Türkiye, Özgecan Aslan’ın korkunç bir şekilde öldürülmesinin sarsıntısını yaşarken, kadınlara yönelik fiziksel ve cinsel saldırılara karşı önleyici tedbirlerle cezai yaptırımların etkinliği de yeniden tartışılıyor. Türkiye’de hem önlemler hem de yaptırımlar cinayetleri ve şiddeti durduramıyor. Öte yandan bazı Avrupa ülkeleri de hukuki açıdan ‘ezber bozan’ arayışlar içinde. İngiltere’de geçtiğimiz haftalarda cinsel saldırı vakalarında “rıza” konusu gündeme geldi. İngiliz polisi ve savcıları, ‘kadının beyanı esastır’ ilkesi doğrultusunda, bundan sonra tecavüze uğradığını iddia eden kadın karşısında ilişkinin ‘rızayla’ gerçekleştiğini öne süren erkeğin bu iddiasını kanıtlamasını isteyecek. Yani cinsal saldırı şüphelilerinin, mağdur kişinin “tüm kapasitesi ve özgürlüğüyle rıza gösterdiğini”, tecavüz vakalarını inceleyen polis ve savcılara kanıtlaması gerekiyor. Bu durumda sanığa daha fazla sorumluluk yükleniyor ve kadının mağduriyeti azalmış oluyor. Bu tartışmayı, Türkiye’deki mevcut durumu ve yasaların nasıl değiştirilebileceğini siyasîlerden, kadın hakları savunucularına; hukukçulardan bu konuda uzmanlaşmış gazetecilere birçok isme sorduk. İşte verdikleri yanıtlar:

CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur: Ben İngiltere’deki uygulamayı destekliyorum. Ülkemizde, sadece kadınlarla ilgili değil, yargı mağdura suçsuzluğunu kanıtlatmaya çalışıyor. Oysa, mağdur eden kişinin suçsuzluğunu kanıtlaması lazım, bizde bunun tersi. Biz İngiltere’ye bakmadan önce kendi arşivimize bakalım, baksınlar güzelce orada ne var ne yok. Onlar yetmiyorsa İngiltere’deki uygulamalardan alabiliriz. Bizim TBMM'deki önerilmiş yasalar şimdilik bize yeter. Çünkü bu ülkenin seçilmiş bir sürü milletvekili var, mecliste 24. Dönemde kadına şiddetle ilgili gerek yasa teklifi, gerek araştırma önergesi ve soru önergeleri; bütün o külliyatı üst üste koyun, odalar tutar. Bunlardan ne yazık ki araştırma önergeleri olanlar reddediliyor, soru önergelerine öylesine cevap veriliyor, kanun teklifleri de zaten gündeme alınmıyor. Gündeme alınan da iktidar partisinin istediği şekilde alınıyor. Onlar da zaten kadın örgütlerinin bastırması nedeniyle gündeme alınıyorlar. Onlar da zaten sürekli tıraşlanıyor, sürekli budanıyor. Bir şey hazırlıyor kadın örgütleri, tekrar döndüklerinde bakıyorlar değiştirilmiş… Böyle bir mücadeleyle devam ediyor. 

