma işlemi yapmak suretiyle idarenin taşınmazı iktisap etmesidir. Yöntem olarak Anayasa ve yasalara uygun bir kamulaştırma işlemi yapılması söz konusu iken, dayanağını Anayasa ve yasalardan almayan, bireylerin mülkiyet hakkına son veren bir uygulama olan kamulaştırmasız el atma yasalara uygun bir kamulaştırma ile aynı hukuki çerçeve içinde değerlendirilemez. İdarelere resmi kamulaştırma kurallarının ötesine geçme imkânı sağlayan böyle bir uygulama, taşınmaz sahipleri için öngörülemeyen ve hukuki olmayan müdahale riski taşımaktadır.

59. Başvuru dosyasında mevcut belgeler incelendiğinde; idarenin taşınmaza 1,5-2 metre civarında ve şerit halinde el atmasının, komşu taşınmazın tel örgüsünün yola tecavüz edecek biçimde çekilmesi ve yeterli ölçüm yapılmaması sebebiyle başvurucuya ait taşınmazın bir bölümünün idarece yol zannedilmesi nedeniyle, yani ihmal sonucu meydana geldiği ve bu durumun başvurucu tarafından da kabul edildiği anlaşılmaktadır.

60. Başvuru konusu olayda idarenin paftada yol olarak görünen ve kadastro çalışmaları sırasında ölçü krokisinde İrimi Çayı ve Yol olarak yazılı olan, kuru havalarda yol olarak kullanılan, bir kısmının ise dere yatağı görünümünde olduğu tespit edilen alanda tarım arazisi olarak kullanılan alanlara zarar verme ihtimali bulunan su birikintisini önlemek amacıyla, yani meşru kamu yararı amacıyla dere ıslahı çalışması yaparken başvurucuya ait 5.207 m2 alanlı taşınmazın şerit halinde 229,01 m2 ’lik kısmına kamulaştırmasız el atılarak verimli toprak kaybına neden olduğu, verimli toprağın alındığı, yerine dolgu malzemesi yerleştirildiği, bu şekilde Anayasa ve kanunlarla belirlenmiş süreçler takip edilmeden başvurucunun mülkiyetinde bulunan taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atıldığı mahkeme kararıyla sabittir.

61. Sonuç olarak başvurucuya ait taşınmazın bir bölümüne dere ıslah çalışması kapsamında idarenin ihmali neticesinde kamulaştırmasız el atmasının Anayasa’nın 35. ve 46. maddeleriyle 2942 sayılı Kanun’da belirtilen usule uymayan bir müdahale olduğu ve mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanunilik ilkesini ihlal ettiği kanaatine ulaşılmıştır.

62. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının kanunilik ilkesine uyulmayarak ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

63. Başvurucu, dere ıslah çalışması kapsamında kendisine ait 229,01 m2’lik taşınmaz parçasının idarece dolgu malzemesiyle doldurularak kamulaştırmasız el atma ile mülkiyet hakkının ihlal edildiğini, kamulaştırma kararının iptal edilerek 229,01 m2’lik taşınmaz parçasının kendisine iade edilmesini ve tarlasına verilen zararın eski hale getirilmesi için gerekli bedelin masraflar düştükten sonra kalan kısmına faiz işletilerek kendisine 13.444,65 TL ödenmesini talep etmiştir.

64. Adalet Bakanlığı görüşünde, doğrudan tazminata ilişkin bir açıklama yapmamakla beraber Mahkemenin davayı kamulaştırmasız el atma davası olarak görmesinde ve neticelendirmesinde keyfilik olmadığı ve başvurucuya el atılan taşınmaz parçasına karşılık 2942 sayılı Kanuna göre tespit edilmiş kamulaştırma bedelinin faiziyle birlikte ödendiği ve dolayısıyla kamu yararıyla kişi yararı arasında denge kurulduğu yönünde değerlendirme yapılmıştır.

65. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

66. Başvurucuya ait taşınmaza Anayasa ve 2942 sayılı Kanunda öngörülmeyen kamulaştırmasız el atma şeklindeki müdahalenin mülkiyet hakkını ihlal ettiği yönünde karar verilmiştir.

67. Bunun yanında bahsedilen müdahaleyle dere yatağının ıslah edilerek su birikmesine ve taşkınlarına engel olmak şeklinde ulaşılmak istenen kamu yararıyla başvurucunun mülkiyet hakkı arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu denge başvurucuya el atılan taşınmaz bölümünün mahkemece tespit edilen gerçek karşılığı ödenerek sağlanmaktadır. Mahkemelerin kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat ödenmesine karar vermeleri kamu yararıyla kişi yararı arasında adil dengeyi sağladığı gibi, idare tarafından kullanımın yasal olmadığını tespit ederek belli bir hukuki güvence sağlamaktadır.

68. Başvurucu, taşınmazının daha değerli olduğunu iddia etse de, Mahkemenin ve bedel tespiti yapan bilirkişilerin objektif kriterleri esas alarak bedel tespiti yapmaları gerektiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Somut davada başvurucuya 2942 sayılı Kanun’da öngörülen bedel tespiti prensiplerine uygun olarak el atmayla elinden alınan 229,01 m2’lik taşınmaz bölümü için tazminat olarak tarımsal gelir yöntemine göre hesaplanan kamulaştırma bedeli dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmiştir. Mahkeme bedel tespitini iki defa keşif yaparak, bilirkişi raporlarına müracaat ederek ve başvurucunun her aşamada itirazlarını sunmasına imkân vererek ve bu itirazları dikkate alarak sonuçlandırmıştır.

69. Bu durumda başvurucuya el atılan 229,01 m2’lik taşınmaz parçasına karşılık dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedeli dava tarihinden itibaren işleyen faiziyle ödenerek ulaşılmak istenen kamu yararıyla başvurucunun müdahale edilen mülkiyet hakkı arasında makul bir orantının kurulduğu, idarenin el atma işleminin ihmalden kaynaklandığı ve kanuni olmayan el atma hakkında ihlal kararı verildiği göz önünde bulundurulduğunda başvurucuya ayrıca tazminat ödenmesine gerek bulunmadığı yönünde karar verilmesi gerekir.

70. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle

A. Başvurunun

1- Adil yargılanma hakkıyla ilgili şikâyetinin diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2- Mülkiyet hakkıyla ilgili şikâyet yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

F. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,

06/03/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

TÜRKİYE İŞ BANKASI A.Ş. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/6192)

 

Karar Tarihi: 12/11/2014

R.G. Tarih-Sayı: 21/2/2015-29274

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Haşim KILIÇ

Başkanvekili

:

Serruh KALELİ

Başkanvekili

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Engin YILDIRIM

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Zühtü ARSLAN

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Abdullah TEKBAŞ

Başvurucu

:

Türkiye İş Bankası AŞ

Vekili

:

Av. Barış CANTOSUN

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu Türkiye İş Bankası AŞ (Banka), çalışanlarına çeşitli menfaatler sağlamak üzere kurulmuş olan Türkiye İş Bankası AŞ Mensupları Munzam Sosyal Güvenlik ve Yardımlaşma Sandığı Vakfına (Vakıf) şubeleri itibariyle yaptığı katkı payı ödemelerinin, vergi müfettişlerince yapılan vergi incelemesi sonucunda ücret olarak değerlendirilmesi dolayısıyla adına tarh edilen gelir vergisi ve damga vergisi ile kesilen vergi ziyaı cezalarına karşı açtığı davanın reddi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 7/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 1/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru dosyasının bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Bakanlığın 15/10/2014 tarihli görüş yazısı 23/10/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu vekili tarafından 24/10/2014 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı cevap dilekçesi verilmiştir.

6. İkinci bölüm tarafından 4/11/2014 tarihinde, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Banka nezdinde 2007-2011 yılları arası dönem için yapılan vergi incelemesi sonucunda düzenlenen 23/11/2012 tarih ve 2012-B-585/8 sayılı vergi tekniği raporunda özetle, "Munzam Sandık Vakfının 506 sayılı Kanun'un geçici 20. maddesine göre kurulmadığı, Bankaya ait geçici 20. maddeye göre kurulan başka bir sandığın bulunduğu, dolayısıyla Munzam Sandığın bu sandığın sağladığı haklara ek haklar sağladığı ve bu sebeple özel sigorta fonksiyonu gördüğü, Munzam Sandığın ana finansman kaynağının çalışanlardan ve Bankadan sağlanan katkı payları olduğu, dolayısıyla Vakıf tarafından çalışanlara sağlanan menfaatlerin bir kısmının Banka tarafından finanse edildiği, bu yönüyle Banka katkı payının işçilere sağlanan menfaatlere ilişkin işveren payı olarak algılanması gerektiği, Banka katkı payının hesabında çalışanların emekliliğe esas maaş ve ikramiye paylarının dikkate alındığı ve bundaki amacın her bir çalışanın elde edeceği menfaatin net tutarını belirlemek olduğu, Banka katkı payı ödemelerinden esas yararlananın çalışanlar olduğu Munzam Sandığın sadece buna aracılık ettiği" gerekçeleriyle Bankanın muhtelif şubeleri tarafından yapılan ödemelerin ücret mahiyetinde olduğu ve bu ödemelerin 31/12/1960 tarih ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 63. maddesinde yazılı şartları taşımaması nedeniyle ücret matrahından indirilemeyeceği sonucuna varılarak, bu ödemeler üzerinden gelir vergisi kesilerek beyan edilip ödenmediği gerekçesiyle cezalı gelir vergisi tarhiyatları ve bu katılım payları ödemelere ilişkin belgelerde gösterilmediğinden damga vergisi matrahının eksik hesaplandığı gerekçesiyle de cezalı damga vergisi tarhiyatları yapılarak Bankanın muhtelif şubelerine tebliğ edilmiştir.

9. Banka tarafından muhtelif şubeleri adına bu tarhiyatlara karşı, Vakfa ödenen katkı paylarının ücret sayılamayacağı iddiasıyla vergi mahkemelerinde çok sayıda dava açılmış, bu davaların çoğu reddedilmiş, bazı davalar vergi mahkemelerince kabul edilse de bu kararların bir kısmı üst derece mahkemeleri olan bölge idare mahkemelerince bozularak esastan reddedilmiş, bir kısmı da üst derece mahkemesi olan Danıştay Üçüncü ve Dördüncü Dairelerince 2013 yılının değişik tarihlerinde verilen kararlarda, esastan reddedilmeleri gerektiği gerekçesiyle bozulmuş olup halen derdesttir.

10. İlk derece aşamasında davaları kabul eden vergi mahkemelerinin kararları ile emsal niteliğindeki Danıştay Dördüncü Dairesinin 14/11/2013 tarih ve E.2013/5743, K.2013/7966 sayılı oyçokluğu ile verilen kararına katılmayan üyelerin karşı oy yazılarında özetle, "katkı payı ödemesinin kaynağının Vakıf senedi olduğu, Vakfın fonksiyonunun çeşitli sosyal güvenlik yardımlarının sağlanması olduğu, koşulların gerçekleşmesi halinde çalışanlara sağlanan faydanın ücret olarak değerlendirilemeyeceği, katkı payının hesaplanmasında işçi ücretlerinin baz alınmasının bir sigorta primi hesaplama tekniği olup bu şekilde hesaplama yapılmasının katkı payının ücret olarak değerlendirilmesi sonucunu doğurmayacağı, çalışanlara Vakıfça menfaat sağlanmasının tek başına ödemenin ücret olduğunun kabulünü gerektirmeyeceği, sağlanan menfaat üzerinde hukuki ve fiili tasarrufun ne zaman gerçekleştiğinin tespit edilmesi gerektiği oysa menfaatin hangi çalışana ne zaman sağlandığının belli olmadığı, ödemenin yapıldığı tarih itibariyle çalışanın hukuki ve fiili tasarrufunun bulunmadığı, dolayısıyla Banka çalışanlarına doğrudan bir menfaat sağlanmadığı, menfaatin Banka ile çalışan arasındaki iş aktine göre değil, Vakıf ile yararlanan arasındaki hukuki bağa göre sağlandığı, hangi çalışana hangi tutarda menfaat sağlandığı tespit edilemeyeceğinden, menfaatin parayla temsil edilme kabiliyetinin bulunmadığı, Vakfın sağladığı menfaatlerden sadece ücretli olarak çalışanlar değil, Bankanın vakıflarında çalışanlar ve görevinden ayrılanların da yararlandığı, Bankanın katkı payını önce bordroya ekleyip vergi kesmesi sonra da Vakfa ödemesi hususunda yasal bir zorunluluk bulunmadığı, kıyas veya genişletici yorum yoluyla vergi konusunun genişletemeyeceği, aksinin kabulü halinin vergiyi doğuran olayın mahiyetine ve verginin kanuniliği ilkesine aykırı olduğu" gerekçeleriyle davaların kabul edildiği ve aynı gerekçelerle Danıştay incelemesinde bazı üyelerin çoğunluk görüşüne katılmadıkları görülmektedir.

11. Gerek davaların reddine ilişkin vergi mahkemeleri ile bölge idare mahkemeleri kararlarında ve gerekse emsal niteliğindeki ve kabul yönündeki ilk derece mahkemesi kararlarının bozulmasına ilişkin Danıştay Dördüncü Dairesinin 24/12/2013 tarih ve E.2013/6879, K.2013/10433 sayılı kararı ile Danıştay Üçüncü Dairesinin 23/12/2013 tarih ve E.2013/10314, K.2013/6399 sayılı kararında özetle, "Kanunun vergiyi doğuran olay olarak nitelendirdiği hukuki durumun özel hukuk işlemi veya tasarrufuyla değiştirilemeyeceği, Banka tarafından Vakfa aktarılan paraların Vakıfta kalmayıp çalışanlara menfaat olarak yansıtıldığı, Vakfın bu işlemde aracılık ettiği, Vakıf tarafından sunulan menfaatlerin bir kısmının Banka tarafından finanse edildiği, Banka katılım payının çalışanların maaş ve ikramiyelerinin belli bir oranı olarak hesaplanması suretiyle her çalışanın elde edeceği menfaatin net tutarının belirlendiği, kayıtların personel bazında tutulduğu ve sağlanan maddi menfaatin bu kişilere münhasır kılındığı, menfaat anlık olarak sunulmasa bile Banka tarafından yapılan ödemelerin kişi bazında izlendiği ve sonuçta koşullar gerçekleştiğinde kişiye ödeme yapıldığı, dolayısıyla ödeme ile kişisel bazda menfaat sağlandığı, Bankanın vakfa ödenen işçi paylarından stopaj yoluyla vergi kestiği bu nedenle tasarruf hakkının bulunduğu, iç ilişkide Bankanın sorumluluğunun çalışana karşı değil de Vakfa karşı olmasının sonucu değiştirmeyeceği, (başvuranlar tarafından aksi yönde Danıştay kararları bulunduğu iddiasına ilişkin olarak) aksi yönde Danıştay kararları bulunsa da, içtihadı birleştirme kararları dışındaki kararların olaya özgü ve tarafları bağlayıcı olduğu, (aksi yönde Maliye Bakanlığı muktezaları bulunduğu iddiasına ilişkin olarak ise) Maliye Bakanlığı muktezalarının mahkemeler açısından bağlayıcılığının bulunmadığı, (Bankanın sosyal güvenlik sistemindeki emeklilik sonrası düzenlemeler dikkate alındığında yapılan stopajın mükerrer vergilemeye sebep olacağı iddiasına ilişkin olarak) farklı dönemlerde farklı vergileme uygulamaları nedeniyle mükerrer vergilemeden söz edilemeyeceği" gerekçeleriyle davaların reddedildiği, vergi mahkemelerinin davaların kabulü yönündeki kararlarının bozulduğu ve Danıştayın bu husustaki içtihadının 2013 yılında verdiği kararlara dayandığı görülmektedir.

12. Başvuru konusu dava Ankara 2. Vergi Mahkemesinde açılmış ve Mahkemenin 11/7/2013 tarih ve E.2013/178, K.2013/1367 sayılı kararıyla kabul edilerek verginin tarhına ilişkin işlem iptal edilmiştir. Davalı Ankara Vergi Dairesi Başkanlığınca itiraz edilen bu karar, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 2. Kurulunun 17/12/2013 tarih ve E.2013/30201, K.2013/25158 sayılı ilamında itirazın kabulüyle bozulmuş ve dava reddedilmiş, başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Kurulun 20/3/2014 tarih ve E.2014/3187, K.2014/2820 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Bu karar, başvurucu vekiline 9/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

13. Anayasa'nın 73. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır."

14. 4/1/1961 tarih ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 3. maddesinin (B) fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"B) İspat: Vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır."

15. 31/12/1960 tarih ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 1. maddesi şöyledir:

"Gerçek kişilerin gelirleri gelir vergisine tâbidir. Gelir bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarıdır."

16. 193 sayılı Kanun'un 61. maddesi şöyledir:

"Ücret, işverene tabi belirli bir işyerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerdir.

Ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı (Mali sorumluluk tazminatı), tahsisat, zam, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olması veya bir ortaklık münasebeti niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunması onun mahiyetini değiştirmez.

Bu kanunun uygulanmasında, aşağıda yazılı ödemeler de ücret sayılır.

1. 23 üncü maddenin 11 numaralı bendine göre istisna dışında kalan emeklilik, maluliyet, dul ve yetim aylıkları;

2. Evvelce yapılmış veya gelecekte yapılacak hizmetler karşılığında verilen para ve ayınlarla sağlanan diğer menfaatler;

3. Türkiye Büyük Millet Meclisi, İl genel meclisi ve belediye meclisi üyeleri ile özel kanunlarına veya idari kararlara göre kurulan daimi veya geçici bütün komisyonların üyelerine ve yukarıda sayılanlara benzeyen diğer kimselere bu sıfatları dolayısiyle ödenen veya sağlanan para, ayın ve menfaatler;

4. Yönetim ve denetim kurulları başkanı ve üyeleriyle tasfiye memurlarına bu sıfatları dolayısiyle ödenen veya sağlanan para, ayın ve menfaatler;

5. (Değişik: 4/12/1985 - 3239/53 md.) Bilirkişilere, resmi arabuluculara, eksperlere, spor hakemlerine ve her türlü yarışma jürisi üyelerine ödenen veya sağlanan para, ayın ve menfaatler;

6. Sporculara transfer ücreti veya sair adlarla yapılan ödemeler ve sağlanan menfaatler."

17. 193 sayılı Kanun'un 63. maddesinin birinci fıkrasının giriş kısmı ve 2. bendi şöyledir:

"Ücretin gerçek safi değeri iş veren tarafından verilen para ve ayınlarla sağlanan menfaatler toplamından aşağıdaki indirimler yapıldıktan sonra kalan miktardır.

...

2. (Değişik : 28/6/2001 - 4697/4 md.) Kanunla kurulan emekli sandıkları ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesinde belirtilen sandıklara ödenen aidat ve primler"

18. 193 sayılı Kanun'un 94. maddesinin birinci fıkrasının giriş kısmı ve 1. bendi şöyledir:

"(Değişik: 26/12/1993 - 3946/22 md.) Kamu idare ve müesseseleri, iktisadi kamu müesseseleri, sair kurumlar, ticaret şirketleri, iş ortaklıkları, dernekler, vakıflar, dernek ve vakıfların iktisadi işletmeleri, kooperatifler, yatırım fonu yönetenler, gerçek gelirlerini beyan etmeye mecbur olan ticaret ve serbest meslek erbabı, zirai kazançlarını bilanço veya zırai işletme hesabı esasına göre tespit eden çiftçiler aşağıdaki bentlerde sayılan ödemeleri (avans olarak ödenenler dahil) nakden veya hesaben yaptıkları sırada, istihkak sahiplerinin gelir vergilerine mahsuben tevkifat yapmaya mecburdurlar.

1. Hizmet erbabına ödenen ücretler ile 61 inci maddede yazılı olup ücret sayılan edemelerden (istisnadan faydalananlar hariç), 103 ve 104 üncü maddelere göre,

...

vergi tevkifatı yapılır."

19. 193 sayılı Kanun'un 96. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

(Değişik birinci fıkra: 31/12/1982 - 2772/11 md.) Vergi tevkifatı, 94 üncü madde kapsamına giren nakten veya hesaben yapılan ödemelere uygulanır. Bu maddede geçen hesaben ödeme deyimi, vergi tevkifatına tabi kazanç ve iratları ödeyenleri istihkak sahiplerine karşı borçlu durumda gösteren her türlü kayıt ve işlemleri ifade eder."

20. 193 sayılı Kanun'un 98. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

94 üncü madde gereğince vergi tevkifatı yapmaya mecbur olanlar bir ay içinde yaptıkları ödemeler veya tahakkuk ettirdikleri karlar ve iratlar ile bunlardan tevkif ettikleri vergileri ertesi ayın yirmiüçüncü günü akşamına kadar, ödeme veya tahakkukun yapıldığı yerin bağlı olduğu vergi dairesine bildirmeye mecburdurlar.”

21. 193 sayılı Kanun'un 23. maddesinin birinci fıkrasının giriş kısmı ve 11. bendinin 4697 sayılı Kanun'la değişmeden önceki şekli şöyledir:

"Aşağıda yazılı ücretler Gelir Vergisi'nden istisna edilmiştir:

Kanunla kurulan veya tüzel kişiliği haiz bulunan emekli sandıkları ile 10 yıl süre ile prim veya aidat ödenmiş olmak kaydıyla Türkiye'de kain ve merkezi Türkiye'de bulunan sigorta şirketleri ve yardım sandıkları tarafından ödenen emekli, maluliyet, dul ve yetim aylıkları (Tüzel kişiliği haiz muhtelif emekli sandıkları ile sigorta şirketleri ve yardım sandıkları tarafından ödenen aylıklar toplamı, en yüksek devlet memuruna ödenen en yüksek ödeme tutarından fazla ise aradaki fark ücret olarak vergiye tabi tutulur.) (Genel, katma ve özel bütçelerden ödenen bu nevi aylıklar dahil)"

22. 193 sayılı Kanun'un 23. maddesinin birinci fıkrasının giriş kısmı ve 11. bendinin 4697 sayılı Kanun'la değişik ve uygulanmakta olan şekli şöyledir:

"Aşağıda yazılı ücretler Gelir Vergisi'nden istisna edilmiştir:

...

11. Kanunla kurulan emekli sandıkları ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesinde belirtilen sandıklar tarafından ödenen emekli, malûliyet, dul ve yetim aylıkları (506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesinde belirtilen sandıklar tarafından ödenen aylıkların toplamı, en yüksek Devlet memuruna ödenen en yüksek ödeme tutarından fazla ise aradaki fark ücret olarak vergiye tabi tutulur.) (Genel, katma ve özel bütçelerden ödenen bu nevi aylıklar dahil)"

23. 1/7/1964 tarih ve 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu'nun 1. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

"Bu Kanuna ekli (1) sayılı tabloda yazılı kağıtlar Damga vergisine tabidir.

Bu kanundaki kağıtlar terimi, yazılıp imzalamak veya imza yerine geçen bir işaret konmak suretiyle düzenlenen ve herhangi bir hususu ispat veya belli etmek için ibraz edilebilecek olan belgeler ile elektronik imza kullanılmak suretiyle manyetik ortamda ve elektronik veri şeklinde oluşturulan belgeleri ifade eder."

24. 488 sayılı Kanun'un 3. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Damga Vergisinin mükellefi kağıtları imza edenlerdir."

25. 29/06/1956 tarih ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu'nun 468. maddesi şöyledir:

"Esas mukavelede şirketin müstahdem ve işçileri için yardım sandıkları vesair yardım teşkilatı kurulması ve idamesi maksadiyle akçe ayrılması derpiş olunabilir.

Yardım maksadına tahsis olunan para ve diğer mallar, şirket mallarından ayrılarak bunlarla Medeni Kanun hükümleri dairesinde bir tesis meydana getirilir.

Tesis senedinde, tesis mallarının şirkete karşı bir alacaktan ibaret olacağı tasrih olunabilir.

Şirketten alınandan başka müstahdem veya işçilerden de aidat alınmışsa, hizmet münasebetinin sonunda tesis şartlarına göre bu akçeden faydalanmadıkları takdirde müstahdem ve işçilere hiç değilse ödedikleri meblağlar ödeme tarihlerinden itibaren %5 faiziyle birlikte geri verilir."

26. 17/07/1964 tarih ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu'nun geçici 20. maddesi şöyledir:

"Bankalar, sigorta ve reasürans şirketleri, ticaret odaları, sanayi odaları,borsalar veya bunların teşkil ettikleri birlikler personelinin malûllük, yaşlılık ve ölümlerinde yardım yapmak üzere, bu kanunun yayımı tarihine kadar tesis veya dernek olarak kurulmuş bulunan sandıklar, bu kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç altı ay içinde:

a) ilgili bulundukları banka, sigorta şirketi, reasürans şirketi, ticaret odası, sanayi odası, borsa veya bunların birliklerinin bütün personelini kapsıyacak,

b) Bu personelin, iş kazalariyle meslek hastalıkları, hastalık, analık, malûllük, yaşlılık ve ölüm, eşlerinin analık, eş ve çocuklarının hastalık hallerinde, en az bu kanunda belirtilen yardımları sağlıyacak,

c) Sandıkların statülerine tabi personelin bu madde şümulüne giren banka, sigorta şirketi, reasürans şirketi, ticaret odası, sanayi odası, borsa veya bunların birliklerinden birinden diğerine geçmesi halinde bu gibi personelin kendi sandıklarındaki müktesep haklarının da diğer ilgili sandığa veya aralarında kuracakları müşterek bir sandığa intikalini temin edecek,

Birer tesis haline getirildiği ve bunu tevsik eden statülerini, bu kanunun yayımı tarihinden en geç altı ay içinde Çalışma Bakanlığına verdikleri takdirde, bu teşekküllerin ve sandıkların personeli işbu kanunun uygulanmasında sigortalı sayılmazlar.

Şu kadar ki, bu sandıkların statüleri ve statü değişiklikleri Çalışma Bakanlığınca onaylanmak suretiyle tekemmül eder. Mali durumları da Çalışma, Maliye ve Ticaret Bakanlıklarınca müşterek kontrol ve murakabe edilir. Mali durumlarının kontrol ve murakabesi sonunda alınmasına bu Bakanlıklarca müştereken lüzum gösterilecek tedbirleri, sandıklar ve ilgili bulundukları teşekküller yerine getirmekle yükümlüdür.

Sözü edilen sandıkların mevzuatına tabi olarak geçen hizmetler ile emekli sandıkları kanunlarına veya malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak geçen hizmetler yazılı istek halinde, 5/1/1961 tarihli 228 sayılı kanunun aylık bağlanmasına ilişkin esasları dairesinde birleştirilerek tahsis yapılır.

(Ek fıkra: 13/2/2011-6111/53 md.) Birinci fıkranın (b) bendinin uygulanmasında, yardımların sağlanması ve bağlanması yönünden alt sınırın belirlenmesinde muadil miktar karşılaştırması esas alınır. Ancak, gelir ve aylıkların artırılmasında 506 sayılı Kanuna göre bağlanan gelir ve aylıkların artırımına ilişkin hükümler devir tarihine kadar uygulanmaz. 5510 sayılı Kanunun geçici 20 nci maddesinin onikinci fıkrasında yer alan sınırlama dâhilinde sandıkların kuruluş senetlerinde yer alan hükümler ve sandıkların uygulamaları saklıdır. Bu hüküm, yürürlüğe girdiği tarihten önceki artışlarda ve görülmekte olan davalar hakkında da uygulanır."

27. 19/10/2005 tarih ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun 58. maddesi şöyledir:

"Bankalarca münhasıran çalışanlarına ait olmak üzere sağlık ve sosyal yardım, emeklilik, ihtiyat ve tasarruf sağlama amaçlarıyla kurulan sandık ve vakıflara açıklarının kapatılması için kaynak aktarılamaz."

28. 8/3/1973 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak bu tarih itibariyle yürürlüğe giren 111 Seri No.'lu Gelir Vergisi Genel Tebliğinin "1. Emekli sandığı ve sosyal sigorta kurumlarına ödenen borçlanma aidat ve primleri" başlıklı kısmının birinci paragrafı şöyledir:

"Belli şartları taşıyan kimselerin sosyal güvenliklerini sağlamak amaciyle, kanunla kurulan ve tüzel kişiliği haiz Emekli Sandıkları ve Sosyal Sigorta Kurumlarına, ödenen paralara aidat ve prim denilmekte ve bunlar 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 63 üncü maddesindeki şartlarla, ücretin gerçek safî tutarının hesabında, gider olarak indirilmektedir."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 12/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 7/5/2014 tarih ve 2014/6192 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

30. Başvurucu, Vakfa yaptığı katkı payı ödemelerinin vergiye tabi ücret özelliği taşımadığını ve üzerinde çalışanların tasarruf yetkisinin bulunmadığı bu ödemeler bakımından vergiye tabi gelirin özelliklerinden biri olan "elde edilmiş olma" unsurunun gerçekleşmediğini, bu ödemelerin kıyas yapılmak yoluyla ücret olarak kabulünün verginin kanuniliği ilkesine aykırı olacağını, söz konusu ödemelerin ücret olmadığına ilişkin Yargıtay kararı ve ücret olarak vergilendirilmeyeceğine ilişkin geçmiş tarihlerde verilmiş Maliye Bakanlığı muktezaları bulunduğunu ve başvuru konusu vergilendirme işlemlerine kadar katkı paylarının ücret olarak kabul edilerek vergilendirileceğine ilişkin idari bir uygulamanın ve buna ilişkin yargısal içtihadın bulunmadığını, munzam sandık vakıflarının temel amacının emeklilik sonrası emekli aylığı ödemek olduğunu ve bu ödemelerle ilgili 193 sayılı Kanun'da farklı düzenlemelerin bulunduğunu, buna göre emeklilik veya maluliyet koşulları gerçekleşmeden söz konusu kuruluşlara yapılan ödemelerin vergilendirilmesinin mükerrer vergileme olacağını belirterek, hukuka aykırı bir şekilde vergi tarh edilmesi ve ceza kesilmesi dolayısıyla Anayasa'nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının, dava dilekçesine delil olarak ibraz edilen Maliye Bakanlığı muktezası ve Yargıtay kararı dikkate alınmaksızın karar verilmesi dolayısıyla 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının ve ücret kapsamında yer almayan bir ödemenin ücret sayılarak vergilendirilmesi dolayısıyla da 73. maddesinde yer alan verginin kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlallerin giderilmesi için yeniden yargılama yapılması veya tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

31. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, adına tarh edilen vergi ve cezalara karşı açtığı davanın reddi nedeniyle Anayasa'nın 35., 36. ve 73. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürdüğü görülmekte olup ihlal iddiaları bir bütün olarak değerlendirildiğinde bu iddiaların özünün, söz konusu kararın adil olmadığı ve bu nedenle mülkiyet hakkının ihlal edildiği hususuna yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple başvurucunun ihlal iddiaları mülkiyet hakkı çerçevesinde değerlendirilmiş olup Anayasa'nın 36. ve 73. maddelerinin ihlal edildiğine ilişkin iddiaları, bağlantısı dolayısıyla mülkiyet hakkına ilişkin değerlendirmeler kapsamında ele alınmıştır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

32. Başvurucu, hukuka aykırı bir şekilde vergi tarh edilmesi ve ceza kesilmesi dolayısıyla Anayasa'nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

33. Başvuru dosyası kapsamında yapılan değerlendirmelerden, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilmezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedenin de bulunmadığı anlaşılan başvurunun, kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

34. Başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal iddialarının değerlendirildiği Bakanlık görüş yazısında, Anayasa Mahkemesince, AİHM’in mülkiyet hakkına müdahaleye ilişkin içtihatlarının dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.

35. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde başvuru formundaki iddialarını tekrarladıktan sonra, aleyhine vergilendirme ve ceza kesme işlemleri dolayısıyla verginin kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği hususunda açıklamalara yer vermiştir.

36. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

37. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) Ek 1 Nolu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”

38. Anayasa'nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

39. Anayasa'nın “Vergi ödevi” kenar başlıklı 73. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.”

40. Anayasa’nın 13. maddesi temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri, 35. maddesi mülkiyet hakkının sınırlandırılmasına ilişkin özel ilkeleri tespit ederken, vergi ödevine ilişkin 73. maddesi ise, vergi yoluyla mülkiyet hakkına yapılacak müdahalelerin anayasal sınırlarına ilişkin özel hükümler içermektedir. Bu durumda Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, başvuru konusu somut olayın değerlendirilmesinde ilgili Protokol hükmü ve Anayasa’nın 35. maddesiyle birlikte 13. ve 73. maddelerinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Böylelikle, mülkiyet hakkına yönelik vergisel müdahalelerin hukuka uygunluğunu sağlayacak sınırlar ortaya konularak, mülkiyet hakkının Anayasa hükümleri çerçevesinde yeterli ve etkili bir şekilde korunması sağlanmış olacaktır.

41. Anayasa'nın 13. maddesinde yapılan düzenlemeye uygun bir şekilde 35. maddesi de, mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kanunla düzenlenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Buna ek olarak 35. madde, sınırlamanın kamu yararı amacıyla yapılacağını ve mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağını belirterek toplum yararı ile kişi yararı arasında bir denge kurulması gerektiğini de ifade etmektedir. Kanunla düzenleme gerekliliğine ilişkin hükümlerin ifade tarzı, mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların mutlaka şekli anlamda kanun ile yapılması zorunluluğuna işaret etmektedir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün, yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır. Buna göre, hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlandırılması ölçütü anayasal temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında vazgeçilmez bir unsur olup (Bkz. B. No. 2013/2187, 19/12/2013, § 36), bu koşulun sağlanmaması durumunda diğer güvence ölçütlerinin değerlendirilmesinin bir anlamı olmayacaktır.

42. Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerinde yer alan mülkiyet hakkına yönelik sınırlamaların kanunla yapılabileceğine ilişkin düzenlemeye paralel olarak, verginin kanuniliği ilkesinin düzenlendiği Anayasa'nın 73. maddesinin üçüncü fıkrası hükmü ile, vergi mükellefi bakımından vergisel yükümlülüklerin "belirliliği" ve "öngörülebilirliği" ve bu bağlamda vergi mükelleflerinin hukuki güvenliği sağlanmak istenmiştir. Söz konusu ölçütler mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin kanunla yapılması zorunluluğunun alt ölçütleri olarak da kabul edilen ölçütlerdir. Verginin belirli ve öngörülebilir olması, vergiye ilişkin hükümlerin "açık ve anlaşılır" olmasını gerektirmekte olup, Anayasa'nın 73. maddesinin üçüncü fıkrası ile Türk Hukukunda vergisel yükümlülüğün mutlaka kanunla konulmasını zorunlu tutan Anayasa hükmünün, vergi yoluyla mülkiyet hakkına yönelik müdahaleler karşısında kişilere AİHS'e göre daha üst düzey bir koruma sağladığı söylenebilir. Bu husus, Anayasa Mahkemesince "Verginin kanuniliği ilkesi, takdire dayalı keyfî uygulamaları önleyecek sınırlamaların yasada yer almasını gerektirmekte ve vergi yükümlülüğüne ilişkin düzenlemelerin konulması, değiştirilmesi veya kaldırılmasının yasa ile yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Buna göre vergide yükümlü, matrah, oran, tarh, tahakkuk, tahsil, uygulanacak yaptırımlar ve zamanaşımı gibi konuların yasayla düzenlenmesi zorunludur" denilmek suretiyle açıklığa kavuşturulmuştur (AYM, E.2009/63, K.2011/66, 14/4/2011). Bu durumda, Anayasaya göre mülkiyet hakkına vergi yoluyla yapılan müdahalenin mutlaka kanuna dayanması gerekmektedir.

43. Anayasa'nın 35. maddesinde olduğu gibi Sözleşme'ye Ek 1 Nolu Protokolde de mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Ancak AİHM içtihatlarına göre, mülkiyet hakkını sınırlamaya yönelik müdahalelerin meşru sayılabilmesi için belli ölçütleri içermesi gerekmektedir (James ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 37). Buna göre müdahale, kamu yararı amacıyla yapılmalı (Beyeler/İtalya, B. No: 33202/96, 5/1/2000, § 111), hukuka dayalı olmalı (Iatridis/Yunanistan, B. No: 31107/96, 25/3/1999, § 58; Sporrong ve Lönnroth/İsveç, B. No: 7152/75, 23/9/1982, § 69) ve ölçülü olmalıdır (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57; Sporrong ve Lönnroth/İsveç, B. No: 7152/75, 23/9/1982, § 69). Bu durumda, mülkiyet hakkına vergi yoluyla yapılan müdahalelerde, müdahalede kamu yararı bulunup bulunmadığı, müdahalenin hukuka dayalı olup olmadığı ve ölçülü olup olmadığı hususlarının incelenmesi gerekmektedir.

44. AİHM içtihatlarına göre, mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt hukuka dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. AİHM'e göre müdahalenin hukuka dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Hentrich/Fransa, B. No: 13616/88, 22/9/1994, § 42).

45. Anayasanın 35. maddesi ve 1 Nolu Protokol’ün 1. maddesinde, paralel düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer verilmiştir. Her iki düzenlemenin ilk cümlelerinde herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu ifade olunmakta, ikinci cümlelerinde ise kişilere tanınan mülkiyet hakkının hangi koşullarla sınırlanabileceği ya da hangi koşullarla kişilerin mülkiyet hakkından yoksun bırakılabileceği hüküm altına alınmaktadır (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 29).

46. Her iki düzenlemenin üçüncü cümleleri ise farklı şekillerde ele alınmıştır. Anayasa’nın 35. maddesinin son fıkrası mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı şeklinde hakkın kullanımına ilişkin genel bir ilkeye yer verirken, Sözleşmeye Ek 1 Nolu protokolün 1. maddesinin ikinci fıkrası, devletlerce mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasının düzenlenmesi ile vergilerle, diğer harç ve cezaların ödenmesinin sağlanması için gerekli görülen yasaların yürürlüğe konulmasının mülkiyet hakkına müdahale olarak kabul edilemeyeceğini ifade etmektedir.

47. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiği hüküm altına alınırken 1 Nolu Protokol’ün 1. maddesi mülkiyetten yoksun bırakmanın kamu yararıyla, yasada öngörülen koşullarla ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini öngörmektedir. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak, kanun altı düzenlemelerin, istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin ve hatta örf ve adet hukukunun da hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (bkz. Malonei/İngiltere, B. No: 8691/79, 2/8/1984, § 66-68; The Sunday Times/Birleşik Krallık, B. No: 6538/74, 26/4/1979, § 47; Špaček, s.r.o./Çek Cumhuriyeti, B. No: 26449/95, 9/11/1999, § 57) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme’den daha güvenceli bir koruma sağlamaktadır (Bkz. B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31).

48. İnceleme konusu somut olayda başvurucu, başvuruya konu vergileri ve bu vergilere bağlı olarak kesilen cezaları malvarlığından ödemek zorunda kalmış olduğundan verginin esas itibariyle mülkiyet hakkına yönelik bir müdahale olduğu görülmektedir (Bkz. Špaček, s.r.o./Çek Cumhuriyeti, B. No: 26449/95, 9/11/1999, § 41). Ancak vergi yoluyla mülkiyet hakkına yönelik müdahaleler konusunda Sözleşme'ye Ek 1 Nolu Protokol’ün 1. maddesinin ikinci fıkrası devletlere vergi politikaları konusunda oldukça geniş bir hareket alanı sağlamaktadır. Bu hükme göre vergisel tedbirler konusunda devletlerin, diğer alanlara nazaran daha geniş bir takdir hakkı olduğu kabul edilmektedir (Bkz. Travers/İtalya, B. No: 15117, 16/1/1995).

49. Somut olayda uyuşmazlığın, kanuna dayalı olma gerekliliğinin yerine getirilip getirilmediği, bir diğer deyişle, Banka tarafından Vakfa ödenen katkı paylarının ücret olarak değerlendirilerek vergilendirileceğine ilişkin kanuni düzenleme bulunup bulunmadığı hususundan kaynaklandığı görülmektedir. Başvuru dosyası içeriğindeki yargı kararlarının incelenmesinden, Bankanın değişik şubeleri için aynı somut olaya dayalı olarak açılan davalarda, 193 sayılı Kanun'un 61. maddesi çerçevesinde katkı payı ödemelerinin ücret olup olmadığı hususunun ayrıntılı bir şekilde ve tüm yönleriyle tartışıldığı ve gerek bölge idare mahkemelerinin çoğu ve gerekse Danıştayın Üçüncü ve Dördüncü Dairelerince bu ödemelerin ücret olarak vergilendirilmesi gerektiği sonucuna varıldığı (§ 10) görülmektedir. Hukuk kurallarının yorumlanması yetkisi derece mahkemelerine ait olduğundan (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26) söz konusu ödemelerin ücret olarak kabulü gerektiği sonucuna varılmakla birlikte, Anayasa Mahkemesince öncelikle ilgili derece mahkemelerinin kararlarında, uyuşmazlık konusu vergilere ilişkin vergilendirme dönemi olan 2007 yılında Banka katkı payı ödemelerinin ücret olarak kabul edilerek vergilendirilmesi gerektiği yönündeki değerlendirmelere esas alınan kanun hükümlerinin, müdahalenin kanun tarafından öngörülmüş olması koşulu bakımından değerlendirilmesi gerekmektedir.

50. Mülkiyet hakkına vergi yoluyla yapılan müdahalenin meşruiyetinin sorgulanabilmesi için, kanun tarafından öngörülmüş olma ölçütünün alt ölçütleri olan "ulaşılabilirlik" ve "öngörülebilirlik" ölçütlerinin sağlanıp sağlanmadığının, bir diğer deyişle kanuni dayanağın mülkiyet hakkı sahibi bakımından ulaşılabilir ve öngörülebilir olup olmadığının ve hak sahibinin hukuki güvenliğinin sağlanıp sağlanmadığının tespit edilmesi gerekmektedir.

51. "Ulaşılabilirlik" ilgili hukuki düzenlemenin aleni olması yani yayımlanmasını ifade etmekte olup (Špaček, s.r.o./Çek Cumhuriyeti, B. No: 26449/95, 9/11/1999, §§ 56-61) başvuru konusu müdahalenin dayanağı olan Kanun hükümleri bakımından ulaşılabilirliğin sağlandığında şüphe bulunmamaktadır.

52. "Öngörülebilirlik" ise, hukuk kuralının uygulanması hâlinde doğabilecek sonuçların, önceden tahmin edilebilmesi anlamına gelmektedir (Hentrich/Fransa, B. No: 13616/88, 22/9/1994, § 42). Buna göre öngörülebilirlik koşulunun sağlandığından söz edebilmek için, mülkiyet hakkı sahibi tarafından hangi koşulların gerçekleşmesi hâlinde mülkiyet hakkına müdahale edileceğinin önceden tahmin edilebilmesi/bilinebilmesi gerekmektedir.

53. Bu çerçevede, verginin kanuniliği ilkesi gereği vergi yoluyla yapılacak müdahalelerin temel dayanağı olan kanunların da, ilgili kişinin davranışlarını belirlemesi amacıyla, kolayca ulaşabileceği, gerektiğinde profesyonel yardım almak suretiyle de olsa anlayabileceği, açık, net ve yeterince belirgin nitelikte olması gerekmektedir (aynı yönde bkz. B. No: 2014/4705, 29/5/2014, § 56). Ancak her zaman, kanunlarda mutlak bir açıklığın beklenemeyeceği ortadadır. Bu sebeple, kanuni düzenlemelerde az veya çok belirsiz ifadeler bulunabileceği ve bu belirsizliğin uygulamadaki yorumlarla giderilebileceği kabul edilmektedir (AYM, E.2009/9, K.2011/10. 16/6/2011; E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013) (Benzer yöndeki AİHM içtihadı için bkz. Barthold/Almanya, B. No: 8734/79, 25/3/1985, § 47). Bu durumda kanuni düzenlemenin içeriğinin ve kapsamının kanun altı düzenlemeler veya yargısal içtihatlarla açıklığa kavuşturulduğu, bir diğer deyişle birey açısından belirliliğin sağlandığı durumlarda öngörülebilirlik koşulunun karşılandığı söylenebilecektir.

54. Başvuru dosyası içeriğinden ve Bakanlık görüş yazısından; 2012 yılı öncesinde munzam sandıklara ödenen banka katkı paylarının ücret olarak değerlendirilerek vergilendirilmelerine ilişkin idari bir düzenleme ya da uygulama olmadığı, dolayısıyla başvuru konusu olaya benzer olayların yargıya intikal etmediği ve yargısal bir içtihadın bulunmadığı, vergi tekniği raporunda zikredilen Danıştay içtihatlarının doğrudan bu konuyla ilgili olmadığı, 1974 yılında kurulan ve halen faaliyetlerine devam etmekte olan Vakfa, Bankanın çok sayıda şubesince katkı payı ödemesi yapılmış olmasına ve defalarca vergi denetimi yapılmasına rağmen bu hususun daha önceden dile getirilmediği, katkı payı ödemelerinin ücret olarak değerlendirilmesi ve vergiye tabi tutulmasına ilişkin uygulamanın 2012 yılında yapılan vergi incelemesi sonucu düzenlenen vergi tekniği raporuna istinaden başlatıldığı ve bu yöndeki içtihadın, bu inceleme üzerine tarhedilen vergilere karşı açılan davalar dolayısıyla Danıştayın 2013 tarihli kararlarıyla ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.

55. Gerek vergilendirme işlemlerinin dayanağı vergi tekniği raporunun ve gerekse yargı kararlarının incelenmesinden, uyuşmazlıkta esas tartışmanın, Banka tarafından Vakfa ödenen katkı payının, 193 sayılı Kanun’un 61. maddesi kapsamında, Banka çalışanlarına “menfaat sağlama” şeklinde yapılmış ücret ödemesi olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususundan doğduğu anlaşılmaktadır. Nitekim ücretin menfaat sağlama şeklinde de ödenebileceği 61. maddenin birinci fıkrasında, "Ücret, işverene tabi belirli bir işyerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerdir.” denilmek suretiyle ifade edilmiştir.

56. Somut olayda derece mahkemelerince, 61. madde hükmünün vergi yoluyla yapılan müdahaleye dayanak olduğu sonucuna varılmakla birlikte, bu sonuca varılırken; bu hükme dayalı olarak gerçekleştirilen vergilendirme işlemlerine karşı çok sayıda dava açıldığı ve yargılama süreçlerinde ilgili hükümlerin ayrıntılı bir şekilde tartışıldığı, bazı ilk derece mahkemeleri ve bölge idare mahkemelerince davaların kabul edildiği, başvuru dosyasına konu vergilendirme işlemine karşı açılan davanın ise vergi mahkemesince kabul edildiği, ancak bölge idare mahkemesince vergi mahkemesi kararı bozularak davanın reddedildiği hususları dikkate alındığında, söz konusu kanun hükümlerinde yeterli açıklığın sağlanamamış olduğu, bu yüzden başvuru konusu benzeri uyuşmazlıklar bakımından farklı yorumların yapılmasına ve genel olarak farklı yönde kararların çıkmasına sebep olduğu anlaşılmaktadır.

57. Yargı kararları incelendiğinde, Vakıf tarafından Banka çalışanlarına menfaat sağlandığı, bu menfaatin bir kısmının Banka katkı paylarıyla finanse edildiği, menfaatin belli koşulların gerçekleşmesi hâlinde ve esas olarak emekli aylığı ödenmesi şeklinde sağlandığı hususlarının tartışmasız olduğu görülmektedir. Yapılan değerlendirmelerden, verginin kanuniliği ilkesi gereği, somut olaya ilişkin kanun hükmünde verginin esaslı unsurlarının düzenlendiği, ancak bu hükmün somut olay bakımından öngörülebilirlik koşulunu sağlamadığı ve yoruma ihtiyaç gösterdiği anlaşılmaktadır.

58. Somut olayda yoruma ihtiyaç gösteren esas tartışma konusu, sağlanan menfaatin çalışanlarca ne zaman elde edilmiş sayılacağına ilişkindir. Konuyla ilgili 193 sayılı Kanun’un 1. maddesinde vergiye tabi gelir, “bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarıdır” şeklinde tanımlanmıştır. Bu hükme göre, gelirin vergilendirilebilmesi için elde edilmesi gerekmektedir. Ücret gelirinin elde edilmesine ilişkin olarak 193 sayılı Kanun’un 61. maddesinde, “verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatler” ve 94. maddesinde, “ödenen ücretler” ifadelerine yer verilerek ücretlerin elde edilmesinde “tahsil esası”nın geçerli olduğuna işaret edilmiştir. Bu hususta, başvurucu lehine yargı kararlarında ve karşı oy yazılarında, “menfaatin hangi çalışana ne zaman sağlandığının belli olmadığı, ödemenin yapıldığı tarih itibariyle çalışanın hukuki ve fiili tasarrufunun bulunmadığı, dolayısıyla Banka çalışanlarına doğrudan bir menfaat sağlanmadığı, menfaatin Vakıf ile yararlanan arasındaki hukuki bağa göre sağlandığı, hangi çalışana hangi tutarda menfaat sağlandığı tespit edilemeyeceğinden, menfaatin parayla temsil edilme kabiliyetinin bulunmadığı” yönündeki yorumlara karşın; başvurucu aleyhine yargı kararlarında, “Banka tarafından Vakfa aktarılan paraların Vakıfta kalmayıp çalışanlara menfaat olarak yansıtıldığı, Vakıf tarafından sunulan menfaatlerin bir kısmının Banka tarafından finanse edildiği, Banka katılım payının çalışanların maaş ve ikramiyelerinin belli bir oranı olarak hesaplanması suretiyle her çalışanın elde edeceği menfaatin net tutarının belirlendiği, kayıtların personel bazında tutulduğu ve sağlanan maddi menfaatin bu kişilere münhasır kılındığı, menfaat anlık olarak sunulmasa bile Banka tarafından yapılan ödemelerin kişi bazında izlendiği ve sonuçta koşullar gerçekleştiğinde kişiye ödeme yapıldığı, dolayısıyla ödeme ile kişisel bazda menfaat sağlandığı” yönünde yorumlara yer verilmiştir. İlgili kanun hükümlerinin yorumuna ilişkin lehe ve aleyhe bu değerlendirmelerden, Banka tarafından Vakfa katkı payı ödenmesinde çalışanlarca menfaatin ne zaman elde edildiği hususunun kanun hükümlerinden açık ve net bir şekilde çıkarılamayacak olduğu anlaşılmakta olup, Danıştay tarafından ilgili kanun hükümlerinin bu şekildeki yorumunun başvurucu açısından öngörülebilirlik ilkesiyle bağdaştırılmasının zor olduğu görülmektedir ki (AİHM’in benzeri değerlendirmeleri için bkz. Yehova Şahitleri/Fransa, B. No: 8916/05, 30/6/2011, § 70; Serkov/Ukrayna, B. No: 39766/05, 7/6/2011, § 41), vergilendirme işlemine ilişkin vergilendirme döneminden çok sonra mahkemelerce yapılan bu yöndeki yorumun, geçmişe etkili bir şekilde uygulanması dolayısıyla ortaya çıkacak sonuçlara bireylerin katlanmasını beklemek hakkaniyete uygun olmayacaktır (AİHM’in benzeri değerlendirmeleri için bkz. Serkov/Ukrayna, B. No: 39766/05, 7/6/2011, §§ 40-43).

59. Yukarıda ifade edilen olguların yanısıra (§ 58), somut olay bakımından bağlayıcı olmasalar da, başvurucunun, katkı payı ödemelerinin ücret olarak vergilendirilmeyeceğini düşünmesini gerektirecek başka olgular da bulunmaktadır. İlk olarak, emeklilik koşulları oluşmadan Bankadan ayrılmış bir çalışanın, kendi adına Banka tarafından vakfa ödenen katkı paylarının kendisine iadesi talebinin reddi üzerine açtığı dava, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 31/5/2005 tarih ve E.2005/5293, K.2005/5938 sayılı ilamında, “toptan ödeme koşulları gerçekleşmeden çalışması son bulan davacının, işveren tarafından vakfa ödenen katkı payları üzerinde hak iddia edemeyeceği” gerekçesiyle reddedilmiştir. İkinci olarak, benzer şekilde munzam sandık kuran ve çalışanları adına katkı payı ödemesi yapmakta olan bir başka kurumun, bu ödemelerin ücret olarak vergilendirilip vergilendirilmeyeceği hususunda tereddüde düşmesi dolayısıyla verdiği dilekçe üzerine kendisine verilen 2126-32-241 sayılı ve 1967 tarihli muktezada, Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü (Gelir İdaresi Başkanlığı), bu ödemelerin ücret olarak vergilendirilmeyeceği yönünde görüş bildirmiştir. Bir ödemenin ücret olarak nitelendirilmesine ilişkin Özel Hukuk ve Vergi Hukuku disiplinlerinin farklı ilkeleri bulunmakla ve mukteza subjektif bağlayıcılığı olan bir hukuk kaynağı olmakla birlikte, kanun hükümlerinin açık olmaması karşısında, diğer faktörlerin yanısıra bu olguların da, katkı payı ödemelerinin ücret olarak vergilendirilmeyeceği yönündeki başvurucu algısı üzerinde etkili olduğu aşikârdır.

60. Bu değerlendirmeler sonucunda, Vakfın kurulduğu 1974 yılından vergi incelemesinin yapıldığı 2012 yılına kadar Vergi İdaresinin, Banka tarafından Vakfa ödenen katkı paylarının vergilendirilmesine ilişkin bir girişiminin veya emsal bir uygulamasının bulunmaması, Banka tarafından uzun yıllar boyunca yapılan katkı payı ödemelerinin vergilendirilmemiş olması, somut olay bağlamında menfaatin elde edildiği zamana ilişkin kanun hükmünün açık ve net olmaması ve bu hususun yargı kararlarından da anlaşılması, Vakfa ödenen katkı payları üzerinde çalışanların tasarruf haklarının bulunmadığına ilişkin Yargıtay içtihadının bulunması ve katkı paylarının ücret olarak vergilendirilmeyeceğine ilişkin başka bir kuruma verilmiş mukteza bulunması hususları karşısında, başvuru konusu vergilendirme döneminde (2007 yılı) söz konusu katkı payı ödemelerinin ücret kapsamında değerlendirilerek vergilendirileceğinin düşünülemeyeceği, bu gerekçelerle başvurucudan, bu ödemelerin vergiye tabi olacağını öngörmesini beklemenin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.

61. Açıklanan nedenlerle, öngörülebilirliğin ancak 2013 tarihli Danıştay Daire kararlarıyla söz konusu olduğunun anlaşılması karşısında başvuru konusu vergilendirme işleminin ilişkin olduğu vergilendirme dönemi (2007 yılı) itibariyle, Anayasa'nın 73. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan verginin kanuniliği ilkesi gereği kanuni düzeyde sağlanması gereken öngörülebilirliğin sağlanamadığı, kanun hükümlerindeki öngörülemezliğin kanun altı idari uygulamalar ve düzenlemeler veya yargısal içtihatlarla giderilemediği, bu durumda başvurucu tarafından 2007 yılında Vakfa ödenen katkı paylarının ücret sayılarak vergilendirilmesine ilişkin işlemlerin, öngörülebilir kanuni dayanağının bulunmadığı anlaşıldığından, vergi asılları bakımından varılan sonuç dolayısıyla vergi cezaları bakımından ayrıca değerlendirme yapılmasına gerek görülmeyerek, Vakfa yaptığı katkı payı ödemeleri üzerinden vergi ve ceza tahsil edilmesi nedeniyle başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğinin kabul edilmesi gerekmektedir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesinin Uygulanması

62. Başvurucu, hukuka aykırı bir şekilde vergi tarh edilmesi ve ceza kesilmesi dolayısıyla Anayasa'nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının ihlal edildiğinin tespiti ile yeniden yargılama yapılması veya tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.

63. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun tazminat talepleri konusunda değerlendirme yapılmamıştır.

64. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

65. Başvurucu hakkında yürütülen vergi incelemesi sonunda, 2007 yılı için gelir vergisi ve damga vergisi tarh edilerek vergi cezaları kesilmiş, bunlar ihbarname ile başvurucuya tebliğ edilmiş ve net 39.378,20 TL tutarındaki vergi, gecikme faizi ve cezalar başvurucu tarafından ödenmiştir. Söz konusu verilendirme işlemleri dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olup başvurucunun kişisel yararı göz önünde bulundurulduğunda başvurucu açısından yalnızca ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan maddi zararın bulunduğu anlaşıldığından, başvurucu tarafından ödenen vergi, gecikme faizi ve cezalar miktarınca tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

66. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için, yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucudan tahsil edilen net 39.378,20 TL’nin tahsil tarihi itibariyle yasal faizi ile birlikte TAZMİNAT OLARAK ÖDENMESİNE,

Ç. Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

E. Kararın bir örneğinin ilgili Mahkemesine gönderilmesine,

12/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MUSTAFA ASİLER BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/3578)

 

Karar Tarihi: 25/2/2015

R.G. Tarih-Sayı: 27/5/2015-29368

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

Raportör

:

Selami ER

Başvurucu

:

Mustafa ASİLER

Vekili

:

Av. Lale İNCESU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, hisseli arazisi üzerinden iki ayrı enerji nakil hattı geçirilmesi üzerine açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasının makul süreyi aşarak 10 yılda tamamlanması, bu süre zarfında taşınmazını kullanamaması ve satamaması ile taşınmazına hukuksuz olarak el atılması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 29/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 2/10/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığı’nın 1/12/2014 tarihli görüş yazısı 9/12/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 18/12/2014 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucunun Ankara ili, Mamak ilçesi, Çiğiltepe, 38043 ada, 6 parselde yer alan ve 285/342 hissesi (285 m²) bulunan taşınmazı üzerinden 1977 yılında iki ayrı enerji nakil hattı geçirilmiştir.

8. Başvurucu 14/8/2003 tarihinde TEİAŞ Genel Müdürlüğü aleyhine Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Davalı TEİAŞ cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ile kendisine husumet yöneltilemeyeceğini ileri sürmüştür.

9. Mahkeme, 23/12/2004 tarih ve E.2003/712, K.2004/583 sayılı kararı ile davayı kısmen kabul ederek %75 değer azalışı üzerinden hissesi oranında tazminat bedelinin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.

10. Mahkemenin kararı temyiz edilmiş, temyiz incelemesi yapan Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 5/7/2010 tarih ve E.2006/3173, K.2010/13165 sayılı kararı ve 5999 sayılı Kanunla 2942 sayılı Kanuna eklenen geçici 6. maddeye göre önce uzlaşma yönteminin denenmesi gerektiği gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur.

11. Karar düzeltme talebini inceleyen Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 18/1/2011 tarih ve E.2010/17011, K.2011/473 sayılı kararıyla uzlaşmanın sağlanamayacağının anlaşıldığı, taşınmazın yüzölçümü, geometrik durumu ve enerji nakil hattı güzergâhı dikkate alınarak tamamının bedeli üzerinden başvurucunun hissesi oranında tazminata hükmedilmesi ve başvurucunun taşınmazdaki payının iptal edilerek idare adına tescili gerekirken %75 değer azalışının kabul edilmesinin ve taşınmazın tamamının idare adına tescilinin yerinde olmadığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur.

12. Mahkeme davayı tekrar ele almış, kendilerine husumet yöneltilen davalı Enerjisa BEDAŞ cevap dilekçesinde özelleştirme sonrası dağıtım tesislerinin TEDAŞ’ta kaldığını iddia ederek husumetin kendisine yöneltilemeyeceğini ifade etmiştir. Kendisine husumet yöneltilen davalı TEDAŞ ise, 6100 sayılı Kanun’un 124. maddesine göre bozma kararı sonrası taraf değişikliğinin kabul edilemeyeceğini, davanın süresinde açılmadığını ve davanın esastan incelenmesi halinde taşınmazın yalnız küçük bir bölümünde irtifak hakkı kurulması gerektiğini belirtmiştir.

13. Mahkeme, bozma kararına uyarak 3/10/2012 tarih ve E.2011/362, K.2012/444 sayılı kararı ile bilirkişi raporu doğrultusunda TEDAŞ’ı sorumlu tutarak arsa vasıflı taşınmaza kamulaştırmasız el atılması nedeniyle 85.500,00 TL tazminat bedelinin 14/8/2003 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine ve taşınmazın başvurucuya ait olan payının iptal edilerek TEDAŞ adına tesciline karar vermiştir.

14. Temyiz taleplerini inceleyen Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 28/3/2013 tarih ve E.2013/1961, K.2013/5762 sayılı kararıyla ilk derece mahkemesi kararını onamıştır.

15. Karar, başvurucu vekiline 30/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve karar düzeltme talebinde bulunulmaması üzerine 16/5/2013 tarihinde kesinleşmiştir.

16. Başvurucu 29/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

17. 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na 18/6/2010 tarih ve 5999 sayılı Kanunla ilave edilen geçici 6. maddenin 24/5/2013 tarih ve 6487 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle değişmeden önceki birinci ve altıncı fıkraları şöyledir:

“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, malik tarafından ilgili idareden tazminat talebinde bulunulması halinde, öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi esastır.

İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin uzlaşmaya davet olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik tarafından sadece tazminat davası açılabilir. Dava açılması halinde, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının müracaat tarihindeki değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece tespit ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine ve malike tazminat ödenmesine hükmedilir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların hükmedilen tazminata ilişkin temyiz hakkı saklıdır.”

