I. Giriş

Velayet hakkı, ebeveynlerin çocuklarına yönelik sorumluluklarını ve yetkilerini belirleyen temel bir hukuki kavramdır. Çocukların fiziksel, zihinsel ve duygusal gelişimlerini sağlamak amacıyla ebeveynlere verilen bu hak, çocuğun üstün yararını gözeterek kullanılır. Ancak, ebeveynlerden birinin suç işlemesi velayet hakkının kaldırılmasını gündeme getirebilir. Bu makalede, velayet hakkının hukuki temelleri, kaldırılma şartları ve suç işleyen ebeveynlerin velayet hakkının nasıl değerlendirileceği ele alınmaktadır. Türk Medeni Kanunu ve ilgili yargı kararları ışığında, çocuğun üstün yararını koruma ilkesinin nasıl uygulandığına ve yargı organlarının bu süreçteki rolüne dair bir inceleme sunmayı hedeflemekteyiz.

II. Velayetin Hukuki Temelleri ve Kaldırılma Şartları

Velayet, hukuki terminoloji içerisinde, reşit olmayan evlatların bakım, terbiye ve varlıklarının idaresinde ana ve baba tarafından üstlenilen haklar ile yükümlülükleri ifade etmektedir. 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'na göre velayet, evlatların üstün yararını gözeterek tanzim edilmiştir. Bu düzenleme, ana ve babanın evlatlarının fiziksel, zihinsel ve duygusal ihtiyaçlarını karşılamak üzere yasal ve ahlaki sorumlulukları haiz olmalarını teminat altına alır. Velayetin asli gayesi, evladın sağlıklı ve dengeli bir birey olarak yetişebilmesini sağlamak üzere zaruri koruma ve bakımı garanti altına almaktır. Velayetin kaldırılması, küçüğün menfaatleri doğrultusunda, sadece belirli ve ciddi şartlar altında mümkün olan hukuki bir prosedürdür. Türk Medeni Kanunu'nun 348. maddesinde velayetin kaldırılabilmesi için mevcut olması gereken koşulları detaylandırılmıştır. Bu koşullar arasında ebeveynlerin tecrübesizliği, hastalıkları, gereken ilgiyi sağlayamamaları veya ihmalleri yer alır. Velayetin, çocuğun yararına olacak şekilde ve sadece yargı kararı ile kaldırılması mümkündür.

Ebeveynlerin ölümü, kısıtlılığı veya velayeti yerine getiremeyecek durumda olmaları halinde, aile mahkemeleri çocuğun yararına uygun bir kararla velayeti kaldırabilir. Bu süreçte, hakim, çocuğun menfaatlerini en üstün tutma sorumluluğunu üstlenir. Velayetin kaldırılması yönündeki dava, çocuğun velisi, yakın akrabaları veya ilgili kamu kurumları tarafından açılabilir. Davanın işleme koyulabilmesi için somut kanıtlar ve çocuğun menfaatine yönelik net bir zorunluluk gereklidir. 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu, velayeti ana ve babaya, çocuklarının üstün yararını gözeterek kullanma yetkisi verirken, aynı zamanda bu yetkinin kötüye kullanılmasını veya ihmal edilmesini önleyecek mekanizmaları da barındırır. Kanunda belirtilen velayetin kaldırılması sebepleri, çocuğun korunması ve sağlıklı bir çevrede yetişmesi açısından öneme sahiptir. Bu bağlamda, ebeveynlerin yeterliliği, sağlık durumu ve çocuğa gösterdikleri ilgi, mahkemenin değerlendirmelerinde etkin rol oynar. Ebeveynlerin tecrübesizliği veya hastalıkları, velayetin etkin bir şekilde kullanılmasını engelleyebilir. Özellikle, ruhsal veya fiziksel hastalıklar, ebeveynin çocuğa gereken ilgiyi göstermesini zorlaştırabilir. Aynı şekilde, ebeveynlerin ihmali veya gereken ilgiyi göstermemesi, çocuğun fiziksel ve zihinsel gelişimini olumsuz yönde etkileyebilir. Bu durumlarda, çocuğun üstün yararını korumak amacıyla velayetin kaldırılması gündeme gelebilir. Hakim, velayetin kaldırılması kararı verirken, çocuğun mevcut ve gelecekteki tüm menfaatlerini dikkate alır. Velayetin kaldırılması sürecinde, çocuğun yaşam koşulları, eğitim durumu ve genel refahı göz önünde bulundurulur. Ayrıca, çocuğun kendi görüşü de, yaş ve olgunluk düzeyine göre dikkate alınır. Velayetin kaldırılması yönündeki davalar, çocuğun yüksek yararının korunmasını amaçlayan somut kanıtlarla desteklenmelidir. Bu bağlamda, aile mahkemeleri, delilleri titizlikle değerlendirerek, çocuğun en iyi şekilde korunmasını sağlayacak kararları alır. Davayı açan tarafların, çocuğun üstün yararını gözeten bir yaklaşımla hareket etmeleri, sürecin sağlıklı ilerlemesi açısından büyük önem taşır.