Eski Aile Bakanı ve Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin: Rızayla ilgili çok çile çektik, “rıza var mıdır yok mudur”a bakmadan gerekli cezanın verilmesinin doğru olduğunu düşünüyorum. Çok soyut bir kavram rıza. Fiziki bir rapor olduğu zaman ceza olması lazım. “Ruh sağlığı bozulmuş mudur bozulmamış mıdır” sorgulandığında ciddi sorunlar yaşandığını gördük. Şimdi tespitte bulunamazsın, ileride ortaya çıkabilir. Soyut kavramlar üzerinde olmaz, net somut hızlı bir tedbir gerekiyor.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi Gülsüm Kav: Bizde sembol dava olan N.Ç davasından başlamak üzere çocuk yaştaki insanlarda bile “Rıza var mıydı yok muydu” diye aradılar. Çok ciddi bir cezasızlık kültürü var cinsel saldırı davalarında. Cem Garipoğlu’nu çocuk görmüşlerdi, çocuk yaş indiriminden yararlanmıştı. Aynı dönemde N.Ç çocuk olduğu halde “rızası var” diye tecavüzde ceza indirimine gidilmek denenmişti. Ne yazık ki başta o dava olmak üzere pek çok davada doğru düzgün yargılama, cezalandırma olmadan ilerledik. Kamuoyu gündemine gelmiş, güvenlik görevlilerinin, askerlerin, toplu tecavüzlerin olduğu davalar var. Hepsi aynı büyük adaletsizlikle oldu. Olması gereken zaten İngiltere’dekidir. “Kadının beyanı esastır” temel bir prensiptir, boşuna da üretilmemiştir. Kadın cinsel saldırıya maruz kalmışsa, onun olup olmadığını kanıtlamayı da kadına yüklemek çok büyük bir adaletsizliktir. Kadının bunu dile getirmesi bile büyük bir zorlukken onu tekrar tekrar bir adaletsizliğe tabi tutmamak için kadının beyanını esas kabul edip bir soruşturma başlaması gerekir. Bu soruşturmada tabii ki evrensel hukuka uygun olarak kesin delillendirene kadar şüphelidir. Delillendirince ancak adı konur. Olması gereken evrensel hukuk bu, İngiltere de onun gereğini yerine getiriyor.

Bizde kısa süre öncesine kadar kadın beyanı da ayaklar altındaydı, kadından kanıtlaması, belgelemesi isteniyordu, rapor aranıyordu. Bunlar soruşturmada tabii bakılması gereken şeyler ama çok önemli bir adaletsizlik sürüyordu. Geçen sene yeni yargı paketiyle, bu konularda, cinsel saldırı suçlarında düzenleme olduğu, ağırlaştırıcı düzenlemeler olduğu kamuoyuna sunuldu. Nispeten bazı maddelerde bazı değişiklikler yapıldı. Belli oranlarda artırıldı cezalar ama pratik hayatta insanın kanını donduran bir tablo yaşıyoruz. Şöyle ki, bir kanun yeni çıktığında, yeni bir uygulama olduğunda, eskisi sanığın lehineyse o uygulanıyor. Bu da evrensel hukuk kuralıdır. Kimin başına gelirse gelsin, sanık, lehine olan hangisiyse ondan yararlanabiliyor yeni uygulamalarda.

Bizim bir davamız değil ama geçenlerde gördüm, sanığın lehine eski kanunu uyguluyorlar. Bu kanunda da, yenilenmiş, yeni yargı paketinde de lehine indirimleri uyguluyorlar. Dolayısıyla eskisine oranla çok daha büyük bir indirim alıyor, çok daha az bir ceza oluyor. Yasanın, bize geçen yıl iyi bir şeymiş gibi sunulan, cinsel saldırıda caydırıcılık sağlayacağı hali, pratik uygulamada karşılığı eskisinden de beter olmuş durumda.

Bizdeki ‘kadın beyanı esastır’a göre düzenleme yapıldı. Artık kadınların kanıtlamasının gerekmediği hale getirildi ama kanıtlandığı durumda da sanıklar her iki kanunda da kendi lehine olan maddelerden yararlanıyor ve toplamında çok büyük bir indirime gidilebiliyor. Böyle somut davalar var. Buna bir an önce çözüm getirmek gerektiğini düşünüyorum tabii ki

Avukat ve kadın hakları aktivisti Hülya Gülbahar: Ben tabii ki İngiltere’deki uygulamayı destekliyorum. Türkiye hukuk sisteminde cinsel suçlar mağdurun aynı zamanda tanık olduğu suçlarıdır. Gizlice işlendikleri için, tüm dünyada oluğu gibi Türkiye’de de, mağdurdan başka olay tanığı olmaz. Ceza usulü sisteminde mağdurun tanıklığının hukuki bir değeri vardır. Nitekim tanık koruma kanunu da tanık ve mağdur sıfatlarının birleştiği hallere ilişkin tedbirler getirir.

