“Liseli bir grup, parkta oturan 15 yaşındaki kız öğrenci M.N.K’yi sözlü taciz etti. O sırada olay yerinden geçen M.N.K’nın liseden erkek arkadaşı Ç.İ. grubu uyarınca saldırıya uğradı. Kavgayı ayırmaya çalışan M.N.K.’nın yüzüne kaldırım taşı atılırken,  Ç.İ.’nin de kulağı kesildi”.  Hürriyet (11/09/2023), s.3

UNICEF’in Eylül 2018’de yayınladığı rapora göre dünyadaki çocukların yarısı okulda ve çevresinde akran zorbalığına (bullying) maruz kalıyor. Üstelik kimi çocuklar yaşadığı zorbalığı kaldıramayıp intihara kalkışabiliyor. Öte yandan zorbalıkla başlayıp cinayetle sonuçlanan vakalara da rastlanabiliyor. Oranlar yüksek ve sonuçları çok ağır. “Çocuk gördüğünü uyguluyor” Milliyet(12/09/2023). *
 

Sapma= Davranış+ Sosyal grup tepkisi

Sapma

Sapma herhangi özel bir davranış türünde yer alan bir şey değildir. Halkın doğrudan veya dolaylı olarak temas ettiği davranışa atfedilen bir şeydir.  Durkheim ve G. Herbert Mead’in belirttiği gibi toplumda sapma olarak düşünülen eylemlerin tümü gerçekte grup yaşamına zararlı değildir.

Toplum neden bir davranış biçimini sapma sınıfına sokarken diğerini sokmuyor? Toplum yaşam tarzı ile  belirgin biçimini ve özgün kimliğini yitirmeksizin grupta  ne kadar değişiklik ve çeşitliliğe hoşgörülü  olabileceğini ortaya koymaktadır.

Bazı kişilerin insanları şoke eden hunharca suçları işlediğini yadsımaksızın, sosyologlar sapmayı özgür seçim veya insanların bireysel başarısızlıkları olarak düşünmekten çok -doğru olduğu kadar yanlış olan-tüm davranışın toplum tarafından şekillendirilmesini araştırırlar. Aşağıdaki üç neden sapmanın tüm olarak özel kişilere özgü olmaktan çok toplumsallığını dile getirmektedir.

Birincisi, doğru ve yanlış olan kültüre kök salmıştır. Hiç bir düşünce veya eylem içsel olarak sapma olmayıp; özel normlara ilişkin olarak sapma olmaktadır. Çorum’un Bayat ilçesi ile İstanbul’un Nişantaşı’ndaki insanların yaşam biçimleri sayısız ölçüde farklı olduğundan birinde sapma olan ötekinde normal olmakta; hoşgörü ile karşılanmaktadır.

İkincisi, sapmanın topluma dayalı olması sonucu, insanların her yerde sapkın olması yalnızca ötekilerin onları o şekilde tanımlamasıyla olduğudur. Bazı ciddi suçlar dünyanın her yerinde lanetlenmektedir. Yalnız, hepimiz devamlı olarak sosyal normları, yasaları ihlal eder derecesinde çiğnemekteyiz.

Üçüncüsü, kural yapımı ve kural ihlali her zaman sosyal güç işidir. Örneğin, Ankara’da Tuna caddesinde evsiz barksız birinin belediyeyi suçlaması göz altına alınma riskini taşırken, aynı mekanda belediye seçimlerde aday olanın konuşması alkış almakta ve kolluk korumasına mazhar olmaktadır.

Kuşkusuz, bireysel gariplik (eccentricity) veya suç eylemi şeklindeki yabancılaşma ve/ya normdan sapma negatif bir olgu olarak toplumun sert ve cezalandırıcı tepkisini çekmektedir. Yalnız zaman zaman toplum için hatta sağlık işareti olması bakımından, suçu da içeren tüm normdan sapmalar o şekilde görülmemelidir.1 Şimdi suç eylemlerini teşvik, hatta artışını gerekli mi görüyoruz sorusuna verilecek yanıt kesinlikle hayır olacaktır. Biz yalnızca değişen ve kalkınan bir toplumda bazı sapma türü davranışlar ve suçun mutlak şekilde işlevsel ve önemli olduğunu önermekteyiz.  Durkheim (1895), suçun normal olduğunu, “bir toplumu suçtan arındırmanın imkansız olduğunu” söyleyerek aynı fikri yıllar önce ileri sürdü. O’nun yaptığı açıklama şöyle idi:

“Suç toplumsal yaşamın temel koşullarıyla irtibatlı ve yararlı olması gerçeği ve bu koşulların bir parçası olarak ahlak ve hukukun normal gelişimi için vazgeçilemez olduğundan gereklidir.”

Suç ve sapmayı tamamen olumsuz şekilde değerlendirmek te hatalı olacaktır. Kişilerin farklı değerleri ve ilgileri olduğunu bilen/ tanıyan her toplum, çoğunluğun benimsediği/ takip etiği normlara uygun davranmayanlar için bir alan sağlamalıdır. Londra Hyde Park’taki özgürlük köşesi.

Hollanda’da geniş ölçüde bireysel özgürlüklere yer verilmesi; sapma türü davranışlara gösterilen toleransa karşın şiddet eylemleri oranı düşüktür. Bireysel özgürlükleri sınırlı olan örneğin Latin Amerika ülkelerinde ise şiddet olgusu oldukça yüksektir. Çıkarım olarak, sapmalara toleransa gösteren bir toplumda sosyal karışıklık olması kaçınılmaz değildir.

Siyaset, bilim, sanat ve öteki alanlarda yeni fikirler geliştiren kişiler, geleneksel kuralları takip edenlerce kuşkusu ile karşılanmaktadır.

Bir eylemin sapma olarak etiketlenmesi siyasi bir eylem olduğu gibi sapma türü bir eylemi yapan kişinin suçlu olarak etiketlenmesi de siyasi tabiattadır. E. Schur (1973),Müdahaleyi Dışlayan Radikal Yaklaşım: Suç Sorununu Yeniden Düşünme (Radical Non-Intervention: Rethinking the Delinquency Problem) adlı eserinde;

Suç esasında siyasi olgudur. En azından şu iki nedenle böyledir: (1)Çeşitli türden kamu siyasetine ilişkin kararlar bu eylemlerin yer aldığı sosyal yapıları ve değerler sistemini biçimlendirmekte; ve sonuçta (2) suçun maddi içeriği siyasi kararla belirlenmektedir.

Suç sosyolojisi/kriminoloji açısından konuya yaklaştığımızda, suç hukuku tahrip eder; hukuk suçu onarır. Suç, hukuka karşı koyarken; hukuk ta, suça haklılığını kanıtlamak beklentisi ve gereksinmesi içindedir. Suç ve hukuk, yek diğerini var saymakta ve gerektirmektedir. Hukuk sosyolojisi, hukuk ve suç arasındaki karşıtlığı bizlerin anlamasına yardımcı olabilir. Hukuk, hukukun ihlal edilmesi olgusu için vardır. Hukuk ve suç birlikteliği/evliliği oldukça doğaldır. Suç her hukuk sisteminin normal bir vasfıdır. Durkheim ve M. Foucolt’un makro yaklaşımlarından bu yana kanunlarla tanımlanan suç kavramı her sağlıklı toplumun normal ve kaçınılmaz vasfı, sosyal örgütlenme taktiği ve siyaset ekonomisinin bir tekniğidir.

Kriminolojik bulgular, ağır ceza yaptırımları, kolluk gücündeki artış veya hürriyeti bağlayıcı cezalara fazlaca başvurulmasının suç üzerinde yeterince etkili olmamasına karşın hükümetlerce klasikleşen hukuk ve kamu düzeni retoriğine sarılmak kaçınılmaz olmaktadır. Kuşkusuz, bu yöntemlerin kısırlı- ğını kabullenmenin kısa dönemdeki siyasi bedeli kabul edilebilecek türde olmadığından, halkın duygularına tercüman olarak cezaların ağırlaştırılmasına gidilmesi pratik ve kolaycı bir yaklaşım olmaktadır. Hukuk tarihi, bu tür kısır döngülere tanıklık etmektedir.

İşte bu süreçte özgürlük ve güvenlik ikileminde dengenin sağlanmasına; demokrasinin ancak bireysel özgürlüğün korunduğu bir yönetim biçimi olarak adil bir rejim modeli olduğu yargısına odaklanılmalıdır. Yalnız bu denge fikrinin şu nedenlerle kusurlu bir metafor olduğu unutulmamalıdır:

- Ölçülecek merkezi bileşenler-özgürlüğe müdahale bedeli karşısında güvenlik değeri- tam olarak ölçüme el vermemektedir;

- Yararlar ve bedeller nüfusun farklı üyeleri üzerinde eşit derece de dağılmayabilir ve böyle dağılım sorunları kolay çözülür türden değildirler; ve

- Bazı tür müdahaleler, onların derhal veya içsel doğaları gereği etkilerinden olmayıp, kolaylıkla istismar edilmesi ve toplumda keyfi şekilde istenilmeyen kişilere karşı güvenlik adına kullanılarak hükümetin meşruiyetini sorgular hale getirmesidir.

Bu alanda en önemli panzehir adil yargılanma hakkıdır(due process of law). Buna riayet edilmediğinde demokrasinin ilkeli duruşu sonuçta zedelenecektir.