III. Özel Durum: Eşlerin Birbirine Karşı Suç İşlemesi ve Velayet Hakkının Değerlendirilmesi

Bir eşin diğerini öldürmesi ve ceza infaz kurumunda tutuklu bulunması, velayet haklarının kaldırılması için yeterli bir gerekçe teşkil edebilir. Ceza hukuku ile aile hukukunun bu kesişim noktası, çocuğun üstün yararını koruma amacı güderek ele alınır. Eğer bir eş, diğerini öldürmüş ve bu husus açık görünüyorsa, genellikle çocuğun velayetinin kaldırılmasına karar verilir. Bu süreç, çocuğun psikolojik ve fiziksel güvenliği ile onun en iyi çıkarlarını temel alarak yürütülür. Bu tür durumlarda, aile içinde yaşanan bu trajik olayların yasal sonuçlarını değerlendirirken, çocuğun geleceği için en sağlıklı çözüm yolları aranır.

Velayetin, şiddet ve suç içeren bir ortamdan çocuğu uzaklaştırma çabası, yargı sisteminin çocukları koruma görevinin bir parçası olarak kabul edilir. Her velayet davası, özgün koşullar ve çocuğun geleceği üzerindeki etkiler dikkate alınarak, çocuğun özel ihtiyaçları gözetilerek titizlikle değerlendirilmelidir. Mahkemeler, çocuğun üstün yararını ve temel haklarını her daim ön planda tutarak, velayet kararlarını şekillendirme sürecinde hukukun çocuk koruma ilkesine olan bağlılığını yansıtmalıdır. Bu kararlar, çocuğun fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarının yanı sıra sosyal ve psikolojik gelişimini de göz önünde bulundurarak yapılmalıdır. Böylelikle yargı, çocukların en uygun koşullarda büyümeleri için gereken yargısal korumayı sağlar.

Bir çocuğun, anne ya da babasının yanında ceza infaz kurumu şartlarında yaşayarak ebeveynine ait olan cezayı ödemek zorunda bırakılması kabul edilemez bir durumdur. Türkiye’de, annesi hükümlü veya tutuklu olan 0-6 yaş grubu çocuklar, kendilerine bakabilecek yakınları olmadığı takdirde ceza infaz kurumunda anneleriyle kalmakta, annelerinin reddetmesi durumunda ise devlet korumasına alınmaktadır. Annelerinin yanında 6 yaşına kadar kalan çocuklar, daha sonra annelerinden ayrılarak yaşamlarına Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı kurumlarda devam etmektedir. Ceza infaz kurumundaki annelerin yanında kalan çocuklarının gelişim özellikleri yaş değişkenine göre incelendiğinde, normal gelişim gösteren çocukların 0-3 yaşları arasındaki çocuklar olduğu, anormal ve şüpheli gelişim gösteren çocukların ise 3-6 yaşları arasındaki çocuklar olduğu anlaşılmaktadır. Bir diğer deyişle, ceza infaz kurumundaki kadınların çocuklarının yaşları arttıkça gelişim özelliklerinin normalden anormal veya şüpheli gelişime doğru ilerlediği görülmektedir.[1]