Maalesef uygulamada mağdurun beyanına en küçük bir hukuki değer biçilmemektedir. Yargı sistemimiz mağdurun beyanına hiçbir biçimde itibar etmemekte, tecavüzcünün, “Ben yapmadım ya da rızası vardı” beyanına hukuki değer atfetmektedir. Oysaki Türkiye’de 1960 tarihli bile, yüzde bir de olsa, istisnai olarak doğru hukuki kararlar vardır. Olayın mağdur tarafından her aşamada doğru anlatıldığını, mağdurun durduk yerde kendisini zor durumda bırakacak ifadeler vermeyeceğini, olayların akış zincirinin o olayın gerçekleşmesine işaret ettiğini, bu unsurların bir arada değerlendirilerek karar verilmesi gerektiğini söyleyen yargı kararları vardır.

Geçtiğimiz yıllarda bir stajyer avukat, kendisine cinsel tacizde bulunan erkek avukatı bu unsurlar olduğu için mahkum ettirmiştir. Ancak ne yazık ki Türkiye’de bu olumlu kararlar binde bir düzeyindedir. Yine ne yazık ki son Türk Ceza Kanunu değişikliği paketinde mağdurun ruh ve beden sağlığının bozulması ve bunun adli tıp raporuyla belgelenmesi konusundaki madde iptal edilerek kadın ve çocuk tecavüzcüleri bir kez daha ödüllendirilmiş oldu.

Uygulama sorunları nedeniyle, adli tıp raporları düzenlemeye üniversite hastanelerinin yetkili kılınmasıyla, adli tıp kurumlarının sayısının çoğaltılmasıyla, çözülebilecek bir sorun belki birçok olayda tek belge olan psikolojik raporu ortadan kaldırmakla sonuçlandı. Bu hüküm de iptal edildiği için şu anda Türkiye’de birçok tecavüz davası, tecavüzcülerin lehine sonuçlanıyor.

Kadın hayır derse tecavüzdür.
Dünya bu kavramın da ilerisine geçmiş durumda. Bugün artık sadece kadının hayır demesi değil, açık net bir şekilde evet dememesi halinde kendisine yapılan her türlü cinsel eylemin tecavüz olduğu konusunda hukuk sistemleri düzenleme yapmaya başlamıştır. Basit bir hayır değil, açık ve net bir evet olmadan uygulanan her türlü cinsel eylem tecavüz sayılmaktadır bugün dünya hukuk sistemlerinde.

Avukat Vildan Yirmibeşoğlu: Hakimin ciddi bir takdir hakkı var bizde. Önemli bir değişim uygulamalarda sağlandı aslında. Mesela bir avukat ofisinde geçen bir taciz olayı vardı. Kadın çıktığında birisine anlatıyor ve onu çok üzgün olarak görüyorlar. Onun dışında olayı gören yok ama burada mesela Yargıtay’da kadının sözüne inanan bir tavır vardı. Ama kadınlarla ilgili her şeyde bir geriye gidiş var. Yasaya aykırı kadınlarla ilgili bir çok şey tartışılmaya, insanlarda farklı algılar yaratılmaya başlandı.

Genel çerçeveye baktığımız zaman bu çerçeveyi çizen erkekler. Bu çerçevenin dışına çıkıldığı zaman, kadının başına herhangi bir şey geldiğinde, bunun içinde taciz, tecavüz ne olursa olsun, zaten bir sorgulama hadisesi başlıyor ve davalarda, “Bu sanki bunu istedi, bunu arzu etti” gibi bir yaklaşım çıkıyor. “Çok basit bir fikir cimnastiği yapalım”dediğimde erkek stajyerleri de alıp “Siz ne düşünüyorsunuz bu tecavüz vakasında” diye sorduğumda, “Bu kadın aslında bunu istememiş mi?” dediler bana. Bunu söyleyenler 20 yaşlarında genç erkekler. Ben izah ettikten sonra “Biz bunu böyle düşünmemiştik” dediler. Toplum bir tek şekilde düşünmeye alıştırılıyor, yani kadın erkeğe daima biat edecek...

Çok hızlı bir geri gidiş olmaya başladı. Yurtdışında öncelikle kadına insan cinsi olarak bakıyorlar; kadın ve erkeğe eşit insan cinsi. Özellikle bir AİHM kararı vardı, AİHM kararında kadına yönelik şiddetle ilgili ilk defa Türkiye üzerinden çok önemli bir içtihat gerçekleştirdi. Diyordu ki, “Türkiye kadın-erkek eşitliği konusunda, politikalar geliştirme konusunda herhangi bir şey yapmıyor.” Bu büyük bir kusur kabul edildi.