Sapma ve Suç Geçişkenliği

Ceza adaleti, suçların belirgin ve istisnai bir davranış kategorisine ait olduğu şeklindeki hatalı bir temel ile sözde suçlar ve yanlış davranışlar arasındaki yapay bir ayrıma dayalı bulunmaktadır.  Özünde, cezai ve cezai olmayan davranışlar arasında niteliksel bir fark yoktur. Savaşta düşman askerinin öldürülmesi suç değil (aksine öldürülmemesi suç olabilecekken) kahramanlık örneği olup, madalya ile ödüllendirilmektedir.  İdam cezasının uygulandığı zamanlarda infazının bir adalet gösterisi veya toplumsal savununun gerekli bir tedbiri olduğu; haklı savunu/ zaruret halinde vuku bulan adam öldürmelerin suç oluşturmadığı görülmüştür. Berlin duvarı yıkılması öncesi Batı’ya kaçanları vurmak meşru iken, iki Almanya’nın birleşmesi sonucu bu eylemler adam öldürme suçunu oluşturmuştur. Yine erkeğin karısıyla zorla cinsel ilişkiye girmesi suç değil iken(bazı ülke yasalarına suç olarak girmiş!) başka bir kadına karşı aynı  eylem ırza geçme suçu olmaktadır. Evlilik bağı, davranışın suç olup olmadığını belirlemektedir. Kanuni ırza geçme suçunda da mağdurun yaşı belirleyici faktör olmaktadır.

“Neden suyun öte tarafında yaşamıyorsunuz? Arkadaşım, suyun bu tarafında yaşasaydın ben bir katil olacaktım ve bu şekilde seni öldürmem haklı (just) olmayacaktı. İşte suyun öte tarafında yaşadığın için ben bir kahramanım ve eylemimde haklılık kazanmaktadır.” (M.T.Yücel. ‘Pascal’ın Pensées’den Ünlü Sözleri’ Hukuk Felsefesi Ank., 2009, s.31).

Kavramların (konformite/sapma/suçluluğun) göreceliği  iki grup arasındaki ayrım çizgisinin kültür ve zaman işlevi olduğu anlamına gelmektedir. Kimlerin hangi grupta yer alacağına ait karar kişinin niteliklerine ait bir soru ile belirlenmektedir (kısa boylu insan tanımı ülkeden ülkeye değişmekte ise de, tanımı belirdiğinde kısa boyluların diğerlerinden ayrımı bir ölçümleme işi olmaktadır).

Öte yandan, suç/sapmanın, tespit edilme (detection), tanım (definition) ve yanıt’a (response) dayalı bir süreç oluşumu aşağıdaki üç olayda görülebilir:

- Yurtta aynı odayı paylaşan bir öğrencinin arkadaşının yağmurluğunu alması;

- Evli bir adamın toplantı için gittiği İstanbul’da  bir fahişe ile ilişkiye girmesi;

- Bir belde belediye başkanının, kendisine seçimlerde maddi yardımda bulunan bir müteahhide ihale vermesi.

Bu olayların irdelenmesinde ortaya çıkacak gerçek, birincisinde ödünç alma olabileceği gibi hırsızlık suçu; ikincisinde, eylemin ailece bilinip bilinmemesine bağlı olduğu ve üçüncüsünde ise, iyi bir müteahhit seçimi  veya yardıma karşılık olduğu ortaya çıkabilir.

Toplumsal Değişim

Özgür bir toplumda yalnızca çatışma halindeki görüşler ve inançlar ifade edilmekle kalmayıp, kişiler taraftar kazanmak için kendi görüşlerinin diğerinden daha adil ve uygun olduğu yolunda kampanya çalışmalarında bulunurlar. İşte bu farklı görüş/menfaatler, dinamik bir toplum yaratmakta ve bu menfaatler çatışması da ekseriya değişim üretmektedir. “Fizyoloji için kan deveranını bilmek ne kadar önemli ise, sosyoloji için de değişmeyi bilmek o kadar önemlidir” (P.A. Sorokin).

Toplumda değişimin doğallığı kadar değişime direniş ve onu kabullenmek arasında bir çekişmeye de tanık olunması doğaldır. Değişim özlenen ve aranan sosyal bir olgu iken, karşımıza çıkan hayal ettiğimiz değişim olmadığında, karşı gelinme de aynı derecede olağandır. İşte özgür ve baskıcı olmayan bir toplumda karşıt görüşlere yer verildiği gibi siyasi yelpazenin sol ve sağına da tanık olunacaktır. Toplum her zaman (düzen ve kaos örneğinde olduğu gibi) bu ekstrem görüşlerin ortasında bir yer bulabilmektedir.  Bu süreçte kriminolojik açıdan çarpık görünümlere de tanık olunmaktadır. Tarih- sel açıdan bakıldığında ülkemizde, “siyasal suçlara” karşı gösterilen duyarlık kat sayısı “adi suçlara” karşı gösterilenden çok büyük olmuş; ve “ekonomik suçlara” karşı duyarlığın ise hiç gelişmediği saptanmıştır. Şimdilerde ekonomik suçlara, özellikle “hortumlanan” bankalar nedeniyle gelişen duyarlık yanında irdelenen bir konu da uyuşturucu madde kullanımı /bağımlılığıdır. Bazı güçler insanın kendi vücudu üzerinde istediğini yapabileceği görüşünden hareketle tüm uyuşturucu madde yasaklarını kaldırmak isterken, bazıları, en azından uyuşturucu madde bağımlılık sorununun ceza hukuku çerçevesinde tıbbi bir sorun olarak ele alınması taraftarıdırlar (Bkz.TCK 191.madde). Diğerleri ise, karşı görüşü benimseyerek ahlaksızca davranışları azaltmanın biricik yolunun bu tür davranışları suç yaparak faillerine mümkün olan en ağır cezanın uygulanması gerektiğini belirtmişler.

İşte özgür bir toplumda yalnızca çatışma halindeki görüşler ve inançlar ifade edilmekle kalmayıp, taraftar kazanmak için kendi görüşlerinin diğerinden daha adil ve uygun olduğu yolunda kampanya çalışmalarında bulunurlar. İşte bu farklı görüş/menfaatler, dinamik bir toplum yaratmakta ve bu menfaatler çatışması da ekseriya değişim üretmektedir. Yalnız bu değişim sürecinde ortaya çıkan sorunlara yönelik düzen amaçlı çözümlerin akılcılığı irdelenmeli; her çözümlemenin, ilaçla tedavinin olası yan etkileri gibi yeni sorun/lara gebe olabileceği göz ardı edilmemelidir. Bu süreçte önemli olan kaos ile düzen arasında nispi (incomplete) bir düzenin korunmasıdır; çünkü, düzenin kaos üzerindeki zaferi hiç bir zaman total veya kalıcı olamayacak; görünüşteki hedefe hiçbir zaman varılamayacaktır.3

Değişim, aynı zamanda toplumun çeşitli kesimleri için özel bir çıkmaz da oluşturmaktadır. Gençlik, kırsal kesimin aksine metropol kentlerde örneğin büyüklerince hangi değerlerin en kıymetli hazine sayıldığı ve büyük bir olasılıkla tatbik edileceğinden pek emin değildir. Kolluk güçleri de aynı çıkmaz içinde kendilerini bulurlar. Kendileri toplumun resmi temsilcileri olarak yasaları uygulamakla görevlidirler; yalnız, tüm yasaları tatbik açısından aynı duyarlığı göstermeleri mümkün olmadığı gibi pratikte değildir. Nitekim, hangi değerlerin önemli olduğu şeklindeki algılama yanıtı olarak kolluk görevlilerin uygulaması seçici olmaktadır.

Tarihsel perspektiften bakıldığında ülkemizde, “siyasal suçlara” karşı gösterilen duyarlık kat sayısı “adi suçlara” karşı gösterilenden çok büyük olmuş; ve “ekonomik suçlara” karşı duyarlığın  ise hiç gelişmediği saptanmıştır.

Kolluk güçlerine bakıldığında, kendileri sosyal kontrolün hem aktörleri ve hem de mağdurları olmaktadır. Travestileri tutuklayıp tutuklamamak yanında gösteri yürüyüş ve toplantılarında bir tarafta örnek bir kolluk uygulaması yapmak, öte yandan halkın toleransı karşısında kolluk güçleri değer hükmü vermek durumunda kalmakta ve geniş ölçüde ahlaki kararları yansıtmaktadırlar-yasaların ne söyleyip söylemediği bir yana bırakılarak, senin için en iyi olan ile toplum için en iyi olan irdelenmektedir.4

Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde kollukça çatışma yönetiminde siyasi kültür müdahale biçiminde etkili olmaktadır. Uzlaşmaya yatkın İngiliz geleneğinin bir parçası olarak İngiltere polisi olaylara müdahaleden önce uzlaşma arayışına girmektedir. İtalyan, İspanyol ve Türk polisi ise protestocularla çatışma yaşayabiliyor.  Müdahaleler protesto gruplarına göre de ayrışmaktadır. Örneğin Sendikalar meşru ve dolayısıyla daha az tehlikeli görülmektedir Öğrenci yürüyüşleri gibi Avrupa’nın genelinde yayılmış toplumsal hareketler ise poliste tedirginlik yaratmaktadır. Bu tedirginlikte polisin ön yargısı da etkili olmaktadır. Örneğin eylem için bir araya gelen grup, basın açıklamasın- dan sonra dağılacak ve aslında karşı tarafa “zorluk” çıkarmayacaksa da, önyargıdan kaynaklı polis müdahale ihtiyacı hissedebiliyor. Öte yandan, polisin zaman zaman kullanabileceği bir taktik te, protestocuların reklam amaçlı bir araya geldiklerini düşündüğü ve olay çıkmasını istemediği zamanlar, basının çağrılara bir iki kare fotoğraf çekmelerine olanak sağlamasıdır. Bu işe yarayan bir taktik olabiliyor. 