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 22.04.2015 tarihli ve 2015/3564 Esas, 2015/8328 Karar numaralı kararında, çocuğun velayetinin kanunen babada olmasına rağmen, babanın cezaevinde tutuklu bulunması nedeniyle bu görevini yerine getiremeyeceği anlaşılmıştır. Bu durum, velayet hakkının kaldırılması için geçerli bir sebep olarak değerlendirilmiştir. Mahkemece yapılan muhakemede, babanın velayet görevini sürdüremeyeceği sonucuna varılmış ve çocuğun yararını gözeterek bu hak babadan alınmıştır. İlk derece mahkemesinin bu kararı, hem davalı hem de davacı tarafından temyiz edilmiş, ancak Yargıtay, mahkemenin mezkûr kararını dosyada mevcut deliller ve hukuki gereklilikler çerçevesinde değerlendirerek onamıştır.

IV. Çocuğun Yüksek Yararı

Çocuğun yüksek yararını belirleme süreci, onların fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimine öncelik verilmesini gerektirir. Bu yaklaşım, çocuğun sağlıklı bir birey olarak yetişmesi için esastır. Ebeveynlerin kişisel çıkarları, ahlaki değerleri veya sosyal konumları ancak çocukların yararlarına zarar vermediği sürece dikkate alınabilir. Ancak, bu faktörler çocukların en iyi çıkarlarıyla çatıştığında, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 30.05.2018 tarihli ve 2017/1587 Esas, 2018/1147 Karar sayılı kararında belirtildiği üzere, çocuğun menfaatlerini koruyacak yasal düzenlemelerin önceliklendirilmesi gerekmektedir.

Yargıtay Genel Kurulunun mezkûr kararı, çocukların menfaatlerinin ebeveynlerin kişisel çıkarlarına üstün tutulması gerektiği ilkesini pekiştirir. Bu bağlayıcı karar, çocukların korunması gerektiğinde yargının nasıl müdahale edeceğini ve çocukların yararını en iyi şekilde nasıl sağlayacağını, çocukların fiziksel, zihinsel ve duygusal ihtiyaçlarının yanı sıra onların sosyal gelişimine de odaklanarak açıklamaktadır. Bu yargısal yaklaşım, çocuk hukukunda temel bir ilke olan "çocuğun üstün yararı" kavramını somutlaştırır. Çocuğun yüksek yararı, yalnızca teorik bir ilke olmaktan çıkarak, mahkeme kararlarıyla somut durumlarda nasıl uygulanacağına dair rehberlik etmektedir.

Çocuğun yüksek yararını belirleme süreci, çocuğun yaşam koşullarının, ebeveynlerinin durumlarının ve sosyal çevresinin bütünsel bir analizini gerektirir. Bu süreçte, çocuğun gelişimini olumsuz etkileyebilecek tüm unsurlar dikkatle incelenir ve bu unsurların bertaraf edilmesi için gerekli hukuki tedbirler alınır. Çocukların, sağlıklı, güvenli ve destekleyici bir ortamda büyümeleri için gerekli olan yargısal koruma, mahkemelerin temel görevlerinden biridir. Bu bağlamda, hukuki düzenlemeler ve yargı kararları, çocuğun refahını ve mutluluğunu en üst düzeyde sağlayacak şekilde şekillendirilir.

Ebeveynlerin yetersizliği veya çıkar çatışmalarının bulunduğu durumlarda, çocuğun yüksek yararını güvence altına almak amacıyla mahkemeler, çocuğun temsilcisi olarak vasi veya kayyım atar. Bu atamalar, çocuğun fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarının en iyi şekilde karşılanmasını sağlamak üzere yapılır. Vesayet makamının ve atanacak vasilerin çocukların ihtiyaçlarını gözetme yükümlülüğü, hukukun çocuğun korunmasına verdiği önemin bir göstergesidir.