18. 13/2/2011 tarih ve 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un iptal edilen geçici 2. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş yıl süreyle geçerli olmak üzere; 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6 ncı maddesi hükmü, 4/11/1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemlerine de uygulanır. Ancak, bu tarihten sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemleri sebebiyle açılan tazminat davalarında verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden 2942 sayılı Kanunun geçici 6 ncı maddesinin yedinci fıkrası uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay ayrılır.”

19. 2942 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesinin 1/11/2012 tarih ve E.2010/83, K.2012/169 sayılı Kararı ile iptalinden sonra 24/05/2013 tarih ve 6487 sayılı Kanunla değişik geçici 6. maddesinin 1., 8. ve 13. fıkraları şöyledir:

“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır.

Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik ve savunmaya yönelik mal ve hizmet alımları ile yapım giderleri için ayrılan ödeneklerin) yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması hâlinde, ödemeler, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir.

4/11/1983 tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe kadar kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazların idare tarafından kamulaştırılması hâlinde kamulaştırma bedeli ve mahkemelerce malikleri lehine hükmedilen tazminat ile bu davalara ilişkin mahkeme ve icra vekalet ücretleri de, idarelerce bu maddenin sekizinci fıkrasına göre bütçelerden ayrılacak paydan ve aynı fıkrada belirtilen usule göre ödenir ve işlem yapılır. Bu alacaklar için de bu maddenin on birinci fıkrası, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan her türlü davalarda ise yedinci fıkra hükümleri uygulanır. Bu fıkra hükmü, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır…”

20. 10/12/2003 tarih ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun “Ödenemeyen giderler ve bütçeleştirilmiş borçlar” kenar başlıklı 34. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

“Ödeme emri belgesine bağlandığı halde ödenemeyen tutarlar, bütçeye gider yazılarak emanet hesaplarına alınır ve buradan ödenir. Ancak, malın alındığı veya hizmetin yapıldığı malî yılı izleyen beşinci yılın sonuna kadar talep edilmeyen emanet hesaplarındaki tutarlar bütçeye gelir kaydedilir. Gelir kaydedilen tutarlar, mahkeme kararı üzerine ödenir.

Kamu idarelerinin nakit mevcudunun tüm ödemeleri karşılayamaması halinde giderler, muhasebe kayıtlarına alınma sırasına göre ödenir. Ancak, sırasıyla kanunları gereğince diğer kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, prim, fon kesintisi, pay ve benzeri tutarlara, tarifeye bağlı ödemelere, ilama bağlı borçlara, ödenmemesi halinde gecikme cezası veya faiz gibi ek yük getirecek borçlara ve ödenmesi talep edilen emanet hesaplarındaki tutarlara öncelik verilir.”

21. 16/5/1956 tarih ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı şöyledir:

“Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan malik, el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı olduğu takdirde taşınmaz bedelini isteme hakkı da bulunmaktadır. Taşınmaz sahibinin el konulan taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde, taşınmazın el koyma tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar verilir.”

22. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

 “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 25/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 29/5/2013 tarih ve 2013/3578 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

24. Başvurucu, 285/342 hissesi bulunan taşınmaz üzerinden 1977 yılında Anayasa’nın 46. maddesine aykırı biçimde kamulaştırma yapılmaksızın ve kendisine haber verilmeksizin el atılarak iki ayrı enerji nakil hattı geçirildiğini, 2003 yılında açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasının makul süreyi aşarak yaklaşık 10 yılda tamamlandığını, bu süre zarfında taşınmazını kullanamadığını, taşınmazından yararlanamadığını ve taşınmazı satamadığını, bu sebeplerle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek 100.000,00 TL maddi ve 100.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

25. Başvurucunun şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyetler için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

i. Mülkiyet Hakkı

26. Başvurucu, 285/342 hissesi bulunan taşınmazı üzerinden 1977 yılında Anayasa’nın 46. maddesine aykırı biçimde kamulaştırma yapılmaksızın ve kendisine haber verilmeksizin hukuksuz olarak el atılarak iki ayrı enerji nakil hattı geçirilmesi ile dava sürecinde taşınmazını kullanamaması, taşınmazından yararlanamaması ve taşınmazı satamaması nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

27. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında başvurucu lehine verilen kararın kesinleşmesiyle zararın karşılandığı, bu durumun başvurucunun mağdur statüsünün bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi sırasında göz önünde bulundurulması gerektiği bildirilmiştir.

28. Başvurucu, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanında, zararının tazminat faiziyle karşılanamayacağını, zira Anayasa’nın 46. maddesinde yer alan gerçek değerin peşin ödenmesi hükmünün ihlal edildiğini, kendisine haber dahi verilmeden ve kamulaştırma yapılmadan taşınmazına el atıldığını, tazminatın ise uzun süren dava sonunda kendisine ödendiğini belirterek iddialarını yinelemiştir.

29. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

30. Anayasa'nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

31. Anayasa'nın “Kamulaştırma” kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

“Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. … Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

32. Sözleşmeye Ek (1) No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”

33. Anayasanın 35. maddesi ve (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir. İki düzenlemenin ilk cümleleri herkese mülkiyet hakkını tanımakta, ikinci cümleleri ise kişilere ait mülkiyet hakkının hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini ya da kişilerin mülkünden yoksun bırakılabileceğini hüküm altına almaktadır(B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 29).

34. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 13. maddesi temel hak ve hürriyetleri sınırlandırmada genel ilkeleri tespit ederken Devlet ve kamu tüzel kişilerine özel mülkiyette bulunan taşınmazları kamulaştırma yetkisi veren ve kamulaştırma ilkelerini belirleyen Anayasa’nın 46. maddesi mülkiyet hakkının sınırlandırılmasına ilişkin özel hükümler içermektedir. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, başvurunun değerlendirilmesinde Anayasa’nın 35. maddesiyle birlikte 13. ve 46. maddelerinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 28).

35. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı veren bir haktır. Anayasa’ya göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebilir. Anayasa’nın 46. maddesine göre özel mülkiyetteki bir taşınmaz kamu yararı amacıyla ihtiyaç duyulması halinde gerçek karşılığı peşin ödenmek ve koşulları yasayla belirlenmek şartıyla kamulaştırılarak kamu hizmetine tahsis edilebilir veya irtifak hakkı kurularak kamu yararı amacıyla kullanımı sınırlandırılabilir. (Bkz. E.1988/34, K.1989/26, K.T. 21/6/1989; E.2011/58, K.2012/70, K.T. 17/5/2012 ve E.2004/25, K.2008/42, K.T. 17/1/2008)

36. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlayan ve kullanılamaz hale getiren sınırlamalar hakkın özüne dokunur. Temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi, kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi güvencelerin tamamı demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnai olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin gerekleri için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak kanunla sınırlandırılabilirler. Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla olması düşünülemez. Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun, kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak düzeye vardırılmaması gerekir (AYM, E.2012/108, K.2013/64, K.T.22/5/2013).

37. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiği hüküm altına alınırken (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi mülkiyetten yoksun bırakmanın kamu yararıyla, yasada öngörülen koşullarla ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini öngörmektedir. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (bkz. Malone/Birleşik Krallık, B. No: 8691/79, 2/8/1984, §§ 66-68) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme’den daha geniş bir koruma sağlamaktadır (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31).

38. Hak ve özgürlüklerin ve bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfi müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir. Bununla beraber kanunla düzenleme zorunluluğu, hakka yapılacak müdahalenin uygulanmasının kanun çerçevesini aşmayacak şekilde tüzük, yönetmelik, tebliğ ve genelge gibi yürütme organının çıkardığı ikincil düzenlemelerle yapılmasına mani değildir (B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

39. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).

40. Kamulaştırma yapmaya yetkili olan Devlet, kamu tüzel kişileri, kamu kurumları veya kamu yararı bulunması halinde yararlarına kamulaştırma yapılabilecek gerçek ve özel hukuk kişileri tarafından, Anayasa’nın 46. maddesi ve 2942 sayılı Kanuna aykırı şekilde, özel mülkiyete konu taşınmazlara kısmen veya tamamen, fiilen veya hukuken bedelsiz olarak yapılan el koyma işlemi “kamulaştırmasız el atma” olarak tanımlanmaktadır (B. No: 2012/1436, 6/3/2014, § 55).

41. Kamulaştırmasız el atma, kamulaştırma ile kıyaslandığında daha az güvence sunan ve hukuki olmayan bir yöntemdir. Şöyle ki, 2942 sayılı Kanun’a göre, kamulaştırma kararı verilebilmesi için öncelikle taşınmazın değerinin idare tarafından tespit ettirilmesi, uyuşmazlık halinde idarenin mahkemeye başvurarak bedel tespitini istemesi gerekmektedir. Tespit edilen bedelin peşin olarak bankaya yatırılmasıyla kamulaştırma kararı kesinleşmektedir. Bu nedenle bir kamu idaresi kamulaştırma bedelini ödeyecek yeterli ödeneği olmadıkça kamulaştırma kararı alamayacaktır. Diğer taraftan, kamulaştırmasız el atılan taşınmazlarla ilgili olarak uzlaşma ve dava yoluna başvurma külfeti maliklere yüklenmiştir. Bu nedenle dava harçlarını ödeme yükümlülüğü de maliklerin üzerindedir (Bkz. AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012).

42. Kamulaştırmasız el atma, idareye, taşınmazı kullanma ve kamulaştırma işlemi yapmadan taşınmazı elde etme imkânı sağlamaktadır. Böyle bir kamulaştırma işlemi olmadığından, kullanılan taşınmazın devrini meşrulaştırma ve belli bir hukuki güvence sağlama imkânı sunan tek unsur, idare tarafından kullanımın yasal olmadığını tespit eden ve bireylere “kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat” ödenmesine hükmeden mahkeme kararıdır. Kamulaştırmasız el atma uygulaması, hukuki planda taşınmazların maliki olarak kalan başvuranları, herhangi bir kamu yararı gerekçesi ile eylemini haklı kılmayan idareye karşı dava açmak zorunda bırakmaktadır. Böyle bir kamu yararı gerekçesinin gerçekliği ancak daha sonra mahkemeler tarafından değerlendirilmektedir. Başka bir deyişle, kamulaştırmasız el atma, her ne olursa olsun, idare tarafından isteyerek oluşturulmuş kanuna aykırı bir durumu hukuki olarak kabul etmeye ve idareye, kanuna aykırı davranışından fayda sağlama imkânı sunmaya yol açmaktadır. İdareye resmi kamulaştırma kurallarının ötesine geçme imkânı sağlayan böyle bir uygulama, kişilerin öngörülemez ve keyfi durumlarla karşılaşma tehlikesi taşımaktadır. Söz konusu uygulama, yeterli derecede hukuki güvence temin edecek ve gerektiği şekilde gerçekleştirilen bir kamulaştırmanın alternatifini oluşturacak nitelikte değildir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Sarıca ve Dilaver/Türkiye, 11765/05, 27/5/2010, §§ 40, 43, 45).

43. Anayasa’nın 35. ve 46. maddeleri, taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkına son veren müdahalelerin yasal olmasını zorunlu tutmaktadır. Bu zorunluluk hukuk devletinin gereğidir. Anayasa’nın 46. maddesi hükmü ve 2942 sayılı Kanun gereği asıl olan kamulaştırma işlemi yapmak suretiyle idarenin taşınmazı iktisap etmesidir. Yöntem olarak Anayasa ve yasalara uygun bir kamulaştırma işlemi yapılması söz konusu iken, dayanağını Anayasa ve yasalardan almayan, bireylerin mülkiyet hakkına son veren bir uygulama olan kamulaştırmasız el atma yasalara uygun bir kamulaştırma ile aynı hukuki çerçeve içinde değerlendirilemez. İdarelere resmi kamulaştırma kurallarının ötesine geçme imkânı sağlayan böyle bir uygulama, taşınmaz sahipleri için öngörülemeyen ve hukuki olmayan müdahale riskini taşımaktadır (B. No: 2012/1436, 6/3/2014, § 58).

44. Başvuru konusu olayda idare başvurucunun 285/342 hissesi bulunan taşınmazı üzerinden 1977 yılında iki ayrı enerji nakil hattı geçirmek suretiyle, yani meşru kamu yararı amacıyla başvurucunun hisseli taşınmazına kamulaştırmasız olarak el atmış ve Mahkemenin tespitiyle el atma sonrası taşınmazda %100 değer düşüklüğü meydana gelmiştir. Bu durumda Anayasanın 13., 35. ve 46. maddelerine aykırı biçimde 2942 sayılı Kanunda belirlenmiş süreçler takip edilmeden başvurucunun mülkiyetinde bulunan taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atıldığı mahkeme kararıyla sabittir.

45. Sonuç olarak başvurucunun 285/342 hissesi bulunan taşınmazı üzerinden 1977 yılında iki ayrı enerji nakil hattı geçirmek suretiyle taşınmaza kamulaştırmasız el atmanın Anayasa’nın 13., 35. ve 46. maddeleriyle 2942 sayılı Kanun’da belirtilen usule uymayan bir müdahale olduğu ve mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanunilik ilkesini ihlal ettiği kanaatine ulaşılmıştır.

46. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Makul Sürede Yargılanma Hakkı

47. Başvurucu, 2003 yılında açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasının iki dereceli yargılama sonucunda 2013 yılında kesinleştiğini ve 10 yıllık yargılama sürecinin makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.

48. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).

49. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).

50. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, asliye hukuk mahkemesi nezdinde açılan bir kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasının söz konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).

51. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 4/8/2003 tarihidir.

52. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun temyiz talebi hakkında verilen Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin E.2013/1961, K.2013/5762 sayılı karar tarihi olan 28/3/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.

53. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun başvurucuya ait hisseli taşınmaza kamulaştırmasız el atılması nedeniyle tazminat talebi olduğu, 4/8/2003 tarihinde açılan davada Mahkemenin 23/12/2004 tarihinde karar verdiği, ancak bu kararın temyiz incelemesi neticesinde 28/6/2010 tarihinde bozulduğu, bozma kararını takiben Mahkemenin verdiği 3/10/2012 tarihli kararın ise temyiz incelemesi neticesinde 28/3/2013 tarihinde onandığı ve karar düzeltmeye gidilmemesi neticesinde kararın kesinleştiği, iki dereceli yargılama sürecinde davanın yaklaşık on yılda tamamlandığı anlaşılmaktadır.

54. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin asliye hukuk mahkemesi önünde sürdüğü görülmekle, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 22).

55. 6100 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiş olup (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 54-64), başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yaklaşık on yıllık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

56. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

57. Başvurucu, 285/342 hissesi bulunan taşınmaz üzerinden 1977 yılında kamulaştırma yapılmaksızın iki ayrı enerji nakil hattı geçirilmesi üzerine 2003 yılında açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasının makul süreyi aşarak 10 yılda tamamlanması, bu süre zarfında taşınmazını kullanamaması ve satamaması ile taşınmazına hukuksuz olarak el atılması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek 100.000,00 TL maddi ve 100.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

58. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, makul süre şikâyeti yönünden Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı, mülkiyet hakkı yönünden ise kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında başvurucu lehine verilen kararın kesinleşmesiyle zararın karşılandığı, bu durumun başvurucunun mağdur statüsünün bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi sırasında göz önünde bulundurulması gerektiği, bir ihlal tespit edilmesi halinde ise hakkaniyete uygun bir tazminata karar verilmesinin yerinde olacağı bildirilmiştir.

59. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

60. Başvurucunun 285/342 hissesi bulunan taşınmazı üzerinden 1977 yılında kamulaştırma yapılmaksızın iki ayrı enerji nakil hattı geçirilmesi nedeniyle Anayasa ve 2942 sayılı Kanun’da öngörülmeyen kamulaştırmasız el atma şeklindeki müdahalenin mülkiyet hakkının kanunilik ilkesini ihlal ettiği yönünde karar verilmiştir.

61. Bunun yanında bahsedilen müdahale kapsamında, enerji nakil hattı tesis ederek elektrik iletimini sağlamak şeklinde ulaşılmak istenen kamu yararıyla başvurucunun mülkiyet hakkı arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu denge başvurucuya el atılan taşınmaz bölümünün mahkemece tespit edilen gerçek karşılığı ödenerek sağlanmaktadır. Mahkemelerin kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat ödenmesine karar vermeleri kamu yararıyla kişi yararı arasında adil dengeyi sağladığı gibi, idare tarafından kullanımın yasal olmadığını tespit ederek belli bir hukuki güvence de sağlamaktadır (B. No: 2012/1436, 6/3/2014, § 67).

62. Başvurucu, dava süresince taşınmazı kullanamadığı ve satamadığı için maddi zararının doğduğunu iddia etmektedir. Başvurucu taşınmazı ne şekilde kullanacağını ve gelir elde edeceğini açıklamamaktadır. Başvurucu dava sürecinde başvuruya konu taşınmazı tarım amaçlı kullanmak ve gelir elde etmek için bir faaliyette bulunduğunu ve bunun engellendiğini ortaya koymamaktadır. Bahsedilen taşınmazı arsa vasfıyla kullanarak gelir elde etmekten kastın ne olduğu da ortaya konmamıştır. Bu iddiadan kasıt, bina yaparak kiralamak veya satmak ise, üzerinden enerji nakil hattı geçen ve Mahkemece değer düşüklüğü %100 olarak belirlenen bir taşınmazda bunun mümkün olmadığı da açıktır. Bunun yanında başvurucunun açtığı davanın amacı da kanunilik ilkesine aykırı olarak el atılan taşınmazın bedelinin kendisine ödenmesi talepli olup, taşınmaz hissesinin idare adına tescili karşılığında bu bedel kendisine ödenmiştir. Başvurucunun iddia ettiği gibi başvuru konusu taşınmaz 2942 sayılı Kanuna göre kamulaştırılmış olsa da dava sürecinde taşınmazın arsa vasfıyla kullanılarak gelir elde edilmesi veya satılması şartlarında başvurucu lehine nasıl bir değişiklik olacağı ortaya konamamıştır.

63. Nitekim AİHM, kamulaştırmasız el atma nedeniyle yapılan başvurularda maddi tazminat taleplerini mahkeme tarafından ödemenin etkin olarak yapıldığı tarihe kadar geçen süre içindeki paranın uğradığı değer kaybını telafi edebilecek nitelikte olup olmadığı sorunu ile sınırlandırmakta ve yapılan ödemenin değer kaybı telafi edilmişse ayrıca bir zarara daha uğramadıkları sonucuna ulaşarak maddi tazminat taleplerini reddetmektedir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Sarıca ve Dilaver/Türkiye, 11765/05, 27/5/2010, § 65).

64. Başvurucu taşınmazın değeri konusunda Mahkemenin verdiği karardan şikâyet etmemektedir. Bu durumda başvurucuya el atılan arsa vasıflı hisseli taşınmazda bulunan 285/342 hissesine karşılık 2942 sayılı Kanun’da öngörülen bedel tespiti prensiplerine uygun olarak dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedeli dava tarihinden itibaren işleyen faiziyle ödenerek ulaşılmak istenen kamu yararıyla başvurucunun müdahale edilen mülkiyet hakkı arasında makul bir orantının kurulduğu, dolayısıyla başvurucunun kendisinin de şikâyetçi olmadığı taşınmazının satış değerini faiziyle birlikte Mahkeme kararıyla tahsil ettiği ve kanuni olmayan el atma hakkında ihlal kararı verildiği göz önünde bulundurulduğunda başvurucuya ayrıca maddi tazminat ödenmesine gerek bulunmadığı yönünde karar verilmesi gerekir.

65. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık on yıllık yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında 8.300,00 TL, başvurucunun taşınmaz hissesine Anayasa ve 2942 sayılı Kanunda öngörülen kamulaştırma usulüne uyulmadan üzerinden enerji nakil hattı geçirilerek kanunilik ilkesine aykırı olarak el atılması ve hakkını elde etmek için dava açmak zorunda bırakılması sonucu ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında ise 5.000,00 TL olmak üzere, başvurucuya takdiren net 13.300,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

66. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Başvurucunun Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan mülkiyet ve adil yargılanma haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 13.300,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

D. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

G. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,

25/2/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET SİRAÇ TARAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/5139)

 

Karar Tarihi: 29/6/2016

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Alparslan ALTAN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

Raportör Yrd.

:

İsmail Emrah PERDECİOĞLU

Başvurucu

:

Mehmet Siraç TARAN

Vekili

:

Av. Ahmet CANPOLAT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamulaştırmasız el atmadan dolayı mülkün kullanımından mahrum kalınması, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davası sonunda hükmedilen bedelin gerçek zararı karşılamaması ve davanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 14/4/2014 tarihinde Elazığ Hukuk Mahkemeleri Ön Bürosu vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 10/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 28/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 19/1/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

7.Başvurucu 16/4/2008 tarihinde Maden Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında Elazığ ili Alacakaya ilçesi Çataklı köyünde bulunan ve tapuda adına kayıtlı olan taşınmazlarının Kralkızı Barajı rezervuar alanı içinde kaldığını ve bir kısmının baraj suyu altında olduğunu ancak davalı Devlet Su İşleri İdaresinin (DSİ) kamulaştırma işlemlerini gerçekleştirmediğini, söz konusu taşınmazların kapama bağ niteliğinde olduğunu ve bu niteliklerinin Alacakaya Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/6 Değişik İş sayılı dosyasında yer alan bilirkişi raporundan da anlaşılabileceğini belirtmiş; fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak kaydıyla lehine 25.000 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

8. Yargılama kapsamında Maden Asliye Hukuk Mahkemesince DSİ Bölge Müdürlüğüne müzekkere yazılarak taşınmazların kod seviyeleri ve bu seviyelere baraj sularının hangi tarihte ulaştığı konusunda bilgi istenilmiş, DSİ Bölge Müdürlüğünce cevap yazısında söz konusu taşınmazlara 8/3/1999, 20/4/1999 ve 16/6/2003 tarihlerinde el atıldığı belirtilmiştir.

9. Ayrıca yargılama safhasında keşif de yapılarak fen ve ziraat bilirkişilerinden bilirkişi raporları alınmıştır.

10. Yargılama sonunda Maden Asliye Hukuk Mahkemesi 26/5/2011 tarihli ve E.2008/24, K.2011/74 sayılı kararı ile uyuşmazlık konusu taşınmazlara başvurucunun malik olduğunun anlaşıldığını, usul ve yönteme uygun olan bilirkişi raporlarında taşınmazların susuz kapama bağ vasfında olduklarının ortaya konulduğunu ve taşınmazlar için 96.365 TL tazminat miktarı hesaplandığını belirterek davanın kabulüne, başvurucuya talebi doğrultusunda fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak kaydıyla 25.000 TL bedelin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine ve taşınmazların tapu sicilinden terkinine hükmetmiştir.

11. İlk Derece Mahkemesi kararı taraf vekillerince temyiz edilmiş; temyiz incelemesi sonunda Yargıtay 5. Hukuk Dairesi 25/1/2012 tarihli ve E.2011/16259, K.2012/885 sayılı ilamı ile aynı bölgeden Daireye intikal eden dosyalarda, değerlendirmede bağların yaşlarına göre üretim giderlerinin ortalama 220 TL kabul edildiğini, bu doğrultuda bilirkişi kurulundan ek rapor alınarak karar verilmesi gerektiğini, bu hâliyle İlk Derece Mahkemesince fazla bedele hükmedildiğini, ayrıca hükümde maddi bir hatanın tespit edildiğini belirtmiş, kararı bozmuştur.

12. Bozma üzerine dava dosyasını tekrar değerlendirmeye alan Maden Asliye Hukuk Mahkemesi, bozma ilamına uyarak ek bilirkişi raporu aldırmış ve yeniden hesaplama yapılmasını sağlamış bu kapsamda 2/5/2013 tarihli ve E.2012/92, K.2013/108 sayılı kararı ile kamulaştırmasız el atma nedeniyle başvurucuya 25.000 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar vermiş ve başvurucu lehine nispi olarak hesaplanan 3.000 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir.

13. İlk Derece Mahkemesi kararına karşı davalı idarece temyiz talebinde bulunulmuştur. Başvurucu ise temyiz talebine karşı sunduğu 25/7/2013 tarihli cevap dilekçesi ile yerel Mahkemenin, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 25/1/2012 tarihli bozma ilamına uyarak bilirkişiden bozma doğrultusunda yeniden rapor aldırdığını; bozma ilamının gereklerini yerine getirerek usul ve yasaya uygun hüküm verdiğini, davalı tarafın bozma sonrası verilen karar üzerine, bozmadan önceki hususları tekrar temyiz konusu etmekte olduğunu bu bağlamda temyiz itirazlarının dikkate alınmaması gerektiğini belirtmiş ve sonuç olarak davalının temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasını talep etmiştir.

14. Temyiz incelemesi sonunda Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 21/1/2014 tarihli ve E.2013/15605, K.2014/803 sayılı ilamı ile kararın 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6. maddesi hükmü nedeniyle sadece vekâlet ücreti yönünden düzeltilmesine ve böylelikle kararın düzeltilmiş şekliyle onanmasına hükmetmiştir.

15. Düzelterek onama ilamı başvurucuya 14/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, taraflarca karar düzeltme isteminde bulunulmaması üzerine İlk Derece Mahkemesi kararı 4/4/2014 tarihinde kesinleşmiştir.

16. Başvurucu 14/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

17. 2942 sayılı Kanun'un 8. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

 "...

 Kamulaştırma kararının alınmasından sonra kamulaştırmayı yapacak idare, bu Kanunun 11 inci maddesindeki esaslara göre ve konuyla ilgili uzman kişi, kurum veya kuruluşlardan da rapor alarak, gerektiğinde Sanayi ve Ticaret Odalarından ve mahalli emlak alım satım bürolarından alacağı bilgilerden de faydalanarak taşınmaz malın tahmini bedelini tespit etmek üzere kendi bünyesi içinden en az üç kişiden teşekkül eden bir veya birden fazla kıymet takdir komisyonunu görevlendirir.

 ..."

18. 2942 sayılı Kanun'un 11. maddesi şöyledir:

"15 inci madde uyarınca oluşturulacak bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın;

a)Cins ve nevini,

b) Yüzölçümünü.

 c) Kıymetini ektileyebilecek bütün nitelik ve unsarlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,

d)Varsa vergi beyanını,

 e)Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,

f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi

kullanılması halinde getireceği net gelirini.

 g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,

h) Yapılarda, (…)(2) resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,

ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri,

Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler.

Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz.

 Kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı tesisinde, bu kamulaştırma sebebiyle taşınmaz mal veya kaynakta meydana gelecek kıymet düşüklüğü gerekçeleriyle belirtilir. Bu kıymet düşüklüğü kamulaştırma bedelidir."

19. 2942 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesinin 1. ve 2. fıkraları şöyledir:

"Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır."

 "İdarenin daveti veya malikin müracaatı üzerine, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının idarenin daveti veya malikin müracaat ettiği tarihteki tahmini değeri; bu Kanunun 8 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre teşkil edilen kıymet takdir komisyonu marifetiyle, taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınmak ve bu Kanunun 11 inci ve 12 nci maddelerine göre hesaplanmak suretiyle tespit edilir. Tespitten sonra, bu Kanunun 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre teşkil olunan uzlaşma komisyonunca, idarenin daveti veya malikin müracaat tarihinden itibaren en geç altı ay içinde 7201 sayılı Kanun hükümlerine göre tebliğ edilen bir yazı ile, tahmini değer bildirilmeksizin, talep sahibi uzlaşma görüşmelerine davet edilir."

20. 2942 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesinin Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı iptal kararından önceki 13. fıkrası şöyledir:

 "4/11/1983 tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe kadar kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazların idare tarafından kamulaştırılması hâlinde kamulaştırma bedeli ve mahkemelerce malikleri lehine hükmedilen tazminat ile bu davalara ilişkin mahkeme ve icra vekalet ücretleri de, idarelerce bu maddenin sekizinci fıkrasına göre bütçelerden ayrılacak paydan ve aynı fıkrada belirtilen usule göre ödenir ve işlem yapılır. Bu alacaklar için de bu maddenin on birinci fıkrası, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan her türlü davalarda ise yedinci fıkra hükümleri uygulanır. Bu fıkra hükmü, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır."

21. 16/5/1956 tarihli ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı şöyledir:

 "Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan malik, el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı olduğu takdirde taşınmaz bedelini isteme hakkı da bulunmaktadır. Taşınmaz sahibinin el konulan taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde, taşınmazın el koyma tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar verilir."

22. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

 "Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 29/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

24. Başvurucu, Elazığ ili Alacakaya ilçesi Çataklı köyünde bulunan taşınmazlarına Kralkızı Barajı yapımı amacıyla 1999-2003 yılları arasında herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmadan el atıldığını, bu nedenle mülkiyeti üzerinde tasarruf etme imkanının elinden alındığını, kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat istemiyle açtığı davada ise hükmolunan tazminat bedelinin zararını karşılamada yetersiz kaldığını ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; 15.000 TL maddi ve 15.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a.Mahkemece Hükmolunan Taşınmaz Bedeli Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlaline İlişkin İddia

25. Başvurucu, açtığı kamulaştırmasız el atma davası sonunda taşınmaz için hükmedilen bedelin gerçek zararını karşılamaktan uzak olduğunu belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

26. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

27. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 "İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

28.Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.

29. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 17).

30. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan yasa yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram Gök, § 18).

31. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve adli mercilere usulüne uygun olarak iletmesi ve bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Bayram Gök, § 19).

32. Somut başvuruya konu olayda başvurucu, İlk Derece Mahkemesinin Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin bozma ilamına uyarak lehine dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte 25.000 TL tazminata hükmettiği 2/5/2013 tarihli kararın davalı idarece temyize konu edilmesi üzerine verdiği temyize cevap dilekçesinde, İlk Derece Mahkemesinin bozma ilamının gereklerini yerine getirdiğini bu doğrultuda usul ve yasaya uygun hüküm verdiğini, davalının bozmadan önceki hususları tekrar temyiz konusu etmekte olduğunu; bu bağlamda, temyiz itirazlarının dikkate alınmaması gerektiğini ifade ederek, temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasını istediği anlaşılmaktadır. Oysa yukarıda yer verilen ilkeler kapsamında (bkz. §§ 28-31) başvurucunun kamulaştırmasız el atılan taşınmazı için hükmedilen bedelin gerçek zararını karşılamada yetersiz kaldığına ilişkin şikâyetinin bireysel başvuruda incelenebilmesi için söz konusu şikayetin derece mahkemelerinin önünde de ileri sürülmesi, dolayısıyla öncelikle somut yargılama sürecindeki yargı yollarının tüketilmesigerektiği açıktır.