Hukukun İşlevi

Her toplum karşılıklı avantaj sağlayıcı bir işbirliği uğraşı ise de, çatışmalar ve menfaat ayrılıklarına da gebe bulunmaktadır. Bu koşullarda5  işbirliği temelini atmak ve menfaatleri sınırlamak/paylaştırmak üzere dağıtıcı ve düzeltici adalet ilkelerine gereksinme duyulmakta; ve hukuk, kapsamlı sosyal ve ekonomik düzenlemelere özgü merkezi sinir sistemi işlevi görmektedir.  Emir ve kontrol düzengeci olan modern devlet yeni işletmeler ve faaliyetlerin tasarlanmasına ve icra edilmesine olanak/usuller sağlamakta; hukuk bu araçsal işlevi ile etrafımızdaki dünyayı düzene sokmakta; bizlere teşkilat illüzyonu vermekte ve bir kontrol vasıtası olmaktadır. Teşkilat biçimi hukuku yapan toplumun kültürel belirleyicileriyle oluşmaktadır.  

Hukuk, yinelersek, toplumsal varlık için tehdit ve tehlike oluşturan kişilere karşı geliştirilen anlam sistemlerinden sadece biridir. Kuşkusuz, toplumdaki pozitif ilişkileri negatif olanlarından ayrıştırmak için bir sisteme sahip olmak gereklidir. İşte, hukuki inanç yapıtları, ekonomik ve siyasi olanlarla birlikte bu ayrıştırmayı gerçekleştirmek üzere inşa edilmişlerdir.

İnsanlar sosyal yaşamlarında düzene değer vermeseler, yasalar olmayacak idi. Her hukuk sistemi salt bir sosyal düzen biçimi içermekle kalmayıp, bu düzen özellikle yasama, yürütme ve yargı süreçlerini kontrol edenlerce değer verilen bir düzen biçimi veya en azından bu süreçlerde yer alan çeşitli gruplarca tercih edilen rakip değerlerden oluşan bir mozaiktir. Yalnız çağımızdaki toplumsal değişim Durkheim’ınkinden(19. yüzyıl sonları)  çok daha hızlı.  O kadar hızlı ki, insanlar çok farklı değerler sistemlerini kafalarında yan yana yaşatabiliyor; cüzdanda bulunan farklı kredi kartları gibi yerine göre birini ya da ötekini kullanabiliyorlar.

Yasal düzenlemelerin etkililiği, hiçbir zaman için fiziki yaptırımın yalnızca uygulanması tehditlerine dayandırılamaz. Toplumda, ayrıca, yasalara ve hukuka (belirli bir yasal düzene) karşı genel bir saygının duyulması; bu saygının kendisinin de sosyal adaleti kendine şiar/öz edinmiş bir hukuk anlayışına karşı toplumda gösterilen moral uygulamadan güç alması gerekmektedir.

Düzen sağlamak açısından hukukun/yargının kendilerinden beklenen şu beş toplumsal işlevi vardır(K.Lewellyn):6

1. Uyuşmazlıkların giderilmesi (tepkisel işlev),

2. Davranışların yönlendirilmesi (düzen işlevi),

3. Toplumsal egemenliğin örgütlenmesi ve meşrulaştırılması (anayasal işlev),

4. Yaşam koşullarının biçimlendirilmesi (planlama işlevi), ve

5. Hukuk uygulamasında belirli teknik ve becerilerin geliştirilmesi ile uygulanması-hukuki içtihat alanı (denetim ve gözetim işlevi).

Toplumda bu işlevleri yerine getirmek üzere özel hukuk, idare hukuku, ceza hukuku ve kamu hukuku olmak üzere geliştirilmiş hukuk teknikleri vardır. Bunlar siyasetçilere özel bir sorunla baş edebilmek için en uygun tekniğin benimsenmesinde yardımcı olabilir. Bir sorun için tek bir tekniğe başvurula- bileceği gibi birden fazla tekniğinde rol ve işlevine tanık olunabilir. Nitekim, trafik kriminolojisi (yol güvenliği ve trafik kazaları) söz konusu olduğunda, tüm tekniklerin (kamu, ceza ve özel hukukun) devreye girdiği görülmektedir. Önemli olan ekonomik olduğu kadar en etkili teknik veya tekniklerin seçilmesidir.7

Toplumda kurallara uymayanlara karşı tepki gösterilmesi gerekli ise de, sorun istenilen tepkinin ne derece etkili olacağı ve halk katında bu tepkinin ne derece kabul göreceğinin saptanmasıdır. Bu bağlamda, istenilen hukuk düzeninin derecesi de bir sorun olarak gündeme gelmektedir. Hukuk düzeni- nin daha yoğun ölçüde gerçekleştirilmesine gereksinme var mıdır? sorusu karşısında; hukuk düzeninin yoğun ölçüde gerçekleştirilmesine isterik bir biçimde eğilmek yerine suç nedenleri olarak belirtilen, çocukların ihmal edilmesi, işsizlik, enflasyon, nüfus artışı, göç ve benzeri sosyal kötülüklere eğilmesi yerinde olacaktır.8 Bu kriminojenik faktörlerle, suçlara ilişkisi olmak yerine bizzat kendilerinin "sosyal kötülük" olması nedeniyle mücadele edilmelidir.

Bir suçun faili bulunduğunda, suçun çözümlendiği türündeki düşünce ve yargılar da artık terk edilmelidir. Hangi sorun, suçun birisine yükletilmesiyle çözümlenebilmektedir? Hangi bilmece/ matematik problemi, bunu yapanın bulunmasıyla çözümlenebilmektedir?

Suç sorunu çözümlenecekse, suçlular yanında mağdurlar, durumlar ve yasal düzenlemeler birlikte ele alınmalıdır. Her suçlu, davranışı ile kendisi hakkında olduğu kadar toplum hakkında da bir yorum getirmektedir.  İşlenen suç, bazı hallerde, suçlu hakkında fikir verirken, diğer hallerde ağırlık noktası topluma yönelik olmaktadır. Diğer bir anlatımla, suçlular topluma kötü bir uyum içinde olabilecekleri gibi toplumda suçlulara karşı kötü bir uyum sergileyebilmektedir.

Hiç kuşkusuz, suçun işlenmesi için, motive edilmiş bir suçlu, uygun bir hedef /mağdur ve etkili koruyucuların, resmi veya özel gözetim şeklindeki “korumanın” olmayışı gibi asgari müşterek bir kaç etmenin bir arada olması gerekir. Son iki öğenin birlikte elverişli bir fırsat sağladığını ise kimse yadsıyamaz. Suçun fırsata olan ihtiyacı unutulmamalıdır.

Toplumun genelde daha zayıf bireyleri olan mağdurların yardıma, duygusal ilgiye, sosyal istikrara ve mali desteğe ihtiyacı vardır.9 Suç mağdurlarının etkili bir korunmaya kavuşturulması da, kamu davasının etkililiği ve sonuçta hukuk düzeninin güçlendirilmesi için gereklidir. Suçların yaklaşık %90’nının mağdurların katkısı ile saptandığı göz önüne alınarak, ceza yargılaması süre- cinde mağdurun, tanık olmak ötesinde haklarını talep edebilen taraf konumuna getirilmesi için Almanya örneğinde olduğu gibi yasal düzenlemeler (TCK/ CMK-2004) yapılmıştır.

Öte yandan “kanun uygulanmazlığı” (çocuk düşürme suçlarında olduğu gibi) ile “kanun umursamazlığı” (ateşli silahlar ve rüşvet suçlarında olduğu gibi) toplumda ikinci bir düzen yaratmakta; kişiler yapılmaması gereken bir şeyi doğal bir şekilde yapabilmekte;10 herkesin böyle yaptığı dile getirilmektedir.  Toplum için böyle bir düzen olağanüstü tehlikeli olmaktadır.

Hukuk muhtevasındaki hızlı değişimler hukukta tezatlık veya tutarsızlıklara neden olabilmekte; hukuk egemenliği de (rule of law) örselenmektedir.  Bu konumdaki halk, olması gerekli davranış açısından uyum yeteneğini kısa sürede geliştiremez. Tutarsızlıklar ve tezatlar kuralların ne olduğunu anlamayı zorlaştırabilir veya imkânsızlaştırabilir. İşte bu bulgular modern hukuk açısından önemli sayılabilecek patolojik göstergelerdir. Öte yandan, değişime elvermeyen bir kanun da sonuçta reddine zemin hazırlamaktadır.