V. Kayyım ve Temsil Kayyımı

Türk Medeni Kanunu, kayyım ve temsil kayyımı gibi rolleri detaylı bir şekilde açıklamaktadır, özellikle de bu rollerin ne zaman ve nasıl devreye gireceği konusunda net hükümler içerir. Buna göre, kayyım, belirlenmiş özel işlerde veya mal yönetiminde görevlendirilen bir kişidir. Bu atanma, kayyımın yalnızca belirlenen görevlerde yetkili olduğu ve genel bir temsilci gibi davranamayacağı anlamına gelir. Diğer yandan, temsil kayyımı, belirli hukuki işlerde ya da süreçlerde başka bir kişiyi temsil etmek üzere atanır. Bu atama, genellikle yasal temsilcinin menfaat çatışmaları yaşadığı veya görevini yerine getiremeyeceği durumlarda gerçekleştirilir.

Türk Medeni Kanunu'nun 426. maddesi, temsil kayyımının atanma koşullarını belirler. Bu madde, özellikle bir kişinin acil işlerini yerine getiremeyecek durumda olduğu zamanları kapsar; örneğin, hastalık, cezaevinde tutukluluk veya yasal temsilcinin çıkarları ile temsil ettiği küçüğün veya kısıtlının çıkarlarının çatışması gibi durumlar bu kapsamdadır. Ayrıca, yasal temsilcinin fiziksel ya da zihinsel engelleri nedeniyle görevini yerine getiremeyecek durumda olması da temsil kayyımı atanması için geçerli bir sebep oluşturur. Bu gibi durumlarda, temsil kayyımı atanarak kişinin çıkarlarını koruma ve gerekli işlemleri yerine getirme sorumluluğu üstlenir. Yasal temsilci ile çocuk veya kısıtlı arasında çıkar çatışması varsa yapılan hukuki işlemler geçersiz sayılabilir, bu da kişinin haklarının korunması ve güvence altına alınması amacıyla yapılan önemli bir düzenlemedir. Özellikle vasiyet, miras ve diğer hukuki süreçlerde, yasal temsilcilerin çıkar çatışmalarının potansiyel olarak zarar verebileceği durumlarda, temsil kayyımının atanması, yargının adil ve etkin bir şekilde işlemesini sağlar. Böylece, kişilerin hukuki süreçlerde maruz kalabilecekleri mağduriyetlerin önüne geçilmiş olur. Bu hukuki yapı, aynı zamanda, yasal temsilcilerin görevlerini layıkıyla yerine getirememeleri durumunda da etkili bir çözüm sunarak, adaletin gerçekleştirilmesine katkı sağlamaktadır.

Türk Medeni Kanunu’nun öngördüğü bu yasal düzenlemeler, çocuğun veya kısıtlının menfaatlerinin korunmasında önemlidir. Özellikle temsil kayyımı atanması, yasal temsilcilerin görevlerini kötüye kullanmalarını veya ihmal etmelerini önleyici bir mekanizma olarak işlev görür. Bu bağlamda, temsil kayyımı, çocuğun veya kısıtlının haklarını korumak ve hukuki işlemleri onların lehine gerçekleştirmek üzere yetkilendirilmiş bir kişidir. Bu atama süreci, mahkemelerin titiz değerlendirmeleri sonucunda gerçekleştirilir ve çocuğun veya kısıtlının üstün yararını gözetir. Bu bağlamda, ebeveynlerin kişisel istek ve ihtiyaçları, çocuğun üstün yararlarına göre ikincil derecede değerlendirilir. Çocukların güvenliği ve genel refahı ile ilgili davalarda, ebeveynlerin davranış ve kararlarının çocuğun en iyi yararına olup olmadığı sürekli olarak mahkeme tarafından incelenir.

