Hasan Kundakçı Paşayı çok severim. Sohbeti çok tatlıdır. Kore’de görev yapmış, Kıbrıs Türk Kuvvetlerimizin komutanlığını, Güneydoğu’da asayiş Kolordusu Komutanlığını yapmış PKK’ya karşı savaşmış, ilk kapsamlı Kuzey Irak Harekatını gerçekleştirmiş, başarılar kazanmış kahraman bir askerdir. Beraber olduğumuzda sohbetimiz çoklukla onun askerlik anıları üzerinde yoğunlaşır.

Hasan Paşa kendi yaşadıklarını veya Kore’de bulunduğu yıllarda kendisine anlatılanları, olayları yaşarcasına heyecanla anlatır, ben de kendisini aynı heyecanla dinlerim. Şimdi burada yazdıklarım da onun anlattıklarıdır.
Anlatacaklarım basit, önemsiz olaylar gibi görülebilir. Ama ben askerlerimizin Kore’de yaşadıkları bu olayda milletimizin büyüklüğünü, asaletini ve yenilmezliğini görüyorum. Bu nedenle yaşananları önemli görüyor ve yazıyorum.

Hasan Kundakçı Paşa 1960’lı yıllarda Kore’de görevlidir. Kore’de Amerikalı subaylardan ve Güney Kore halkından büyük saygı gördüğünü anlatır. “Bu saygıyı ben sağlamadım. Benden önce Kore’ye giden ve savaşan askerlerimiz sağlamıştır.”der.

1951 yılı sonbaharında Kore’deki tugayımız ABD’nin Kore’deki kuvvetlerini yok olmaktan kurtarmıştır. Amerikan kuvvetleri iyi eğitimli Kızıl Çin Birlikleri karşısında tutunamamış kuşatılma tehdidiyle karşı karşıya kalmıştı. Eğer mehmetçiğin Kunuri’deki destansı müdahalesi olmasaydı belki de ABD kuvvetleriyle beraber Birleşmiş Milletlerin verdiği karar gereğince Kore’de Birleşmiş Milletler adına savaşan diğer devletlerin kuvvetleri de imha edilecekti.

Askerimizin Kore’deki inanılmaz başarısı sebebiyle mehmetçik ABD’de çok itibarlıydı. Prestiji çok yüksekti.

O tarihte Amerikalılar askerimizin başına çuval geçirmeyi akıllarından bile geçirmiyorlardı.

Güney Kore halkı da askerimizi çok seviyordu. Güney Kore, o tarihte, bu günün modern Güney Kore’si değildi. Savaş nedeniyle halk yer değiştiriyor, göç ediyordu. Göç ederken yolların bozuk olması sebebiyle arabaları bozuluyor bazı kereler de çamura saplanıyordu. Yiyeceksiz de kalıyorlardı.

Zorda kalan Güney Kore halkına o tarihte yalnız bizim askerimiz yardım etmişti. Bu sebeple Güney Kore halkı da askerimizi çok seviyordu.

Hasan Kundakçı Paşa bir tatbikat sırasında iken Amerikalı bir subay, karşıda bir tepeyi göstererek “Bu ne tepesi?”diye sordu.

“Tepenin kroki üzerindeki numarasını söyledim. 7 numaralı tepe” dedim. “Amerikalı subay hayretle yüzüme baktı. Bu tepe Türk tepesidir” dedi.

“Ben daha evvel duymamıştım. Amerikalı subay ertesi gün tepenin, yani Türk tepesinin hikayesini anlatan bir yazı getirdi” dedi.

Türk tepesinin hikayesi de mehmetçiğin Kore’de, Kuneri’den sonra yazdığı bir başka destanın hikayesidir. Ayrı bir yazı konusudur. Belki ileride onu da yazarım.

Kore savaşlarında her devletin askerlerinden Kızıl Çin ordusuna esir düşenler olmuştur. Biz sadece Kunuri savaşlarında Kızıl Çinlilere 295 esir verdik. Esir düşen bu askerlerimizin hepsi sonradan özgürlüklerine kavuşmuşlardır.

Burada ilginç bir nokta vardır. ABD olsun, Kore’de BM adına çarpışan diğer devletlerin esir düşen askerleri olsun, esir düşenlerin yarısından fazlası esirken hayatlarını kaybetmişlerdir. Esir düşenlerin çok azı özgürlüklerine kavuşabilmiştir.

Yalnız esir düşen 295 Türk askerinin tamamı özgürlüğüne kavuşmuş birtek Türk askeri dahi esirken ölmemiştir.

Bu husus ABD’nin de diğer batılı devletlerin de hatta Kızıl Çinlilerin de dikkatlerini çekmiştir. Diğer milletlerin askerlerinin yarısı esaret şartlarına dayanamayıp ölürken nasıl oluyor da bir tek Türk esiri ölmemiştir? Bu husus araştırma konusu yapılmış, araştırılmıştır.