Düzen konusundaki ilginç bir paradoks da, düzeni ihlâl edenlerin başkalarından düzene uyma beklentisidir. Trafik kurallarına uymayan bir sürücü başkalarının trafik ihlallerine tepki gösterirken, eski yapıyı değiştirirken ihtiyaç duyduğu kararlılık ve düzen nedeniyle bir ihtilalci, bünyesinde fazlaca ihtilalci bulunduran bir toplumu sevmediği gibi bir soyguncu da anomik bir toplumu sevmeyecektir. Kendisine mal arz eden dürüst vatandaşlara ihtiyaç duyan soyguncu, kolluğun duyarsızlığı sonucu potansiyel mağdurlardan çok potansiyel rakiplerin çıkmasından hoşlanmayacaktır. Bu önermenin en tipik örneği çete savaşlarıdır.

Eflatun’a göre, yöneticiler de, hukukun hizmetkarları olmalıdır. Eğer bir devlette hukuk “tâbi” konumda, otoriteden yoksun ise o toplum yıkıma giden yolda hızla yol almaktadır; yok eğer, hukuk, yöneticilerin üstünde ve yöneticiler hukukun altında ise kurtuluş ve Tanrının her ihsanına mazhar olabilir.  İşte hukukun üstünlüğü diye adlandırılabilecek bu yaklaşıma Aristotle bir unsur daha ekleyerek takip edilecek hukukun da  “iyi” olmasını öngördü. Kutadgu Bilig’in beyitlerinde ifadesini bulan bu anlayışa göre, “...beyliğin(devletin) temeli adalettir. Beyler doğru ve adil olursa dünya huzura kavuşur. Devletin temeli adalet üzerine kurulmuştur. Devletin esası adalet yoludur. Bey (hükümdar) adil olur ve böyle kanun koyarsa, bütün dileklerine kavuşur”.11 Zecri ve kötü ceza yasaları örneklerine XX. yüzyılda Güney Afrika, Nazi Almanya’sı ile Sovyet Rusya’da tanık olunmuştur.

Hukuk düzeninin korunmasında adli süreçte yer alan hâkimler ve avukatların ilişkisi ile bakış açıları da önemlidir. Hâkimler ve avukatlar, bileşik kaplar sistemine benzer bir konumdadırlar. Her iki grup için kültür ve iyi niyet derecesi aynı olup; aynı oranda yükselir veya düşerler. İyi hâkimler, iyi avukat olmayı etkileyeceği gibi tersi oluşumda ayni derecede geçerlidir. Avukatları sevmeyen, saymayan hâkimler kendilerini de sevmiyor, saymıyorlardır. Ayni şekilde kürsünün onuruna saygıda kusur eden avukatlar Baronun onurunu rencide etmektedirler.

Hukuk düzeni için önemi yadsınamayacak yargılama usulü reformunun en büyük engeli, genellikle avukatların birbirlerine; hâkimlerin avukatlara; ve avukatların hâkimlere itimat etmemesidir. Diğer bir anlatımla, avukatlar birbirlerine, avukatlarla hâkimlerin birbirlerine itimat etmeleri usul reformu için en kolaylaştırıcı etmen olacaktır.

Öte yandan, hukuk düzeninin çok ince ayarlı bir düzen olması ve bu düzenin asıl amacının da kişilerin ve özellikle de suçsuzların/haklıların haksızlığa uğratılmaması; tıpkı “kurunun yanında yaşın da yanmaması” gibi kimsenin “okkanın altına”da, “gürültüye”de gitmemesi gerektiği göz önünde bulundurulmalıdır. Bunu sağlamak üzere öncellikle usul yasalarına özenle riayet ve yargılamada nesnellik sağlanmalıdır.

Özetle, hukuk düzeni için normların de jure varlığı yeterli olmayıp, etkililiği de vazgeçilmez bir faktördür. Aksi halde, iktidarın güçsüzlüğü ile infaz edilemeyen normlar karşısında olsa olsa “sanal legalite”den söz edilebilir.12 Bu doğrultuda ceza davalarında zamanaşımı nedeniyle yıllık düşme oranlarının ürkütücü boyut alması endişe verici olduğundan zamanaşımı süreleri (2004 yılında) yükseltilmiştir. Şimdi toplumlarda düzenin nasıl sağlandığı, nasıl ve hangi durumlarda düzenin tehdit altında olabileceği veya bozulabileceğinin ele alınması olarak tanımlanabilecek kamu düzeni/sosyal kontrol irdelenecektir.

Sosyal Kontrol

İnsanlar toplum içinde yaşamı çıkarlarına uygun bulurlarsa da, istemleri, bir kovan içindeki arıların istemleri aksine büyük ölçüde bireysel kalmaktadır. Görünüşte, hatta zihnimizde bile, ne kadar namuslu görünürsek görünelim, Machiavelli’ye göre, hepimiz özde Makyavelistizdir. İşte toplumsal yaşamın güçlükleri ve kontrol gereksinmesi de buradan kaynaklanmaktadır. Bu süreçte formal kontrol kadar enformal kontrol önemli bir yer tutmaktadır. Gerçekte, kişilerin hukuka uyarlı davranış sergilemelerinde cezai yaptırım tehdidinin rolü az; buna karşın (1) hukuka karşı geldiklerinde bulundukları sosyal grubun tepkisi ile (2) kişilerin kendilerini doğru şey yapmak isteyen ahlaki birer varlık olarak görmelerinin etkisi ise daha fazladır.

Ceza yasası ahlak ile teolojik yaptırımlı ahlak biçimleri ile karşılaştırıldığında önemsiz bir yasaklama motoru olarak ele alınabilir. Ülkedeki yasa korkusu ile kaçınılan bir eyleme karşılık ahlaki bir yaptırım olarak komşularca ayıplanma korkusu; dinsel bir yaptırım olarak öteki dünyada cezalandırma korkusu veya bu ikisinin bileşkesi olan vicdan duygusuyla sayısız eylemlerden kaçınan pek çok insan vardır.13

Hükümetlerin vatandaşlarına “nudge”(dürtü/uyarı) uygulaması

Davranış bilimi ile ekonomi karışımı  ortaya çıkan teorik bir yaklaşımdır: “Nasıl ufak değişimler büyük bir fark yaratabilir?” Hukuk sosyoloji bakımından önemi bir yasa değişimi ile bazı şeylerin değişeceğini düşünebilirseniz de, işin esasının daha girift olduğu ortaya çıkmaktadır. Teori olarak yeni gözükse de, geçmişi çok eskilere dayanmaktadır. 1919 yılında yollardaki beyaz şeritler ABD’de,  1920 yılında İngiltere’de gerçekleşti.  Teorinin altında yatan psikoloji, insanların doğru karar almalarına dolaylı tavsiyelerle yardımcı olunması söz konusudur. Vergi mükelleflerine gönderilen mektupta son cümle olarak  “10 kişiden 9’ü vergisini zamanında ödüyor” cümlesi yeterli motivasyon sağlamaktadır. Amsterdam'daki Schiphol Havalimanı'ndaki erkekler tuvaletlerindeki pisuarlara siyah bir karasinek görüntüsünün kazınması büyük bir başarı(yere damlamasının % 80 azaltılmış) ile kanıtladığından beri  nudges çeşitli alanlarda sıklıkla kullanılmaktadır. Düşünün çikolata ambalajında hamam böceği olan bir çikolatayı kim yemek isteyecektir?

İşte davranışsal ekonomi, hükümetin etkinliğini artırmak üzere yasal düzenlemeler veya infaz yerine dolaylı tavsiyelerde bulunmak yöntemidir. Araştırmalar insanlara seçeneklerin farklıca sunulması ile  daha iyi karar almaya yönlendirileceğini göstermiştir. Siyasetçiler bu teoriye yaslanarak,  insanların karar alımını etkileyerek çaktırmadan davranışlarını değiştirmeye cesaretlendirebilecek nudge’lara yöneldiler. Davranışlar büyük ölçüde bilişsel önyargılar tarafından yönlendiriliyorsa, davranışları değiştirmek için bu önyargıları ele almak için uyarılar/dürtüler yararlıdır. Dürtmelerin önemli bir gücü, insanların seçim yapabilmesidir. Bu bağlamda bireyin eylemini aşağıdaki akışla sergileyebiliriz:

S → A → E

S= Kişinin gözlenen sosyal özellikleri ve bireyin sosyal çevresinin kişinin akli durumları ve eylemlerini etkilemesi,

A=Eylem sırasında kişinin akli  durumu, ve

E=Bireyin eylemi

Suç önleme ve sosyal kontrol stratejileri daha popüler hale geldikçe, nudge kavramı bu alanda yararlı bilgiler sağlayabilir. Ortaya çıkan davranışsal araştırma alanından kaynaklanan nudge yaklaşımı, siyaset yapıcıların amacının insanları en olumlu kararları almaya yönlendirmek olması gerektiğidir. Bu görüşe göre siyaset yapıcılar, bireylerin karar verdiği çevreyi düzenleyen 'seçim mimarları' olarak kabul edilir.