Velayetle ilgili dava, süreçlerde yetkili ve görevli mahkeme, çocuğun yaşadığı yerin bağlı olduğu Sulh Hukuk Mahkemesidir. Sulh Hukuk Mahkemeleri, velayet kararlarını verirken, çocuğun somut durumunu, ebeveynlerin durumunu ve çocuğun en iyi yararını göz önünde bulundurarak karar verir. Bu süreç içerisinde, mahkeme aynı zamanda çocuğun kendisini de dinleyebilir ve çocuğun fikirlerini, yaşına ve olgunluğuna uygun olarak dikkate alabilir. Ayrıca, çocuğun velayeti konusunda karar verilirken, Türk Medeni Kanunu'nun ilgili maddelerine ve Yargıtay'ın içtihatlarına uygun olarak hareket edilmektedir. Mahkemeler, çocuğun gelişimi ve refahı için en uygun çözümü bulmak amacıyla her türlü hukuki aracı kullanır ve yargısal denetim mekanizmalarını işletir. Bu yaklaşımlar, çocukların en iyi çıkarlarını gözetme ilkesine olan bağlılığı ve çocuğun yüksek yararını gerçekleştirme amacını somutlaştırır.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 18.01.2018 tarihli, 2017/6883 Esas, 2018/788 Karar numaralı kararı, çocuğun yüksek yararını temel alarak yapılan yargısal kararları ve bu süreçlerde karşılaşılan usul hatalarını gözler önüne sermektedir. Mevzu bahis davada, çocuğun babası olan davalının velayet hakkının kaldırılması ve çocuğa bakım tedbiri uygulanması talep edilmiştir. Çocuğun annesinin vefat ettiği ve velayet hakkının babada olduğu durumda, davalı babanın velayet hakkını kötüye kullandığına hükmedilmiş ve mahkeme velayetin kaldırılmasına karar vermiştir. Dava sürecinde, çocuğun özel bir şahıs veya kurum tarafından temsil edilmediği ve Yargıtay'ın kararında belirtildiği gibi, bu, çocuk haklarının korunması açısından önemli bir eksiklik olarak görülmüştür.

Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi'nin 4. ve 9. maddeleri ile Türk Medeni Kanunu'nun 426/2 maddesi, çocuklar arasındaki menfaat çatışmalarında temsilci olarak kayyım atanmasını zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda, mahkemenin çocuğa vasi atanması için gereken işlemleri başlatmaması ve kayyım atamaması, yargısal sürecin temel hukuki prosedürlerden sapmasına neden olmuştur. Mahkemenin bu kararının bozulması, mahkemelerin çocukların yüksek yararını koruma görevini yerine getirirken, yasal gereklilikleri tam anlamıyla dikkate alması gerektiğini vurgulamaktadır. Ayrıca, çocuğun temsil edilmesi ve onun menfaatlerinin korunması için gerekli yasal temsilcilerin atanması, adil bir yargılama sürecinin olmazsa olmaz bir parçasıdır. Bu durum, yargısal kararların sadece çocuğun menfaatini gözetmekle kalmayıp aynı zamanda yasal prosedürleri ve uluslararası sözleşmeleri de eksiksiz bir şekilde uygulaması gerektiğini gösterir.

Sulh Hukuk Mahkemesi'nin bu süreçteki rolü, çocuğa vasi atanması gibi önemli kararları almak ve çocuğun hukuki temsilciliğini sağlamakla ilişkilidir. Sulh Hukuk Mahkemeleri, velayet davalarında, çocukların korunması ve haklarının gözetilmesi noktasında mühim bir görev üstlenir. Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi ve Türk Medeni Kanunu’nun ilgili maddeleri, çocuğun menfaatlerini koruma noktasında mahkemelerin yükümlülüklerini açıkça ortaya koymaktadır. Bu düzenlemeler, çocuğun yasal haklarının korunmasını ve onun çıkarlarına en uygun kararların alınmasını sağlamaktadır. Mahkemeler, bu yasal çerçeve doğrultusunda hareket ederek, çocukların hukuki süreçlerde mağdur olmalarını engellemekle yükümlüdür. Yargıtay'ın bu kararı, çocukların korunması ve yargısal süreçlerin düzgün işlemesi için mahkemelerin ne kadar titiz davranması gerektiğini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Mahkemelerin, çocukların menfaatlerini her daim ön planda tutarak ve yasal gereklilikleri eksiksiz bir şekilde uygulayarak, çocukların haklarını en iyi şekilde korumaları gerekmektedir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 03.05.2017 tarihli, 2017/1280 Esas, 2017/5315 Karar numaralı kararı, çocukların velayetiyle ilgili davalarda hukuki süreçlerin nasıl işlemesi gerektiği konusunda önemli bilgiler sunmaktadır. Bu dava kapsamında, davacı büyükbaba, velayet sahibi annenin eşinin ölümüne neden olduğunu ve çocuğa sert davrandığını iddia ederek, çocuğun velayetinin kaldırılmasını ve vasi olarak kendisinin atanmasını talep etmiştir. Ayrıca, eğer vasi olarak atanmazsa çocukla kişisel ilişki kurulmasını istemiştir.