Hasan Kundakçı Paşa olayı şöyle anlatmaktadır:
Esirlik zordur. Şartları ağırdır. Kızıl Çinliler, esir düşen askerlere yeteri kadar yiyecek vermezler, söz gelimi esir sayısı 100 kişiyse ancak 30 kişiye yetecek yiyecek verirlermiş. Diğer milletlerin askerleri Kızıl Çinlilerin bu az verdiği yiyecek sebebiyle disiplini bozmuşlar. Yemekleri önce gelenler yemiş. Askerlerin bir kısmı tamamen aç kalmıştır. Bu nedenle bu askerler arasında ölümler çok olmuştur. Ayrıca Kızıl Çinliler esirleri bir yerden başka bir yere yürütürek naklediyorlarmış. Bu uzun yürüyüşler sırasında esaret şartlarında zaten güçsüz kalan askerlerden biri yere düşünce Kızıl Çin askeri düşen askere bir kere  “kalk,yürü” diyormuş. Sözünü ikinci defa tekrar etmiyormuş. Esir, düştüğü veya oturduğu yerden kalkamazsa silahını doğrultup esiri öldürüyormuş.

Hasan Kundakçı Paşa bizim askerimiz esir düşünce de askeri disiplin içinde yaşamıştır. Bu bizim tarihi özelliğimizdir. Esir düşen askerlerimizin içinde bir binbaşı, bir yüzbaşı, teğmen ve çavuşlar varmış. Esir askerlerimiz esir olduklarında disiplinlerini bozmamış. Komutanlarının emirleriyle hareket etmişlerdir. Yemek esirler arasında eşit olarak taksim edlmiştir. Hatta zayıf düşen ve hasta olan esir askerlere biraz daha fazla yiyecek verilmiştir.
Esirler arasında bulunan teğmen hastalanmıştır. Teğmenin iyi beslenmeye, hatta et yemeye ihtiyacı vardır. Bunu Çinlilere anlatmanın ve kabul ettirmenin imkanı yoktur. Esirler arasında bulunan İstanbullu bir Türk askerine görev verilir. Türk askeri:
“Merak etmeyin komutanım, ben onların mutfağından, haberleri bile olmadan biraz et bile getirebiirim” der. Dediği gibi de yapar. Teğmenin hayatta kalması sağlanır.

Türk esirleri de Kızıl Çinliler esirleri bulundukları yerden bir başka yere yürüyerek nakletmişleridr. Bu uzun yolculukarda Türk esirlerden de halsizlik ve yorgunluk sebebiyle yere düşenler olmuştur. Ama yere düşen Türk esirinin yanına Kızıl Çinli muhafızlardan önce her zaman komutanlarının kaç göz işaretiyle arkadaşları koşmuş, Çinli muhafızların müdahaleine fırsat vermeden kollarından tutarak kaldırmış ve yürüyüşe devam etmişlerdir. Türk esirleri bulundukları yerden başka bir mekana yaya olarak götürülürlerken de zayiat vermemiştir.

Hasan Kundakçı Paşa “Teğmen senin hemşerin sayılır. Gelibolulu imiş.”dedi. Teğmen, güzeller güzeli bir hanımla evlenmiş. Evlendikten kısa bir süre sonra Kore’ye gitmiş. Hanımı, teğmenin annesinin yanında kalmış. Tam 3 yıl teğmenden haber alamamışlar.

Teğmenin annesi oğlundan ümidini kesmiş. Gelinine:”Kızım, oğlum herhalde şehit oldu. Sen de gençsin, güzelsin. Tekrar evlenmeyi düşün” demiş. Fakat gelini kabul etmemiş. “Hayır. O ölmedi. Mutlaka birgün gelecek.” Demiş.

Teğmen Kore’ye giderken civa gibi bir delikanlıymış. 67-68 kiloymuş. Türkiye’ye döndüğündeki kilosunu duyduğumda inanamadım. Hasan Kundakçı Paşa, teğmenin Türkiye’ye döndüğünde 30 kilo olduğunu söyledi.
Kızıl Çinlilere esir düşen askerlerimizn ağır esaret şartlarındaki dayanışmaları esir olmuşken dahi komutanlarının emirlerine göre hareket etmeleri, en zor şartlarda arkadaşlarına öncelik vermeleri beni düşündürdü.
Tarihimizi de incelersek hiçbir milletin tairihinde göremeyeceğimiz büyük başarılar kazandığımızı görüyoruz. Allah milletimizi özel kılmış. Nihat Sami Banarlı’nın yazılarında okumuştum. Çinliler tarihlerinde Türklerden domuz eti yemeyen kavim diye bahsediyorşarmış. Yani Türkler İslamiyetten önce de domuz eti yemiyorlarmış.

Siz milletimizin özel olduğuna inanmıyor musunuz?

Şimdi devletimizin adını değiştirimek, Anadolu’dan Türk adını silmek, devletimize, egemenliğimize ortak olmak isteyenler var. Başarılı olamayacaklardır.


Talat ŞALK
Emekli Cumhuriyet Savcısı


(Bu köşe yazısı, sayın Talat ŞALK tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)