Sözleşmenin tanımını borçlar kanununa göre yapar ve bu tanımdan sözleşmeye dair birçok unsuru maddeler halinde sıralayabiliriz. Ancak bu hususu doktrine havale edelim ve uygulamada karşımıza çıkan birçok problemin kaynağını işaretlemek için temel hususlara intikal edelim.

Taraflar; aynı şeyin gerçekleşmesini -belirli bir konuda veya alanda- aynı sonucun meydana gelmesini istiyorlarsa iradeleri birbirine uygun demektir. Böyle bir durumda consensus meydana gelmiş olur.Aksi durumda irade uyuşmazlığı yani dissensus meydana gelir.

Bu ifade olunan durumlar daha çok sözleşmede yazan bir hususun taraflarca farklı anlaşılması şeklinde tezahür eder. İşte tam da burada bir yorum uyuşmazlığı çıkmaktadır. Evet, iradeler karşılıklı oluşuyor ve ortaya bir sözleşme metni çıkıyor ancak taraflar irade beyanlarına aynı anlamı yüklemiyor. Örneğin taraflardan biri “kaparo” ifadesini kullanırken karşı taraf buna “cayma parası” anlamını atfedebiliyor yahut taraflardan birinin “seçimlik cezai şart” olarak düzenlediği bir hükme diğer taraf “ifaya ekli cezai şart” anlamını verebiliyor.

Burada irade uyuşmazlığının sözleşmenin hangi noktasında doğduğu önem arz etmektedir. Çok temel şekliyle bir satış sözleşmesinde satılacak mal ve buna karşı ödenecek bedel üzerinde mutabakat- consensus oluştuğu takdirde sözleşmenin kurulmuş olduğunu ifade edebiliriz. Elbette tarafların sözleşmenin esaslı olmayan bir unsurunu esaslı unsur haline getirme serbestisine sahip olduğu durumları da unutmamak gerekir. Yine ivazlı sözleşmelerde ivazın kuruluş anında muayyen olmasa da belirlenebilir olmasının yeterli olabileceği ihtimalini de zihnimizin bir köşesinde bulundurmak gerekir.

Tüm bu hususları sözleşme hukukuna hakim ve süreci yönetebilecek bir dirayetle ele aldıktan sonra şu soru karşımıza çıkmaktadır: Sözleşmenin kurulmuş olması onun bağlayıcı olduğu anlamına gelir mi? Bu soruya cevap vermeden önce, öncesi ve sonrasıyla birçok asli ve tali hususu bünyesinde barındıran sözleşme sürecini kısaca şöyle özetlemek gerekir:

1 – Culpa in contrahendo dediğimiz sözleşme öncesi görüşme aşaması

2 – Sözleşmenin kurulması, yürürlüğe girmesi ve icra edilerek nihayet bulması

3 – Culpa post perfectum dediğimiz sözleşme sonrası yükümlülükler ya da meşhur ifadesiyle sözleşmenin ard etkisi ki rekabet etmeme yükümlülüğü, sır saklama yükümlülüğü vb yükümlülükler

Sorumuza dönecek olursak “kurulmuş bir sözleşme tarafları bağlar mı, geçerli midir, hüküm ve sonuçlarını doğurur mu?” Yukarıdaki temel örneğimizin eşliğinde bakacak olursak satılacak mal ve karşılığındaki bedel belirlenmiş ve bu haliyle kurulmuş olan bir sözleşme her hal ve şartta tarafları bağlar mı ve her koşulda geçerli midir ve hüküm ve sonuçlarını doğurur mu?

Buna verilecek cevap şöyledir: Bir sözleşmenin bağlayıcı olması, yürürlüğe girmesi, geçerli olabilmesi ve bu şekilde icra edilebilmesi için kurulmuş olması yeterli değildir. Özetle bir sözleşmenin kurulmuş olması  o sözleşmenin geçerli ve bağlayıcı olduğunu ve dolayısıyla hüküm ve sonuçlarını doğurduğu anlamına gelmez. Daha avami bir ifadeyle almış olduğumuz bir elektronik cihazın kurulumunu yapmış olmamız o makinenin çalışacağı anlamına gelmez.

Bir sözleşmenin tarafları bağlayabilmesi için ayrıca kanunda aranan koşullar mevcuttur. Bunlar kısaca emredici kurallara, genel ahlaka, kişilik haklarına, kamu düzenine aykırılığın mevcut olmaması, imkansız ve muvazaalı bir halin bulunmaması ve sözleşmenin mahiyetine göre aranan geçerlilik şekline uygun olması, taraf iradelerinin (yanılma, aldatma ve kokutma) sakatlanmamış olmaması ve tarafların birbirinden aşırı yarar (gabin) sağlamamasıdır.