33. Açıklanan nedenlerle bireysel başvurunun bu kısmına ilişkin ihlal iddiasının, başvuru yolları usulüne uygun şekilde tüketilmeden başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b.Kamulaştırmasız El Atma Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

34. Başvurucunun söz konusu şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı anlaşıldığından ve şikâyetin kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek bir nedeni de görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlanmadığına İlişkin İddia

35. Başvurucunun söz konusu şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı anlaşıldığından ve şikâyetin kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek bir nedeni de görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Kamulaştırmasız El Atma Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

36.Başvurucu, Elazığ ili Alacakaya ilçesi Çataklı köyünde bulunan taşınmazlarına Kralkızı Barajı yapımı amacıyla 1999-2003 yılları arasında herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmadan el atıldığını, bu nedenle mülkiyeti üzerinde tasarruf etme imkânının elinden alındığını belirterek, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

37. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

38. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

 "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

39. Anayasa'nın "Kamulaştırma" kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

"Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. ...Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir..."

40. Sözleşmeye Ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

 "Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

 Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

41. Anayasa'nın 35. maddesi ve (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir. İki düzenlemenin ilk cümleleri herkese mülkiyet hakkını tanımakta, ikinci cümleleri ise kişilere ait mülkiyet hakkının hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini ya da kişilerin mülkünden yoksun bırakılabileceğini hüküm altına almaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 29).

42.Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 13. maddesi temel hak ve hürriyetleri sınırlandırmada genel ilkeleri tespit ederken devlet ve kamu tüzel kişilerine özel mülkiyette bulunan taşınmazları kamulaştırma yetkisi veren ve kamulaştırma ilkelerini belirleyen Anayasa'nın 46. maddesi mülkiyet hakkının sınırlandırılmasına ilişkin özel hükümler içermektedir. Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği başvurunun değerlendirilmesinde Anayasa'nın 35. maddesiyle birlikte 13. ve 46. maddelerinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 28).

43.Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı, kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir. Anayasa'ya göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebilir. Anayasa'nın 46. maddesine göre özel mülkiyetteki bir taşınmaz kamu yararı amacıyla ihtiyaç duyulması hâlinde gerçek karşılığı peşin ödenmek ve koşulları yasayla belirlenmek şartıyla kamulaştırılarak kamu hizmetine tahsis edilebilir veya irtifak hakkı kurularak kamu yararı amacıyla kullanımı sınırlandırılabilir. (AYM, E.1988/34, K.1989/26, 21/6/1989; E.2011/58, K.2012/70, 17/5/2012 ve E.2004/25, K.2008/42, 17/1/2008).

44. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlayan ve kullanılamaz hâle getiren sınırlamalar hakkın özüne dokunur. Temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi, kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi güvencelerin tamamı demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnai olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin gerekleri için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak kanunla sınırlandırılabilirler. Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla olması düşünülemez. Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak düzeye vardırılmaması gerekir (AYM, E.2012/108, K.2013/64, 22/5/2013).

45. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiği hüküm altına alınırken (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi mülkiyetten yoksun bırakmanın kamu yararıyla yasada öngörülen koşullarla ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini öngörmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (Malone/Birleşik Krallık, B. No: 8691/79, 2/8/1984, §§ 66-68) Anayasa tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden (Sözleşme) daha geniş bir koruma sağlamaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 31).

46. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir. Bununla beraber kanunla düzenleme zorunluluğu, hakka yapılacak müdahalenin uygulanmasının kanun çerçevesini aşmayacak şekilde tüzük, yönetmelik, tebliğ ve genelge gibi yürütme organının çıkardığı ikincil düzenlemelerle yapılmasına mani değildir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

47. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).

48. Kamulaştırma yapmaya yetkili olan Devlet, kamu tüzel kişileri, kamu kurumları veya kamu yararı bulunması hâlinde yararlarına kamulaştırma yapılabilecek gerçek ve özel hukuk kişileri tarafından, Anayasa'nın 46. maddesi ve 2942 sayılı Kanun'a aykırı şekilde, özel mülkiyete konu taşınmazlara kısmen veya tamamen, fiilen veya hukuken bedelsiz olarak yapılan el koyma işlemi "kamulaştırmasız el atma" olarak tanımlanmaktadır (Celalettin Aşçıoğlu, B. No: 2013/1436, 6/3/2014, § 55).

49. Kamulaştırmasız el atma, kamulaştırma ile kıyaslandığında daha az güvence sunan ve hukuki olmayan bir yöntemdir. Şöyle ki 2942 sayılı Kanun'a göre kamulaştırma kararı verilebilmesi için öncelikle taşınmazın değerinin idare tarafından tespit ettirilmesi, uyuşmazlık hâlinde idarenin mahkemeye başvurarak bedel tespitini istemesi gerekmektedir. Tespit edilen bedelin peşin olarak bankaya yatırılmasıyla kamulaştırma kararı kesinleşmektedir. Bu nedenle bir kamu idaresi kamulaştırma bedelini ödeyecek yeterli ödeneği olmadıkça kamulaştırma kararı alamayacaktır. Diğer taraftan kamulaştırmasız el atılan taşınmazlarla ilgili olarak uzlaşma ve dava yoluna başvurma külfeti maliklere yüklenmiştir. Bu nedenle dava harçlarını ödeme yükümlülüğü de maliklerin üzerindedir (AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012).

50.Kamulaştırmasız el atma, idareye taşınmazı kullanma ve kamulaştırma işlemi yapmadan taşınmazı elde etme imkânı sağlamaktadır. Böyle bir kamulaştırma işlemi olmadığından, kullanılan taşınmazın devrini meşrulaştırma ve belli bir hukuki güvence sağlama imkânı sunan tek unsur, idare tarafından kullanımın yasal olmadığını tespit eden ve bireylere "kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat" ödenmesine hükmeden mahkeme kararıdır.Kamulaştırmasız el atma uygulaması, hukuki planda taşınmazların maliki olarak kalan başvuranları, herhangi bir kamu yararı gerekçesi ile eylemini haklı kılmayan idareye karşı dava açmak zorunda bırakmaktadır. Böyle bir kamu yararı gerekçesinin gerçekliği ancak daha sonra mahkemeler tarafından değerlendirilmektedir. Başka bir deyişle, kamulaştırmasız el atma, her ne olursa olsun idare tarafından isteyerek oluşturulmuş kanuna aykırı bir durumu hukuki olarak kabul etmeye ve idareye, kanuna aykırı davranışından fayda sağlama imkânı sunmaya yol açmaktadır. İdareye resmî kamulaştırma kurallarının ötesine geçme imkânı sağlayan böyle bir uygulama, kişilerin öngörülemez ve keyfî durumlarla karşılaşma tehlikesi taşımaktadır. Söz konusu uygulama, yeterli derecede hukuki güvence temin edecek ve gerektiği şekilde gerçekleştirilen bir kamulaştırmanın alternatifini oluşturacak nitelikte değildir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Sarıca ve Dilaver/Türkiye, 11765/05, 27/5/2010, §§ 40, 43, 45).

51. Anayasa'nın 35. ve 46. maddeleri, taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkına son veren müdahalelerin yasal olmasını zorunlu tutmaktadır. Bu zorunluluk hukuk devletinin gereğidir. Anayasa'nın 46. maddesi hükmü ve 2942 sayılı Kanun gereği asıl olan kamulaştırma işlemi yapmak suretiyle idarenin taşınmazı iktisap etmesidir. Yöntem olarak Anayasa ve yasalara uygun bir kamulaştırma işlemi yapılması söz konusu iken dayanağını Anayasa ve yasalardan almayan, bireylerin mülkiyet hakkına son veren bir uygulama olan kamulaştırmasız el atma yasalara uygun bir kamulaştırma ile aynı hukuki çerçeve içinde değerlendirilemez. İdarelere resmî kamulaştırma kurallarının ötesine geçme imkânı sağlayan böyle bir uygulama, taşınmaz sahipleri için öngörülemeyen ve hukuki olmayan müdahale riskini taşımaktadır (Celalettin Aşçıoğlu, § 58).

52. Başvuru konusu olayda idare, ilgili yargılama sürecinden de anlaşılacağı üzere başvurucunun Elazığ ili Alacakaya ilçesinde bulunan taşınmazlarına 1999 ve 2003 yıllarında Kralkızı Barajı'nın yapımı nedeniyle yani meşru kamu yararı amacıyla kamulaştırmasız olarak el atmış ve taşınmazlar su altında kalarak kullanılamaz duruma gelmişlerdir. Bu durumda Anayasanın 13., 35. ve 46. maddelerine aykırı biçimde 2942 sayılı Kanun'da belirlenmiş süreçler takip edilmeden başvurucunun mülkiyetinde bulunan taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atıldığı yargı kararıyla kararıyla sabittir.

53. Sonuç olarak başvurucunun söz konusu taşınmazlarına Kralkızı Barajı yapımı suretiyle yapılankamulaştırmasız el atmanın Anayasa'nın 13., 35. ve 46. maddeleriyle 2942 sayılı Kanun'da belirtilen usule uymayan bir müdahale olduğu ve mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanunilik ilkesini ihlal ettiği kanaatine ulaşılmıştır.

54. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlanmadığına İlişkin İddia

55. Başvurucu, 16/4/2008 tarihinde açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.

56. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamaların makul sürede sonuçlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesince makul sürede yargılanma hakkının adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olduğu kabul edilerek bir davadaki yargılama süresinin makul olup olmadığının tespitinde davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususların dikkate alınacağı belirtilmiş (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34-59) ve bu kapsamda yapılan incelemeler sonucu makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik kararlar verilmiştir (Gülseren Gürdal ve diğerleri, B.No:2013/1115, 5/12/2013; Semira Babayiğit ve diğerleri, B. No: 2013/3283, 19/12/2013; Haydar İzgi, B. No: 2012/673, 19/12/2013).

57. Başvuru konusu olay Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açılan tazminat davasına ilişkindir. 18/6/1927 sayılı ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanun'u ile 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan somut yargılama faaliyetinin makul süre değerlendirmesi için başlangıcı, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı tarih olup (Güher Ergun ve diğerleri, § 50)bu tarih somut başvuru açısından 16/4/2008'dir.

58. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup (Güher Ergun ve diğerleri, § 52), somut başvuru açısından söz konusu tarih ise İlk Derece Mahkemesi kararının Yargıtay 18. Hukuk Dairesince onandığı 21/1/2014'tür.

59. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde yargılamanın konusunun kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat talebine ilişkin olduğu, 16/4/2008 tarihinde açılan davada İlk Derece Mahkemesinin esasa ilişkin kararını 26/5/2011 tarihinde verdiği, bu kararın Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 25/1/2012 tarihli ilamı ile bozulduğu, bozma üzerineİlk Derece Mahkemesince verilen 2/5/2013 tarihli kararın ise temyiz incelemesi neticesinde 21/1/2014 tarihinde onandığı ve karar düzeltme talebinde bulunulmaması üzerine yargılamanın sona erdiği anlaşılmıştır.

60. Şikâyetin değerlendirilmesi sonucunda başvuruya konu tazminat davasının hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzak olduğu anlaşılmıştır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla usule ilişkin haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da gözlemlenmemiştir. Dolayısıyla somut başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yaklaşık altı yıl devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

61.Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

62.Başvurucu, Elazığ ili Alacakaya ilçesinde bulunan taşınmazlarına 1999 ve 2003 yıllarında kamulaştırma yapılmaksızın Kralkızı Barajı inşası nedeniyle el atılması üzerine 16/4/2008 tarihinde açtığı tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması ve el atma tarihlerinden itibaren taşınmazlarını kullanamaması, taşınmazına hukuksuz olarak el atılması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek 15.000 TL maddi ve 15.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

63. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

64. Başvurucunun taşınmazlarına baraj yapımı nedeniyle el atılması sonucunda Anayasa'da ve 2942 sayılı Kanun'da öngörülmeyen kamulaştırmasız el atma şeklindeki bu müdahaleler ile mülkiyet hakkının kanunilik ilkesini ihlal ettiği yönünde karar verilmiştir.

65. Bunun yanında bahsedilen müdahale kapsamında baraj yapımı sonucunda ulaşılmak istenen kamu yararıyla başvurucunun mülkiyet hakkı arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu denge başvurucuya el atılan taşınmaz bölümünün mahkemece tespit edilen gerçek karşılığı ödenerek sağlanmaktadır. Mahkemelerin kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat ödenmesine karar vermeleri kamu yararıyla kişi yararı arasında adil dengeyi sağladığı gibi idare tarafından kullanımın yasal olmadığını tespit ederek belli bir hukuki güvence de sağlamaktadır (Celalettin Aşçıoğlu, § 67).

66. Nitekim AİHM, kamulaştırmasız el atma nedeniyle yapılan başvurularda maddi tazminat taleplerini mahkeme tarafından ödemenin etkin olarak yapıldığı tarihe kadar geçen süre içindeki paranın uğradığı değer kaybını telafi edebilecek nitelikte olup olmadığı sorunu ile sınırlandırmakta ve yapılan ödemenin değer kaybı telafi edilmişse ayrıca bir zarara daha uğramadıkları sonucuna ulaşarak maddi tazminat taleplerini reddetmektedir (Sarıca ve Dilaver/Türkiye, § 65).

67. Başvurucunun, taşınmazlarının değeri konusunda Mahkemenin verdiği karardan bireysel başvuru kapsamında şikâyetçi olduğu anlaşılsa da Anayasa Mahkemesince yapılan incelemede bu şikâyetin temyiz aşamasında Yargıtay önüne taşınmadığı tespit edilmiştir. Bu durumda başvurucuya el atılan taşınmazları için 2942 sayılı Kanun'da öngörülen bedel tespiti prensiplerine uygun olarak dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedeli ile dava tarihinden itibaren işleyen faiziyle ödenerek ulaşılmak istenen kamu yararıyla başvurucunun müdahale edilen mülkiyet hakkı arasında makul bir orantının kurulduğu, ayrıca başvurucunun İlk Derece Mahkemesince 2/5/2013 tarihli karar ile belirlenen bedel için temyiz aşamasında herhangi bir itirazda bulunmadığı, dolayısıyla taşınmazlarının satış değerini faiziyle birlikte Mahkeme kararıyla tahsil ettiği ve kanuni olmayan el atma hakkında ihlal kararı verildiği gözönünde bulundurulduğunda başvurucuya ayrıca maddi tazminat ödenmesine yer olmadığıyönünde karar verilmesi gerekir.

68. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık altı yıllık yargılama süresi nazara alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında 5.000 TL, başvurucunun taşınmazlarına Anayasa ve 2942 sayılı Kanun'da öngörülen kamulaştırma usulüne uyulmadan kanunilik ilkesine aykırı olarak el atılması ve hakkını elde etmek için dava açmak zorunda bırakılması sonucu ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında ise 5.000 TL olmak üzere başvurucuya takdiren net toplam 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

69.Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A.  1. Mahkemece hükmolunan taşınmaz bedeli nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

  2. Kamulaştırmasız el atma nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

  3. Yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlaline ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1.Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2.Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

D. Tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CUMALİ KARAŞAHİN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/2927)

 

Karar Tarihi: 1/2/2017

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Cumali KARAŞAHİN

Vekili

:

Av. Mevlüt GÜL

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tapuda Maliye Hazinesi adına kayıtlı taşınmaz üzerinde başvurucu tarafından yetiştirildiği belirtilen kayısı ağaçları ile üzüm asmasının Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce (DSİ) sulama kanalı geçirilmesi sırasındazarar görmesi ve bu zararın tazmini istemiyle açılan tazminat davasının da reddedilmesi nedenleriyle eşitlik ilkesinin ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 5/3/2014 tarihinde Malatya İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 22/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında bu aşamada bir görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, tapuda Maliye Hazinesi adına kayıtlı bulunan Malatya ili, Battalgazi ilçesi, Hatunsuyu köyünde bulunan 1241 parsel sayılı taşınmazı kayısı bahçesi olarak kullanmaktadır.

8. Başvurucu bu taşınmaz için; 1995-1996 yıllarına ilişkin olarak 30/12/1999 tarihinde 160.875.000 TL, 8/2/1999 tarihinde 42.750.000 TL, 12/1/2000 tarihinde 67.350.000 TL, 2/1/2002 tarihinde 217.500.000 TL, 12/2/2001 tarihinde 436.500.000 TL, 18/2/2002 tarihinde 569.620.000 TL ve 24/12/2003 tarihinde de 261.000.000 TL ile 630.000.000 TL tutarlarında ecrimisil bedeli ödediğini gösteren maliye vezne alındıları sunmuştur (belirtilen tutarlar eski Türk Lirası üzerindendir).

9. Başvurucunun ecrimisil ödeyerek kullandığı taşınmazdan DSİ tarafından sulama kanalı geçirilmesi üzerine başvurucu, Malatya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/342 Değişik İş sayılı dosyasında delil tespiti talebinde bulunmuş, Mahkemece yapılan keşif sonucu düzenlenen 7/11/2009 tarihli ziraat uzmanı teknik bilirkişi raporunda, DSİ tarafından 23 adet 15 yaşında, 4 adet 8 yaşında ve 1 adet 2 yaşında olmak üzere toplam 28 adet kayısı ağacının ve 1 adet de 5 yaşında üzüm asmasının sökülmesi nedeniyle başvurucunun toplam 10.914 TL tutarında zararının olduğu belirtilmiştir.

10. Başvurucu, kanal yapımı sırasında sökülen ağaçların ve üzüm asmasının bedelinin ödenmesi için 17/11/2009 tarihinde DSİ Malatya Şube Müdürlüğünden talepte bulunmuştur. Şube Müdürlüğü 18/11/2009 tarihli cevap yazısında, yargı kararına dayalı olarak ödeme yapılabileceğini başvurucuya bildirmiştir.

1. Adli Yargı Süreci

11. Başvurucu kayısı bahçesi olarak kullandığı taşınmazdan sulama kanalı geçirilmesi sırasında kayısı ağaçları ve üzüm asmasının sökülmesi nedeniyle uğradığı zararın tazmini istemiyle 9/12/2009 tarihinde Malatya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır.

12. Mahkeme, 26/5/2010 tarihli ve E.2009/576, K.2010/274 sayılı kararıyla davanın kabulüne ve 10.914 TL tutarındaki maddi tazminatın 24/11/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine karar vermiştir.

13. Davalı idarenin kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 4/7/2011 tarihli ve E.2010/7947, K.2011/7807 sayılı ilamıyla "...davacı, baraj yapımı sırasında zarar verilen ağaçların bedelini istediğine göre, dava dilekçesinin yargı yolu bakımından reddedilmemiş olması doğru değildir..." gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

14. Yargıtay bozma ilamına uyan Mahkeme 20/10/2011 tarihli ve E.2011/566, K.2011/783 sayılı kararı ile uyuşmazlığın çözümü bakımından idari yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar 16/12/2011 tarihinde temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

2. İdari Yargı Süreci

15. Başvurucu bu defa, aynı olay nedeniyle 11.576,26 TL tutarındaki maddi zararının tazmini istemiyle 22/12/2011 tarihinde Malatya İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır.

16. Mahkeme, 24/12/2013 tarihli ve E.2013/1581, K.2013/1783 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Malatya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2011/566 esas sayılı dosyasına sunulan ecrimisil ihbarnameleri ile ecrimisil ödendiğini gösteren belgeler dikkate alındığında davacının, mülkiyeti Hazineye ait ve sulama kanalı yapımı için DSİ Genel Müdürlüğü'ne tahsis edilen taşınmazı kira, geçit hakkı, mecra hakkı vb. hukuki ilişkiye dayanmadan ağaç dikmek suretiyle kullanması nedeniyle işgalci konumunda bulunduğu sabittir.

Bu durumda, mülkiyeti Hazineye ait ve sulama kanalı yapımı için davalı idareye tahsis edilen taşınmazı herhangi bir hukuki ilişkiye dayanmadan (fuzuli şagil olarak) ağaç dikmek suretiyle kullanıldığı için herhangi bir hukuki korumadan faydalanamayan davacı tarafından dikilen ağaçların, Kanunla kendisine verilen sulama kanalı yapım görevini hukuka uygun olarak yine kendisine tahsis edilen taşınmaz üzerinde yerine getirmesi sırasında sökülmesi nedeniyle uğranılan zararının tazminine hükmedilmesi için gerekli olan hukuka aykırı fiil şartı gerçekleşmediğinden davalı idarenin tazminle sorumlu tutulamayacağı sonucuna ulaşılmıştır."

17. Başvurucu tarafından itiraz edilen bu karar, Malatya Bölge İdare Mahkemesinin 5/7/2013 tarihli ve E.2013/1057, K.2013/997 sayılı ilamıyla onanmış, başvurucunun karar düzeltme talebi ise Bölge İdare Mahkemesinin 24/12/2013 tarihli ve E.2013/1581, K.2013/1783 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.

18. Nihai karar başvurucu vekiline 4/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

19. Başvurucu 5/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

20. 22/12/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 718. maddesi şöyledir:

"Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar.

Bu mülkiyetin kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer."

21. 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun 75. maddesi şöyledir:

 “Devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmaz malları ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ile idare ve temsil ettiği mazbut vakıflara ait taşınmaz malların, gerçek ve tüzelkişilerce işgali üzerine, fuzuli şagilden, bu Kanunun 9 uncu maddesindeki yerlerden sorulmak suretiyle, idareden taşınmaz ve değerleme konusunda işin ehli veya uzmanı üç kişiden oluşan komisyonca tespit tarihinden geriye doğru beş yılı geçmemek üzere tespit ve takdir edilecek ecrimisil istenir. Ecrimisil talep edilebilmesi için, Hazinenin işgalden dolayı bir zarara uğramış olması gerekmez ve fuzuli şagilin kusuru aranmaz.

(Ek cümle: 23/7/2010-6009/24 md.) Ecrimisile itiraz edilmemesi halinde yüzde yirmi, peşin ödenmesi halinde ise ayrıca yüzde onbeş indirim uygulanır. Ecrimisil fuzuli şagil tarafından rızaen ödenmez ise, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur.

Kira sözleşmesinin bitim tarihinden itibaren, işgalin devam etmesi halinde, sözleşmede hüküm varsa ona göre hareket edilir. Aksi halde ecrimisil alınır.

İşgal edilen taşınmaz mal, idarenin talebi üzerine, bulunduğu yer mülkiye amirince en geç 15 gün içinde tahliye ettirilerek, idareye teslim edilir.

(Ek fıkra: 23/7/2010-6009/24 md.)Köy sınırları içerisinde yer alan Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazların işgalcilerinden tahsil edilen ecrimisil gelirlerinin yüzde beşi, 442 sayılı Köy Kanununda belirlenen görevlerde kullanılmak kaydıyla, tahsilatı izleyen ay içinde bu gelirlerin elde edildiği köy tüzel kişiliği hesabına aktarılmak üzere emanet nitelikli hesaplara kaydedilir. Maliye Bakanlığı bu oranı iki katına kadar artırmaya yetkilidir.”

22. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun "Tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların tescili ve zilyedin hakları" kenar başlıklı 19. maddesine26/5/2004 tarihli ve 5177 sayılı Maden Kanunu'nda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 35. maddesi ile eklenen onuncu fıkra şöyledir:

 “Başkası adına tapulu, sahipsiz ve/veya zilyedi tarafından iktisap edilmemiş yerin kamulaştırmasında binaların asgarî levazım bedeli, ağaçların ise 11 inci madde çerçevesinde takdir olunan bedeli zilyedine ödenir.”

23. 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanunu'nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 5. maddesinin onbirinci fıkrasının Anayasa Mahkemesince kısmen iptal edilmeden önceki hali şöyledir:

"Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapılan her türlü yapı ve tesisler, başka bir işleme gerek kalmaksızın Hazineye intikal eder. Yapı ve tesisleri yapanlar herhangi bir hak ve tazminat talep edemezler.”

24. Anayasa Mahkemesinin 3/7/2014 tarihli ve E.2014/9, K.2014/121 sayılı kararı ile 4706 sayılı Kanun'un 5. maddesinin onbirinci fıkrasının ikinci cümlesi iptal edilmiştir. Bu kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"A- Kanun’un 5. Maddesinin Onbirinci Fıkrasının Birinci Cümlesinin İncelenmesi

...

 İtiraz konusu kuralın birinci cümlesinde, Kanun’un 5. maddesinin yürürlüğe girdiği 19.7.2003 tarihinden sonra Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapılan her türlü yapı ve tesislerin, başka bir işleme gerek kalmaksızın Hazineye intikal edeceği hükme bağlanmıştır.

...

 İtiraz konusu kuralın birinci cümlesinin, 19.7.2003 tarihinden sonra Hazineye ait taşınmazlar üzerinde her türlü yapı ve tesis yapanların mülkiyet haklarının sınırlanması sonucunu doğurduğu açıktır. Bu sınırlamanın Anayasa’ya uygun olabilmesi için Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen temel hakların sınırlandırılmasına ilişkin ilkelere uygun olması ve bu bağlamda kamu yararı ile malikin bireysel yararı arasında makul bir denge gözetmesi gerekir.

 Kanun gerekçesinde itiraz konusu kuralın, Kanun’un yürürlük tarihinden sonra Hazine taşınmazları üzerinde kaçak yapılaşmanın önlenmesi amacıyla kabul edildiği belirtilmiştir. Bu nedenle, kuralın mülkiyet hakkını kamu yararı amacıyla sınırlandırdığında kuşku bulunmamaktadır.

 Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapı ve tesis yapılması, kamuya ait mülkiyet hakkını ihlal etmektedir. Hazinenin söz konusu yapı ya da tesislerin yapılmasına izni ya da muvafakati bulunmadığından, bu hakkından vazgeçmesi ya da kişiler lehine fedakârlıkta bulunması beklenemez. Ayrıca, itiraz konusu kuralda, söz konusu sınırlamanın kuralın yer aldığı 5. maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonrası için geçerli olduğu belirtilerek, geçmişe etkili uygulamanın yol açabileceği hak kayıplarının önüne geçildiği görülmektedir. Bu yönüyle değerlendirildiğinde kuralın, birey hakları ile kamu yararı arasında açık bir dengesizlik yarattığı söylenemez.

 Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kuralın birinci cümlesi Anayasa’nın 2., 13. ve 35. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

B- Kanun’un 5. Maddesinin Onbirinci Fıkrasının İkinci Cümlesinin İncelenmesi

...

 İtiraz konusu kuralın ikinci cümlesinde, birinci cümlede belirtilen yapı ve tesisleri yapanların herhangi bir hak ve tazminat talep edemeyecekleri hükme bağlanmıştır.

 Anayasa’nın 36. maddesinde 'Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.' denilmektedir. Maddeyle güvence altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birini oluşturmaktadır. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu, yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir. Kişilere yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması adil yargılamanın ön koşulunu oluşturur.

 İtiraz konusu kuralın ikinci cümlesi ile maddenin yürürlüğe girdiği 19.7.2003 tarihinden sonra Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapı ve tesis yapanların, söz konusu yapı ve tesislerin başka bir işleme gerek kalmaksızın Hazineye intikal etmesi nedeniyle herhangi bir hak ve tazminat talep edemeyecekleri hüküm altına alınmıştır. Bu kural, Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapı ya da tesis yapan kişilerin haklılıklarını ileri sürüp kanıtlayabilmelerine ve zararlarını giderebilmelerine engel olmakta, böylece hak arama özgürlüğünü ortadan kaldırmaktadır.

 Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kuralın ikinci cümlesi Anayasa’nın 36. maddesine aykırıdır. İptali gerekir."

25. 18/12/1953 tarihli ve 6200 sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un 2. maddesi şöyledir:

"Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğünün vazife ve salahiyetleri şunlardır:

...

n) Umum Müdürlüğün vazifesi içinde bulunan işlerin yapılmasına lüzumlu arazi ve gayrimenkulleri kanunlarına göre muvakkat olarak işgal etmek veya istimlak etmek veya satın almak;

..."

26. 16/5/1956 tarihli ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı şöyledir:

"Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan malik, el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı olduğu takdirde taşınmaz bedelini isteme hakkı da bulunmaktadır. Taşınmaz sahibinin el konulan taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde, taşınmazın el koyma tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar verilir."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 1/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

28. Başvurucu, tapuda Hazine adına kayıtlı taşınmazı ecrimisil ödeyerek kayısı bahçesi olarak kullandığını, ancak DSİ'nin sulama kanalı geçirmesi nedeniyle bu taşınmazdaki kayısı ağaçları ile üzüm asmasının söküldüğünü, uğradığı zararın tazmini için başvurduğu idari ve yargısal süreçlerden ise bir sonuç alamadığını belirterek, eşitlik ilkesi ile mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; 10.000 TL maddi ve 10.000 TL manevi tazminata karar verilmesi taleplerinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

30. Başvurucu, eşitlik ilkesinin de ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de bu iddianın ciddiye alınabilmesi için başvurucunun kendisi ile benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın sırf ırk, renk, cinsiyet, din, dil, cinsel yönelim vb. ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekmekte olup somut olayda ise başvurucunun bu yöndeki iddialarını temellendirecek somut bulgu ve kanıtları ortaya koyamadığı anlaşılmaktadır.

31. Başvurucunun şikâyetlerinin özü, kayısı ağaçlarının ve üzüm asmasının DSİ tarafından yürütülen kanal yapım çalışmaları sırasında tazminat ödenmeksizin söküldüğü iddiası olduğundan, başvurunun mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeninin de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

33. Bakanlık tarafından başvuru hakkında bir görüş bildirilmemiştir.

34. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

35. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele “mülkiyet hakkına” yönelik bir müdahale olup olmadığını belirlemektir. Sonraki aşamalarda, varlığı kabul edilen müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı, müdahalenin amacı ve kullanılan araçlar ile başvurucuya yüklenen külfetin ölçülü olup olmadığı hususlarının tespit edilmesi gerekir.

a. Mülkün Varlığı

36. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

37. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ortak koruma alanındaki mülkiyet hakkı özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31).

38. Mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa ve Sözleşme'yle korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer" veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti" Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Meşru beklentiden söz edilebilmesi için bir uyuşmazlık ya da ciddi bir iddianın varlığı yeterli değildir, iç hukukta yasa ya da yerleşik içtihada dayalı yeterli temeli olan bir beklenti bulunması gerekir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37).

39. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruması kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti, mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanıma mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37).

40. Başvuru konusu olayda dava konusu taşınmazın başvurucuya ait olmayıp Hazine adına tapuda tescilli olduğu tartışma konusu değildir. Nitekim başvurucu da taşınmaz üzerinde bir hak iddiasında bulunmamaktadır. Başvurucu esas itibarıyla, söz konusu taşınmazı ecrimisil ödeyerek kayısı bahçesi olarak kullandığını ve üzerindeki kayısı ağaçları ile üzüm asmasının DSİ tarafından yapılan sulama kanalı çalışmaları sırasında söküldüğünü belirtmektedir. Dolayısıyla söz konusu taşınmaz üzerinde bulunan ve DSİ tarafından söküldüğü anlaşılan başvurucunun yetiştirdiği kayısı ağaçları ile üzüm asması yönünden başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkı kapsamında korunmaya değer bir menfaatinin mevcut olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

41. 4721 sayılı Kanun'un 718. maddesine göre arazi üzerindeki mülkiyet -kullanılmasında yarar olduğu ölçüde- üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsamakta olupyasal sınırlamalar saklı kalmak kaydıyla yapılar, bitkiler ve kaynaklar da bu mülkiyetin kapsamına girmektedir. Diğer bir deyişle kural olarak taşınmazın üzerindeki yapılar ve bitkiler de arazinin mülkiyetine tabidir.