Vatandaş olarak sosyal/legal normlara uyumunu sağlayıcı motivasyonları yakalamak (nudge teorisi)14 yöntemi bağlamında örneğin vergi ödemesini hatırlatmak üzere Maliye vergi dairelerince gönderilen mektuplar standart tipte olabileceği gibi çeşitli türde de olabilir. Önemli olan hangi türün, yukarda değinildiği üzere, vatandaşı motive edeceğini saptamaktır. Örneğin çoğu insanların vergilerini zamanında ödediklerini içeren bir mektupla hatırlatma gibi pozitif hatırlatma yöntemi seçilebilir. Başka bir türü, toplanan vergilerle gerçekleştirilen projeleri sergilemektir. Kuşkusuz, bu motivasyonun sağlamada kültürün etkisi de göz ardı edilemez. Komşunun yaptığından etkilenme Fransa’da söz konusu değilken, Türkiye’de ve Anglo-Saksonlar’da oldukça yaygındır. İşte en üst toplumsal yarar için güdülerin yaratılmasına yönelmeli ve tesadüfi olarak seçilen her yöntemin sonucu test edilmelidir.

Bu bağlamda karar sürecinde altta yatan farklı beyin süreçlerini yansıtan iki dürtü grubu tanımlanabilir: Hızlı ve içgüdüsel süreçlerle ilişkilendirilen otomatik düşünme (Sistem 1)  ile kasıtlı ve bilinçli süreçlerle karakterize edilen yansıtıcı düşünme (Sistem 2). Sistem 1 nudge’ların otomatik düşünme veya bilinçsiz kısım üzerinde etkisi vardır. Yiyecekleri göz hizasına koymak veya yoldaki şeritler arasındaki mesafeyi daraltmak bu tür dürtmelere örnektir. Sistem 2 dürtüleri , arabada emniyet kemeri takılı olmadığında çalan alarm gibi yavaş ve yansıtıcı düşünme biçimine veya bilinçli süreçlere odaklanır. Ayrıca, dürtülen kişinin bakış açısından bakıldığında, dürtmeler saydam olabilir veya olmayabilir. Bir lavaboya veya çöp kutusuna giden zemine yerleştirilen ayak izi çıkartmaları gibi dürtmeler, hem dürtmenin kendisi hem de arkasındaki niyetlenen kişi tarafından fark edildiğinden şeffaftır. Organ bağışı için bir kayıt formuna dolaylı telkin, şeffaf olmayan bir dürtüdür, çünkü davranış değişikliğine yönelik araçlarının amacı, dürtülen kişi tarafından doğrudan fark edilmez.

Yinelersek, vatandaş olarak sosyal/legal normlara uyumunu sağlayıcı motivasyonları yakalamak üzere Richard Thaler (2017 Nobel ödüllü) ve Cass Sunstein’in “nudge”  teorisi karar alma psikolojisinde hafifçe dürtmek/itmek/sarsmak güdülendirmenin etkisine işaret etmektedir. “Nudge”, yapmayı düşündüğünüz davranışı çevrenizdeki en ufak bir iti/şey/ vasıfla değiştiren bir olgu; yapacağınız seçimi etkileyici bir nesnedir. Örneğin gittiğin bir kafeteryada yemeklerin sıralanış biçimi bile seçeceğiniz yemeği etkilemektedir. Kuşkusuz, kişilere biraz seçim olanağı tanınmalıdır. Aksi takdirde  “big brother” yaklaşımı egemen olur. Burada söz konusu olan vatandaşları gözetleyici bir zihniyeti temel almak yerine vatandaşları sosyal kurallara uyum için olabildiğince motive etmektir. Bizler rasyonel varlıklar olmayıp, algısal önyargı, akli kısa devreler, duygular, sosyal etkileşimler ile çevreden fazlaca etkilenmekteyiz. Amaç karar alma psikolojisi ve davranışsal ekonomi teknikleri ile karar alımını sınırlı seçenekler olmaksızın geliştirmek; kamu siyasetinde ne sağcı ve ne de solcu olmaksızın yeni bir yaklaşım gerçekleştirmektir.  Hukuk dışında da birçok sosyal kontrol biçimleri vardır.  Hukuk çeşitli sosyal kontrol mekanizmalarından15 yalnızca biridir. Hukukun işlevsel tanımı, sosyal kontrol olarak algılandığında, hukukun yerine getirmekte olduğu diğer işlevleri göz ardı edilmektedir.  Hobbes'un etkisi devam eden dicta’sı ile birleşen hukuk merkezli yaklaşım, ekseri kişileri, hukuku, “biricik önemli sosyal  bir kontrol mekanizması” olduğunu düşündürmeye yöneltmişse de, hukuksuz olunamayacağı gibi, ama yalnız hukukla da olunamayacağı bilinmelidir. Kişiler arası işbirliğini oluşturmak ve korumak için enformal ve formal mekanizmaların16   tamamlayıcı birlikteliğine gereksinme vardır. Ayrıca, kaynağı ne olursa olsun, suç, trafik, genetiği değiştirilmiş gıda gibi  tehlikelerin oluş olasılığı ve zarar şiddetine göre derecelendirilmesi öngörülmelidir: Örneğin bir trafik kazasında yaralanmanız olasılığı yerel bir suçlunun sizi yaralamasından daha fazla ise, iyi bir trafik düzenlemesi ve kontrolü riski suçluları hapsetmekten daha azaltıcı olacaktır. Ne var ki, uygulamada tehlikeleri savuşturma oldukça farklı kompartımanlara ayrılmış bir süreç olarak belirmektedir. Sağlık hizmeti olmasına karşın, gıda, ziraat, hava ve su kalitesini içeren entegre bir sağlık siyasetine tanık olunmamaktadır. Genelde karşılaşılan tehlikeler açısından da kişiler eşit konumda değildirler. Diğer bir anlatımla, tehlike açısından bizler aynı gemide bulunmamaktayız; bazıları diğerlerinin güvenliği için fedakarlık sergilemekte/sıkıntı çekmektedir. Fuhşun yoğun olduğu yöre halkı bunun en tipik örneğidir.

Anomi

Sosyal ilişkilerin yok olması, kişinin şekilsiz bir yığında tecrit edilmesi halinde, kişi, suç işleme ve mağdur olmaya yatkın bir konuma girmektedir. Bu hususa açıklık getirmek üzere birbirinin karşıtı olan iki kavramı, anomi ve sinomi’yi büyüteç altına alabiliriz.  Anomi, etimolojik bakımdan düzensizlik ve kanunu ihlal etme anlamlarına gelir.  Durkheim’ a göre, anomi, ilkelerin rehberlik davranışında bozulma olan, bireyleri sosyal kısıtlama ve yönlendirmelerden yoksun bırakan bir sosyal durumdur. İntihar adlı eserinde, sosyal anomi’nin nedenleri Durkheim’ca, ani sosyal değişime odaklandırılmıştır. Örneğin pandemi bu türdendir. R. Merton’un(1938) Durkeim’dan esinlenerek geliştirdiği teoriye göre de, anomi, toplumsal düzende bir ayrışma veya bozulmayı, daha belirgin olarak toplum kültürü ile toplumsal yapının unsurları arasındaki bir denge eksikliğine işaret etmekte; toplumdaki bazı kişiler, zenginlik, şöhret ve mal mülk sahibi olmak gibi toplumsal hedeflere  ulaşabilme hususunda araçlar sınırlı/kısıtlı olduğunda gayri meşru yollara da başvurmaktadırlar- sosyal değerlerin sapma üretmesi olgusu.

Sinomi’de, sosyal dayanışma, değerlerdeki konsensüs ve normların benimsenmesi sonucu suç işlenmesi önlenebilmektedir. Burada kentleşmenin bir suçluluk etmeni olarak görülmesi, suçların köylerden kaynaklanmadığı biçiminde değil, kentleşmeye bağlı olarak, nüfus büyüklüğü, yoğunluğu ve heterojenliğin sosyal kontrolün etkinliği ve biçimleri üzerine olan belirgin etkisinin, suç işleme fırsatlarında anlamlı bir artış yarattığı şeklinde anlaşılmalıdır. Diğer bir anlatımla, suçluluk, yapısal değişimlerle, gerçek anlamda kent koşulları içinde oluşma ve yaygınlaşma eğilimindedir. 

Hukuk, dayanışmanın bir yansıması olarak onun ilkelerini ortaya koymaktadır.  Durkheim’in “Hukukî Gelişim Teorisi”ne dayanak olan iki tür dayanışmanın karakteristikleri ise şöyledir:                                                                                                                                              

Mekanik Dayanışma                                                 Organik Dayanışma

Ufak, homojen bir toplum,                                          Büyük, girift heterojen bir toplum,

Oldukça bağımlı nüfus,                                               Oldukça bağımsız bir nüfus,

Basit bir iş bölümü,                                                     Girift iş bölümü,

Benzerliklere dayalı birliktelik, ve                              Farlılıklara dayalı  birliktelik,ve

Ceza  hukuku.                                             İade/tazminat hukuku.                 

                                                Anomi

                                                    

Mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya geçiş dönemi anomi ile karakterize edilmektedir. Toplumlar karmaşık yapılı modern tiplerine doğru geliştikçe, hukuk sistemlerindeki cezalandırıcı kuralların, tüm kurallara oranı azalmakta, buna karşılık iade edici/tazmini nitelikteki hukuk kurallarının tüm kurallara oranı ise gittikçe büyümektedir.