İnsan hakları alanında ayrımcılık yasağının ihlali var Türkiye’de. Biz “mış gibi” sözleşmeler yapıyoruz. İngiltere’de bir anlayış ortaya konulmaya başlanıyor. Bu tip tecavüz vakaları herkesin gözü önünde olacak bir şey değil. Kadındevamlı “Bunu nasıl anlatacağım” derdine düşecek. Evet, bir şey olmuş ama şunu söyleyebiliyor erkekler, “Bunu istediği için oldu tüm bunlar.” Bu söz olunca hemen şöyle bir bakıyorlar ve “Aa kendi isteğiyle mi gitti, o saatte nereye gidiyordu, o saat, bölge ya da onunla alakalı kılık kıyafeti nasıldı?” sorularını soruyorlar. Bir kahkaha atmaları bile çok sorun oldu kadınların...

Vatan gazetesi editörü Demet Bilge: İdeal yasa yapmak kolay, mesele uygulamada. Türkiye yıllardır şiddete uğrayan kadınları korumayı amaçlayan aile içi şiddetin önlenmesine dair kanunu uygulayamadığından, devletçe koruma altına alınan kadınlar katlediliyor. Emniyet’te masanın üzerinde duran, kapağı açılmamış bir kitaptan farklı değil yasa dedikleri. Aksi halde o polis kadını barışmaya ikna edip gönderemez, bir süre sonra öldürüleceği evine...

Yasayla ceza artırımının ne manası var ki? Hakîm takım elbiseli sanığa iyi hal indirim uyguladıktan sonra... Canavarca hisle işlenmiş kaç kadın cinayetinde yargılama, “maktul de sanığın erkekliğine laf etmiştir” diye ‘haksız tahrik’ indirimiyle kapandı. Daha bugün ortaya çıkan bir gerekçeli kararda mahkeme; evlerinde genç bir kadının ölü bulunduğu iki erkek kardeşle ilgili verdiği beraati açıklarken “kadının selamlaştıktan sonra erkeklerle içki içtiği” diye başlayan cümleler kurmuştu. Kadın ölmeseydi suçlu çıkarılacaktı. Hukukun, cezayı, ‘istediği sanığa istediği gibi uyguladığı’ sistemin tümden değişmesi gerek.

Eski Adli Tıp Kurumu Başkanı, TİHV yöneticisi ve Evrensel yazarı Şebnem Korur Fincancı: Ben bunu, “Yapmadığını kanıtlama yükü sanığa aittir” diye okuyorum. Çünkü zaten genel olarak hukuk, Batı’da, Avrupa ülkelerinde, ABD’de kadının beyanını esas almak ve sanığın yapmadığını kanıtlaması üzerinedir. Yani ispat yükümlülüğü sanıktadır. Kadın tecavüze uğradığını kanıtlamak zorunda değildir. Normal yaklaşım bu olmalıdır, saldırganın ispat yükümlülüğü vardır.

Türkiye’de teorik olarak hukuk sistemi içinde baktığımızda, kadının muayenesi, değerlendirmesi gibi birtakım süreçlerle aslında kadının yeniden ve yeniden travmatize edilmesine dayalı bir sistem var ne yazık ki. Üstelik yargı mensupları da kolluk da kadın tecavüze uğradığında kadını dışlayan, ötekileştiren ve tecavüzü kolaylaştıran imaları içeren bir yaklaşım sergiliyorlar. Bu kabul edilebilir bir durum değil.

Birtakım yasal düzenlemelerle kadını korumaya dönük adımlar oldu ama yeterli değil. İspat yükünü tümüyle sanığa veren bir yaklaşım benimsenmesi gerekiyor. Bunun yanı sıra, alanda çalışanların da çok ciddi eğitimden geçmesi gerekiyor. Çünkü asıl sorunumuz hekiminden hakimine, savcısından polisine tamamının kadını suçlayıcı tutum alıyor olması.