42. Başvurucu taşınmaz için ecrimisil ödediğini belirterek hak iddiasında bulunmakta ise de 2886 sayılı Kanun'un 75. maddesine göre ecrimisil; devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazların, gerçek ve tüzelkişilerce işgali üzerine, işgalciden (fuzuli şagilden) alınan tazminat niteliğindedir. Başvurucu, Hazine adına kayıtlı taşınmazı kullanmakta olduğundan haksız zilyet konumundadır. Haksız işgal tazminatı olarak da adlandırılan ecrimisil bedelinin ödenmesi ise anılan mevzuata göre taşınmaz üzerinde, kural olarak işgalci yararına tek başına doğrudan herhangi bir hak meydana getirmez.

43. Bununla birlikte 2942 sayılı Kanun'un 19. maddesinin onuncu fıkrasında, başkası adına tapulu taşınmazların kamulaştırılmasında ağaçların takdir olunan bedelinin zilyedine ödeneceği hüküm altına alınmıştır. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin çok sayıda Yargıtay kararı bulunmaktadır. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 23/9/2014 tarihli ve E.2014/6321, K.2014/21931 sayılı kararı da şöyledir:

"Dava, zemini Hazineye ait olan taşınmaz üzerinde bulunan muhtesat bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

Bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Zemini Hazineye ait taşınmaz üzerindeki fıstık ağaçlarına değer biçilmesi yöntem itibarıyla doğru olduğu halde mahkemece ağaçların dikili olduğu zeminin özel mülkiyete konu olamayacağı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Kamulaştırma Kanunu'nun değer biçmeye ilişkin hükümleri kıyasen kamulaştırmasız el atmaya dayanan tazminat istemine ilişkin davalarda da uygulanır. Bu nedenle 2942 sayılı Kanun'un 19. maddesine 5177 sayılı [Kanun] ile eklenen fıkrada yer alan ... hükmü uyarınca dava konusu meyve ağaçlarının davacı tarafından yetiştirilip yetiştirilmediği araştırılarak, davacıya ait olduğunun belirlenmesi halinde, hesaplanacak bedelin davalı idareden tahsili yerine, yazılı gerekçeler ile davanın reddine karar verilmesi,

Doğru görülmemiştir..."

44. Yine Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 22/6/2015 tarihli ve E.2015/3499, K.2015/14580 sayılı ilamı da şöyledir:

"Dava, zemini Hazineye ait olan taşınmaz üzerinde bulunan muhtesat bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

Mahkemece davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Kamulaştırma Kanununun değer biçmeye ilişkin hükümleri kıyasen kamulaştırmasız el atmaya dayanan tazminat istemine ilişkin davalarda da uygulanır. Bu nedenle 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 19. maddesine 5177 sayılı Yasa ile eklenen fıkrada yer alan ... hükmü uyarınca dava konusu meyve ağaçlarının davacı tarafından yetiştirilip yetiştirilmediği araştırılarak, davacıya ait olduğunun belirlenmesi halinde, hesaplanacak bedelin davalı idareden tahsili yerine, yazılı gerekçeler ile davanın reddine karar verilmesi,

Doğru görülmemiştir..."

45. 4706 sayılı Kanun’un 5. maddesinin on birinci fıkrasında bu maddenin yürürlüğe girdiği 19/7/2003 tarihinden sonra Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapılan her türlü yapı ve tesislerin, başka bir işleme gerek kalmaksızın Hazineye intikal edeceği hükme bağlanmıştır. Ancak fıkranın "Yapı ve tesisleri yapanlar herhangi bir hak ve tazminat talep edemezler” şeklindeki ikinci cümlesi Anayasa Mahkemesinin 3/7/2014 tarihli ve E.2014/9, K.2014/121 sayılı kararıyla iptal edilmiştir.

46. Öte yandan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 28/3/2016 tarihli ve E.2014/1450, K.2016/1083 sayılı ilamı şöyledir:

"... dava konusu taşınmazı davacının .... tarihinden itibaren fuzuli şagil olarak kullandığı ve bu işgalden dolayı kendisine ecrimisil tahakkuk ettirilerek davacıdan tahsil edildiği belirtilmiş olup, davacının söz konusu taşınmazı ecrimisil bedelleri ödeyerek kullandığı, mülki idare amirince, ilgili mevzuat hükümleri uyarınca davacının tahliye edilmediği de anlaşılmaktadır.

Dava konusu olayda, davacının ... köyünde ... parsel sayılı tarlaya buğday ve beyaz lahana ektiği açık olup; söz konusu tarlanın davacının mülkiyetinde olmayıp Hazineye ait bulunması, yani davacının işgalci olması, buğday ve lahana ürününün, davalı DSİ Genel Müdürlüğü'nün hizmet kusuru nedeniyle su baskınına uğradığının tespiti halinde, idarenin tazmin sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Zira buğday ve lahana ürününün, davacı tarafından ekildiği, davacının mülkiyetinde olduğu tartışmasızdır. Dolayısıyla su baskınına uğrayan buğday ve lahana ürününde ortaya çıkan davacının uğradığı zararın, hizmet kusurunun tespiti halinde, davalı idarece tazmini gerekmektedir. Ancak, davacının işgal ettiği Hazine arazisine ekim yapmak suretiyle sağladığı bu yararın, davacıdan tahsil olunacak ecrimisil hesabında dikkate alınacağı da tabiidir.

Bu durumda, dosyadaki bilgi ve belgelere göre, ... davacının fuzuli şagil olmasının tek başına davalı idarenin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gözetilmeden verilen temyize konu ısrar kararında hukuki isabet görülmemiştir."

47. Somut olayda taşınmazın mülkiyeti Hazineye ait olmakla birlikte başvurucunun bu taşınmazdan ilgili mevzuat hükümlerine göre tahliyesi yoluna gidilmediği gibi bu taşınmazın başvurucu tarafından uzun yıllar boyunca kayısı bahçesi olarak kullanıldığı ve başvurucunun yaşı 15'i bulan çok sayıda kayısı ağacı ve üzüm asması yetiştirdiği anlaşılmaktadır. Bu kayısı ağaçlarının ve üzüm asmasının başvurucu yararına ekonomik bir değerinin mevcut olduğu açıktır. Anılan mevzuat hükümleri ve yargısal içtihatlar da birlikte değerlendirildiğinde söz konusu taşınmaz üzerinde başvurucu tarafından yetiştirilen, ancak DSİ tarafından sulama kanalı yapımı çalışmaları sırasında söküldüğü anlaşılan "kayısı ağaçları ile üzüm asması" yönünden başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında korunmaya değer bir menfaatinin olduğu sonucuna varılmıştır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

48. Anayasa’nın 35. maddesi ve Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir. Her iki düzenleme de üç kural ihtiva etmektedir. Sözleşme’nin ilk cümlesi herkese mülkünden barışçıl yararlanma hakkı verirken Anayasa, daha geniş manada mülkiyet hakkını tanımaktadır. Düzenlemelerin ikinci cümleleri ise kişilerin hangi koşullarda mülkünden yoksun bırakılabileceğini ya da kişilere ait mülkiyetin hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini hüküm altına almaktadır (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 45).

49. Her iki düzenlemenin üçüncü cümleleri ise mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da düzenlenmesine ilişkindir. Anayasa’nın 35. maddesinin son fıkrası mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı şeklinde hakkın kullanımına ilişkin genel bir ilkeye yer verirken Sözleşme’ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ikinci fıkrası, devletlerin mülkiyeti kamu yararı amacıyla düzenleme, vergiler ve diğer katkılar ile cezaların tahsili konusunda gerekli gördükleri kanunları uygulama konusundaki haklarını saklı tutarak taraf devletlerin kamu yararına uygun olarak “mülkiyetin kullanımını kontrol” yetkisine sahip olduğunu kabul etmektedir. Ayrıca Anayasa’nın birçok maddesi ilgili olduğu hususta devlete, mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da mülkiyeti düzenleme yetkisi vermektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, § 46).

50. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ikinci ve üçüncü kurallar, mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesi şeklinde ifade edilen birinci kuralın özel görünüm şekilleridir ve bu nedenle genel nitelikli birinci kuralın ışığı altında anlaşılmaları gerekmektedir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 37).

51. Başvuru konusu olayda Malatya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/342 Değişik İş sayılı dosyasında yapılan delil tespitinde ve Malatya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/576 esas sayılı dosyasında başvurucunun Hazineye ait taşınmaz üzerindeki kayısı ağaçları ile üzüm asmasının DSİ tarafından yapılan sulama kanalı çalışmaları sırasında söküldüğü kabul edilmiştir. İdari yargı sürecinde de Malatya İdare Mahkemesinin 24/12/2013 tarihli davanın reddine ilişkin kararında, başvurucunun meyve ağacı dikmek suretiyle ecrimisil ödeyerek taşınmazı kullandığının sabit olduğu belirtilmiştir. Bu durumda başvurucunun yetiştirdiği ve kullanımında olan kayısı ağaçları ile üzüm asmasının bir kamu kuruluşu olan DSİ tarafından sökülmesi suretiyle başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale edildiği açık olup sökme eylemi dolayısıyla bu ağaçların ve asmanın bir daha kullanılamayacak olması nedeniyle başvurunun mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

i. Genel İlkeler

52. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı, kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı veren bir haktır. Anayasa'ya göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebilir. (Mustafa Asiler, B. No: 2013/3578, 25/2/2015, § 35).

53. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt hukuka dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin hukuka dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

54. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiği hüküm altına alınırken Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi mülkiyetten yoksun bırakmanın kamu yararıyla, yasada öngörülen koşullarla ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini öngörmektedir. Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme'den daha geniş bir koruma sağlamaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31).

55. Hak ve özgürlüklerin ve bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi, bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir. Bununla beraber kanunla düzenleme zorunluluğu, hakka yapılacak müdahalenin uygulanmasının kanun çerçevesini aşmayacak şekilde tüzük, yönetmelik, tebliğ ve genelge gibi yürütme organının çıkardığı ikincil düzenlemelerle yapılmasına mani değildir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

56. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu önceden öngörebilecekleri kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, § 55). Hukuki belirlilik ilkesinin alt ilkeleri olan "ulaşılabilirlik" ilgili hukuki düzenlemenin aleni olması yani yayımlanmasını ifade etmekte (Spaček, s.r.o./Çek Cumhuriyeti, B. No: 26449/95, 9/11/1999, §§ 56-61),"öngörülebilirlik" ise hukuk kuralının uygulanması hâlinde doğabilecek sonuçların önceden tahmin edilebilmesi anlamına gelmektedir (Hentrich/Fransa, B. No: 13616/88, 22/9/1994, § 42).

57. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).

ii. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

58. Başvurucu, ecrimisil ödeyerek kullandığı Hazine taşınmazı üzerinde bulunan kayısı ağaçları ile üzüm asmasının DSİ tarafından, sulama kanalı yapılırken bir kamulaştırma yapılmadan ve tazminat ödenmeden sökülmesinden yakınmaktadır.

59. Başvuru konusu olayda başvurucunun kayısı bahçesi olarak kullandığı mülkiyeti Hazineye ait taşınmaz üzerinde başvurucu tarafından yetiştirildiği adli ve idari yargı süreçlerinde mahkemelerce de sabit görülen 23 adet 15 yaşında, 4 adet 8 yaşında ve 1 adet 2 yaşında olmak üzere toplam 28 adet kayısı ağacının ve 1 adet de 5 yaşında üzüm asmasının DSİ tarafından taşınmazdan sulama kanalı geçirilirken söküldüğü anlaşılmaktadır.

60. Başvurucu yetiştirdiği ağaçların ve asmanın sökülmesi nedeniyle uğradığı zararın tespiti için Malatya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinden delil tespiti talebinde bulunmuş, yapılan delil tespiti üzerine 17/11/2009 tarihinde DSİ'ye başvurarak tazminat talebinde bulunmuş, 18/11/2009 tarihinde başvurucuya, ancak yargı kararına dayalı olarak ödeme yapılabileceği bildirilmiştir. Başvurucunun 26/5/2010 tarihinde Malatya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davası ise Yargıtay bozma ilamı sonrası Mahkemenin 20/10/2011 tarihli kararıyla uyuşmazlığın çözümü bakımından idari yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle yargı yolu yönünden reddedilmiştir. Başvurucu bunun üzerine 22/12/2011 tarihinde Malatya İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmış, Mahkemenin 24/12/2013 tarihli kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz Malatya Bölge İdare Mahkemesinin 5/7/2013 tarihli ilamıyla reddedilerek hüküm onanmış, başvurucunun karar düzeltme talebi de Bölge İdare Mahkemesince 24/12/2013 tarihinde reddedilmiştir.

61. İdare Mahkemesinin davanın reddine ilişkin 24/12/2013 tarihli kararının temel gerekçesi, başvurucunun taşınmazı kira, geçit hakkı, mecra hakkı vb. hukuki ilişkiye dayanmadan kullanması nedeniyle tazminat talep edemeyeceği yönündedir. Gerçekten de taşınmazın mülkiyeti Hazineye ait olup Hazine ile başvurucu arasında taşınmazın kayısı bahçesi olarak kullanılmasına ilişkin herhangi bir sözleşmenin de bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ancak bu kullanma biçimi, kayısı bahçesini kullanan başvurucu ile taşınmazın mülk sahibi olan Hazine arasındaki ilişkide önem taşımaktadır. Taşınmazın mülk sahibi olan Hazine başvurucuyu taşınmazdan tahliye ettirebileceği gibi bu yolu tercih etmeyip haksız işgal tazminatı (ecrimisil) talep etmekle de yetinebilmektedir. Nitekim somut olayda da Hazine başvurucuyu taşınmazdan tahliye ettirmemiş, başvurucunun taşınmazdaki kullanımı nedeniyle ecrimisil bedeli tahsil etmeyi tercih etmiştir.

62. Öncelikle belirtmek gerekir ki delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanması, derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk alanındadır. Buna göre ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ileuyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvurukonusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).

63. Bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesinin görevi Anayasa veSözleşme'nin ortak koruma alanında kalan haklar kapsamındaki güvencelerin somut olayda sağlanıp sağlanmadığını incelemektir.

64. 2942 sayılı Kanun'un 19. maddesinin onuncu fıkrasında, başkası adına tapulu taşınmazların kamulaştırılmasında ağaçların ve yapıların takdir olunan bedelinin zilyedine ödeneceği hüküm altına alınmıştır. Yargıtay da zemini Hazineye ait olan taşınmaz üzerinde bulunan ağaçlar ve diğer muhdesatlar yönünden tazminat istemine konu müdahaleleri kamulaştırmasız el atma olarak nitelendirmiş ve anılan hüküm uyarınca dava konusu ağaçların davacı tarafından yetiştirilmesi durumunda bedelinin kamulaştırma esaslarına göre tespit edilerek davacıya ödenmesine karar vermiştir (bkz. §§ 43, 44).

65. Derece mahkemeleri taşınmazın Hazineye ait olması sebebiyle DSİ'nin tazminat sorumluluğunun bulunmadığını kabul etmişlerse de Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, taşınmazın davacının mülkiyetinde olmayıp Hazineye ait bulunmasının, davacı tarafından yetiştirilen ürünler bakımından zarara yol açan idarenin hizmet kusuru nedeniyle tazmin sorumluluğunu ortadan kaldırmadığı ve davacının işgal ettiği Hazine arazisinden sağladığı yararın ise davacıdan tahsil olunacak ecrimisil hesabında dikkate alınacağı görüşündedir (bkz. § 46).

66. Devlet kendisine ait olan taşınmazlar üzerinde başkaları tarafından haksız olarak yapılan yapıları yıkabilir ve ağaçları sökebilir. Devletin kendi taşınmazı üzerindeki yapıları yıkması ve ağaçları sökmesi başka hiçbir sebep olmasa bile kamuya ait mülkiyeti koruma şeklinde kamu yararına dayalı meşru bir amacı da taşımaktadır. Bununla birlikte somut olayda başvurucunun mülkiyet hakkına, mülkün sahibi olan Hazine tarafından herhangi bir müdahalede bulunulmamıştır. Bunun aksine Hazine, başvurucuyu taşınmazdan tahliye ettirmediği gibi belirli bir ecrimisil bedeli karşılığında bu taşınmazın kullanılmasına ve kayısı ağaçları ile üzüm asması dikilerek yetiştirilmesine izin vermiş, en azından buna müdahale etmemiştir.

67. Öte yandan her ne kadar 4721 sayılı Kanun'a göre taşınmaz üzerindeki bitki, ağaç ve yapılar da arzın mülkiyetine tabi ise de 2942 sayılı Kanun'un 19. maddesinde başkasına ait bir taşınmazda bulunan bitki, ağaç ve yapıların kamulaştırma bedelinin muhdesat sahibine ödenmesi öngörülmüştür. Yargıtay ve Danıştay içtihatlarıyla uygulama da bu yönde gelişmiş, mülkiyeti Hazineye ait olsa da taşınmaz üzerindeki muhdesat bedelinin sahibine ödenmemesi açıkça kanuna aykırı görülerek "kamulaştırmasız el atma" olarak değerlendirilmiştir.

68. Başvuru konusu olayda da başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında bulunan kayısı ağaçları ile üzüm asması herhangi bir bedel ödenmeksizin sökülerek başvurucu mülkiyetten yoksun bırakılmıştır. Hâlbuki başvurucu belirtilen kanun hükmü ve yargısal içtihatlar doğrultusunda kendisine tazminat ödeneceği yönünde bir meşru beklenti içerisindedir. Ancak başvurucunun açtığı tazminat davasında derece mahkemeleri, olaya uygulanan mevzuatın yorumlanmasında, anılan kanun hükmü ve Yargıtay ile Danıştay içtihatlarından farklı ve “öngörülemez” nitelikte bir değerlendirme yaparak davayı reddetmiştir.

69. Sonuç olarak mülkiyeti Hazineye ait olan taşınmaz üzerinde başvurucu tarafından yetiştirilen kayısı ağaçları ile üzüm asmasının DSİ tarafından, taşınmazdan sulama kanalı geçirilmesi sırasında herhangi bir tazminat ödenmeksizin sökülmesi suretiyle başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerinde öngörülen güvence ölçütlerinden kanunilik unsurunu sağlamadığı anlaşılmaktadır.

70. Yukarıda yer verilen tespitler uyarınca başvuruya konu müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı anlaşıldığından söz konusu müdahale açısından diğer güvence ölçütlerine riayet edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

71. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

72. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

73. Başvurucu 10.000 TL maddi ve 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

74. Başvuruda mülkiyethakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

75. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Malatya İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

76. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir..

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Malatya İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 1/2/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET ERAY CELEPGİL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/612)

 

Karar Tarihi: 1/2/2017

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucular

:

1. Mehmet Eray CELEPGİL

 

 

2. Alper AKGÜN

 

 

3. Veli AKIN

 

 

4. Nur YAKUT

 

 

5. Zerrin ERDOĞAN

 

 

6. Pelin ATAY

 

 

7. Arca ATAY

 

 

8. Müzeyyen Senem CELEPGİL

 

 

9. Tamer ERDEM

 

 

10. Halit Erdi YOSUNKAYA

 

 

11. Mine YILMAZER

 

 

12. Ahmet İzzet ÖZDEMİR

 

 

13. Elmas CELEPGİL

 

 

14. Kamil Mehmet BOSTANCI

 

 

15. Fatma Saime GÜRTÜRK

 

 

16. Yıldız İlknur BADUR

 

 

17. Kamil Celal Oğuz ŞAFOĞLU

 

 

18. Banu ŞAFOĞLU

 

 

19. Zeynep Neslihan RONA

 

 

20. Mürvet ATAY

 

 

21. Fatma Gül TURANLIGİL

 

 

22. Muazzez Nigah ÇAM

 

 

23. Yaşar ÇELİK

 

 

24. Levent AKIN

 

 

25. Demet ERYILMAZ

 

 

26. Adnan Ümit FIRTINA

 

 

27. Muazzez Ülkü USLU

 

 

28. Nurdoğan AKIN

 

 

29. Rasime YÖRÜK

 

 

30. Yasemin AKIN BOLAT

 

 

31. Hicran CELEPGİL

 

 

32. Hakan CELEPGİL

 

 

33. Rafet CELEPGİL

 

 

34. Kamil Yıldırım CELEPGİL

 

 

35. Hikmet Murathan BOSTANCI

 

 

36. Haluk Cenk BAYKUT

 

 

37. Alaattin AKGÜN

 

 

38. Fadime Sevda BOSTANCI

 

 

39. Zeynep Şule CELEPGİL

 

 

40. Süheyl ATAY

 

 

41. Sevgi KARDEŞ

Vekilleri

:

Av. Atiye ÜLKÜ

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşınmazın tapu kaydına askerî güvenlik bölgesi içinde olduğuna dair şerh konularak bu taşınmazın etrafına İstanbul Jandarma İkmal Merkezi Komutanlığı tarafından tel örgü çekilmesi suretiyle taşınmazın kullanılmasının engellenmesi üzerine açılan haksız işgal tazminatı davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 15/1/2014 tarihinde İstanbul Anadolu 16. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 11/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 22/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında bu aşamada bir görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

7. İstanbul ili Kartal ilçesi Soğanlık Mahallesi 1101 ada 2 parsel sayılı taşınmazın 5/16 payı kadastro edinimli olarak 3/9/1949 tarihinde başvurucuların miras bırakanı Hüseyin oğlu Arif adına tapuya tescil edilmiştir.

8. Taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesine 10/10/1996 tarihinde "Askerî güvenlik bölgesi içinde kalmaktadır" şeklinde bir belirti yapılmıştır. Ayrıca taşınmazın sınırlarına başvuru formu ve eklerinden anlaşılamayan bir tarihte İstanbul Jandarma İkmal Merkezi Komutanlığınca tel örgü çekilmiştir.

9. İstanbul Jandarma İkmal Merkezi Komutanlığı, tel örgü ile çevrilerek kışlaya dâhil edilen söz konusu taşınmazın kamulaştırılması için talepte bulunmuş, ancak Jandarma Genel Komutanlığının 4/12/2004 tarihli yazısı ile kamulaştırma teklifinin uygun görülmediği bildirilmiştir.

10. Bunun üzerine İstanbul Jandarma İkmal Merkezi Komutanlığınca düzenlenen 8/6/2005 tarihli tutanakta, başvuruculara ait taşınmazın Kartal Kadastro Müdürlüğünce yapılan aplikasyonu çerçevesinde kışlanın sınırlarının tahsisli taşınmazlar üzerine çekilmek suretiyle yeniden belirlendiği ifade edilmiştir. Ayrıca 9/6/2005 tarihli bir yazıyla bu taşınmazın maliklerine teslim edileceği duyurulmuştur. Bu yazının ilgili kısımları şöyledir:

"2. Kamulaştırmasız el atmanın sona erdirilmesi maksadıyla bahse konu parselin aplikasyonu yapılmış, Kartal Kadastro Müdürlüğünce çizilen röperli kroki doğrultusunda kışlamız tel örgüleri geriye çekilmiş ve parsel teslime hazır hale getirilmiştir.

...

4. Bahse konu taşınmazın aktif maliklere tutanak tanzim edilmek suretiyle teslimini rica ederim."

11. İstanbul Jandarma İkmal Merkezi Komutanlığının 17/11/2006 tarihli yazısıyla Kartal Belediye Başkanlığından imar planında taşınmazın askerî güvenlik bölgesi olarak tahsisinin kaldırılması yönünde revizyona gidilmesi istenilmiştir. Bu yazının ilgili kısımları şöyledir:

"5. Aynı plan içerisinde yer alan ve sivil şahıslar adına kayıtlı tapunun Soğanlık 139 pafta 1101 ada 2 nolu parselinde bulunan 8050 m2'lik taşınmaz askeri alan olarak gözükmektedir. Bahse konu taşınmaz kışla sınırları geriye çekilmek suretiyle 9/6/2005 tarihinde arsa maliklerine teslim edilmiştir. Öncesinde sehven kışla sınırları içinde kalan ve tapu kayıtlarına 'Askeri Güvenlik Bölgesi' şerhi konan bu taşınmaz ile ilgili gerekli yazışmalar yapılmaktadır. Jandarma İkmal Merkezi Komutanlığı Askeri Güvenlik Bölgesi sınırlarının yeniden belirlenmesi çalışmaları sonuçlandırılmak üzere olup bitimini müteakiben en kısa süre içerisinde tapu kayıtlarındaki mevcut şerh kaldırılacaktır.

6. 1101 ada 2 nolu parselde kayıtlı taşınmazın askeri güvenlik bölgesinden çıkarılmasında sakınca olmadığı Şehir Planlama Müdürlüğüne bildirilmiş olmasına rağmen yeni planda aynı bölgenin askeri güvenlik bölgesi olarak tahsis edildiği tespit edilmiştir."

12. Başvurucular paydaşı oldukları 1101 ada 2 parsel sayılı taşınmaza tel örgü çekilmek suretiyle el konulduğunu ileri sürerek Millî Savunma Bakanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı aleyhine 24/4/2006 tarihinde Kartal 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde ecrimisil (haksız işgal tazminatı) davası açmıştır. Başvurucular dava ve 27/5/2008 tarihli ıslah dilekçeleriyle 9/6/2000 ile 9/6/2005 tarihleri arası dönem için 57.778 TL tazminat talebinde bulunmuşlardır.

13. Mahkeme 7/10/2008 tarihli ve E.2006/214, K.2008/360 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Dava, hukuki niteliği itibariyle tapulu taşınmazın haksız işgali nedeniyle tazminat isteminden ibarettir.Getirtilen tapu kayıt sureti ile dosyada bulunan veraset ilamlarından davacıların Kartal [ilçesi] Soğanlık Mahallesi 1101 ada 2 parsel sayılı taşınmazın kayıt maliklerinden Hüseyin oğlu Arif, Mustafa Esentepe, Veysel Paren ve Mustafa Dönmez’in mirasçıları oldukları anlaşılmaktadır.

Mahkememizce yerinde 3/4/2007 günü yapılan keşif ve buna dayalı bilirkişi Cem Sevilmiş tarafından düzenlenen 28/11/2007 tarihli rapor ile tel örgünün dava konusu taşınmaza tecavüzü olmadığı belirlenmiştir.

Dava konusu taşınmazın tapu kaydında 'askeri güvenlik bölgesi içindedir' şerhi yer almaktadır. Kartal Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğünün 16/11/2006 tarihli cevabi yazısında 1101 ada 2 parsel sayılı taşınmazın Kartal Güneyi Nazım İmar Planında askeri alanda kaldığı bildirilmiştir. Dosyada bulunan davalı Hazine vekilinin 7/4/2008 tarihli dilekçesine ekli yazılar ile Jandarma İkmal Merkezi Komutanlığının 17/11/2006günlü yazı örneklerinden askeri güvenlik bölgesi olan dava konusu taşınmazın sehven kışla sınırları içerisine alındığı ve kışla sınırları geriye çekilerek 9/6/2005 tarihinde maliklerine teslim edildiği anlaşılmaktadır.

Tapu kaydı ve imar planında açıkça yer aldığına göre davalı idare dava konusu taşınmazın bulunduğu bölgeyi Askeri Güvenlik Bölgesi olarak ilan etmiştir. İdare burada 2565 sayılı Kanunun kendisine tanıdığı yetkileri kullanarak dava konusu taşınmazı tel örgü içerisine alarak müdahalede bulunmuştur. Davalının tasarrufu yasaya dayandığından haksız olduğu kabul edilemez. Hal böyle olunca davanın reddi gerektiği sonucuna varılmaktadır."

14. Temyiz edilen karar, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 1/7/2010 tarihli ve E.2010/10780, K.2010/11717 sayılı ilamıyla onanmıştır.

15. Başvurucuların karar düzeltme istemleri aynı Dairenin 14/11/2013 tarihli ve E.2013/18053, K.2013/16039 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.

16. Nihai karar başvurucular vekiline 17/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucular 15/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

B. İlgili Hukuk

18. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddesi şöyledir:

"Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.

Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir."

19. 4721 sayılı Kanun'un 704. maddesi şöyledir:

“Taşınmaz mülkiyetinin konusu şunlardır:

1. Arazi,

2. Tapu kütüğünde ayrı sayfaya kaydedilen bağımsız ve sürekli haklar,

3. Kat mülkiyeti kütüğüne kayıtlı bağımsız bölümler”

20. 4721 sayılı Kanun'un 705. maddesi şöyledir:

“Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.

Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.”

21. 4721 sayılı Kanun'un 995. maddesi şöyledir:

“İyiniyetli olmayan zilyet, geri vermekle yükümlü olduğu şeyi haksız alıkoymuş olması yüzünden hak sahibine verdiği zararlar ve elde ettiği veya elde etmeyi ihmal eylediği ürünler karşılığında tazminat ödemek zorundadır.”

22. 18/12/1981 tarihli ve 2565 sayılı Askerî Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu'nun 1. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun amacı;

a) Yurt savunması bakımından hayati önemi haiz askeri tesisler ve bölgeler ile sınırların, güvenlik ve gizliliğini sağlamak için bunların çevrelerinde, kıyılarında ve havalarında; kara, deniz ve hava askeri yasak bölgelerinin,

b) Yurt savunması veya yurt ekonomisine önemli ölçüde katkıda bulunan veya kısmen dahi tahripleri veya devamlı olarak ya da geçici bir zaman için faaliyetten alıkonulmaları halinde milli güvenlik veya toplum hayatı bakımından olumsuz sonuçlar doğurabilecek; diğer askeri tesis ve bölgeler ile kamu veya özel kuruluşlara ait her türlü yer ve tesislerin etrafında güvenlik bölgelerinin,

Kurulması, kaldırılması ve gerektiğinde genişletilmesine ilişkin esas ve yöntemlerin düzenlenmesidir."

23. 2565 sayılı Kanun'un 19. maddesi şöyledir:

"Güvenlik Bölgeleri; özel güvenlik bölgeleri ve askeri güvenlik bölgeleri olmak üzere ikiye ayrılır. "

24. 2565 sayılı Kanun'un 20. maddesinin (b) bendi şöyledir:

"Birinci derece kara ve deniz askeri yasak bölgesi olarak ilan edilmeyen Silahlı Kuvvetlere ait kışla, kıta, karargah, kurum, ordugah ve tesisler ile sualtı ve suüstü tesislerinin, her türlü patlayıcı, yanıcı, akaryakıt ve gizlilik dereceli maddelerin konmasına tahsis edilmiş sabit ve seyyar depo ve cephaneliklerle, bu gibi maddeleri dolduran, boşaltan tesisler ve atış poligonlarının çevresinde; bu yerlerin dış sınırlarından itibaren en fazla dörtyüz metreye kadar geçen noktaların birleştirilmesi ile tespit edilecek askeri güvenlik bölgeleri Genelkurmay Başkanlığınca tesis edilebilir. Bu bölgelerin çevresinin işaretlenmesine ilişkin esaslar yönetmelikte gösterilir."