Bunu bir adım daha ileriye taşıdığımızda sözleşmenin  hüküm ve sonuçlarını doğurması için bazen tamamlayıcı unsurlara ihtiyaç duyulduğunu ve bu tamamlayıcı olguların gerçekleşmesine kadar hukuki işlemin hukuki sonuçlarını doğurmayacağını ifade etmemiz gerekir. Bu tip durumların varlığı halinde söz konusu hukuki işlem askıda kalmaktadır. Bu sözleşmenin hükümleri bizim açımızdan doğmamıştır. Örneğin yasal temsilcinin işleme onay vermemiş olması, sözleşmenin geciktirici şarta bağlanmış olması, yetkisiz temsilcinin yaptığı işleme temsil olunanın icazet vermesi gibi.

Özetle, sözleşmelere bir proses perspektifiyle bakmalıyız ve bu prosesin her bir aşamasını kendine mahsus kıstaslarla değerlendirmemiz gerekir. Sözleşme süreçlerine bu şekilde geniş bir nazardan bakmak sözleşmenin ortaya koyacağı manzarayı ve doğabilecek sorunları sağlıklı bir şekilde görebilmemiz için lüzumludur. Daha klas bir ifade ile her nazar kendi manzarasını inşa eder.

Sözleşmelerin yorumu noktasında doktrinde kurucu-inşaî yorum dediğimiz yorum yöntemi daha çok sözleşmelerin bu ifade etmiş olduğumuz kısımlarına yöneliktir. Eğer biz bir sözleşmenin kurulup kurulmadığına, kurulmuş ise geçerli olup olmadığına, geçerli ise henüz tamamlanıp tamamlanmadığına yönelik bir tespit faaliyeti yürütüyor isek kurucu-inşaî bir yorum faaliyetinde bulunuyoruz demektir.

Şayet biz bu hususlarda bir sorun yaşamıyor ve fakat tarafların gerçek iradelerinin ne şekilde tecelli ettiğini tespite yönelik bir faaliyette bulunuyor isek bir çerik yorumu faaliyetinde bulunuyoruz demektir. Bu faaliyete doktrinde “dar anlamda yorum” denilmektedir ki Yargıtay’ın sözleşmenin yorumlanması faaliyetinden anladığı da budur. Yani esasen yorum faaliyeti genellikle “sözleşme hükümlerinin anlamını ve bu hükümlerin tarafları ne şekilde bağladığını tespite yönelik bir faaliyet” olarak ifade edilebilir.

Bu noktada Türk Borçlar Kanunu’nun 19. Maddesinin dikkate alınması gerekmektedir.

“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.”

Bu hüküm sağlıklı bir yorum faaliyeti yürütebilmek için dört başı mamur bir veri sağlamasa da bu hükmün bize söylemek istediği tarafların yanlışlıkla kullandıkları ifadelere bakılmaması, tarafların gerçek iradelerini gizlemek için kullandıkları ifadelere de bakılmaması, tarafların gerçek ve ortak iradelerine bakılması şeklinde özetlenebilir. Söz gelimi asıl irade bağış ise tarafların bunu gizlemek için kararlaştırdıkları bedel ifadelerine bir önem atfedilmeyecek ve satışın mevcut olmadığı ve geçersiz olduğuna hükmedilerek asıl irade olan bağış sözleşmesinin mevcudiyetine hükmedilecektir.

Uygulamada üç husus sıklıkla birbirine karıştırılmaktadır. Bunlar sözleşmenin uyarlanması, sözleşmenin yorumlanması, sözleşmenin tamamlanmasıdır.

Sözleşmenin yorumu Borçlar Kanunu’nun 19. maddesinde, sözleşmenin uyarlanması 138 ve 480, sözleşmenin tamamlanması ise 2. Maddede düzenlenmektedir. Bu kavramları birbirine karıştırmamak gerekir. Bu üç kavram birbirinden bambaşka kavramlar olup farklı mahiyetlere sahiptirler.

Yorum faaliyeti yukarıda da kısaca özetlediğimiz gibi sözleşmede tarafların birbirlerine uygun olarak beyan ettiklerini düşündükleri iradelerinin gerçek anlamına dair tereddüt ve şüphe vaki olduğunda bunu çözmeye yönelik yürütülen faaliyetin adıdır. Sözleşmenin yorumundan bahsedebilmek için taraflar arasında mutlaka bir yorum uyuşmazlığının bulunması gerekir. Yani sözleşmenin taraflarca farklı anlamlandırılması gerekir. Önemle altını çizmek gerekir ki hakim, buna dair bir talep ve yorum uyuşmazlığı olmadan resen sözleşmeyi yorumlayamaz.