Sunucu Nefise Karatay: Normalde uluslararası mahkemelerde bir suç işlendiği zaman o suçun yapılmadığının ispatlanması gerekirken bizde yapıldığının ispatlanması gerekiyor. Tam tersi bir durum söz konusu. Yasalar tabii ki çok önemli, bütün dünyada, Avrupa’da, ABD’de kanunlar çok sert olduğu için insanlarda bir caydırıcılığı olduğuna inanıyorum. Fakat toplumda bu zihniyetin değişmesi gerekiyor. Toplumsal kodlar, bakış açıları değişmeli. Çocukları da yetiştiren kadınlar, sonuçta sadece erkeklere yüklenmeyi de çok doğru bulmuyorum. Erkekleri de büyüten kadınlar.

Bakış açımızın değişmesi lazım. Erkeğin her zaman kaba kuvvet, şiddete başvurup böyle bir şey yapabilmesi, bu cesareti kendinde görebilmesi, buna ihtiyaç hissedebilmesi gerçekten korkunç, kan donduruyor okuduğumuz zaman. Küçük çocuklara yapılıyor, kadınlara yapılıyor...

Yasalar tabii ki çok önemli. Yasaları çıkarmak yetmiyor,uygulamak gerekiyor. Yasa çıkıyor ama hafifletici yasa da çıkıyor. Yasaların tam donanımlı bir şekilde, sağlıklı bir şekilde işlemesi gerekiyor. Yıllar önce bir vaka beni çok etkilemişti, çocuktum o zaman. Anne-kıza saldırı yapıldı, tecavüze uğradılar. Müebbet hapse mahkum edildiler, 36 yıla indirildi. 7 sene sonra da afla serbest bırakıldılar. Toplumda dışlanması gerekiyor bu insanların. Bakkalın yemek vermeyi kesmesi, mahalledeki arkadaşlarının suratına bakmaması; yani topluma geri döndüğünde onu normalleştirmemesi gerekiyor. Toplumun da cezalandırması, dışlaması gerekiyor ama toplumdaki zihniyet de çok uzak olmadığı için bu duruma, onlar aramıza dönüp ellerini kollarını sallayarak yaşayabiliyorlar.

Yasalar uygulanacak ama hafifletici nedenler var. Tecavüz edilen kız bakire çıkmadı diye hafifletici neden var. İç çamaşırının renginden dolayı hafifletici neden var. Rıza gösterme ne demek? Tecavüze uğrayan bir kadın, “Ben tecavüze uğradım” diyorsa zaten büyük olasılıkla doğrudur. Saklama yönündeyiz toplumca, biz utanıyoruz kadınlar olarak. Eğitimli kadınlar için de bu geçerli, bunun eğitimle de alakası yok. Kaç kişi tacize uğrayıp da, “Ben tacize uğradım” deme cesaretini gösterebilir? Çünkü kadın bu ülkede ayıplanıyor. Hepsi toplumsal kodlar yüzünden; Kadın kuyruk sallamasa gibi... İş dönüp dolaşıp zihniyete geliyor. Toplumsal bir devrim geçirmemiz gerekiyor.
Hafifletici nedenleri ortadan kaldırmak gerekiyor. Bir kadın “Ben istemiyorum” diyorsa istemiyordur! Özgür iradesiyle söylüyorsa bunu ispatlaması, hele ki o anı tekrar tekrar yaşaması ciddi bir travma. Günümüzde kadın tecavüze uğruyor, kadın kovuluyor. El birliğiyle oturup ne yapılması gerektiğini düşünmemiz gerekiyor. Tabii ki yasalar çok önemli ama caydırıcılığı olması için doğru uygulanması gerekiyor.

Kadına gereken saygının, kıymetin gösterilmesi gerekiyor. Bu ülkede böyle bir açlık ve bastırılmış duygular, çocukluğundan beri ulaşamaması, erişememesi içinde sapkınlıklara varan duygular oluşturuyor. Karşı cinsle gereken sağlıklı iletişimi kuramaması, onun özgür şekilde cinselliğini yaşayamaması, tabii ki bu dejenere edilecek şekilde değil ama özgür ve doğal şekilde olmadığı için, çok bastırıldığı, çok baskılandığı için sapkınlıkların doğduğuna inanıyorum. Baskılarla asla sapıklıklar önlenmiyor.


 Haber: NEŞE İDİL - Radikal