25. 2565 sayılı Kanun'un 21. maddesi şöyledir:

"Güvenlik bölgelerinde aşağıdaki esaslar uygulanır:

a) Bölge içindeki gerçek ve tüzelkişilere ait mallar kamulaştırılabilir.

b) (Değişik: 15/6/1987 - 3384/1 md.) Güvenlik bölgelerinin dış sınırlarından itibaren en çok ikiyüz metreye kadar olan saha dahilinde yangın ve patlama tehlikesi gösteren her türlü maddenin imali, depolanması ve satış yerlerinin açılması yasaklanabilir. Bu yasakla ilgili sınır, özel güvenlik bölgelerinde mahalli mülki amirler; askeri güvenlik bölgelerinde ise askeri tesisin teknik özellikleri ve hassasiyeti dikkate alınarak garnizon komutanı ve mahalli mülki amirler tarafından birlikte tespit edilir.

c) (Ek: 9/10/1996 - 4188/1 md.) Kamulaştırma yapılan güvenlik bölgelerine ve güvenlik bölgesi tesis edilen deniz sahasına, buradaki tesislerde görevli olanlarla, askeri güvenlik bölgelerinde yetkili komutanlığın, kamu ve özel kuruluşlara ait tesislerde ise, bu konuda yetkili makamın izin verdiği kişilerden başkası giremez ve oturamaz.

d) Bu bölgelerin güvenliğinin sağlanması, bölgeye giriş ve kamulaştırılmayan taşınmaz mallardan yararlanma esasları yönetmelikte gösterilir. 22/7/1981 tarih ve 2495 sayılı Bazı Kurum ve Kuruluşların Korunması ve Güvenliklerinin Sağlanması Hakkında Kanun hükümleri saklıdır.

e) (Ek: 26/2/2008-5740/1 md.) Askeri güvenlik bölgesi olarak tespit edilen, Türk Silâhlı Kuvvetlerine ait kışla, kıta, karargah, kurum, ordugah gibi tesislerin, fotoğraf ve filminin çekilmesi, harita, resim ve krokisinin yapılması, not alınması veya harita uygulaması gibi faaliyetlerde bulunulması, bölgenin savunma ve güvenlik tedbirlerini aksatacak, bozacak ve açıklayacak cihazlar kullanılması, bu amaçla görevlendirilmiş olanlar ile ilgili birlik komutanlığı tarafından izin verilmiş olanlar dışındakilere yasaktır."

26. 17/1/1983 tarihli ve 83/5949 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile kabul edilen ve 30/4/1983 tarihli ve 18033 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Askerî Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Yönetmeliği'nin 23. maddesi şöyledir:

"1) Kamulaştırma yapılan güvenlik bölgelerinin çevresi, askeri güvenlik bölgelerinde yetkili komutanlıkça, özel güvenlik bölgelerinde yetkili makam tarafından arazide tel ve duvar gibi engellerle çevrilir.

...

2) Kamulaştırma yapılmayan güvenlik bölgelerinin çevresi:

A - Arazide işaretlenmez,

B - Bu bölgelerdeki kamulaştırma yapılmayan taşınmaz malların tapu kaydına, taşınmazın güvenlik bölgesi içinde olduğu işletilir ve taşınmaz mal sahiplerine gerekli tebligat yapılır. Varsa imar planlarında güvenlik bölgeleri belirtilir."

27. Anılan Yönetmelik'in 24. maddesi şöyledir:

"Bu bölgeler içinde kalan ve kamulaştırılmayan malların maliklerinin ve diğer Türk Vatandaşlarının bölgede oturmaları zirai faaliyetleri, meslek ve sanatlarını icra etmeleri serbesttir. Ancak bölgede oturanlar dışındaki Türk Vatandaşlarının bölgede oturmaları, zirai faaliyetlerini meslek ve sanatlarını icra etmeleri;

A - Askeri Güvenlik Bölgelerinde; yetkili komutanlığın isteği üzerine Genelkurmay Başkanlığının uygun görmesi halinde, Milli Savunma Bakanlığının,

B - Özel Güvenlik Bölgelerinde; bölgeye girip çıkma müsaadesi vermeye yetkili makamın isteği üzerine, bu özel güvenlik bölgesi kurulmasına ilişkin kararnameyi çıkaran makamın, Teklifi ile alınacak Bakanlar Kurulu Kararı ile sınırlandırılabilir.

(Değişik ikinci paragraf: 30/9/2014-2014/6845 K.) Askeri güvenlik bölgelerindeki kamulaştırılmayan mallar yabancı uyruklu gerçek ve tüzel kişilere satılamaz, devredilemez ve kiralanamaz. Özel güvenlik bölgelerinde bulunan taşınmazlar yabancı ülkelerde kendi kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri dışındaki yabancı tüzel kişilere satılamaz, devredilemez ve kiralanamaz. Bu taşınmazların yabancı uyruklu gerçek kişilere satılması, devredilmesi ve kiralanması taşınmazın bulunduğu yerdeki valiliğin iznine tabidir. Valilik iznine tabi hususlar, 2644 sayılı Tapu Kanununun 36 ncı maddesinin uygulanmasına ilişkin yönetmelik gereğince oluşturulan komisyon tarafından taşınmaz edinimi ya da kiralamanın ülke güvenliğine uygunluğu değerlendirilerek karara bağlanır.

2) Bu mallar üzerinde inşaat, hafriyat, tadilat, orman yetiştirme veya kesmek gibi hususlar 9 uncu maddenin 8, 9 ve 10 uncu bendleri hükümlerine tabidir. Özel güvenlik bölgelerinde 9 uncu maddenin 8 inci bendinde sözü edilen yetkili komutanlık, bu bölgeler içinde yetkili makamdır.

3) Bu bölgeler içinde kalan ve kamulaştırılmasına gerek duyulmayan mallar, yetkili komutanlık veya yetkili makam tarafından tespit edilir."

28. 8/3/1950 tarihli ve 1950/22-4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı şöyledir:

"Başkasının gayrimenkulünü haksız olarak zaptedip kullanmış olan kötü niyetli kimsenin o gayrimenkulü elinde tutmuş olmasından doğan zararları ve elde ettiği veya elde etmeyi ihmal eylediği şendereleri tazminle mükellef olup, bir zarara uğramamış olan malik veya zilyede ecrimisil adı veya başka bir ad altında herhangi bir tazminat vermekle mükellef olmadığına 8/3/1950 tarihinde çoklukla karar verildi."

29. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun geçici 6. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

30. Mahkemenin 1/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

31. Başvurucular, miras bırakanlarından intikal suretiyle paydaşı oldukları taşınmazın tapu kaydına Jandarma Genel Komutanlığınca "askerî güvenlikbölgesi içinde kaldığına" dair belirti yapılarak sınırlarına tel örgü çekilmek suretiyle yıllarca el atıldığını, başvurucuların taşınmazları üzerindeki tasarruf haklarının belli bir süreyle kullanılamaz hâle getirilmesine rağmen herhangi bir bedel de ödenmediğini, haksız işgal tazminatı talebine ilişkin olarak açtıkları davanın ise derece mahkemelerince reddedildiğini belirterek Anayasa'nın 35. maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler; yeniden yargılama yapılması ve tazminat taleplerinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

32. Başvuruculardan Ahmet BOSTANCI 30/4/2011 tarihinde,Seyfi ERDEM ise 28/12/2013 tarihinde vefat etmiş, daha sonra başvurucular vekili tarafından 15/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Ancak başvurucular vekilinin, başvuru formu ekinde başvurucular Ahmet BOSTANCI ve Seyfi ERDEM'in mirasçılık belgeleri ile bu belgelere göre adı geçen başvurucuların mirasçıları Fadime Sevda BOSTANCI ve Hikmet Murathan BOSTANCI ile Tamer ERDEM'in vekâletnamelerini başvuru tarihi itibarıyla ibraz etmiş olduğu görülmektedir. Ayrıca bu mirasçılar adlarına da başvuru formlarının düzenlenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, sehven yapıldığı anlaşılmakla söz konusu eksikliğin Mahkemeyi yanıltıcı bir kast ve durum oluşturmadığı sonucuna varılmış, bu kişiler yönünden ayrıca bir değerlendirme ise yapılmamıştır.

33. Öte yandan başvuruculardan Nigan ATAY 15/11/2015, Mehmet ŞAFOĞLU ise 26/3/2016 tarihinde, dolayısıyla başvuru tarihinden sonra vefat etmişlerdir. Bununla birlikte, başvurucu Nigan ATAY'ın mirasçıları Arca ATAY ve Süheyl ATAY ile başvurucu Mehmet ŞAFOĞLU'nun mirasçıları Yıldız İlknur BADUR, Banu ŞAFOĞLU ve Kamil Celal Oğuz ŞAFOĞLU'nun halihazırda zaten başvurucu oldukları anlaşılmaktadır.

34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

35. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

36. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

 "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

37. Anayasa'nın "Kamulaştırma" kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

"Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. ...Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir..."

38. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele “mülkiyet hakkına” yönelik bir müdahale olup olmadığını belirlemektir. Sonraki aşamalarda, varlığı kabul edilen müdahalenin kanuni dayanağı olup olmadığı, meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı, müdahalenin amacı ve kullanılan araçlar ile başvurucuya yüklenen külfetin ölçülü olup olmadığı hususlarının tespit edilmesi gerekir.

a. Mülkün Varlığı

39. Öncelikle başvurucunun başvuruya konu olayda Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı kapsamında korunmaya değer bir menfaatinin bulunup bulunmadığının tartışılması gerekmektedir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 25).

40. Anayasa'nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı, kapsam itibarıyla 4721 sayılı Kanun'da yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı olmamakla birlikte taşınmaz mülkiyetinin Anayasa'nın 35. maddesindeki güvence kapsamına girdiğine kuşku yoktur.

41. Başvuru konusu olayda, uyuşmazlığa konu taşınmazın tapu sicilinde başvurucuların miras bırakanları adına tescilli olup miras yoluyla başvurucuların bu taşınmazda pay sahibi oldukları anlaşıldığına göre başvurucuların, Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında mülkiyet haklarının mevcut olduğu kanaatine varılmıştır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

42. Anayasa’nın 35. maddesi ve Sözleşme’ye ek (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir. Her iki düzenleme de üç kural ihtiva etmektedir. Sözleşme’nin ilk cümlesi herkese mülkünden barışçıl yararlanma hakkı verirken Anayasa daha geniş manada mülkiyet hakkını tanımaktadır. Düzenlemelerin ikinci cümleleri ise kişilerin hangi koşullarda mülkünden yoksun bırakılabileceğini ya da kişilere ait mülkiyetin hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini hüküm altına almaktadır (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 46).

43. Her iki düzenlemenin üçüncü cümleleri ise mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da düzenlenmesine ilişkindir. Anayasa’nın 35. maddesinin son fıkrası mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı şeklinde hakkın kullanımına ilişkin genel bir ilkeye yer verirken Sözleşme’ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ikinci fıkrası, devletlere mülkiyeti kamu yararı amacıyla düzenleme, vergiler ve diğer katkılar ile cezaların tahsili konusunda gerekli gördükleri yasaları uygulama konusundaki haklarını saklı tutarak taraf devletlerin kamu yararına uygun olarak “mülkiyetin kullanımını kontrol” yetkisine sahip olduğunu kabul etmektedir. Bununla beraber Anayasa’nın birçok maddesi, ilgili olduğu hususta devlete mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da mülkiyeti düzenleme yetkisi vermektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, § 47).

44. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ikinci ve üçüncü kurallar, mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesi şeklinde ifade edilen birinci kuralın özel görünüm şekilleridir ve bu nedenle kuralların genel nitelikli birinci kural çerçevesinde anlaşılması gerekmektedir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 37).

45. Başvuru konusu olayda, dava konusu taşınmaz kısmen başvurucuların adına tapuda kayıtlı iken bu taşınmazın askerî güvenlik bölgesi içinde olduğuna dair tapu kaydının beyanlar hanesine belirti yapılmış ve belirli bir süre boyunca taşınmazın etrafına tel örgü çekilmiştir. Ancak Jandarma İkmal Merkezi Komutanlığınca düzenlenen evrak ve tutanaklara göre taşınmazın etrafındaki tel örgüler 9/6/2005 tarihinde kaldırılmış olup başvurucuların da dava dilekçesinde 9/6/2000 ile 9/6/2005 tarihleri arasına ilişkin olarak tazminat talebinde bulundukları görülmektedir. Buna göre taşınmaz hakkında hukuki olarak veya fiilen (de facto) kamulaştırma işlemi ya da kararı bulunmamaktadır. Uyuşmazlık konusu taşınmazda başvurucuların payları tapudan terkin edilmediği gibi fiilen de bu paylar başvuruculardan alınmış değildir. Başvurucuların taşınmaz üzerinde satış, trampa, hibe yapma veya ipotek, irtifak hakkı tesisi gibi tasarruflarda bulunma hakları da el atılan dönemde bile hukuken mevcuttur. Dolayısıyla başvurucuların mülkten yoksun bırakılmaları söz konusu değildir.

46. Öte yandan başvurucuların taşınmazlarına yapılan müdahale mülkün kullanımının kontrolü veya düzenlenmesi amacıyla da yapılmış değildir. Bununla birlikte başvurucuların paylarının olduğu taşınmazın belirli bir süreyle tel örgü ile çevrilerek kışlaya dahil edilmesi nedeniyle bu taşınmazlardan fiili olarak yararlanma hakları kısıtlanmıştır. Ayrıca başvurucuların taşınmaz üzerinde hukuken tasarrufta bulunma hakları da bu süre boyunca taşınmazın kullanılma olanağı bulunmadığı için önemli ölçüde sınırlandırılmıştır.Bu nedenle başvurucuların paylarının bulunduğu taşınmazın İstanbul Jandarma İkmal Merkezi Komutanlığınca izinsiz olarak belirli bir süreyle kullanılmasının Anayasa’nın 35. maddesi anlamında sahip olunan mülkiyet hakkına müdahale oluşturduğu açık olup başvurunun, mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına ya da mülkiyetin dokunulmazlığına saygı gösterilmesine ilişkin birinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

i. Genel İlkeler

47. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı, kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı veren bir haktır. Anayasa'ya göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebilir. Anayasa'nın 46. maddesine göre özel mülkiyetteki bir taşınmaz, kamu yararı amacıyla ihtiyaç duyulması hâlinde gerçek karşılığı peşin ödenmek ve koşulları yasayla belirlenmek şartıyla kamulaştırılarak kamu hizmetine tahsis edilebilir veya irtifak hakkı kurularak kamu yararı amacıyla kullanımı sınırlanabilir (Mustafa Asiler, B. No: 2013/3578, 25/2/2015, § 35).

48. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiği hüküm altına alınırken Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi mülkiyetten yoksun bırakmanın kamu yararıyla, yasada öngörülen koşullarla ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini öngörmektedir. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (Malone/Birleşik Krallık, B. No: 8691/79, 2/8/1984, §§ 66-68) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme'den daha geniş bir koruma sağlamaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 31).

49. Anayasa'nın 35. ve 46. maddeleri, taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkına yapılanmüdahalelerin kanuni olmasını zorunlu tutmaktadır. Bu zorunluluk hukuk devletinin gereğidir. Anayasa'nın 46. maddesi hükmü ve 2942 sayılı Kanun gereği asıl olan kamulaştırma işlemi yapmak suretiyle idarenin taşınmazı iktisap etmesidir (Celalettin Aşçıoğlu, B. No: 2013/1436, 6/3/2014, § 58).

50. AİHM de kamulaştırma yapılmaksızın taşınmaza el atılması yoluyla yapılan müdahalenin, "kanunilik ilkesi" yönünden mülkiyet haklarını ihlal ettiği kanaatindedir (Sarıca ve Dilaver/Türkiye, B. No: 11765/05, 27/5/2010, § 51). Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da tazminat ödenmeksizin kamulaştırmasız el atmak suretiyle bireylerin mülkiyet haklarından yoksun bırakılmalarının Anayasa'nın 13., 35. ve 46. maddeleriyle 2942 sayılı Kanun'da belirtilen usule uymayan bir müdahale olduğu ve mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin "kanunilik ilkesini" ihlal ettiği sonucuna varılmıştır (Celalettin Aşçıoğlu, §§ 61, 62; Mustafa Asiler, §§ 45, 46; İbrahim Oğuz ve diğerleri, B. No: 2013/5926, 6/10/2015, §§ 87-89).

ii.İlkelerin Olaya Uygulanması

51. Somut olayda, başvurucuların paydaşları oldukları taşınmazın tapu kaydının beyanlar sütununa 10/10/1996 tarihinde "Askerî güvenlik bölgesi içinde kalmaktadır" şeklinde bir belirti yapılmış ve taşınmazın sınırlarına İstanbul Jandarma İkmal Merkezi Komutanlığınca tel örgü çekilerek bu taşınmaz kışlaya dahil edilmiştir. Komutanlığın söz konusu taşınmazın kamulaştırılması için yaptığı teklifin Jandarma Genel Komutanlığının 4/12/2004 tarihli yazısıyla kabul edilmemesi üzerine 9/6/2005 tarihinde taşınmazın maliklerine teslim edileceği duyurulmuş ve bu tarihte kışla sınırları geriye çekilerek başvurucuların taşınmazına yönelik müdahaleye son verilmiştir. Başvurucular ise 9/6/2000 ile 9/6/2005 tarihleri arasında taşınmazın haksız olarak "tel örgü çekilip kışla olarak" kullanılmak suretiyle işgal edildiğini belirterek 24/4/2006 tarihinde dava açmak suretiyle tazminat talebinde bulunmuşlardır. Yapılan yargılama neticesinde Kartal 3. Asliye Hukuk Mahkemesi, 7/10/2008 tarihli kararı ile; dava konusu taşınmazın sehven kışla sınırları içerisine alındığını ve kışla sınırları geriye çekilerek 9/6/2005 tarihinde maliklerine teslim edildiğini kabul etmesine rağmen bu taşınmazın askerî güvenlik bölgesi olarak ilan edilmesi nedeniyle 2565 sayılı Kanun uyarınca dava konusu taşınmazın tel örgü içerisine alınarak müdahalede bulunulmasının kanuna dayalı olup haksız olduğunun kabul edilemeyeceği gerekçeleriyle davanın reddine karar vermiştir (§ 13). Başvurucuların temyiz ve karar düzeltme talepleri ise Yargıtay 3. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesinin kararına atıfta bulunularak reddedilmiştir (§§ 14, 15).

52. Derece mahkemelerince başvurucunun haksız işgal tazminatı talebinin reddedilmesinin temel dayanağı; başvuru konusu taşınmazın askerî güvenlik bölgesinde kaldığı ve bu nedenle İstanbul Jandarma İkmal Merkezi Komutanlığınca 2565 sayılı Kanun uyarınca taşınmaza el atılabileceği olgularıdır. Mahkeme kararında tapu kaydı ile imar planına göre dava konusu taşınmazın askerî güvenlik bölgesi içinde kaldığı belirtilmiştir.

53. Gerçekten de taşınmazın tapu kaydına 10/10/1996 tarihinde "askerî güvenlik bölgesinde" kaldığına dair bir belirti konulmuş ve bu çerçevede taşınmazın etrafı tel örgü ile çevrilerek kışlaya dahil edilmiştir. Ancak Komutanlığın 17/11/2006 tarihinde Kartal Belediye Başkanlığına yazdığı yazıda; söz konusu taşınmazın kışla sınırları geriye çekilmek suretiyle 9/6/2005 tarihinde arsa maliklerine teslim edildiği, öncesinde ise taşınmazın sehven kışla sınırları içerisine alınıp tapu kaydına "askerî güvenlik bölgesi" belirtisi konulduğu belirtilmiştir. Yazının devamında da askerî güvenlik bölgesi sınırlarının yeniden belirlenerek taşınmaz üzerindeki belirtinin kaldırılacağı ifade edilmiş ve başvurucuların paylarının bulunduğu taşınmaz açıkça zikredilerek bu taşınmazın askerî güvenlik bölgesinden çıkarılmasında sakınca olmadığının bildirildiği hatırlatılmıştır. Dolayısıyla bizzat taşınmaza müdahaleyi gerçekleştiren Komutanlığın yazısında, uyuşmazlık konusu taşınmazın askerî güvenlik bölgesi içinde olduğuna dair tapu kaydına konulan belirtinin ve bu taşınmazın kışla sınırları içine dahil edilmesinin "yanlışlıkla" yapıldığının ifade edildiği anlaşılmaktadır. Hatta Komutanlıkça Belediyeden imar planının düzeltilmesi istenilmiş ve kışla sınırları da geriye çekilmiştir.

54. Ayrıca 2565 sayılı Kanun'un 21. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde güvenlik bölgesi içindeki gerçek ve tüzel kişilere ait taşınmazların kamulaştırılabileceği hükme bağlanmış, aynı fıkranın (c) bendinde ise kamulaştırma yapılan güvenlik bölgelerine, buradaki tesislerde görevli olanlarla, askerî güvenlik bölgelerinde yetkili komutanlığın izin verdiği kişilerden başkasının giremeyeceği ve oturamayacağı hüküm altına alınmıştır. Askerî Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Yönetmeliği'nin 23. maddesinin birinci fıkrasında ise kamulaştırma yapılan güvenlik bölgelerinin çevresinin askerî güvenlik bölgelerinde yetkili komutanlıkça, arazide tel ve duvar gibi engellerle çevrileceği düzenlenmiştir. Bu Yönetmeliğin 24. maddesinde ise askerî güvenlik bölgeleri içinde kalan ve kamulaştırılmayan taşınmazların maliklerinin ve diğer Türk vatandaşlarının bölgede oturmaları, zirai faaliyetleri, meslek ve sanatlarını icra etmelerinin serbest olduğu açıkça belirtilmiş; bu bölge içindeki taşınmazların yabancılara satışı ile ilgili olarak veya inşaat, hafriyat, tadilat, orman yetiştirme veya kesmek gibi hususlarda çeşitli sınırlandırmalara yer verilmiştir.

55. Anılan kanun hükümleri ve yönetmelik düzenlemelerine göre askerî güvenlik bölgesi içinde olan taşınmazların kamulaştırılmadıkça somut olayda olduğu gibi etrafına tel örgü çekilerek el atılması mümkün olmadığı gibi bu taşınmazların kanun ile öngörülen belirli kısıtlamalar dahilinde fiilen veya hukuken kullanılması ve tasarruf edilmesi önünde herhangi bir kanuni engelin de mevcut olmadığı anlaşılmaktadır. Diğer bir deyişle, uyuşmazlık konusu taşınmaz askerî güvenlik bölgesi içinde kalmış olsa da, 2565 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile anılan Yönetmeliğin 23. ve 24. maddeleri uyarınca bir kamulaştırma yapılmadan taşınmaza geçici bir süreyle dahi olsa askerî kuruluşlar da dahil olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarınca el atılması mümkün bulunmamaktadır.

56. Başvuru konusu olayda da 2565 sayılı Kanun'da yer alan ve taşınmazın kullanımını kısıtlayan düzenlemelerden ziyade bu Kanun'a aykırı olarak bir askerî kuruluş tarafından taşınmazın etrafına tel örgü çekilerek kışlaya dahil edilmesi nedeniyle bu taşınmazın belirli bir süre tamamen fiili olarak kullanılmasının ve tasarruf edilmesinin engellenmesinden yakınılmaktadır. Başvurucular tazminat taleplerine konu 9/6/2000 ile 9/6/2005 tarihleri arasında paydaşı oldukları taşınmazı kullanamadıklarını ve bu taşınmaz üzerinde bir tasarrufta da bulunamadıklarını belirtmişlerdir. Taşınmazın etrafına tel örgü çekilmesi şeklindeki müdahale nedeniyle taşınmazın belirtilen süre boyunca fiilen kullanılması mümkün olmadığı gibi bu şekilde el atılan bir taşınmazın satış, trampa, hibe vb. yollarla devredilmesi veya üzerinde ipotek ya da benzeri bir ayni veya şahsi hak tesis edilmesinin de önemli ölçüde sınırlandırıldığı açıktır. Taşınmaza belirli bir süre ile el atan İstanbul Jandarma İkmal Merkezi Komutanlığının 9/6/2005 tarihli yazısında da, taşınmaza "kamulaştırmasız el atıldığından" söz edilmiştir. Nitekim tel örgü ile çevrilerek kışlaya dahil edilen söz konusu taşınmazın kamulaştırılması için yapılan talep Jandarma Genel Komutanlığının 4/12/2004 tarihli yazısı ile uygun görülmemiştir. Dolayısıyla başvurucuların paylarının bulunduğu taşınmaza, Jandarma İkmal Merkezi Komutanlığınca herhangi bir kamulaştırma yapılmadan geçici süreyle ve bir tazminat da ödenmeksizin başvurucuların rızası dışında "etrafına tel örgü çekilerek kışla olarak kullanılmak suretiyle" müdahalede bulunulmuştur.

57. Başvuru konusu olayda başvurucuların paylarının bulunduğu taşınmaza "askerî güvenlik bölgesi alanı" olarak kamulaştırmasız el atılmış, belirli bir süre sonra da kamulaştırma işlemi yapılmasından da vazgeçilerek el atmaya son verilmiştir. Başvurucular netice olarak paylarından yoksun bırakılmamakla birlikte paylarının bulunduğu taşınmazları üzerindeki kullanım ve tasarruf hakları kamulaştırma yapılmadan el atılan dönem boyuncaönemli ölçüde sınırlandırılmıştır. Belirtilen olgular taşınmaza geçici süreyle de olsa el atan Jandarma İkmal Merkezi Komutanlığı ile başvurucuların açtığı davada derece mahkemelerince de kabul edilmesine karşın başvuruculara, taşınmazı kullanamadıkları ve tasarruf edemedikleri dönem için herhangi bir tazminat ödemesi yapılmamıştır. Her ne kadar derece mahkemelerince 2565 sayılı Kanun hükümlerine göre askerî güvenlik bölgesinde olan taşınmaza Komutanlıkça el atılabileceği kabul edilmiş ise de tazminat ödenmeksizin kamulaştırmasız el atmak suretiyle bireylerin mülkiyet haklarına müdahale edilmesi Anayasa'nın 13., 35. ve 46. maddelerine aykırı olduğu gibi 2565 sayılı Kanun'un 21. maddesi karşısında, kamulaştırma yapılmadan ve tazminat ödenmeden askerî güvenlik bölgesi içindeki taşınmazlar yönünden maliklerin, mülkiyet haklarının tanıdığı yetkileri kullanmalarının belirli bir süreyle bile olsa tamamıyla engellenmesinin kanuni bir dayanağının da bulunmadığı görülmektedir.

58. Sonuç olarak başvurucuların paylarının bulunduğu taşınmaza, askerî güvenlik bölgesi alanında olduğu gerekçesiyle yöntemince bir kamulaştırma işlemi de yapılmadan etrafı tel örgülerle çevrilerek kışla alanına katılmak suretiyle belirli bir süre boyunca tazminat ödenmeksizin el atılması suretiyle müdahale edilmesinin, Anayasa'nın 13., 35. ve 46. maddelerine dayanmayan bir müdahale olduğu ve mülkiyet hakkına yapılan bu müdahalenin kanunilik ilkesini ihlal ettiği kanaatine ulaşılmıştır.

59. Müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı tespit edildiğinden Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen meşru amaçlardan biri kapsamında olup olmadığı ve ölçülülük kriterlerine riayet edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

60. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

61. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

62. Başvurucular yeniden yargılama yapılması ve tazminat taleplerinde bulunmuşlardır.

63. Başvuruda başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

64. Başvurucuların mülkiyet haklarının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere kapatılan Kartal 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin dosyalarının devredildiği İstanbul Anadolu 14. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

65. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 14. Asliye Hukuk Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREK OLARAK ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 1/2/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİ EKBER AKYOL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/17451)

 

Karar Tarihi: 16/2/2017

R.G. Tarih ve Sayı: 5/5/2017-30057

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucular

:

1. Ali Ekber AKYOL

 

 

2. Mazruha TAYDAŞ

 

 

3. Hüseyin AKYOL

 

 

4. Ali Haydar AKYOL

Vekili

:

Av. Mehmet HORUŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, acele kamulaştırılmaya yetki tanıyan Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulması kararı dikkate alınmayarak kamulaştırma işlemlerinin tamamlanması ve taşınmazların Hazine adına tescil kararı verilmesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/11/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık görüşü, başvurucuya tebliğ edilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvuruculardan Ali Ekber Akyol, Hüseyin Akyol ve Ali Haydar Akyol sırasıyla 1960, 1955 ve 1966 doğumlu olup Kocaeli ili Darıca ilçesinde; Mazruha Taydaş 1963 doğumlu olup İzmir ili Çiğli ilçesinde ikamet etmektedir.

9. Bakanlar Kurulunca 19/4/2004 tarihli kararnameyle Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) tarafından yapılacak kamulaştırmalarda 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 27. Maddesinde düzenlenen acele kamulaştırma usulünün uygulanması kararlaştırılmıştır.

10. EPDK tarafından 22/9/2005 tarihli kararla Darenhes Elektrik Üretim Anonim Şirketine (Elektrik Şirketi) Elazığ ili Karakoçan ilçesinde ve başvuranların taşınmazlarını da kapsayan bir bölgede Pembelik Barajı ve Hidroelektrik Santrali’nin yapımı ve işletilmesi hususunda kırk dokuz yıllık üretim lisansı verilmiştir.

11. EPDK’nın 11/11/2010 tarihli kararıyla, Bakanlar Kurulunun anılan kararına dayanılarak, Pembelik Barajı’nın havzasında bulunan taşınmazların kamulaştırılmasına ve kamulaştırma işlemlerinde acele kamulaştırma usulünün uygulanmasına karar verilmiştir.

12. EPDK’nın 11/11/2010 tarihli kararıyla birlikte Bakanlar Kurulunun 19/4/2004 tarihli kararı, Danıştay Altıncı Dairesinde dava konusu edilmiştir. Daire, 16/4/2012 sayılı kararla her iki işlemin de yürütmesini durdurmuştur. Kararın gerekçesinde 2942 sayılı Kanun’un 27. Maddesi uyarınca acele kamulaştırma usulünün uygulanabilmesi için başka hiçbir idari otoriteye devredilmeksizin doğrudan Bakanlar Kurulunca “aciliyet” hâlinin varlığının takdir edilmesi ve bu kapsamda kamulaştırılacak taşınmazlar ile kamulaştırmanın çerçevesinin açıkça belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Gerekçede, somut olayda 19/4/2004 tarihli Bakanlar Kurulu kararında “aciliyet” hâlinin değerlendirilmesi hususundaki yetkinin EPDK’ya devredilmesi ve kamulaştırma işlemlerinin konusu yönünden bir sınır çizilmeksizin EPDK’ya genel nitelikte bir yetki verilmesi nedeniyle işlemlerin hukuka aykırı olduğu sonucuna ulaşıldığı belirtilmiştir.