Kanunlar, toplumsal normların oluşması ve değişmesi ile bireylerin ahlaki tavrına katkı yapabilirse de, tek başlarına toplumsal kabulü zorlayamazlar. Sultan IV. Murat’ın “tebdili-i kıyafet edip” koyduğu içki yasağına halkın uyumunu denetlemeye çalışmasının önemli bir etkisi olmadığı gibi, 1920’lerin A.B.D.’sindeki içki yasağı, halkın büyükçe bir kesimin desteklemesine karşın hukukun normları değiştirmede sınırlı bir kapasitesi olduğuna işaret etmektedir.18 Aynı bulgular 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu için de geçerlilik kazandı. En gerçekçi yaklaşıma sosyal bir norm oluşturmak üzere yaptırıma yer vermeyen bir düzenleme ile 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında Kanun’da (R.G.28/11/1925-230) tanık olunmaktadır: “…Türk halkının da genel başlığı şapka olup buna aykırı alışkanlığın devamını hükümet men eder.” Kanunda başı açık gezmenin yasak olduğu yazmıyor.

Hukuk Düzeni

Hukuk, toplumun normlarını tartıştığı, test ettiği ve sonunda kararlaştırıp formüle ettiği bir ortamdır. De facto etkililiği önemlidir. Her illegal eyleme karşı suçlamanın yapılması, savcılık ve infazın etkili işlevinde olduğu gibi toplumsal normu vurgulamaktadır. Ceza hukuku, bu süreçte, bağımsız bir oyuncu olmak yerine normu vurgulama sürecinin hızla ivme kazanmasına yardımcı bir enstrümandır. Bu sürecin Türkiye’de kadınlara karşı şiddet ile töre/namus cinayeti19 şeklindeki adam öldürme suçlarını yasaklayıcı normların (kamuoyunun da baskısıyla) pekiştirilmesi sürecinde çalıştığına pek tanık olunmadı.

Sosyal kontrol konusundaki çalışmalar, geleneksel olarak, sosyolojik uğraşın ana konularından biridir.  Bu kavramın iki temel anlamına tanık olunmaktadır:

1. Klâsik anlamda toplumun kendini düzenlemek kapasitesi olarak sosyal düzene katkıda bulunan ve özellikle kişileri uyum göstermeye yönelten tüm uygulamalar ile düzenlemeleri kapsamaktadır.

2. Dar anlamda ise, kişilerin topluma uyum geliştirme sürecinde, sapkın davranışı (deviant behavior) nasıl tanımladığı ve yanıtladığı anlamındadır.

Sosyal kontrolün bu farklı iki anlamı, toplumsal açıdan alternatif vurgulara sebebiyet vermiştir. Sosyal kontrolü uyum sağlamayı geliştirme süreci olarak görenler (çoğunlukla sosyal psikologlar), “sosyalleşme”yi ana sosyal kontrol mekanizması olarak belirlemişlerdir. Düşünceler ve değerler, eğitim yanında özellikle aile, televizyon, reklâm, müzik ve diğerleri vasıtasıyla toplum veya cemaat üyelerine intikal etmektedir. Paylaşılan kültürel değerlerin bireylerce benimsenmesi, grupta var olan geleneksel davranışları belirlemektedir.  Bu tür kontrol, içsel kontrol olarak adlandırılmakta; kişinin uyum göstermeğe(vicdan, şartlandırma süreci, eğilimler, telkinler ve sosyalleşme) motive edilmesi söz konusu olmaktadır.

Bu tablodaki cemaat (Gemeinschaft) ilişkileri dostluğa dayanır; alışkanlık ve görev duygusundan kaynaklanır; yararcılık hesabı üzerine kurulmamış iken, cemiyette (Gesellschaft) herkes kendisi için yaşar ve hiç kimse karşısındaki için bir şey yapmaz. Meğer ki, karşısındaki kendisine verdiğinden daha değerli kabul ettiği bir şey vermiş olsun veya ilerde vereceği umut edilmiş olsun.

Öte yandan, sosyal kontrolü, sapmaya toplumsal tepki, “uyum geliştirme süreçleri” olarak görenler, kurallar ve kurumlar ile uyum sağlama vasıtası olarak “cebrin” rolünü vurgulamaktadırlar.20 Bu doğrultudaki çoğu araştırmalar kolluk, adliyeler, çocuk mahkemeleri ve cezaevleri gibi devlet kurum- ları(dikey sosyal kontrol) üzerinde yapılmıştır. Bu tür kontrol parametreleri ise "harici kontrol" olarak adlandırılmaktadır. 

Bu noktada sosyolog Travis Hirsch’in ilginç olan “bütünsel sosyal kontrol ve  oto-kontrol teorisine (Suçluluğun Nedenleri,1969) bakmakta yarar var. O’na göre, oto-kontrol, kişinin toplumsal sınırlar dizinini nereye giderse gitsin birlikte taşımasıdır. Onların karakteri, sosyal kontrol teorisince saptanan aşağıdaki dört öğeye referansla tasvir edilebilir. Öteki insanlarca aile, okul ve iş yerinde sergilenen oto-kontrol ve sosyal kontrol karşılıklı olarak yek diğerini yaşam boyu  etkilemekte ve sonuçta oto-kontrol ve sosyal kontrol teorileri bütünleşmektedir. Kuşkusuz, düşük oto-kontrolün kriminolojik teori üzerinde bir etkisi vardır.

Suç işleyebilecekler, konformite sağlayıcı nitelikteki sosyal bağın dört öğesi olan duygusal bağlılık (attachment), adanmışlık (commitment), katılım ve benimseme (involvement) ve inançtan yoksundurlar.

Duygusal bağlılık, konformitenin duygusal bileşeni, aile ve okul gibi temel sosyal kurumlar bağlamında duygusal bağlara işaret etmektedir. Bu bileşen, geleneksel eylemlerde, örneğin eğitim, gelecek için para biriktirmek gibi zaman, enerji ve çaba gerektirmektedir. İşte bunun tersi, geleneksel değerlerden yoksunluk suça yöneltebilir. Adanmışlık (sosyal bağ) ise, konformitenin rasyonel bileşeni olarak  toplumsal kabul gören  okul, meslek,aile, boş zamanları değerlendirme için kişinin olabildiğince zaman ve enerji harcamasıdır. İşsiz /güçsüz bir insanı düşünün, neler yapabilir? Katılım ve benimseme ise, bir öncekinin doğrudan bir sonucu olmaktadır. Aynı sosyal ortamda yaşayan kişiler müşterek ahlaki inançları paylaşmakta; ötekilerin haklarına duyarlı olmaktadır.   İnanç ta, davranışı yönlendiren sosyal normların kalben kabulüdür. Ne var ki, önceki öğelerden yoksun olan kişinin ahlaka da inanç besleme- si düşünülemez. Bu konumdaki kişi, bencil ve menfaatine yönelmiş konumdadır. İşte bu bağların yokluğunda sapmaya tanık olunmaktadır.

Sapmanın İşlevselliği

Sapma melekler dünyasında da  kaçınılmazdır. Standartlar o derece yüksek olacağından en ufak kayma sapma olacaktır. Ne var ki, suç  değişime yer verdiğinden işlevsel/yararlıdır. Değişimin vuku bulması için dünkü sapma bugün için normal olmaktadır. ABD’de siyahi kadın Rosa Parkes’in otobüste beyaz insana yer vermeyi reddi…. Nelson Meandel’nın ırk ayrımına karşı protestosu işte bu türdendir.

Sosyal değişim sonucu da suç olgusuna tanık olunmaktadır. Bireyler mevcut normlar ve kuralların varlığından emin olmayabilirler. Bu durumda normların ihlali riski oluşmaktadır. Sonuçta insanın davranışlarına rehberlik eden ve paylaşılan değerleri içeren kolektif vicdan zayıflamakta ve anomie belirmektedir- kolektif vicdanın çökerek kişilerin kendi menfaatleri perine düşmesidir. Durkheime’e göre anomie yalnızca suçla değil, intihar, boşanmalar, işçi-işveren anlaşmazlıkları ile de ifade edilmektedir.

Oto-Kontrol ve Sosyal Kontrol

Oto-kontrolü sağlayan yukarda sözü edilen bileşenlerdir.  Öte yandan, bu teorik yaklaşım, bağlar açısından ekonomik, psikolojik, sosyal ve biyolojik bağlar olarak ta dile getirilebilir. Kontrol teorisi,  kişinin suç işlemesini gerektirmiyorsa da, gerilim (strain) teorisinde  kişi  suç işlemektedir.

Kuşkusuz, önemli olan “fırsat” yaratılmasıdır. Bu faktör hırsızlık ve adam öldürme olaylarında söz konusu olurken, hırsızlıkta önemli bir bileşen de “fark edilmek”/yakalanmak risk ve düşüncesidir.

Bu bağlamda sosyal kontrolü zayıflatan başlıca  faktörler  şöyle  özetlenebilir:

- Geleneksel olarak varlık gösteren sosyal sistemlerden ve bağlardan kopma; “ben merkezli bir dünya görüşünün” yaygınlaşması/geleneğin bittiği, modern olanın henüz yerleşmediği, iki arada bir derede toplumsal yapı;

- Ekonomik düzende tevarüs edilen zayıflıklar örneğin fakirlik, işsizlik ve depression.  Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” sendromunun düzen için suiistimal kadar zararlı olması;

- Şehirleşmenin getirisi, örneğin şehirlerdeki mobilité (hareketlilik) ve anonim yaşam,

- Ailede çözülme örneğin ebeveynin ölümü, boşanma ve çocuklara hatalı disiplin uygulaması, dijital medya/eroin sarmalı ve şiddet patlaması.