Mahkeme, çocukların haklarını korumak amacıyla, velayetin kamu düzenine ilişkin olduğunu ve bu tür davalarda re'sen araştırma ilkesinin geçerli olduğunu vurgulamıştır. Avrupa Sözleşmesi ve ilgili yasal düzenlemeler uyarınca, çocukların ilgilendiği davalarda çocuklar ile velayet sorumluluğuna sahip kişiler arasındaki çıkar çatışmalarında çocuk adına bir temsilci atanması gerektiğini belirtmiştir. Bu husus, çocuğun menfaatlerinin doğru bir şekilde temsil edilmesi ve korunması için zorunludur.

Ancak, dava sürecinde mahkeme çocuk adına bir kayyım atamadan ve gerekli delilleri toplamadan karar vermiş, bu da yargılama sürecindeki incelemenin eksik olduğunu göstermiştir. Yargıtay, bu eksiklikleri usul ve yasaya aykırı olarak değerlendirerek, kararı bozmuştur. Ezcümle mezkûr hususta çocukla ilgili herhangi bir yargı kararının verilmesi öncesinde, çocuğun durumunu ve menfaatlerini doğru bir şekilde değerlendirebilmek için hem yeterli delil toplanmalı hem de çocuk adına tarafsız bir temsilci atanmalıdır. Çocuğun haklarının korunması için mahkemelerin re'sen araştırma yapması gerektiğini ve bu sürecin titizlikle yürütülmesi gerektiğini vurgulanmaktadır.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 01.12.2016 tarihli, 2016/13703 Esas, 2016/15429 Karar numarasıyla ilgili kararı, velayet meselelerinde mahkemelerin nasıl bir yol izlemesi gerektiği konusunda dikkate değer bir örnek teşkil etmektedir. Somut olayda, çocuğun, anne ve babasının 22.09.2011 tarihinde gerçekleşen boşanmasının ardından annesine verilen velayet, annenin 20.11.2014 tarihinde vefat etmesi üzerine sona ermiştir. Bunun sonucunda baba, velayetin kendisine verilmesi talebiyle dava açmış ve bu talebi 06.05.2015 tarihinde kesinleşen bir kararla kabul edilmiştir. Bununla birlikte, anneanne tarafından açılan velayetin kaldırılması istemli dava, velayet sahibi baba ile çocuklar arasındaki menfaat çatışmasını dikkate almadan yürütülmüş ve sonuç olarak, çocuklar adına bir temsilci atanmadan yapılan yargılamada, mahkemece babadan velayetin kaldırılmasına karar verilmiştir. Yargıtay'ın bu kararı bozma gerekçesi, çocukların menfaatleri gözetilerek yapılan yargılamada usul ve yasalara uygun hareket edilmediğinin tespit edilmesidir. Özellikle, çocukların temsilcisinin atanmamış olması ve çocuklar ile velayet sahibi baba arasında olası menfaat çatışmalarının göz ardı edilmesi, kararın bozulmasına sebep olmuştur. Ayrıca, mahkeme tarafından, velayeti kaldırılan çocuklar için vasi atanması gerektiği durumda, Sulh Hukuk Mahkemesine ihbarda bulunulması gerekirken, mahkemenin doğrudan vasi tayini yapması, usule ilişkin hataya neden olmuştur.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 23.01.2007 tarihli, 2006/10576 Esas, 2007/220 Karar numaralı kararı, Türk Medeni Kanunu'nun velayet ve vesayet düzenlemelerine ilişkin önemli bir yargısal yorum sunmaktadır. Bu kararda, çocukların annesinin, eşini öldürme suçu nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yargılanması ve 24.11.2005 tarihinden bu yana cezaevinde tutuklu bulunması sebebiyle, velayetin anneden alınması ve çocuklara vasi atanması talebi ele alınmıştır. Yerel mahkeme, bu talebi yasal olmayan gerekçelerle reddetmiştir; ancak Yargıtay, annenin cezaevinde bulunması ve ağır bir suçla yargılanıyor olması sebebiyle velayet görevini yerine getirme kabiliyetinin ciddi şekilde sınırlanmış olduğunu vurgulamıştır. Yargıtay, annenin yargılandığı suç tipi ve delilleri göz önünde bulundurarak, salıverilme ihtimalinin düşük olmasının, Türk Medeni Kanunu'nun 336/3 maddesi uyarınca velayetin kaldırılmasını gerektirdiğine hükmetmiştir. Kararda ayrıca, çocuklara vasi atanması için ilgili vesayet makamına ihbar yapılmasına karar verilmiş ve yerel mahkemenin kararını bozmuştur. Yargıtay'ın bu yorumu, velayet kararlarının, ebeveynlerin çocuklarına karşı olan yasal ve ahlaki yükümlülüklerini yerine getiremeyecek durumda oldukları zaman nasıl gözden geçirilmesi gerektiğini göstermektedir. Bu tür durumlarda, çocukların refahı ve güvenliği, mahkemeler tarafından en yüksek öncelik olarak kabul edilmelidir. Ayrıca, çocukların temsil edilmesi ve korunması adına yasal temsilcilerin atanması, çocukların menfaatlerinin etkili bir şekilde savunulmasını sağlamak için öneme sahiptir.