13. EPDK, Dairenin 16/4/2012 tarihli yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararından sonra baraj havzasında bulunan taşınmazların kamulaştırılmasından vazgeçilmesine dair işlem tesis etmiştir.

14. Bunun üzerine Bakanlar Kurulunca 18/6/2012 ve 30/7/2012 tarihli kararnamelerle, Elazığ ilinde tesis edilecek Pembelik Barajı ve Hidroelektrik Santrali’nin yapımı amacıyla kararname eklerinde tek tek sayılan ve başvuruculara ait olanların da aralarında bulunduğu taşınmazların EPDK tarafından acele kamulaştırılmasına karar verilmiştir.

15. Öte yandan EPDK’nın 2/8/2012 ve 15/8/2012 tarihli kararlarıyla Bakanlar Kurulu kararlarında sayılan taşınmazlar hakkında acele kamulaştırma kararı verilmiştir.

16. EPDK tarafından dosyadan anlaşılamayan bir tarihte Karakoçan Asliye Hukuk Mahkemesine başvurularak taşınmazlara el konulması talep edilmiş ve Mahkemece tespit edilen bedel başvuruculara ödendikten sonra talebin kabulüne karar verilmiştir.

17. Başvurucular tarafından Bakanlar Kurulunun 18/6/2012 tarihli kararının iptali istemiyle Danıştay Altıncı Dairesinde dava açılmıştır. Daire 19/3/2014 tarihinde Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, kanunda istinai bir yöntem olarak düzenlenen acele kamulaştırma usulünün uygulanabilmesi için olağanüstü durumların bunu gerekli kılması, kamu yararının ve kamu düzeninin sağlanmasının amaçlanması ve ayrıca Bakanlar Kurulunca durumun aciliyetine karar verilmesi gerektiği belirtilmiş; somut olayda acele kamulaştırma yapılmasını gerektiren hâllerin ortaya konulmaması ve aciliyet hâlinin, üstün kamu yararının ve kamu düzeninin korunmasını gerektiren hâllerin açıklanmaması nedenleriyle işlemin hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir.

18. EPDK ayrıca, satın alma usulüyle taşınmazların devralınması yolunu işletmiş ise de önerilen bedelin başvurucularca kabul edilmemesi üzerine 16/5/2013 tarihinde başvuruculara karşı Karakoçan Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde bedel tespiti ve tescil davası açmıştır. Karakoçan Asliye Hukuk Mahkemesince keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra 9/9/2014, 31/10/2014, 14/11/2014 ve 9/1/2015 tarihli kararlarla bilirkişiler tarafından belirlenen taşınmaz bedellerinden acele kamulaştırma sırasında ödenen miktarlar düşüldükten sonra kalan kısım üzerinden tazminata hükmedilmiş ve ayrıca taşınmazın Hazine adına tapuya tesciline kesin olarak karar verilmiştir. Mahkeme, Danıştay Altıncı Dairesince Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulduğu ve anılan davada esas hakkında karar verilinceye kadar bu davada bekletme kararı verilmesi gerektiği yolunda davalıların öne sürdükleri itirazı reddetmiştir. Mahkeme, Danıştay Altıncı Dairesinde görülen davanın konusunun kamulaştırma işlemi olmadığı ve verilen yürütmenin durdurulması kararının kamulaştırma işlemine ilişkin bulunmadığı gerekçesine dayanmıştır. Mahkeme ayrıca başvurucuların taşınmazlarına el konulmak suretiyle acele kamulaştırmanın tamamlanması nedeniyle Danıştay kararının uygulanma kabiliyetinin bulunmadığını da gerekçesinde belirtmiştir.

19. Danıştay Altıncı Dairesi 30/6/2015 tarihli uyuşmazlığın esasına ilişkin kararında, daha önce yürütmenin durdurulmasına ilişkin 19/3/2014 tarihli kararında açıkladığı görüşünü değiştirerek davayı reddetmiştir. Daire, Bakanlar Kurulu kararının sadece Mahkemece taşınmaza el konulmasına ilişkin karara dayanak teşkil ettiğini kabul etmiş; idarenin sonradan olağan kamulaştırma sürecini başlatmış olmasını, bu kapsamda taşınmaz bedelinin tespiti ve tescil davasının da açılmış bulunmasını gözeterek acele kamulaştırma ve olağan kamulaştırma ayrımı yapılmaksızın davanın konusunun bir bütün olarak taşınmaz mülkiyetinin kamulaştırılması biçiminde anlaşılması suretiyle inceleme yapılması gerektiğini ifade etmiştir. Daire, netice olarak mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı amacına yönelik olduğu ve işlemin hukuka uygun bulunduğu sonucuna ulaşmıştır.

20. Anılan kararın temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 8/10/2015 tarihli kararıyla Daire kararı bozulmuş ve dava konusu Bakanlar Kurulu kararının iptaline kesin olarak karar verilmiştir. İDDK kararının gerekçesinde, kanunda istinai bir yöntem olarak düzenlenen acele kamulaştırma usulünün uygulanabilmesi için olağanüstü durumların bunu gerekli kılması, kamu yararının ve kamu düzeninin sağlanmasının amaçlanması, ayrıca Bakanlar Kurulunca durumun aciliyetine karar verilmesi gerektiği belirtilmiş; somut olayda bu koşullar gerçekleşmediğinden Bakanlar Kurulu kararlarının hukuka aykırı olduğu açıklanmıştır.

21. Bu arada baraj havzasında taşınmazı bulunan başka malikler tarafından 2014 yılı içinde Bakanlar Kurulunun, taşınmazların acele kamulaştırılmasına ilişkin EPDK’ya yetki tanıyan 18/6/2012 ve 30/7/2012 tarihli kararnameleri ile birlikte bunlara dayanılarak EPDK tarafından taşınmazların kamulaştırılması yolunda tesis edilen 2/8/2012 ve 15/8/2012 tarihli işlemlerin de iptali istemiyle Danıştay Altıncı Dairesinde iki ayrı dava açılmıştır. Daire tarafından yukarıda anılan gerekçelerle 30/6/2015 tarihinde verilen kararlarla her iki dava da reddedilmiştir.

22. Ancak söz konusu kararlar İDDK’nın 8/10/2015 tarihli kararlarıyla bozulmuş ve dava konusu Bakanlar Kurulu kararları ile bunlara dayalı tesis edilen EPDK işlemlerinin iptaline karar verilmiştir. Bakanlar Kurulu kararının iptalinin başvurucular tarafından açılan davaya ilişkin olarak verilen kararlarla aynı gerekçeye dayandığı anlaşılmaktadır. Kararların gerekçesinde ayrıca, EPDK tarafından tesis edilen kamulaştırma işlemleri yönünden de değerlendirme yapılmıştır. Kararlarda, Daire kararında Bakanlar Kurulunca alınan acele kamulaştırma kararının sadece Mahkemece taşınmaza el konulmasına ilişkin karara dayanak teşkil ettiğinin belirtilmiş olması nedeniyle acele kamulaştırma ile olağan kamulaştırmanın hukuki niteliği irdelenmiştir. İDDK, acele kamulaştırmada taşınmaz mülkiyetine el konulmasından sonraki aşamalarda yapılan normal kamulaştırma sürecine ilişkin işlemlerin acele kamulaştırma sürecinin bir parçası olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Kararlarda sonuç olarak EPDK’nın kamulaştırma işlemlerinin, dayanağı olan Bakanlar Kurulu kararlarından bağımsız değerlendirilemeyeceği ifade edilerek bunların da hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir.

23. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen tescile ilişkin 9/9/2014, 31/10/2014, 14/11/2014 ve 9/1/2015 tarihli kararların başvuruculara 16/10/2015, 27/10/2015 ve 9/11/2015 tarihlerinde tebliği üzerine 10/11/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. İlgili Mevzuat

24. 2942 sayılı Kanun’un 10. Maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:

 “Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, 7 nci maddeye göre topladığı bilgi ve belgelerle 8 inci madde uyarınca yaptırmış olduğu bedel tespiti ve bu husustaki diğer bilgi ve belgeleri bir dilekçeye ekleyerek taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin, peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister.

Mahkemece malike doğrudan çıkarılacak meşruhatlı davetiyede veya ilan yolu ile yapılacak tebligatta;

f) 14 üncü maddede öngörülen süre içerisinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal davası açanların, dava açtıklarını ve yürütmenin durdurulması kararı aldıklarını belgelendirmedikleri takdirde, kamulaştırma işleminin kesinleşeceği ve mahkemece tespit edilen kamulaştırma bedeli üzerinden taşınmaz malın kamulaştırma yapan idare adına tescil edileceği,

… İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına veya hak sahibinin tespit edilemediği durumlarda, ileride ortaya çıkacak hak sahibine verilmek üzere bloke edildiğine dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.

14 üncü maddede belirtilen süre içinde, kamulaştırma işlemine karşı hak sahipleri tarafından idari yargıda iptal davası açılması ve idari yargı mahkemelerince de yürütmenin durdurulması kararı verilmesi halinde mahkemece, idari yargıda açılan dava bekletici mesele kabul edilerek bunun sonucuna göre işlem yapılır.”

25. 2942 sayılı Kanun’un 27. Maddesi şöyledir:

 “3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin istemi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın (Değişik ibare: 24/4/2001 – 4650/15 md.) 10 uncu madde esasları dairesinde ve 15 inci madde uyarınca seçilecek bilirkişilerce tespit edilecek değeri, idare tarafından mal sahibi adına (Değişik ibare: 24/4/2001 – 4650/15 md.) 10 uncu maddeye göre yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabilir.

Bu Kanunun 3 üncü maddesinin 2 nci fıkrasında belirtilen hallerde yapılacak kamulaştırmalarda yatırılacak miktar, ödenecek ilk taksit bedelidir.”

26. 2942 sayılı Kanun’un 3. Maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

 “Bakanlar Kurulunca kabul olunan, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskan projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla yapılacak kamulaştırmalarda, bir gerçek veya özel hukuk tüzelkişisine ödenecek kamulaştırma bedelinin o yıl Genel Bütçe Kanununda gösterilen miktarı, nakden ve peşin olarak ödenir. Bu miktar, kamulaştırma bedelinin altıda birinden az olamaz. Bu miktarın üstünde olan kamulaştırma bedelleri, peşin ödeme miktarından az olmamak ve en fazla beş yıl içinde faiziyle birlikte ödenmek üzere eşit taksitlere bağlanır. Taksitlere, peşin ödeme gününü takip eden günden itibaren, Devlet borçları için öngörülen en yüksek faiz haddi uygulanır.”

27. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 705. Maddesi şöyledir:

“Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.

Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.”

B. Kamulaştırma Usulü

28. 2942 sayılı Kanun’un 3. Maddesine göre kamulaştırma yapılabilmesi için öncelikle idarenin ödenek temin etmesi gerekmektedir. İdare, yeterli ödeneği temin ettikten sonra kamu yararı kararı alır. Kamu yararı kararından sonra kamulaştırılacak taşınmaz belirlenir. Kamulaştırılacak taşınmazın belirlenmesinin akabinde kamulaştırma kararı alınır. Bununla birlikte onaylı imar planına veya ilgili bakanlıklarca onaylı özel plan ve projeye göre yapılacak hizmetler için ayrıca kamu yararı kararı alınmasına ve bu kararın onaylanmasına gerek yoktur. 2942 sayılı Kanun’un 8. Maddesine göre idarenin kamulaştırma kararı aldıktan sonra öncelikle satın alma usulünü uygulaması gerekmektedir. Satın alma usulünde idarenin teklif edeceği bedel, idare içinde oluşturulan bir kıymet takdir komisyonunca belirlenir. Tarafların satın alma usulüyle bir sonuca ulaşamamaları durumunda 24/4/2001 tarihli ve 4650 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten önceki dönemden farklı olarak bedel tespiti ve tescil için malikin değil idarenin yetkili asliye hukuk mahkemesinde dava açması gerekmektedir. Asliye hukuk mahkemesince 2942 sayılı Kanun’da belirtilen usul uyarınca tespit edilen bedelin tamamı veya taksitle ödeme koşullarının bulunması durumunda ilk taksidinin nakden veya hesabına yatırılarak malike ödenmesinden sonra tescil kararı verilir. Kararın tescile ilişkin hüküm fıkrası kesin olup bedele ilişkin hüküm fıkrasına karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Mülkiyetin idareye geçmesi mahkemece tescil kararı verilmesi ile olur.

29. Öte yandan 2942 sayılı Kanun’un 14. Maddesi uyarınca malikin kamulaştırma kararının iptali istemiyle idari yargıda dava açması da mümkündür. Kural olarak bu davanın açılması, idare tarafından açılan bedel tespiti ve tescil davasını etkilemez. Diğer bir ifadeyle asliye hukuk mahkemesi, idari yargıda kamulaştırma işlemine karşı açılan iptal davasını bekletici mesele yapmak zorunda değildir. Bununla birlikte 2942 sayılı Kanun’un 10. Maddesinin on dördüncü fıkrası uyarınca kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda açılan davada yürütmenin durdurulması kararı verilmesi durumunda asliye hukuk mahkemesince idari yargıdaki davanın bekletici mesele olarak kabul edilmesi zorunludur.

C. Acele Kamulaştırma Usulü

30. Olağan kamulaştırma usulünde idarenin taşınmaza el koyması ancak taşınmazın idare adına tescilinden sonra mümkün olabilmektedir. Taşınmazın tescili ise tarafların anlaşamaması durumunda yukarıda ifade edildiği üzere ancak asliye hukuk mahkemesince verilecek tescil kararı üzerine gerçekleşir. Bununla birlikte idare bazı durumlarda taşınmaza hemen ihtiyaç duyabilir. Bu durumda kamulaştırma sürecinin neticelenmesinin beklenmesi kamu hizmetlerinin yürütülmesinde ciddi aksamalara yol açabilir. Kanun koyucu bu gibi sakıncaların belli ölçüde bertaraf edilmesi amacına yönelik olarak 2942 sayılı Kanun’un 27. Maddesinde düzenlenen acele kamulaştırma usulünü öngörmüştür. Anılan maddede düzenlenen “acele kamulaştırma usulü” idareye kamulaştırma işlemlerinin neticelenmesini beklemeden kamulaştırılan taşınmaza el koyma imkânı tanıyan olağanüstü bir kamulaştırma usulüdür.

31. Buna göre (1) 7/6/1939 tarihli ve 3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu’nun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacının doğması, (2) aciliyetine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hâllerde, (3) özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda, gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin istemi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın kanunda belirtilen usule göre bilirkişilerce tespit edilecek değeri idare tarafından mal sahibi adına bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabilir.

32. Acele kamulaştırma usulü, olağan kamulaştırmada malik lehine getirilen usule ilişkin güvenceleri bertaraf etmemekte; yalnızca bu usullerin işletilmesinden önce idareye, kamulaştırılacak taşınmaza el koyma imkânı tanımaktadır. Taşınmaza el konulduktan sonra idare tarafından öncelikle satın alma yolunun işletilmesi, bunun mümkün olamaması durumunda ise asliye hukuk mahkemesinde bedel tespiti ve tescil davası açılması gerekmektedir. Bu davada belirlenecek bedelin el koyma istemiyle açılan davada belirlenen bedelden yüksek olması durumunda aradaki fark, idare tarafından malike; düşük olması durumunda ise malik tarafından idareye ödenir.

33. Acele kamulaştırma uygulanabilecek hâllerden biri olan “aciliyetine Bakanlar Kurulunca karar verilmesi” hâlinin söz konusu olduğu durumlarda idarenin acele kamulaştırma kararı alabilmesi için öncelikle Bakanlar Kurulunca kamulaştırma ihtiyacı duyulan proje veya yatırımın aciliyet niteliği taşıdığına karar vermesi gerekmektedir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 16/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

35. Başvurucular, Danıştay Altıncı Dairesince 19/3/2014 tarihli kararla,taşınmazlarının EPDK tarafından acele kamulaştırılmasına yetki tanıyan Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulması üzerine 2942 sayılı Kanun’un 10. Maddesi uyarınca Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından idari yargıda görülen davanın bekletici mesele yapılması gerekirkenyargılama sırasında gerek yazılı gerekse sözlü olarak defalarca dile getirmelerine rağmen tescil kararı verildiğini belirtmişlerdir. Başvurucular, Danıştay kararıyla hukuka aykırılığı saptanan acele kamulaştırma işlemine dayanılarak taşınmazlarının idare adına tescil edilmesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

36. Başvurucular ayrıca Danıştay Altıncı Dairesinin Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulmasına ilişkin kararının uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği şikâyetinde bulunmuşlardır.

37. Bakanlık görüş yazısında, Bakanlar Kurulunun acele kamulaştırma kararı İDDK tarafından iptal edilmiş ise de kamu yararı ile bireysel yarar arasındaki orantılılık ilkesi değerlendirilirken kamulaştırma bedelinin tespiti, tescile ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi kararı ile idari yargı sürecinin bir bütün olarak dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Bakanlık, kamu yararı ile bireysel yarar arasındaki denge irdelenirken somut olaydaki baraj inşaatının büyük enerji ve sulama projeleri kapsamında gerçekleştirilmesi, söz konusu barajın bir ekonomik yatırım olarak ortaya atılması, bölgede yaşayan insanların sosyal ve ekonomik yaşamlarına olumlu katkı sağlaması, doğal yaşamdaki kaybın daha az önem taşıması gibi unsurların da gözönünde bulundurulması gerektiğini ifade etmiştir. Bakanlık ayrıca Danıştay Altıncı Dairesinin yürütmenin durdurulması kararının kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasına ilişkin olmayıp acele kamulaştırma işlemiyle ilgili olduğu değerlendirilerek Mahkemece verilen kararda bariz bir takdir hatasının varlığından söz edilemeyeceğini savunmuştur.

2. Değerlendirme

38. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. Maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

39. Anayasa’nın 46. Maddesi şöyledir:

“Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.

İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır. “

40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

41. Başvurucular, Danıştay Altıncı Dairesinin Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulmasına ilişkin kararının uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği şikâyetinde bulunmuş iseler de başvuru dilekçesi bir bütün olarak dikkate alındığında bu karara ilişkin asıl yakınılan hususun Asliye Hukuk Mahkemesince idari yargıda görülen davanın bekletici mesele olarak kabul edilmemesi olduğu anlaşılmaktadır. Asliye Hukuk Mahkemesince bu kararın dikkate alınmasının gerekip gerekmediği hususunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuniliği bağlamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b.Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı ve Türü

43. Başvuru konusu olayda EPDK tarafından Bakanlar Kurulunun 18/6/2012 ve 30/7/2012 tarihli aciliyet kararlarına dayanılarak tesis edilen 2/8/2012 ve 15/8/2012 tarihli işlemlerle taşınmazların acele kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Karakoçan Asliye Hukuk Mahkemesinin 9/9/2014, 31/10/2014, 14/11/2014 ve 9/1/2015 tarihli kararlarıyla da başvurucuların mülkiyetinde bulunan taşınmazların Hazine adına tesciline hükmedilmiştir. Başvuruculara ait taşınmazların mülkiyetinin devletin üstün buyurma gücüne dayanılarak Hazineye geçmiş olmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır.Somut olayda müdahalenin kamulaştırma kararıyla mı yoksa tescil kararıyla mı gerçekleştiğinin tespiti önem taşımaktadır.

44. 4721 sayılı Kanun’un 705. Maddesinin birinci fıkrasında, taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescil şartına bağlı kılınmakla birlikte anılan maddenin ikinci fıkrasında, bu kuralın istisnalarına yer verilmiş ve miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde mülkiyetin tescilden önce kazanılacağı belirtilmiştir. Buna göre kamulaştırmada mülkiyet, kamulaştırma kararının alınmasıyla kazanılmaktadır. Bu durumda kamulaştırma davalarında mahkemenin vereceği tescil kararı, kurucu değil tespit edici bir vasıf taşımaktadır. Dolayısıyla taşınmazın mülkiyeti, kamulaştırma kararıyla idareye geçeceğinden müdahalenin de kamulaştırma kararıyla birlikte gerçekleştiğinin kabulü gerekir.

45. Anayasa’nın 35. Maddesi ve mülkiyet hakkına temas eden hükümler içeren, kıyılara ilişkin 43., toprak mülkiyetine ilişkin 44., kamulaştırmayı düzenleyen 46., tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına ilişkin 63., tabii servet ve kaynaklara ilişkin 168., ormanlara ilişkin 169. Ve 170. Maddeleri ile müsadereye ilişkin 28. Maddesinin sekizinci fıkrası, 30. Maddesi, 38. Maddesinin onuncu fıkrası dikkate alındığında Anayasa’nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Anayasa’nın 35. Maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle “mülkten barışçıl yararlanma hakkı”na yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 55).

46. Anayasa’nın 35. Maddesinin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda “mülkten yoksun bırakma”nın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Öte yandan Anayasa’nın 46. Maddesinde taşınmaz mülkiyetinden yoksun bırakma yolu olan kamulaştırma usulü özel olarak düzenlenmiştir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 56).

47. Anayasa’nın 35. Maddesinin son fıkrasında mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Zira mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamaması, devletin mülkiyetin kullanımının toplum yararına uygun olarak düzenleyebilmesini gerektirmektedir. Bu durumda da devletin “mülkiyetin kullanımını kontrol” yetkisine sahip olduğunun kabulü zorunlu hâle gelmektedir. Ayrıca Anayasa’nın kıyılara ilişkin 43., toprak mülkiyetine ilişkin 44., tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına ilişkin 63., tabii servet ve kaynaklara ilişkin 168., ormanlara ilişkin 169. Ve 170. Maddeleri ile müsadereye ilişkin 28. Maddesinin sekizinci fıkrası, 30. Maddesi ve 38. Maddesinin onuncu fıkrasında, devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 57).

48. Mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir. Mülkten yoksun bırakma şeklindeki müdahalede mülkiyetin kaybı söz konusudur. Mülkiyetin kullanımının kontrolünde ise mülkiyet kaybedilmemekte ancak mülkiyet hakkının malike tanıdığı yetkilerin kullanım biçimi, toplum yararı gözetilerek belirlenmekte veya sınırlandırılmaktadır. Mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale ise genel nitelikte bir müdahale türü olup mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin kullanımının kontrolü mahiyetinde olmayan her türlü müdahalenin mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale kapsamında ele alınması gerekmektedir. Bununla birlikte özellikle kamu otoritelerinin doğrudan mülkün kullanımına yönelik olmayan ancak sonuçları itibarıyla mülkiyet hakkını etkileyen müdahaleleri mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale kapsamında görülmelidir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 58).

49. Kamulaştırma kararı başvurucuların taşınmazlarının Hazinenin mülkiyetine geçmesi sonucunu doğurduğundan bu müdahalenin ikinci kural olan “mülkiyetten yoksun bırakma” kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

50. Anayasa’nın 13. Maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

51. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Anayasa’ya uygun düşmesi için Anayasa’nın 35. Maddesi ile 13. Maddesindeki düzenlemelere uygun olarak yapılması gerekmektedir. Anayasa’nın 35. Maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13. Maddesi de “hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini” temel bir ilke olarak benimsemiştir.

52. Anayasa’nın 46. Maddesine göre özel mülkiyetteki bir taşınmaz -kamu yararı amacıyla ihtiyaç duyulması hâlinde gerçek karşılığı peşin ödenmek ve koşulları yasayla belirlenmek şartıyla- kamulaştırılarak kamu hizmetine tahsis edilebilir veya irtifak hakkı kurularak kamu yararı amacıyla kullanımı sınırlandırılabilir. Dolayısıyla idarenin ihtiyaç duyduğu özel mülkiyetteki taşınmazları edinme yolu kamulaştırma usulüdür (AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012).

53. Kamulaştırmanın usul ve esasları 2942 sayılı Kanun’da düzenlenmiştir. Yukarıda açıklandığı üzere 2942 sayılı Kanun uyarınca kamulaştırma yapılabilmesi için ödenek temini, kamu yararı kararı alınması ve kamulaştırılacak taşınmazın belirlenmesi süreçlerinden sonra yetkili idare tarafından kamulaştırma kararı alınması gerekmektedir. Kamulaştırma kararı, özel mülkiyette bulunan taşınmazın kamu mülkiyetine geçmesiyle sonuçlanan kamulaştırma sürecinin kurucu unsuru niteliğini taşımaktadır. Yetkili idare tarafından hukuka uygun bir şekilde verilen bir kamulaştırma kararı bulunmadan kamulaştırmanın sonraki aşamalarına geçilmesi mümkün değildir (bkz. §§ 28, 29).

54. Acele kamulaştırma usulünün uygulandığı durumlarda da usulüne uygun olarak verilen bir acele kamulaştırma kararının bulunması gerekmektedir. Yukarıda açıklandığı üzere (bkz. §§ 30-33) acele kamulaştırma; (1) 3634 sayılı Kanun’un uygulanmasında yurt savunması ihtiyacının doğması hâlinde, (2) aciliyetine Bakanlar Kurulunca karar verilecek hâllerde, (3) özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda başvurulabilen ve idareye kamulaştırma kararının kesinleşmesinden önce kamulaştırılan taşınmaza el koyma yetkisi tanıyan istisnai bir usuldür. Acele kamulaştırma usulü, olağan kamulaştırmada malik lehine getirilen usule ilişkin güvenceleri bertaraf etmemekte; yalnızca bu usullerin işletilmesinden önce idareye, kamulaştırılacak taşınmaza el koyma imkânı tanımaktadır. İdare tarafından, taşınmaza el konulduktan sonra öncelikle satın alma yolunun işletilmesi, bunun mümkün olamaması durumda ise asliye hukuk mahkemesinde bedel tespiti ve tescil dava açılması gerekmektedir.

55. Acele kamulaştırma usulünün uygulanması imkânı getirilen hâllerden biri olan “aciliyetine Bakanlar Kurulunca karar verilmesi” hâlinin söz konusu olduğu durumlarda idarenin acele kamulaştırma kararı alabilmesi için öncelikle Bakanlar Kurulunca kamulaştırma ihtiyacı duyulan proje veya yatırımın aciliyet niteliği taşıdığına karar verilmesi gerekmektedir. Bakanlar Kurulunca ilgili proje veya yatırımın acelelik niteliği taşıdığı yolunda karar verilmeden ve bu karara dayanılarak yetkili idarece acele kamulaştırma kararı alınmadan kamulaştırma işlemlerinin tamamlanması, yapılan müdahaleyi hukuka aykırı hâle getirebilir.

56. Başvuru konusu olayda Bakanlar Kurulunca 18/6/2012 ve 30/7/2012 tarihli kararnamelerle Elazığ ilinde inşa edilecek olan Pembelik Barajı’nın havzasında bulunan ve kararname eklerinde tek tek sayılan taşınmazların kamulaştırılmasında aciliyet bulunduğuna 2942 sayılı Kanun’un 27. Maddesi uyarınca karar verilmiştir. Öte yandan EPDK’nın 2/8/2012 ve 15/8/2012 tarihli kararlarıyla Bakanlar Kurulu kararlarında sayılan taşınmazlar hakkında acele kamulaştırma kararı verilmiştir.

57. Başvurucular tarafından Bakanlar Kurulunun 18/6/2012 tarihli kararnamesinin iptali istemiyle Danıştay Altıncı Dairesi nezdinde açılan davada 19/3/2014 tarihli kararla, acele kamulaştırma yapılmasını gerektiren hâllerin ortaya konulmadığı ve aciliyet hâlinin, üstün kamu yararı ve kamu düzeninin korunmasını gerektiren hâllerin açıklanmadığı gerekçeleriyle yürütmenin durdurulmasına karar verilmiştir.

58. Danıştay Altıncı Dairesi 30/6/2015 tarihli esas kararında, daha önce yürütmenin durdurulmasına ilişkin 19/3/2014 tarihli kararında açıkladığı görüşünü değiştirerek davayı reddetmiş ise de anılan kararın temyizi üzerine İDDK’nın 8/10/2015 tarihli kararıyla Daire kararı bozulmuş ve dava konusu Bakanlar Kurulu kararının iptaline kesin olarak karar verilmiştir. Kararların gerekçesinde, Kanun’da istinai bir yöntem olarak düzenlenen acele kamulaştırma usulünün uygulanabilmesinin olağanüstü durumların varlığını gerekli kılması, kamu yararı ve kamu düzeninin sağlanmasının amaçlanması ve ayrıca Bakanlar Kurulunca durumun aciliyetine karar verilmesi gerektiği belirtilmiş ve somut olayda bu koşullar gerçekleşmediğinden Bakanlar Kurulu kararının hukuka aykırı olduğu açıklanmıştır.

59. Başka malikler tarafından Bakanlar Kurulunun, taşınmazların acele kamulaştırılmasına ilişkin EPDK’ya yetki tanıyan 18/6/2012 ve 30/7/2012 tarihli kararnameleri ile birlikte bunlara dayanılarak EPDK tarafından taşınmazların acele kamulaştırılması yolunda tesis edilen işlemlerin de iptali istemiyle Danıştay Altıncı Dairesinde açılan iki ayrı davada Dairece davaların reddi yolunda verilen kararlar, İDDK’nın 8/10/2015 tarihli kararlarıyla bozulmuş ve dava konusu Bakanlar Kurulu kararları ile bunlara dayalı tesis edilen EPDK işlemlerinin de iptaline karar verilmiştir. Anılan kararların gerekçesinde, acele kamulaştırmada taşınmaz mülkiyetine el konulmasından sonraki aşamalarda yapılan normal kamulaştırma sürecine ilişkin işlemlerin acele kamulaştırma sürecinin bir parçası olarak değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Kararlarda sonuç olarak EPDK tarafından tesis edilen kamulaştırma işlemlerinin dayanağı olan Bakanlar Kurulu kararlarından bağımsız değerlendirilemeyeceği ifade edilerek bunların da hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla İDDK tarafından Bakanlar Kurulunca alınan aciliyet kararının EPDK’nın acele kamulaştırma kararının dayanağını oluşturduğu ve ilkinin hukuka aykırı olmasının ikincisini kendiliğinden hukuka aykırı kılacağı kabul edilmiştir.

