Ticaret sicili, gerçek ve tüzel kişi tacirlere ilişkin üçüncü tarafların bilmelerinde yarar ve zorunluluk bulunan, tacir ile ticari işletmeye ilişkin bilgi ve kayıtları kapsayan, Türk Ticaret Kanunu madde 24 uyarınca tutulması zorunlu bulunan bilgilerin depolandığı bir alandır. Ticaret sicil sisteminin, liberal ekonomideki önemi gereğince ticari hayattaki güvenilirliği ve işleyişi canlı tutmanın yanı sıra hukuki açıdan da yatırım öznelerinin bilhassa ticari şirketlerin kanuni gereklerini yerine getirmesini sağlamak gibi bir zorunluluğu da bulunmaktadır. Türk Ticaret Kanunu ilgili hükümleri gereğince, sicil müdürünün görevleri arasında madde 32'de sicil müdürünün, tescil için aranan kanuni şartların var olup olmadığını incelemekle yükümlü olduğu belirtilmiş, tescil edilecek hususların gerçeği tam olarak yansıtması gerektiği belirtilmiştir. Uygulamada kanuni unsurları tam olan bir ticari şirket, kanunda ayrıntılı olarak gösterilen bütün bu denetimleri geçtikten sonra ticari işletmesini ve seçtiği ticaret unvanını, işletme merkezinin bulunduğu yer ticaret siciline tescil ve ilan ettirmek zorundadır. ( TTK madde 40) Türk Ticaret Kanunu bakımından tescil  ve ilanın üçüncü kişilere etkisi, ilanın gazetede yayımlandığı günü izleyen ilk iş gününden itibaren sonuçlarını doğuracağı şeklinde belirtilmiştir. Yani buna göre üçüncü kişilerin kendilerine karşı sonuç doğurmaya başlayan sicil kayıtlarını bilmediklerine ilişkin iddiaları artık dinlenemeyecektir. Sicilin aleni olması ve üçüncü kişiler bakımından sicile güven ilkesi, aynı tapu sistemindeki gibi koruma altına alınmıştır.

Marka ise, bir işletmenin mal veya hizmetlerini diğer işletmelerin mal veya hizmetlerinden ayırmak için kullanılan işaretlerdir. Uygulamada sıkça karıştırıldığı üzere belirtmekte yarar vardır ki marka, ticaret unvanı ve işletme adından farklı olup amacı işletmeye ait mal veya hizmetlerin tanıtılması ve ayırt edilmesine olanak sağlamaktır. Ülkemizde 544 sayılı KHK ile Türk Patent Enstitüsü kurulmuş ve patent, markalar ve diğer kanunlarla koruma altına alınmış sınai mülkiyet haklarının tesisi, korunması ile ilgili işlemleri yapma görevi Türk Patent Enstitüsü'ne verilmiştir. Ulusal ve uluslararası ticaretin hızla gelişmesi de marka kavramının önemini göstermekte ve bu kavramın kanuni açıdan korunması için gerekli olan düzenlemelerin yapılmasına yol açmaktadır. 556 sayılı KHK uyarınca marka, bir teşebbüsün mal veya hizmetlerini başka teşebbüsün mal veya hizmetlerinden ayırdetmeyi sağlaması koşuluyla, kişi adları dahil özellikle sözcükler, şekiller, harfler vb. gibi özellikle  baskı yoluyla çoğaltılabilen her türlü işaret olarak tanımlanmıştır. Markanın 556 sayılı KHK'da öngörülen korumadan yararlanabilmesi için tescil edilmiş olması gerekmektedir. Tescilin hüküm ve sonucu ise şudur: Bir markayı tescil ettiren kişi, o markanın sahibi sayılır ve 556 sayılı KHK ile sağlanan özel korumadan yararlanır. Bu nedenle tescil kurucu bir etkiye sahip olup, markanın sahibine sağladığı hakların üçüncü kişilere etkisi marka tescilinin yayım tarihi itibariyle hüküm ifade edecektir.

Her ne kadar 556 sayılı Markaların Korunması Hakkındaki KHK, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu'nun 191. maddesiyle yürürlükten kaldırılsa da kanunun geçici maddeleriyle mülga KHK'nın bazı hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. 6769 sayılı Kanunun 7. Maddesine göre;  Bu Kanunla sağlanan marka koruması tescil yoluyla elde edilir. Marka tescilinden doğan haklar münhasıran marka sahibine aittir. Marka sahibinin, izinsiz olarak yapılması hâlinde, aşağıda belirtilen fiillerin önlenmesini talep etme hakkı vardır. Bunlar;  a) Tescilli marka ile aynı olan herhangi bir işaretin, tescil kapsamına giren mal veya hizmetlerde kullanılması. b) Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer mal veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk tarafından tescilli marka ile ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin kullanılması. c) Aynı, benzer veya farklı mal veya hizmetlerde olmasına bakılmaksızın, tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle markanın itibarından haksız bir yarar elde edecek veya itibarına zarar verecek veya ayırt edici karakterini zedeleyecek nitelikteki herhangi bir işaretin haklı bir sebep olmaksızın kullanılması olarak belirtilmiştir.