İşte bunların sonucu olarak, çocuklarda tanık olduğumuz saldırgan ve sinirli davranışlar/akran zorbalığı; dijital/medyatik şiddetin rolü; suç işlemeye yönelme; ve kişilerdeki duyarsızlaşma olgusu belirginleşmektedir. Özellikle video ve internetteki oyunlar bağımlılık yarattığı için çok tehlikeli olmuştur. Videonun oyun içinde rol  alan insan ve çocuklar üzerindeki etkisi fazla olup; katıldığınızda bağımlılık yaratmaktadır.

Kolluğa özgü yapılan araştırmalardan, polis baskınları ve benzeri girişimlerin genelde sınırlı bir süre için etkili olduğu ve bu etkinin zamanla buharlaştığı kaydedilmektedir. Bu çıkarıma özgü en çarpıcı araştırma Avustralyalı kriminolog Ross Homel tarafından Yeni Güney Galler’de sürücülere yapılan alkol testidir. Araştırma sonuçları, suçları önlemede “delik kova” teorisi diye adlandırılan aşağıdaki diyagramla sergilenmiş; ve kollukça yapılan alkol testi uygulamasının görünür olduğu kadar devamlılık göstermesinin önleyici etki sağlamak için gerekli olduğu belirtilmiştir. Potansiyel suçlular, kolluk görevlilerince yol kenarında devamlı olarak alkol testi yapıldığına tanık olmadıklarında uygulamanın artık ciddi olmadığına inanacaklardır. Öte yandan bu tür uygulamanın önleme etkisi, alkollü araba kullanıp yakalanmayanlar ile umursamazlık/arkadaş etkisiyle zayıflayacaktır. İşte bu parametrelere bakarak kolluk baskınlarının sınırlı bir süre etkili olabileceğini algılamak hiç de zor almayacaktır.21

Rutin Faaliyetler Teorisi (Felson ve Cohen, 1979)

Yangın çıkması için nasıl ki sıcaklık, oksijen ve yakıt gerekli ise, suçun oluşması için de, rutin faaliyetler/fırsat teorisine göre, gerekli motivasyon, uygun hedefler ve koruyucuların olmayışı22 (suçun bu üç ana bileşeni)gereklidir. Bu üç  bileşen suçun kimyasını oluşturmakta; biz insanları(iyi veya kötü eylemler için) rasyonel aktörler olarak  görmektedir. Bunlardan birini değiştirdiğinde suç işlenmesini daha zorlaştırılması söz konusu olmaktadır.

Koruyucu bileşeni güçlendirdiğinde potansiyel suçluyu iki kez düşünmeye davet etmekte; suç işlemeyi zorlaştırmaktadır-algılanan riski artırmakta; algılanan mükafatı değiştirebilmektedir. New York metrosunda grafiti sorununa getirilen çözüm- trenlerde grafiti görüldüğünde  treni derhal garaja götürüp silinmesi-bu şekilde kişinin görünme arzusu bertaraf edilmektedir.

Farklı faktörlerin suç üzerine pozitif etkileri (öyle ki, faktördeki bir artış suçta bir artışı doğurmuş)veya negatif etkileri (öyle ki, faktördeki bir artış suçta bir azalmayı doğurmuş) olabilir.  İlke olarak, tüketim artışının suç üzerinde üç tür etkisi olabilir:

- Hırsızlık ve nası ızrar suçlarına özgü eşyaların artışı-pozitif fırsat etkisi,

- Yasal olarak eşya temini kapasitesinde artış sağlanarak hırsızlıkla eşya elde etmek konusundaki tahriki azaltması- negatif güdüleme etkisi,

- Yaşam stili veya rutin faaliyet şekillerindeki değişim sonucu suç fırsatları düzeninde bir değişim olmasıdır-pozitif yaşam stili etkisi.

Sonuç

Her demokratik ülkedeki suç oranı aralığının 0 ifadesi toplumdaki “dinamik dengeyi” bozmadığı oranda (suçluların abnormal olmasına karşılık) oldukça normal görülmelidir. Öte yandan, sıfır-suç düzeyini tutturmanın (herkesin ceza normlarına tümüyle uymasını sağlamanın) yalnızca ekonomik açıdan ele alınsa bile; bedelinin çok büyük olacağı çok da açıktır. Her toplumda varlığını sürdüren suç, yok edilemez ise de; suç miktarı, koşullandırıcı etmenlerin zararlı sonuçlarının makul bir düzeye çekilebileceği ulusal ve uluslararası toplumun oluşturulması ile oldukça aşağıya indirilebilir. Kriminolojinin bu indirimi kolaylaştırabileceği var sayılmakta ise de, ülkemizde popüler anlayışın egemen olduğu, siyasal reform ve akademik kriminoloji arasında uyumun hiçbir zaman elde edilmediği ve diğer ülkelerde de örneğin İngiltere ve A.B.D de bu uyumun artık yok olduğu görülmektedir. Öte yandan, egemen devletin, güvenlik, hukuk ve düzen ile suç kontrolünü sağlamak iktidarına sahip olduğu şeklindeki modern toplumun en köklü inancı da erozyona uğramıştır.

Devlet güvenliği sağlamak/vatandaşını korumak için ceza soruşturması/ kavuşturmasını ancak diğer vatandaşlara  kötü bir şeyler yaparak (zorunlu kötülük) gerçekleştirmektedir. Devlet “iyi olanı” ancak “kötü olanı” da yaparak; hak/özgürlük kısıtlamalarına başvurarak sunmaktadır. İşte önlenemez nitelikteki bu tahribat göz önüne alınarak  zorunlu kötülüğün  mümkün olduğunca en alt seviyede tutulması siyaseti de facto olarak benimsenmelidir.  Burada söz konusu olan şu etik anlayışın benimsenmesi ve  vurgulanmasıdır: Devlet ajanları, suçluların davrandığı gibi davranamaz; devlet kendini onlarla aynı konumda göremez. Bu yaklaşım, doğal olarak, devletin suçlulara göre biraz daha dezavantajlı bir konumda olduğunu göstermekte ise de,  devlet uygar  ve çağdaş olmanın gereğini yapmalı; elindeki enstrümanları  ekonomik olduğu kadar insani bir biçimde uygulamalıdır.

“Tüm isteklerin tatmini, insanı mutlu etmeye yetmemektedir. Sahip olmak tek hedef olduğunda insan, daha ihtiraslı ve açgözlü olur; çünkü ne kadar çok şeyi olursa o kadar mutlu olacağını sanır. Böylelikle kişinin kandırmak istediği  müşterileri, geçmek istediği rakipleri, sömürmeyi arzuladığı işçileri vardır ve onun daha az sahip olmasına neden olan herkes düşmandır.” (Eric Fromm. Sahip Olmak ya da Olmak, Arıtan Yayınevi, 2003).

Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel

-----------

* Ayrıca bkz. Applying the latest research to prevent bullying…YouTube

1 Kabahatler/Çevre Kanununda yasaklanmasına karşın Ramazan ayında geceleyin davul çalınması, sokak düğünleri, sünnet çocuklarının kornalı araba gezintileri gibi “gürültü” içeren geleneklerimiz hoş görü ile karşılanmaktadır. Bkz. K. Gözler. “Sokak Düğünleri ve Hukuk” Zabunoğlu Armağanı, Ank.Univ. Hukuk Fak. 2011, ss.357-372.

3 Z.Bauman. Thinking Socıologically Blackwell Publishers Ltd, Oxford, 1999, pp.192-193; Almanya’da 1968-1998 yılları arasındaki kızıl ordu terör örgütünün on’ar yıllık üç dönemlik analizi için bkz. B.Peters. Tödlicher Irrtum Die Geschichte der RAF 4.bası,Frankfurt/Main 2007.

4 AİHM İzci kararı, “Kamu otoriteleri her türlü barışçıl gösteriye tolerans göstermelidir” diyor, Gösterilere sert müdahale insanların artık gösteri yapma isteklerini kırabilir-Chilling effect. Bu çekinme hali demokrasi açısından kabul edilebilir bir şey değildir.

5  Adaletin nesnel ve öznel koşulları için bkz. J.Rawls, A Theory of Justice (Bir Adalet Teorisi) 1973, pp.126-130; S.Freud.Civilization and Its Discontents, A Doubleday Anchor Book, New York,p.40: “Kültürün en gerekli olanı adalettir-yasanın hiç kimse lehine ihlal edilemeyeceği güvencesidir. Bu, yasanın etik olduğu anlamına gelmemektedir. Kültürel gelişme ile hukukta varılan nokta ise,  fazla sayıda insanı da içerebilen diğer gruplara karşı sınıf, kabile ve nüfusun bir kesimi gibi ufak bir grubun doyumsuz bir kişi gibi davranması yolunda irade tezahürüne artık tanık olunmayacağı  güvencesidir." Hukuka güvenin sarsılması ekonomiyi nasıl etkilediğini Dünya ekonomisindeki payımız 2013’te yüzde 1.24 iken, 2019’de yüzde 0.86’ya düşmesi ile görmekteyiz.