60. Öte yandan EPDK tarafından ayrıca, satın alma usulünün işletilmesi girişimlerinin başarıya ulaşmaması üzerine 16/5/2013 tarihinde başvuruculara karşı Karakoçan Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde bedel tespiti ve tescil davası açılmıştır. Başvurucular tarafından Danıştay Altıncı Dairesinin yürütmeyi durdurma kararı vermiş olması nedeniyle 2942 sayılı Kanun’un 10. Maddesi uyarınca bekletme kararı verilmesi gerektiği yolunda öne sürülen itirazlar Mahkemece yerinde görülmeyerek bedel tespiti yapılmış ve 9/9/2014, 31/10/2014, 14/11/2014 ve 9/1/2015 tarihli kararla tescil hükmü kurulmuştur. Mahkeme, Danıştay Altıncı Dairesinde görülen davanın konusunun EPDK tarafından tesis edilen kamulaştırma işlemi olmadığı ve anılan kararla verilen yürütmenin durdurulması kararının kamulaştırma işlemine ilişkin bulunmadığı gerekçesine dayanmıştır. Mahkeme ayrıca başvurucuların taşınmazlarına el konulmak suretiyle acele kamulaştırmanın tamamlanması nedeniyle Danıştay kararının uygulanma kabiliyetinin bulunmadığını da gerekçesinde belirtmiştir.

61. 2942 sayılı Kanun’un 10. Maddesinin on dördüncü fıkrasında, 14. Maddede belirtilen süre içinde kamulaştırma işlemine karşı hak sahipleri tarafından idari yargıda iptal davası açılması ve idari yargı mahkemelerince de yürütmenin durdurulması kararı verilmesi hâlinde mahkemece, idari yargıda açılan davanın bekletici mesele kabul edilerek bunun sonucuna göre işlem yapılacağı hükme bağlanmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesince, Danıştay Altıncı Dairesinde görülen davanın konusunun ve dolayısıyla yürütmesi durdurulan işlemin EPDK tarafından tesis edilen kamulaştırma işlemi değil Bakanlar Kurulunun aciliyet kararı olduğu gerekçesiyle bekletme kararı verilmeyerek yargılamaya devam edildiği anlaşılmıştır.

62. Görüldüğü üzere acele kamulaştırmada, Mahkeme kararına istinaden taşınmaza el konulmasından sonra başlayan sürecin acele kamulaştırmanın devamı niteliğinde mi yoksa ondan bağımsız ayrı bir kamulaştırma süreci mi olduğu hususunda iki farklı yargı organı arasında görüş farklılığı bulunmaktadır. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin, bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).

63. Bununla birlikte iki yargı kolu arasındaki acele el koymadan sonraki sürecin niteliği hususundaki görüş ayrılığı, Bakanlar Kurulunun 18/6/2012 ve 30/7/2012 tarihli aciliyet kararları ile bunlara dayanılarak EPDK tarafından taşınmazların acele kamulaştırılması yolunda tesis edilen 2/8/2012 ve 15/8/2012 tarihli işlemlerin idari yargı kararlarıyla iptal edildiği gerçeğini değiştirmemektedir. Yukarıda ifade edildiği üzere kamulaştırmada mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden olgu (mülkiyetin devrini sağlayan) tescil kararı değil kamulaştırma kararıdır (bkz. § 44). Müdahale teşkil eden olgunun hukuka aykırı olduğu kesinleşmiş yargı kararıyla sabittir. Asliye Hukuk Mahkemesince kurulan tescil hükmünün acele kamulaştırma sürecinin bir parçası olup olmadığı ve dolayısıyla hukuki temelinin bulunup bulunmadığı hususundaki tartışma, kamulaştırma kararının hukuka aykırılığını etkilememektedir.

64. Sonuç olarak somut olayda, Elazığ ilinde tesis edilecek Pembelik Barajı ve Hidroelektrik Santrali’nin yapımı amacıyla kararname eklerinde tek tek sayılan taşınmazların EPDK’ya acele kamulaştırma yetkisi tanıyan Bakanlar Kurulu kararı ile buna dayanılarak EPDK tarafından tesis edilen acele kamulaştırma kararının iptal edilmiş olması nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanunilik unsurunu taşımadığı anlaşılmaktadır.

65. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 35. Maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamıştır.

B. Diğer İddialar

66. Başvurucular, günlük yaşamlarını sürdürdükleri köylerinin büyük bir kısmına hukuka aykırı acele kamulaştırma kararıyla el konulması nedeniyle sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar verildiğinden ayrıca bu iddiaların incelenmesine gerek görülmemiştir.

C. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

67. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. Maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

68. Başvurucular, mülkiyet haklarının ihlali nedeniyle 192.000 TL, ödenen vekâlet ücretleri nedeniyle 8.000 TL olmaküzere toplam 200.000 TL maddi tazminat; adil yargılanma hakkının ihlali nedeniyle 50.000 TL, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının ihlali nedeniyle 50.000 TL olmak üzere toplam 100.000 TL manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.

69. Başvurucuların mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

70. Başvurucuların, hukuka aykırı olduğu saptanan kamulaştırma kararı sonucu mülklerinden mahrum kalmaları nedeniyle oluşan kayıplarının giderilmesi gerekmektedir. Başvurucuların kayıpları, Hazine adına tescil edilen taşınmazların ancak gerçek karşılığının başvuruculara ödenmesi suretiyle giderilebilir. Ayrıca mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden hukuka aykırı tescil kararlarının verildiği yargılamalar sonucunda başvurucular aleyhine hükmedilen vekâlet ücretlerinin de karşılanması gerekmektedir.

71. Başvurucuların taşınmazlarının kamulaştırılması nedeniyle Asliye Hukuk Mahkemesinde yapılan yargılamalarda taşınmazların bedelleri tespit edilmiş, acele kamulaştırma kararından sonra taşınmazlara el konulmasına ilişkin olarak açılan davada başvuruculara ödenen tutarlar belirlenerek düşülmüş, kalan kısım ise başvurucular adına açılan banka hesaplarına yatırılmıştır. Mahkeme ayrıca nihai olarak belirlenen tazminat bedeline dava tarihinden dört ay sonraki tarihten itibaren yasal faiz uygulanmasına hükmetmiştir.

72. Hükümlerin taşınmaz bedeline ilişkin kısmı, başvurucular tarafından temyiz edilmiş olup temyiz incelemeleri devam etmektedir. Şu hâlde taşınmazların gerçek bedellerinin belirlenerek başvuruculara ödenmesine yönelik yargılama süreci devam ettiğinden bu aşamada taşınmaz bedelleri yönünden tazminata hükmedilmesine gerek bulunmamaktadır. Dolayısıyla taşınmaz bedellerinden kaynaklanan tazminat isteminin reddi gerekmektedir.

73. Dosyada bulunan Mahkeme kararlarının incelenmesinden bir dosyada başvurucular aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmediği, diğer dört dosyanın her birinde ise başvurucular aleyhine 1.500 TL olmak üzere toplam 6.000 TL vekâlet ücretine hükmedildiği anlaşılmaktadır. Anılan davaların tümünde beş davalının bulunduğu görülmektedir. Ancak bunlardan F.A. tarafından bu dosya kapsamında bireysel başvuruda bulunulmadığından buna isabet eden 1.200 TL’nin düşülmesi gerekir. Bu durumda başvurucular aleyhine hükmedilen vekâlet ücretleri nedeniyle başvuruculara müştereken 4.800 TL tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekmiştir.

74. Ayrıca hukuka aykırı kamulaştırma kararı nedeniyle mülklerinden yoksun bırakılmaları nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuların her birine ayrı ayrı ödenmek üzere 5.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi gerekir.

75.Başvurucuların diğer maddi ve manevi tazminat istemlerinin reddi gerekir.

76. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harcın ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.026,90 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 35. Maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Kadir ÖZKAYA’nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Başvurucuların diğer iddialarının incelenmesine GEREK OLMADIĞINA OYBİRLİĞİYLE,

D. Başvuruculara müştereken 4.800 TL maddi tazminat ÖDENMESİNE,

E. Başvurucuların her birine ayrı ayrı olmak üzere net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

F. Tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

G. 226,90 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.026,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

H. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

I. Kararın bir örneğinin Karakoçan Asliye Hukuk Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

J. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/2/2017 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY

I. OLAY

1. Elazığ ilinde tesis edilecek Pembelik Barajı ve Hidroelektrik Santralinin yapımı amacıyla, başvuruculara ait taşınmazların EPDK tarafından acele olarak kamulaştırılmasına, ilk olarak, Bakanlar Kurulunun 19.04.2004 tarihli kararıyla karar verilmiş, EPDK'nın 11.11.2010 tarihli kararıyla da bu karara dayalı olarak Baraj havzasında bulunan taşınmazların kamulaştırılmasına ve kamulaştırma işlemlerinde acele kamulaştırma usulünün uygulanmasına karar verilmiştir.

2. EPDK'nın 11.11.2010 tarihli kararıyla birlikte Bakanlar Kurulunun 19.04.2004 tarihli kararının da dava konusu edilmesi ve Danıştay Altıncı Dairesince 16.04.2012 tarihli kararla, aciliyet hâlinin değerlendirilmesi hususundaki yetkinin EPDK'ya devredilmesi ve kamulaştırma işlemlerinin konusu yönünden bir sınır çizilmeksizin EPDK'ya genel nitelikte bir yetki verilmesi nedeniyle işlemlerin hukuka aykırı olduğu sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle her iki işlemin de yürütülmesinin durdurulması üzerine EPDK tarafından 26.04.2012 tarihinde baraj havzasında bulunan taşınmazların kamulaştırılmasından vazgeçilmesine dair işlem tesis edilmiştir.

3. Ardından yine aynı barajın yapımı amacıyla, Bakanlar Kurulunun 18.06.2012 tarih ve 3321 sayılı kararıyla, başka birçok taşınmazla birlikte başvuruculara ait taşınmazların da EPDK tarafından acele olarak kamulaştırılmasına yeniden karar verilmiştir.

4. EPDK tarafından da 02.08.2012 ve 15.08.2012 tarihlerinde belirtilen doğrultuda kamulaştırma kararları alınmış ve Karakoçan Asliye Hukuk Mahkemesine başvurularak söz konusu taşınmazlara el koyma kararı verilmesi istenmiştir. Mahkemece, tespit edilen bedelin başvuruculara ödenmesi kaydıyla talebin kabulüne karar verilmiştir.

5. Ardından, kamulaştırma sürecinin tamamlanması için EPDK tarafından satın alma usulüyle taşınmazların devralınması yolu işletilmiş, ancak önerilen bedelin başvurucularca kabul edilmemesi üzerine 16.05.2013 tarihinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil istemiyle Karakoçan Asliye Hukuk Mahkemesine başvurularak dava açılmıştır.

6. Öte yandan başvurucular tarafından da, Bakanlar Kurulunun 03.07.2012 günlü ve 28342 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 18.06.2012 tarih ve 3321 sayılı kararının iptali istemiyle Danıştay 6. Dairesinde dava açılmış; Dairece 19.03.2014 tarihinde, olayda acele kamulaştırma yapılmasını gerektiren hâllerin ortaya konulmadığı ve aciliyet hâlinin, üstün kamu yararının ve kamu düzeninin korunmasını gerektiren hâllerin açıklanamadığı gerekçesiyle kararın yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmiştir.

7. Başvurucular kendilerine ait taşınmazlara ilişkin olarak EPDK’ca alınan kamulaştırma kararlarının iptali istemiyle ise dava açmamışlardır.

8. Bu arada, başvuruculara ait taşınmazların kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili istemiyle Karakoçan Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada, EPDK’ca geri alınan bir kamulaştırma kararı ile Danıştay tarafından hakkında yürütmeyi durdurma kararı verilen bir Bakanlar Kurulu Kararı dayanak gösterilerek açılan bu davanın (bedel tespiti ve tescil davasının) öncelikle “dava şartı noksanlığı” sebebiyle usulden reddi; bu yapılmadığı takdirde Danıştay Altıncı Dairesince Bakanlar Kurulunun 18.06.2012 tarih ve 3321 sayılı kararının yürütülmesinin durdurulması yolunda verilen kararın bekletici mesele yapılması ve anılan davada esas hakkında karar verilinceye kadar bu davanın bekletilmesi gerektiği ileri sürülmüştür.

9. Öte yandan Danıştay Altıncı Dairesi, 19.03.2014 tarihli kararıyla yürütülmesinin durdurulmasına karar verdiği 18.06.2012 tarih ve 3321 sayılı Bakanlar Kurulu kararının iptali istemini, uyuşmazlığın esasına ilişkin 30.06.2015 tarihli kararıyla, görüşünü değiştirerek reddetmiştir. Daire, Bakanlar Kurulu kararının sadece Mahkemece taşınmaza el konulmasına ilişkin karara dayanak teşkil ettiğini kabul etmiş, idarenin sonradan olağan kamulaştırma sürecini başlatmış olmasını ve bu kapsamda taşınmaz bedelinin tespiti ve tescil davasının da açılmış bulunmasını gözeterek acele kamulaştırma ve olağan kamulaştırma ayrımı yapılmaksızın davanın konusunun bir bütün olarak taşınmaz mülkiyetinin kamulaştırılması biçiminde anlaşılması suretiyle inceleme yapılması gerektiğini ifade etmiştir.

10. Bu karar, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 08.10.2015 tarihli kararıyla, kanunda istinai bir yöntem olarak düzenlenen acele kamulaştırma usulünün uygulanabilmesini olağanüstü durumların gerekli kılması, kamu yararının ve kamu düzeninin sağlanmasının amaçlanması ve ayrıca Bakanlar Kurulunca durumun aciliyetine karar verilmesi gerektiği, somut olayda bu koşulların gerçekleşmediği gerekçesiyle bozulmuş ve dava konusu Bakanlar Kurulu kararının iptaline kesin olarak karar verilmiştir.

11. Bu arada, baraj havzasında taşınmazı bulunan başka malikler tarafından, Bakanlar Kurulunun taşınmazların acele kamulaştırılmasına ilişkin EPDK'ya yetki tanıyan 18.06.2012 ve 30.07.2012 tarihli kararları ile birlikte bunlara dayanılarak EPDK tarafından taşınmazların kamulaştırılması yolunda tesis edilen 02.08.2012 ve 15.08.2012 tarihli işlemlerin de iptali istemiyle Danıştay Altıncı Dairesinde açılan davalarda verilen ret kararları da Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 08.10.2015 tarihli kararıyla bozulmuş ve dava konusu Bakanlar Kurulu kararları ile bunlara dayalı tesis edilen EPDK işlemlerinin iptaline hükmedilmiştir. Kararda, acele kamulaştırma ile olağan kamulaştırmanın hukuki niteliği irdelenmiş, acele kamulaştırmada taşınmaz mülkiyetine el konulmasından sonraki aşamalarda yapılan normal kamulaştırma sürecine ilişkin işlemlerin, acele kamulaştırma sürecinin bir parçası olarak değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmış, sonuç olarak EPDK'nın kamulaştırma işlemlerinin, dayanağı olan Bakanlar Kurulu kararlarından bağımsız değerlendirilemeyeceği ifade edilerek bunların da hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir.

12. Öte yandan, başvuruculara ait taşınmazların kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili istemiyle açılan davada; Karakoçan Asliye Hukuk Mahkemesince (09.09.2014, 31.10.2014, 14.11.2014 ve 09.01.2015 tarihli kararlarla), başvurucular tarafından ibraz edilen yürütmeyi durdurma kararının kamulaştırma kararına ilişkin olmayıp, Kamulaştırma Kanunu’nda belirtilen kamulaştırmanın yöntemine (acele kamulaştırmaya) ilişkin olduğu, acele kamulaştırmanın da yapılıp sonuçlandırıldığı, eldeki davanın konusunun kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası olduğu, acele kamulaştırmaya ilişkin yürütmeyi durdurma kararının bu davada uygulanma imkânı bulunmadığı, kamulaştırma işleminin iptali ya da yürütülmesinin durdurulması yolunda verilmiş bir karar bulunmadığı gerekçeleriyle ileri sürülen iddialara itibar edilmemiş ve keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra, bilirkişiler tarafından belirlenen değerler dikkate alınarak taşınmazların kamulaştırma bedelleri takdir edilmiş, belirlenen bedellerden acele kamulaştırma sırasında ödenen miktarlar düşüldükten sonra kalan kısmın yasal faiziyle birlikte başvuruculara ödenmesine Yargıtay temyiz yolu açık olmak üzere hükmedilmiş ve ayrıca taşınmazların Hazine adına tapuya tesciline kesin olarak karar verilmiştir.

13. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen tescile ilişkin 09.09.2014, 31.10.2014, 14.11.2014 ve 09.01.2015 tarihli kararların 16.10.2015, 27.10.2015 ve 09.11.2015 tarihlerinde tebliği üzerine 10.11.2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulmuştur.

14. Başvurucular, taşınmazlarının EPDK tarafından acele olarak kamulaştırılmasına yetki tanıyan Bakanlar Kurulu kararının Danıştay Altıncı Dairesince yürütülmesinin durdurulması nedeniyle, bu durumun, 2942 sayılı Kanun'un 10. maddesi uyarınca Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından bekletici mesele yapılması gerekirken, yargılama sırasında gerek yazılı gerekse sözlü olarak defalarca dile getirmelerine rağmen bekletici mesele yapılmaksızın kesin nitelikli olarak tescil kararı verilmesinin, bir başka söyleyişle Danıştay kararıyla hukuka aykırılığı saptanmış olan acele kamulaştırma kararına dayanılarak taşınmazlarının idare adına tescil edilmesine karar verilmesinin mülkiyet haklarının ihlaline neden olduğunu ileri sürmüşlerdir.

II. MEVZUAT

15. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği ifade edilmiştir.

16. Anayasa'nın 46. maddesinde de özel mülkiyetteki bir taşınmazın, kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılığı peşin ödenmek ve koşulları yasayla belirlenmek şartıyla kamulaştırılarak kamu hizmetine tahsis edilebileceği veya üzerinde irtifak hakkı kurularak kamu yararı amacıyla kullanımının sınırlandırılabileceği belirtilmiştir.

17. 2942 sayılı Kanun'da ise kamulaştırmanın usul ve esasları düzenlenmiştir. Kanuna göre, idarece, kamulaştırma kararı aldıktan sonra öncelikle satın alma usulü uygulanır. Tarafların satın alma usulüyle bir sonuca ulaşamamaları durumunda, idarece bedel tespiti ve tescil için yetkili asliye hukuk mahkemesinde dava açılır ve bedelin peşin veya duruma göre taksitle ödenmesi karşılığında idare adına tesciline karar verilmesi istenilir.

18. Mahkeme, belirlediği duruşma gününü, taşınmaz malın malikine bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Yapılacak tebligatta kanunda yazılı diğer hususlarla birlikte 14. maddede öngörülen süre içerisinde, kamulaştırma işlemine idari yargıda iptal veya adli yargıda maddi hatalara karşı düzeltim davası açabilecekleri, 14. maddede öngörülen süre içerisinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal davası açanların, dava açtıklarını ve yürütmenin durdurulması kararı aldıklarını belgelendirmedikleri takdirde, kamulaştırma işleminin kesinleşeceği ve mahkemece tespit edilen kamulaştırma bedeli üzerinden taşınmaz malın kamulaştırma yapan idare adına tescil edileceği belirtilir.

19. Kamulaştırmaya konu taşınmaz maliki/malikleri tarafından da mahkemece yapılan tebligat tarihinden itibaren otuz gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal ve maddi hatalara karşı da adli yargıda düzeltim davası açılabilir. İştirak halinde veya müşterek mülkiyette, paydaşların tek başına dava hakları vardır. Açılan davaların sonuçları dava açmayanları etkilemez. 14. maddede belirtilen süre içinde, kamulaştırma işlemine karşı hak sahipleri tarafından idari yargıda iptal davası açılması ve idari yargı mahkemelerince de yürütmenin durdurulması kararı verilmesi halinde mahkemece, idari yargıda açılan dava bekletici mesele kabul edilerek bunun sonucuna göre işlem yapılır. Bir başka söyleyişle malikin kamulaştırma kararının iptali istemiyle idari yargıda dava açması mümkün olmakla birlikte ilkece bu davanın açılması, idare tarafından açılan bedel tespiti ve tescil davasını etkilemez. Ne var ki, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda açılan davada yürütmenin durdurulması kararı verilmesi durumunda asliye hukuk mahkemesince idari yargıdaki davanın bekletici mesele olarak kabul edilmesi zorunludur.

20. Asliye hukuk mahkemesince, Kanun'da belirtilen usul uyarınca tespit edilen bedelin nakden veya duruma göre hesaben malike ödenmesinden sonra tesciline kararı verilir. Kararın tescile ilişkin hüküm fıkrası kesin olup bedele ilişkin hüküm fıkrasına karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Mülkiyetin idareye geçmesi mahkemece tescil kararı verilmesi ile olur.

21. Acele kamulaştırma usulünün uygulandığı durumlarda ise usulüne uygun olarak verilen bir acele kamulaştırma kararının bulunması; bu usulün uygulanması imkânını sağlayan hallerden birisi olan "aciliyetine Bakanlar Kurulunca karar verilmesi" hâlinin söz konusu olduğu durumlarda da idarenin acele kamulaştırma kararı alabilmesi için öncelikle Bakanlar Kurulunca bu doğrultuda bir karar alınması gerekmektedir.

22. Olağan kamulaştırma usulünde idarenin taşınmaza el koyması ancak taşınmazın idare adına tescilinden sonra mümkün olabilmektedir. Tescil ise tarafların anlaşamaması durumunda ancak asliye hukuk mahkemesince verilecek tescil kararı üzerine gerçekleşebilmektedir.

23. "Acele kamulaştırma usulü" idareye, kamulaştırma işlemlerinin neticelenmesini beklemeden kamulaştırılmasına karar verilen taşınmaza el koyma imkânı tanıyan bir kamulaştırma usulüdür.

24. Bu usulde; kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin istemi üzerine, bir nevi delil tespiti niteliğindeki bir el koyma davası sonucunda taşınmazın kanunda belirtilen usule göre Mahkemece tespit edilecek değerinin, idare tarafından mal sahibi adına bankaya yatırılması koşuluyla yine Mahkemece el konulmasına karar verilir. Buradaki bedel taşınmazın nihai kamulaştırma bedeli değildir. Ayrıca, el koyma davasında, tescile ilişkin olarak bir karar verilemediğinden, davanın kabul edilmesi sadece el koymaya ilişkin olur ve tapuda asıl malik olan kişinin değişmesi sonucunu doğurmaz. Bu davanın kabulü idareye ancak el koyduğu taşınmaz üzerinde kamu yararı bulunan işlemi yapılabilme imkânı verir.

25. İdare tarafından, taşınmaza el konulduktan sonra, taşınmaz malın mülkiyetinin devrini sağlayabilmek için, öncelikle satın alma yolunun işletilmesi, bunun mümkün olamaması durumda ise asliye hukuk mahkemesinde bedel tespiti ve tescil davası açılması gerekmektedir. Dolayısıyla taşınmaza usulüne uygun şekilde el konulduktan sonra yapılacak olanlar normal kamulaştırma sürecine ilişkin işlemlerdir. Bir başka söyleyişle el koymadan sonra yapılacak olanlar her iki kamulaştırma usulünde de aynıdır.

III. DEĞERLENDİRME

26. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin Anayasa'ya uygun düşebilmesi için Anayasa'nın 35. maddesi ile 13. maddesindeki düzenlemelere uygun olarak yapılması gerekmektedir.

27. Başvuru konusu olayda Bakanlar Kurulunca 18.06.2012 ve 30.07.2012 tarihli kararlarla Elazığ ilinde inşa edilecek olan Pembelik Barajının havzasında bulunan ve kararname eklerinde tek tek sayılan taşınmazların acele kamulaştırma usulüyle kamulaştırılması yolunda aciliyet kararları alınmış, bu yetkiye istinaden de EPDK'nın 02.08.2012 ve 15.08.2012 tarihli kararlarıyla anılan taşınmazlar hakkında acele kamulaştırma kararları verilmiştir.

28. Başvurucular tarafından Bakanlar Kurulu Kararının iptali istemiyle dava açılırken, taşınmazların kamulaştırılmasına ilişkin EPDK kararının iptali istemiyle dava açılmamıştır. Bu husus gerek başvuru formu ve gerekse form ekinde ibraz edilen Karakoçan Asliye Hukuk Mahkemesi kararlarında açıkça vurgulanmaktadır.

29. Kararda göndermede bulunularak varılan sonuca dayanak alınan unsurlardan birisi olan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun söz konusu kararına konu dava bir taraftan baraj havzasında taşınmazı bulunan başka malikler tarafından açılmış bir davadır, diğer taraftan da söz konusu iptal kararı Asliye Hukuk Mahkemesince tescile ilişkin olarak verilen 09.09.2014, 31.10.2014, 14.11.2014 ve 09.01.2015 tarihli kararlardan daha sonra 08.10.2015 tarihinde verilmiş olan bir karardır. Öte yandan başvurucular tarafından açılan davada verilen iptal kararı da Bakanlar Kurulu Kararının iptaline ilişkin bir karardır.

30. Hal böyle olunca, her iki kararında kanunilik unsuru açısından olaya etkisinin tartışılması gerekmektedir.

31. Bilindiği üzere iptal davaları, kişisel, güncel ve meşru bir menfaati ihlal edilenler tarafından açılabilen davalardır. Bu nedenle de iptal davası açan ile iptali istenilen işlem arasında mutlaka belirtilen nitelikte bir menfaat bağının olması gerekir.

32. Olayda EPDK tarafından tesis edilmiş olan kamulaştırma kararı tek bir işlem formatında aynı gerekçe ile tesis edilmiş olsa da, kararda belirtilen her bir parsel açısından, ayrı ayrı sonuç doğurucu tekil işlem niteliğindedir.

33. Bu bakımdan, ilkece, birçok parselle ilgili olarak alınan bir kamulaştırma kararının iptali istemiyle, belli bir parselin sahibi/sahipleri tarafından açılacak olan bir davada anılan parselin sahibinin/sahiplerinin iptalini isteyebileceği husus, söz konusu kamulaştırma işleminin kendi parsellerine ilişkin kısmı olacaktır. Bunun ötesinde, kamulaştırma işleminin tamamının iptalini isteyebilmesi için, başkalarına ait parsellerle olan menfaat bağını ortaya koyması gerekir. Bunun yapılmadığı durumlarda, iptal davalarındaki menfaat koşulu gereğince, belli bir parsel sahibi tarafından kamulaştırma işleminin tümünün iptali istemiyle açılan bir davada verilecek olan iptal kararının, sadece davayı açanlara ait parsele ilişkin olduğunun kabulü gerekir.İptal kararının gerekçesinin dava konusu işlem açısından genel bir hukuki gerekçe olması, iptal hükmünün yalnızca davacılar açısından sonuç doğuracağı gerçeğini değiştirmez. İşlemin niteliği gereğince, iptal hükmü, davanın tarafı olmayan ama işlemden etkilenen diğer kişilere uygulanmaz.

34. Kararda göndermede bulunulan ve EPDK tarafından alınan kamulaştırma kararlarına ilişkin bulunan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun söz konusu kararında diğer taşınmazlara ve taşınmaz sahiplerine ilişkin bir irdeleme yapılmadığı gibi, davacılar tarafından da kişisel menfaatleri gereğince, işlemin, işleme konu diğer taşınmazlar bakımından da iptalinin istendiği yönünde bir açıklama yapıldığına rastlanılmamıştır.

35. Bu bakımdan, baraj havzasında taşınmazı bulunan başka malikler tarafından açılan davada verilmiş olan ve EPDK’nın acele kamulaştırma kararının iptaline ilişkin bulunan hükmün, elimizdeki başvuruda kanunilik testinde kullanılması mümkün değildir.

36. Öte yandan başvurucular tarafından açılan davada verilen iptal kararı da, yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere Bakanlar Kurulu Kararının iptaline ilişkin bir karardır. Söz konusu Bakanlar Kurulu Kararı ise diğer taşınmazlarla birlikte başvuruculara ait taşınmazların da doğrudan kamulaştırıldığına ilişkin bir karar olmayıp, Elazığ ilinde tesis edilecek Pembelik Barajı ve Hidroelektrik Santralinin yapımı amacıyla kararname ekinde sayılan taşınmazların EPDK tarafından acele olarak kamulaştırılması yönünde yetki tanıyan bir karardır. Hal böyle olunca bu kararın da “kanunilik” testinde doğrudan dikkate alınması gerektiği söylenemez.

37. Olayda, acele kamulaştırmanın olağan kamulaştırmadan farkı olan“el koyma” kararının alındığı tarih itibarıyla, 18.06.2012 tarih ve 3321 sayılı Bakanlar Kurulu kararının yürütülmesinin durdurulmasına veya iptaline ilişkin bir karar bulunmamaktadır. Bu nedenle hukuk aleminde varlığını sürdüren bir Bakanlar Kurulu Kararına ve yine dava konusu edilmediği için varlığını sürdüren bir kamulaştırma kararına dayalı olarak gerçekleştirilen hukuka uygun bir “el koyma” kararı bulunmaktadır. El koyma kararının alınmasıyla birlikte de olayda söz konusu taşınmaza fiili olarak el atılması imkânı oluşmuş (el atılmış); hal böyle olunca da, sürecin gereği olarak EPDK tarafından başvuruculara ait taşınmazların kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili istemiyle Karakoçan Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmış bulunulmaktadır.

38. Yukarıda belirtilen hususlarla birlikte, el koymadan sonra yapılacak olanların her iki kamulaştırma usulünde de aynı olduğu, olayda da başvuruculara ait taşınmazlara hukuka uygun biçimde el konulduktan sonra olağan kamulaştırma prosedürünün izlendiği, başvurucular tarafından Bakanlar Kurulu Kararının iptali istemiyle dava açılırken taşınmazlarının kamulaştırılmasına ilişkin EPDK kararının iptali istemiyle dava açılmadığı, nihayetinde taşınmazın bedelinin tespiti ve idare adına tescil edilmesi istemli davanın açıldığı tarih itibarıyla kanunun aradığı anlamda verilmiş herhangi bir yürütmenin durdurulması kararının da bulunmadığı dikkate alındığında, olaydaki kanunilik unsurunun, sürecin bütününün dikkate alınması suretiyle değerlendirilmesi gerekmektedir.

39. Bu yapıldığında da tarafımızca başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalede kanunilik unsuru açısından bir sorun bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla olayda ölçülülük testine geçilmesi gerekir.

40. Dosya kapsamına göre, gerek kamulaştırma kararı, gerekse kamulaştırmanın acele yöntemle yapılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararı, kamu yararı amacı doğrultusunda, büyük enerji ve sulama gibi, bölgede yaşayan insanların sosyal ve ekonomik yaşamlarına olumlu katkı sağlamak gibi kamusal ihtiyaç niteliği haiz enerji yatırımının bir an önce yapılabilmesi için ilgili taşınmazlara el koyma imkânının sağlanması amacıyla tesis edilmiştir. Olaya, kamu yararı ile bireysel yarar arasındaki orantılılık ilkesi açısından bakıldığında ölçülülük unsuru açısından da bir ihlalin gerçekleşmediği sonucuna varılmaktadır.

41. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet haklarının ihlal edilmediği görüşüyle karara katılmıyorum.

 

 

 

 

Üye

Kadir ÖZKAYA