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 38. Hukuk Dairesi'nin 16.12.2019 tarihli, 2019/1347 Esas, 2019/1913 Karar numaralı kararında; mahkeme, davalı annenin cezaevinde tutuklu bulunması ve çocuğun 5 yaşına kadar annesiyle cezaevinde kalmasının, çocuğun maddi ve manevi haklarına zarar verebileceği gerekçesiyle velayetin kaldırılmasına karar vermiştir. Davacılar, çocuğun aile ortamında büyümesi gerektiğini savunmuş, davalı vekili ise olayın meşru müdafaa kapsamında gerçekleştiğini ve çocuğun annesiyle birlikte cezaevinde kalabileceğini belirterek davanın reddini, mahkeme aksi kanaatte ise çocuğun velayetinin anneanneye verilmesini talep etmiştir. Davalı tarafın istinaf başvurusunda, mahkeme sürecinde usuli eksiklikler ve çocuğun üstün yararının gözetilmediği iddialarını içeren talepleri,  küçüğün yaşı itibariyle idrak çağında olmadığı, dosyada uzman raporlarının mevcut olduğu, davalının kendisini vekille temsil ettirdiği, davalının, çocuğun bizzat mahkemece dinlenmesi zorunluluğu bulunmadığından HMK madde 27'ye aykırılık ve çocuğun üstün yararına aykırılık söz konusu olmadığından, ayrıca davanın niteliği itibariyle masumiyet karinesinin ihlalinden söz edilemeyeceğinden, dosyadaki deliller ve yasal gerekçelerle değerlendirilmiş ve davanın esastan reddine karar verilmiştir. Mahkeme, velayetin kamu düzenine ilişkin olduğunu ve bu tür davalarda re'sen araştırma ilkesinin geçerli olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca, çocukların ilgilendiği davalarda çocuklar ile velayet sorumluluğuna sahip kişiler arasındaki çıkar çatışmalarında çocuk adına bir temsilci atanmasının zorunlu olduğunu belirtmiştir. Bu husus, çocuğun menfaatlerinin doğru bir şekilde temsil edilmesi ve korunması için gereklidir.