İşte uygulamada genellikle marka sahipleri, kendilerine ait markadaki işaretin başka bir ticari işletmenin unvanında kullanılmasını marka hakkına tecavüz davalarına konu etmektedir. Yani marka sahibi, kendisine ait olan marka adının her ne kadar markası farklı olan bir ticari işletme de olsa, salt o ticari işletmenin ticaret unvanında kullanılıyor olması dolayısıyla marka hakkına tecavüz teşkil ettiğini, bu nedenle 6769 sayılı kanun uyarınca marka hakkının korunmasını ve hatta kendi '' markasını'' taşıyan işaretin, o işareti marka amacıyla değil de ticari işletme unvanında kullanan işletmenin unvanının ticaret sicil sisteminden terkinini talep etmektedir. Oysa, başkasına ait bir marka olduğunu bilmeyen, işletme unvanını da alırken böyle bir araştırmaya girmemiş bir işletme bu olay karşısında çoğu zaman marka hakkına tecavüz kastı ile hareket etmediğini, TTK uyarınca almış olduğu ticaret unvanını yasaya uygun olarak kullandığını, tescil edilen ticaret unvanının işletmenin görülebilecek bir yerine okunaklı bir şekilde yazılması gerektiğini, işletme unvanını marka olarak kullanmadığını ve üretilen malların üzerinde de başka markaların yazdığını bu nedenle salt başkasına ait marka işaretinin, ticaret unvanında kullanılmasının marka hakkına tecavüz sayılmaması gerektiği gibi savunmalara girmektedir. Gerçekten de her tacirin, ticaret unvanı kullanımı zorunlu olup, ticaret sicil sistemi müdürlüğü ticaret unvanı sahibinin başvurusunu usulüne uygun olarak denetlerken, unvanda kullanılan bir adın başkasına ait bir marka olduğu bilgisini paylaşmadığı gibi, başvurucunun bu bilgiye erişmesine de olanak bulunmamaktadır. Tam tersi hali zaten mümkün olup, yani başkasına ait bir ticari unvanın marka olarak kullanımının marka hakkına tecavüz niteliği taşıması hali yaygındır. Ticaret unvanı sicil sisteminde aleni olup, çoğu zaman da ticaret unvanı marka ile uyumlu olduğundan bu halin taraflarca kötüye kullanılabilmesi sıklıkla yaşanan bir durumdur. Ancak başkasına ait olan bir markanın, sonradan ticaret unvanı olarak tescil edilmesinde sicil sistemleri arasında bir entegrasyon sağlanamadığından ticaret unvanı olarak alınmasında teknik ve yasal bir engel bulunmamaktayken; 6769 sayılı kanunun 7. Maddesi 3. Fıkrasında: (3) Aşağıda belirtilen durumlar, işaretin ticaret alanında kullanılması hâlinde, ikinci fıkra hükmü uyarınca yasaklanabilir:'' a) İşaretin, mal veya ambalajı üzerine konulması. b) İşareti taşıyan malların piyasaya sürülmesi, teslim edilebileceğinin teklif edilmesi, bu amaçlarla stoklanması veya işaret altında hizmetlerin sunulması ya da sunulabileceğinin teklif edilmesi. c) İşareti taşıyan malın ithal ya da ihraç edilmesi. ç) İşaretin, teşebbüsün iş evrakı ve reklamlarında kullanılması. d) İşareti kullanan kişinin, işaretin kullanımına ilişkin hakkı veya meşru bağlantısı olmaması şartıyla işaretin aynı veya benzerinin internet ortamında ticari etki yaratacak biçimde alan adı, yönlendirici kod, anahtar sözcük ya da benzeri biçimlerde kullanılması. e) İşaretin ticaret unvanı ya da işletme adı olarak kullanılması. f) İşaretin hukuka uygun olmayan şekilde karşılaştırmalı reklamlarda kullanılması.'' olarak düzenlenmiş, artık işaretin ticaret unvanı veya işletme adı olarak kullanımının da marka hakkına tecavüz teşkil eden eylemlerden biri olarak sayılmıştır.

Bu sorunun tacirin, ticari hayatta başkasına ait olduğunu bilmediği bir markanın, kendisinin ticaret unvanında  kullanımına çözüm olarak;  sicil sitemleri arasında yani Ticaret Sicil Sistemi ile Marka Patent Sistemi arasında bir entegrasyonun sağlanması, ticaret unvanı almak için başvuruda bulunan tarafların unvanının başka biri tarafından daha önceden marka olarak kullanılıp kullanılmadığının, olası marka hakkına tecavüz davalarının önüne geçilebilmesi ve ticari hayatın akışı içerisinde tacirlerin sicile güven ilkesinin tam ve eksiksiz sağlanması bakımından önemli olacağı kuşkusuzdur. Öyle ki TTK madde 32'de sicil müdürünün görevleri arasında, sicil müdürü tescil için aranan kanuni şartların var olup olmadığını incelemekle yükümlü kılınmışken, 6769 sayılı yasanın koruyucu hükümleri dolayısıyla tacirin ticaret unvanının terkinini sağlayacak kadar önemli bir yaptırımla karşı karşıya kalmasının, unvan sahiplerinin yasaya uygun olarak yaptığı başvurunun sistemden kaynaklanan bir durum dolayısıyla ''başkasının marka hakkına tecavüz'' kastıyla hareket etmediği halde böyle bir hukuki sürece dahil olmasının önüne geçilebilmesi için,  ticari ve hukuki güvenliğini sağlamak bakımından oldukça önemli bir adım olarak patent sistemi ile sicil sistemi arasında uyumlaştırma sağlama sürecine ivedilikle gidilmelidir. Bu şekilde bir uygulamaya geçilmesinin hem tacirlerin  hukuki ve ticari güvenliği açısından hem de yargının iş yükü  bakımından meşgul edildiği marka hakkına tecavüz davalarının önüne geçilmesi bakımından etkili olacağını düşünmekteyiz.