6 Hukukun özel işlevleri ve teknikleri için ayrıca bkz. R.S.Summers. “The Technique Element in Law” 59 Calif LR 733, 1971; A.Ashworth. “Symposıum: Toward a just and rational body of substantive criminal law: Conceptions of Overcriminalization” 5 The Ohio State Journal of Criminal Law (Spring, 2008) 407.

7 E. Cansen. “Trafik şeriatı” Hürriyet (20/07/2013) s.12: Cuma hutbelerinde İslami Trafiğin anlatılmasını önermektedir.

8 1453-1559 yıllarında soygunların çok olmasında işsizlik ve yoksulluğun başlıca etmen olması için bkz. M.Akdağ. Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi Cilt 2,Cem Yayınevi  1974, ss.457-474. Ayrıca bkz. Y. Özdil. “Enflasyon suçtur.” Sözcü (5/06/2022).

9 Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 29 Kasım 1985 tarih ve 40/34 sayılı “Suç Mağdurları ve Güç Suiistimali üzerine Temel Adalet İlkeleri Bildirgesi” United Nations Crime and Justice Information Network http//www.ifs.univie.ac.at/~uncjin/ uncjin. html

10 Cinsel Eğitim ve Araştırma Derneği’nin(CETAD) 20 ilde 1537 kişiyi kapsayan anketinde, namus-töre cinayetlerinin Güneydoğu’da  “mazur” görülme oranının % 25.3 (en yüksek) olduğu saptandı. Bu oranın yöreler itibariyle dağılımı şöyledir: Marmara bölgesi (% 18), Doğu Anadolu (%16.8) Metropoller-İstanbul/Ankara/İzmir (% 4.6). Sabah (9 Kasım 2006), s.18.

11 Bkz. Y.H. Hâcib. Kutadgu Bilig II (Ter.R.R.Arat) Ank., 1959 XVII. ve XVIII. Fasıllar.

12 Aristoteles. Politika Remzi Kitapevi İst.,1990, ss.191-192: “Hak ve adalet konularında yargılar vermek, eğer bu kararların bir etkisi olmayacaksa hiçbir işe yaramaz. İnsanlar için yargı kararlarının olmadığı bir toplumda yaşamak nasıl olanaksızsa, bunların yerine getirilmediği bir toplumda yaşamak da öylece olanaksızdır.”; ayrıca bkz. Adalet Akademisi. Mahkemelerin Yönetimi ve Adaletin Kalitesi Semineri (Ed.M.Tiryaki) Ank., 2005.

13 Bkz. James Fitzjames Stephen. Liberty, Equality, Fraternity, 1873. Türkiye’de Odak araştırmasına göre, bireyin davranışlarını belirleyen etkenler: dini değerler % 47.3; Yasalar % 21.9; gelenek/töre % 11.8; evrensel değerler % 10.2; ideoloji % 8.8. Toplumda “iyi, doğru ve güzel bilinci”nin yer etmesi için değerlerin paylaşılması, bütünlük kazanması; bireylerin öyle olmak üzere isteklendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir anlatımla, değerleri gören ve içselleştiren bir topluluk için anılan bilinç oluşabilir. Ayrıca bkz. M. Övür. “Etik değerler ve mahalle baskısı” Sabah (5/10/2008). Ayrıca bkz. H.L’Heuillet. Komşuluk-İnsanların Birlikte Varoluşu Üzerine Düşünceler(Çev.A.Beyaz) YKY, 2019.

14 “Nudge” yapmayı davranışı çevrenizdeki en ufak bir iti/şey/vasıfla değiştiren bir olgu; yapacağınız seçimi etkileyici bir nesnedir. Örneğin gittiğin bir kafeteryada yemeklerin sıralanış biçimi bile seçeceğiniz yemeği etkilemektedir. Kuşkusuz, kişilere biraz seçim olanağı tanınmalıdır. Aksi takdirde  “big brother” yaklaşımı egemen olur. Burada söz konusu olan vatandaşları gözetleyici bir zihniyeti temel almak yerine vatandaşları sosyal kurallara uyum için olabildiğince motive etmektir.

15 Hâkim Holmes, hukukun sosyal kontrolün gelişim sürecinde yalnızca bir evre olarak anlaşılması gereği tezine işaret etti. Tarihi olarak öç almayı takip eden hukuk gelecekte yeni sosyal kontrol biçimleri ile hukukun temel işlevlerini yerine getirecektir. Hukukun geçmişte öç almada saklı olması gibi bunlar da hukukta saklı bulunmaktadır. Bkz. O.W.Holmes. “The Path of the Law” 10 Harvard Law Review 457 (1897).    

16 Kontrol işinde belirgin iki metot vardır: (1) Fiziki güç kullanımı-biricik vasıta olarak fiziki kontrolle insanların yönetimi, bir sosyal düzenin korunması olanaksız olduğundan daha ekonomik, daha fazla kişiliğe saygılı ve daha fazla düzen koruyucu bir metot olarak (2) Simgesel yol insanlıkça geliştirilmiştir. Bu bağlamda kamuoyu, gelenek, din, idealler, törenler, sanat, kişilik, aydınlanma, illüzyon ve sosyal değerler sıralanabilir.  Ayrıca “Saldırganlığı Azaltma” için bkz. J.L. Freedman /D. O. Sears/ J.M.Carlsmith Sosyal Psikoloji İmge Kitapevi,4.Bası, Mart 2003, ss.271-293. F.Ç.Akçabay “Hukuka uymak ya da uymamak işte tüm mesele bu: Psikolojik hukuk yaklaşımı çerçevesinde hukuka uyma ve meşruluk ilişkisi”  Prof. Dr. Adnan Güriz’e Armağan,Ank., 2006.

18 Kıtlık cazibe kaynağı olmaktadır. Bu bağlamda sansür girişimlerinin geri teptiğine, her zamankinden fazlaca bir istemin yasaklanan meyve için oluştuğu görülmektedir. ABD’deki içki yasağı yalnızca insanlardaki likör iştahını kabartarak ender bulunan nesneyi sağlayan illegal kuruluşların doğuşuna neden oldu. Pornografi savaşçıları da aynı etkiye neden olarak yasaklanmış kitap/mecmuaya ilgiyi artırdılar. Kuşkusuz,  sansür/yasağın kalkması sonrası söz konusu nesneye olan ilgi de azalma göstermektedir. Bkz. T.Millon ve M.J. Lerner(Eds.) Personality and Social Psychology, John Wiley ve Sons.Inc. 2003, ss.415-416.

19 Ayrıca bkz. D.Koğacıoğlu. Gelenek Söylemleri ve İktidarın Doğallaşması: Namus Cinayetleri Örneği, http://research.sabanciuniv.edu/5862/1/feministyaklasimlardicle.doc Aynı kaynaklar (arazi, su, yiyecek, yakıt) için rekabet halinde olan gruplar arasında ihtilaf ve düşmanlıklar oluşabilir. İşe toplam sıfır olan(zero-sum/win-lose) durumlar, rekabetçi davranış modellerinin oluşmasını etkilemektedir (Yazarın notudur). Ayrıca bkz. Yargıtay CGK’nun 14/06/2011 tarih ve 1-138/130 sayılı kararı.

20 Tonya Belediye Başkanı...bir kişinin öldürülmesi olayına karışanların ailesiyle birlikte ilçeden çıkarılması için Belediye Meclisine karar aldırdı. Başkan, kararın toplumsal baskıyı amaçladığını, suç işlemenin önüne bu yolla geçmeyi hedeflediklerini söyledi: “Suçlu İlçeden Atılacak” Hürriyet (14/09/2001) s.23.

21 Bkz. R. Homel.Policing and Punishing and  Drinking Driver:a Study of General and Specific Deterrence Sprizger-Verlag, 1988; M.T. Yücel. Türk Ceza Siyaseti ve Kriminolojisi, Ank., 2007. Ayrıca bkz. To Build a Better Criminal Justice System-25 Experts Envision the Next 25 Years of Reform (The Sentencing Project) Eds. M.Mauer ve K.Epstein, 2012  www.senten- cingproject.org  Ayrıca bkz. Göçer Tahincioğlu. “Bir kadını öldüresiye dövüp gasp edenler, katiller, mafya nasıl özgür kalacak: Suç ülkesinde adaleti aramak”   T 24 6/8/2023; F. Çalıkuşu “Kime güvence kime değil?” Karar (4/08/2023): “Cezaevinden “örtülü af” ile çıkmış, uyuşturucu satıp, hırsızlık yapmaya devam edeceğini söyleyen 22 yaşındaki genç yaşadığımız ülkenin hülasasıdır”.  Ne var ki, Elazığ’ın Palu ilçesinde 19/05/2003 tarihinde 1601 ilköğretim ve lise öğrencilerine uygulanan anonim ankette yer alan “Görünmez biri olsaydınız ne yapardınız?” sorusuna  % 10’u “hırsızlık yapardım” yanıtını vermiştir.

22 İtalya’nın en sıkı korunan cezaevlerinden   Pavia cezaevine girmeyi başaran hırsızlar yaklaşık 25 bin Euro’yu çalarak kayıplara karıştı. Cezaevinin tüm dış ve iç güvenlik önlemlerini aşan hırsızlar, idari bölümde bulunan kasayı kırıp paraları aldıktan sonra kayıplara karıştı. Bkz. Hürriyet, (20/09/2013), son sayfa.