VI. Sonuç

Makalemizde, eşlerin birbirine karşı suç işlemesi durumunda velayet hakkının değerlendirilmesi, Türk Medeni Kanunu ve ilgili yargı kararları ışığında incelenmiştir. Velayet, ebeveynlerin çocuklarına yönelik hak ve yükümlülüklerini belirleyen temel bir hukuki kavram olup, çocukların fiziksel, zihinsel ve duygusal gelişimlerini koruma amacı taşır. Özellikle, ebeveynlerden birinin diğerini öldürmesi gibi ciddi suçlarda, çocuğun üstün yararını koruma gerekliliği doğrultusunda velayetin kaldırılması gündeme gelebilir. Bu tür durumlarda, ceza hukuku ve aile hukuku kesişir ve yargı organlarının titiz bir değerlendirme yapması zorunluluk arz etmektedir.

Velayetin kaldırılması sürecinde, yargı organları, ebeveynin cezaevinde bulunması, çocuğa gösterilen ilginin yetersizliği veya ihmali gibi unsurları dikkate alır. Mahkemeler, çocuğun üstün yararını gözeterek, onun fiziksel ve duygusal güvenliğini temin etmeye çalışır. Bu süreçte, mahkemelerin re'sen araştırma ilkesi gereği, çocuğun menfaatlerini koruyacak somut delilleri toplaması ve çocuğun durumunu dikkatle değerlendirmesi gerekmektedir. Yargıtay kararları, velayetin kaldırılması için somut ve net kanıtların gerekliliğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda, ebeveynlerin yeterliliği, sağlık durumu ve çocuğa gösterdikleri ilgi, mahkemenin kararlarında belirleyici rol oynamaktadır.

Sonuç olarak, eşlerin birbirine karşı suç işlemesi durumunda velayetin değerlendirilmesi, çocuğun üstün yararını koruma ilkesine dayanmaktadır. Mahkemeler, bu tür davalarda, çocuğun mevcut ve gelecekteki menfaatlerini gözeterek, onun sağlıklı bir ortamda büyümesini temin edecek kararlar alır. Türk Medeni Kanunu'nun 348. maddesi ve Yargıtay'ın ilgili içtihatları, velayetin kaldırılmasının hukuki gerekçelerini ve yargısal sürecin nasıl işletilmesi gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Velayetin kaldırılması, sadece ebeveynin suçu dolayısıyla değil, çocuğun fiziksel ve zihinsel sağlığını tehdit eden her durumda, çocuğun yüksek yararını gözetmek amacıyla gündeme gelebilir. Bu süreçte, yargı organlarının titiz bir değerlendirme yaparak, çocuğun refahını en üst düzeyde koruyacak çözümler üretmesi esastır. Temennimiz, yargı organlarının bu tür hassas konularda, çocuğun üstün yararını her şeyin üzerinde tutarak, hızlı ve adil kararlar almasıdır. Bu sayede, velayetle ilgili uyuşmazlıkların çözümünde, çocukların korunması ve onların en iyi şekilde gelişimlerini sürdürebilmeleri sağlanacaktır. Mahkemelerin, çocukların fiziksel, duygusal ve sosyal ihtiyaçlarını dikkate alarak, onların en iyi çıkarlarını gözeten kararlar vermesi, toplumun geleceği açısından şüphesiz önem taşımaktadır. Bu doğrultuda, hukuki süreçlerin çocukların yüksek yararını gözeterek yürütülmesi, adaletin tesisi ve çocukların güvenli bir ortamda büyümeleri için elzemdir.

----------------

[1] Çengelköylü, Bademci, Çelik ve Karadayı, Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 33, Sayı 4, Ekim 2022; s.1161-1182