Bu ülkenin mahkemelerinde yargılanan insanlara acıyorum. Ben de yargılandım ve hatta ceza aldım, diğer meslektaşlarım da sanırım bana acımıştır. Bu gün size kendi yargılanma hikâyemi anlatmak istiyorum. Ve sizde bu davanın yargıçları olun. Neden olmasın, mahkemeler “Yüce Türk Milleti” adına karar vermiyor mu? Ben doğrudan sizin yargıçlığınıza başvuruyorum şimdi. Zira jüri sistemini çok daha sağlıklı buluyorum. Bu sisteme göre mahkemelerde jüri olarak seçilen vatandaşlar bir insanın suçlu olup olmadığına doğrudan karar veriyorlar. Siz bu yazıyı okuyunca bakalım bir jüri olarak ne düşüneceksiniz? Olay şöyle;

Savcılıkta ifadesi alınması gereken bir vatandaşın maddi durumu yeterli olmadığı için devlet bir avukat tayin ediyor. Kendisine haber verilen nöbetçi avukat derhal ifadenin alınacağı savcılığa gidiyor ve orada beklemeye başlıyor. Zira içeride henüz başka birilerinin ifadesi alınmaktadır. Yaklaşık 15-20 dakika sonra savcılıkta bekleyen avukatı hamile olan eşi telefonla arıyor ve “….hemen gel beni doktora götür rahatsızım” diyor. Eşinin bu acil çağrısı üzerine derhal savcılıktan ayrılan avukat arkadaşımız, yolda giderken ise Baro’yu aramış ve “hamile olan eşinin rahatsızlandığını, bu nedenle savcılıktan acilen ayrılmak zorunda kaldığını ve yerine başka bir avukatın görevlendirilmesi gerektiğini” ifade etmiştir.

Bunun üzerine Baro, bu avukatın yerine başka bir avukatı görevlendirmiş ve yerine görevlendirilen avukat savcılığa gitmiştir. Bu sırada ifadeleri almakta olan savcı, eşi rahatsızlanan avukatın gittiğini öğreniyor ve tutanak tutuyor. “Hamile eşi rahatsızlanmış” deseler de savcı, “bana sormadan nasıl gider?” diye görevi ihmalden dolayı avukat hakkında tutanak tutmuş ve suç duyurusunda bulunmuştur. Savcı, giden avukat ile ilgili tutanak tutmakta iken yerine görevlendirilen diğer avukat gelmiş ve fakat iki saate yakın savcılıkta bekletilmiştir. İki saatin sonunda nihayet yeni gelen avukatın beklediği ifade alınmıştır.

Neyse, hakkında görevi ihmalden dolayı suç duyurusunda bulunulan avukat, eşinin sağlık durumu nedeniyle görev yerinden ayrılmak zorunda kaldığını, eşini doktora götürdüğünü ve buna ilişkin belgeleri savunmasına eklemiştir. Zaten yerine bir başka avukatın gittiğini,  bir hak kaybının oluşmadığını, hatta giden avukatın iki saat kadar bekletildiğini, görevi ihmal suçunun oluşmasının mümkün olmadığını, bu sebeple hakkında dava açılmaması gerektiğini ifade etmiştir. Buna rağmen soruşturma açılmasına karar verilmiş ve görevi ihmal suçlaması ile avukat hakkında iddianame düzenlenmiştir.

Görevi ihmal iddiası ile ağır ceza mahkemesinde yargılanan avukat arkadaşımızın savunmasını yapmak üzere birkaç avukat ile birlikte duruşmaya katıldık. Benim rolüm burada başlıyor. Söz sırası bana geldiğinde, “..meslektaşımızın hamile eşinin rahatsızlığı sebebiyle görev yerinden ayrılmak zorunda kaldığını, yerine bir başka avukatın derhal görevlendirildiğini ve buna rağmen iki saat kadar orada bekletildiğini, her insanın başına böyle şeylerin gelebileceğini, hatta şuan heyetten bir hakimin çocuğuna, eşine bir şey olsa burada yargılama yapamayacağını zaten bunun sağlıklı bir şey  de olmadığını, aklı sürekli bir yerde olan bir insanın görevini layıkıyla yerine getiremeyeceğini ve bu sebeple doğru olanın derhal kendisine ihtiyaç duyduğu insanın yanına gitmek olduğunu, bu duruma insani duygulara sahip kimsenin karşı çıkamayacağını, ancak iddianameyi hazırlayan savcının bu insani değerlendirmeyi bile yapmaktan uzak bir husumet ile hareket ettiğini, her şeyin açıkça ortada olduğunu, bu sebeple yargılanan avukat hakkında derhal beraat kararı verilmesini ve bu beraat kararını, bu insani durumu  dahi görmezden gelen ve kötü niyetle hareket eden savcının yüzüne çarpmak lüzumunu hissettiğimi” ifade ettim.
Yaptığım savunma sonrasında avukat hakkında aynı celsede beraat kararı verilmiş olsa da savcılık makamını aşağıladığım iddiasıyla bu kez benim hakkımda suç duyurusunda bulunulmuştur. Bir süre sonra aynı mahkemede bu kez ben yargılandım. Mahkemeye “benim savunmam sırasında söylediğim sözler savcılığa hakaret etmekse eğer o savcının meslektaşımız hakkında yaptığı nedir? Savcının masum bir insan hakkında dava açması bir görevi kötüye kullanma suçu değil midir? İnsanlara iftira attığınızda bunun bir cezası vardır, peki savcının bir insana attığı iftiranın bir cezası yok mudur?” sorularım ise cevapsız bırakılmıştır.

Meslektaşımı savunma sırasında söylediğim sözlerin bir hakaret olmadığını, savcının yaptığı açık bir haksızlığı ifade etmek amacıyla söylenmiş iddialı ve güçlü bir savunma olduğunu, “yüzüne çarpmak lüzumunu hissediyorum” ifadesinin bu yönde ve savcılığın yaptığı açık haksızlık ile birlikte değerlendirilmesi gerektiğini, asıl bu savcı hakkında suç duyurusunda bulunulması gerektiğini, zira “bana sormadan nasıl gider” diyerek kibirli ve avukatı küçümseyen bir tavırla hareket ettiğini, sonrasında yapılan yargılamada ise avukatın tek celsede  beraat ettiğini” beyan ederek sözlerime son verdim.

Tüm bunlara rağmen savcı hakkında hiçbir işlem yapmayan mahkeme ve savcılık, benim suçlu olduğuma karar vermiştir.

Peki, ya siz ne dersiniz? Bu davanın jürisi olsaydınız siz ne karar verirdiniz?
Kim suçlu?

Böylesi insani bir durumu görmezden gelen ve haksız yere dava açan, bir insanı mahkemede haksız yere süründüren, manevi olarak yıpratan bu savcı mı, yoksa bu açık haksızlığa tepki göstererek savunma yapan ben mi?


(Bu köşe yazısı, sayın Av. Zafer KAZAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)