Bir örnekle açıklamak gerekirse, ön protokol yapılmış ve bu protokolde “taraflardan biri asıl sözleşmeyi yapmaktan vazgeçerse vazgeçen taraf X meblağını diğer tarafa öder”. Burada ifade edilen hususu “cayma parası” olarak mı yorumlayacağız yoksa “dönme cezası” olarak mı niteleyeceğiz? İkisi çok farklı kavramlardır.

Yine uygulamada emlakçılık sözleşmelerine dair bir örnek ile somutlaştıracak olursak, tellal aracı tellal mıdır yoksa fırsat gösterici tellal mıdır? Emlak komisyoncusu tarafları buluşturur ve fakat taraflardan birinin bu sözleşmeyi yapmaktan, taşınmazı satmaktan vazgeçmesi halinde iki husus karşımıza çıkabilir: emlakçıya verilen para cayma parası mı yoksa bağlanma parası-kaparo mudur? İkinci ihtimalde de emlakçı ilgili taraftan parayı “ben seni gayrimenkulün maliki ile tanıştırdım” diyerek parayı talep ettiğinde bu talebe hukuki olarak hangi anlamı yükleyeceğiz? Tüketici, sen aracı tellallsın, satış gerçekleşmedi ki sana ücret ödeyeyim diyebilir. Ancak buna mukabil emlakçı da tam aksini ifade edebilir. İşte bu gibi durumlar bir yorum uyuşmazlığını ifade eder ancak bu yukarıda da ifade ettiğimiz gibi taraflar arasında açık ve net bir yorum uyuşmazlığı olduğu zaman hakim tarafından dikkate alınır, re’sen gözetilemez. Tarafların üzerinde mutabık kaldığı hususları hakim re’sen yorumlayamaz.

Uygulamada yine sıklıkla karşımıza çıkan bir husus da bir süreci ifade eden sözleşme faaliyetinde taraflar çoğunlukla bazı hususları hemen ilk planda netleştirmez ve ileri bir vakte tehir ederler. Bu tip durumlarda bir sözleşme boşluğundan söz edilir. Eğer sözleşmede boşluk varsa ve bu boşluk dolmadıkça sözleşmenin ilerlemesi mümkün olmayacaksa bu boşluğun ya hakim tarafından yahut taraflar arasında anlaşma sağlanarak tamamlanması gerekmektedir.

Sözleşmenin uyarlanması hususunu ele alacak olursak, sözleşmenin uyarlanması, sözleşme kurulduktan sonra o sözleşme şartlarında esaslı değişiklikler meydana gelmiş, sözleşmenin kurulduğu andaki sözleşme gerçekleri ile ifa zamanındaki gerçekler birbirine hiç uymamakta, tarafların sözleşmeden beklediği menfaat dengesi temelden sarsılmış bulunması nedeniyle, sözleşmenin ayakta kalabilmesi için yeni koşullar çerçevesinde revize edilmesidir. Uyarlama için, sözleşmenin temelinin çökmüş olması gerekir.

Uygulamada maalesef uyarlama davası olarak açılan birçok dava uyarlamaya dair bu esaslı hususların bilinmemesi sebebiyle uyarlamadan ziyade hakimin müdahalesi ve hakim tarafından yorumlanması talebi olarak anlaşılması gerekmektedir. Olağanüstü bir durum yok ve taraflar arasındaki edim dengesi sözleşmenin temelini sarsacak bir düzeye varmadıysa burada bir uyarlamadan bahsedilemez. Dolayısıyla dosya kapsamında belirtilen iddia konusunun yanlış hukuki gerekçelerle temellendirilmesi avukatları ve müvekkilleri zor bir duruma sokabilmektedir. Hele ki taraflar tacir ise piyasa koşulları sebebiyle sözleşme dengesinin bozulduğu durumlarda davacı taraf en fazla dengenin tesisine yönelik hakimden talepte bulunabilir ve hakim de en fazla yorum dolayısıyla bir hüküm tesisine gidebilir. Eğer uyarlama koşulları mevcut değilse hakim uyarlama kapsamında hüküm tesis edemez.

Sonuç olarak, sözleşmelerin ruhuna hakim olmak ve uygulamadaki problemleri teorik bir arka plan ile ele alabilmek için bilgilerimizi kontrol etmeli ve Yargıtay'ın mevcut uygulamalarını daima gözden geçirmeliyiz. Bu kısa girişten sonra bu  bu yazı dizisini sözleşmelerin yorumuna dair inceliklere ağırlık vererek devam ettireceğim.

Saygılarımla. 

>> Sözleşmeleri Nasıl Yorumlayalım? – 2