1- ANAYASA 19. MADDE

Anayasanın 19. maddesinin birinci fıkrası, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğuna ilişkin genel bir kuralı ifade etmiştir. Ancak maddenin ikinci fıkrasında bu genel kuralın istisnaları sınırlı olarak belirtilmiştir.

Anayasanın 19. maddesinin ikinci fıkrası, kanunda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yapılan yakalamanın, tutuklamanın ve herhangi bir hürriyeti bağlayıcı cezanın veya koruma tedbirinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal etmediğini ve dolayısıyla hukuka uygun olduğunu belirtmiştir. Görüldüğü üzere sınırsız bir özgürlüğün olması mümkün değildir. Önemli olan, kişinin hürriyetini kısıtlarken bunun temelini kanunda belirtilen usul ve esaslara dayandırmaktır.

Anayasanın 19. maddesi bir yandan kişilerin özgürlük hakkını belli kurallar dahilinde sınırlarken, bir yandan da sınırlandırmanın ölçülü olması gerektiğini ve şayet haksız olarak sınırlandırırsa, hakkı sınırlanan kişinin sahip olduğu hakların neler olduğunu belirtmeyi ve bu hakları korumayı amaçlamıştır.[1] Anayasa kişi hürriyetinin sınırlanacağı asgari düzeyde koşullar öngörmüş ve bu koşulların dışında yapılan herhangi bir kısıtlayıcı faaliyetin hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Aşağıda kişi hürriyetinin kısıtlanmasına ilişkin yakalama ve tutuklama kısmında daha detaylı bilgi verilecektir.

1.1. Yakalama

Anayasa md.19/2 uyarınca kişilere verilen hürriyeti sınırlandırıcı yaptırımların ancak bir mahkeme kararına veya kanunda öngörülen sebeplerden birine dayandırılması gerektiği vurgulanmıştır. Ancak bu taktirde kişiler yakalanabilir ve tutuklanabilir. Eğer kişiler bir mahkeme kararına veya kanundaki bir yükümlülüğe aykırı davranırlarsa bunları yerine getirmek amacıyla hürriyetleri kısıtlanır yani bir nevi zor yola başvurulur.[2]

Yakalama, kişinin geçici bir süreliğine özgürlüğünün alıkonup gözaltına alınması anlamına gelmektedir.[3]

Anayasa madde 19 yakalamanın sebeplerini şu şekilde belirtmiştir:

1- Mahkeme tarafından verilen bir yaptırımın veya tedbir kararına yönelik infaz

2- Mahkeme kararına veya kanuni bir yükümlülüğü yerine getirmek amacıyla infaz

3- Küçüklerin ıslahı amacıyla veya yetkili makamın önüne çıkartılması amacıyla infaz

4- Toplum içinde tehlike arz eden akıl hastalığına sahip olan, uyuşturucu madde veya alkol düşkünü bir serseri veya hastalık yayma olasılığı olan kişinin tedavisi, eğitimi ve ıslahı amacıyla infaz

5- Yasa dışı yollardan ülkeye girmek isteyen kişi hakkında sınır dışı edilme kararı verilen yahut geri verme kararı verilen kişinin yakalanması.

Madde bu belirtilenler ile birlikte işlenen veya işlenmekte olan bir suçun faili olan kişinin de yakalanmasını düzenlemiştir. Önemle belirtelim ki, bu hüküm ile madde 19’da belirtilen yakalama sebeplerinden ziyade iki ayrı şekilde yakalamanın yapılabilmesine imkân tanınmıştır. İlk olarak; suçüstü hallerinde yakalama, ikinci olarak; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yakalama. Bu iki yakalama türünde de hâkimin kararı olması şart değildir. Ancak bu istisna hüküm haricinde yakalama yapılabilmesi için hâkimin kararı olması şarttır.

1.2. Tutuklama

Anayasa md. 19/2 yakalama sebeplerini düzenlemekle birlikte aynı zamanda tutuklama sebeplerini de beraberinde düzenlemiştir. Bu nedenle tutuklama yapılabilmesi için de bir mahkeme kararına yahut kanun tarafından öngörülen sebebe ihtiyaç vardır. Aksi halde tutuklama yapılması hukuka aykırılık teşkil edecektir. Tutuklama sebepleri sadece ikinci fıkrada belirtilenlerle sınırlı kalmamış üçüncü fıkrada da bazı sebepler eklenmiştir.

Anayasa md. 19/3: Kendisine yüklenilen suç hakkında kuvvetli suç şüphesi bulunan kişilerin kaçmasını, delilleri yok etmesini veya değiştirilmesini engellemek veya bunlara benzeyen sebeplerle tutuklanmalarında zorunluluk teşkil eden ve kanunda öngörülen diğer hallerle birlikte ancak hâkim kararıyla tutuklanabilir” hükmünü havidir.

Tutuklanan ve yakalanan kişilerin sahip olduğu haklar da Anayasanın 19. maddesinde belirtilmiştir. Bu kişilere, yakalama ve tutuklama nedenleri anlatılacak, kendilerine isnat edilen suç hakkında bilgi verilecek ve en geç kırk sekiz saat içinde (toplu olarak işlenen suçlarda en çok dört gün) görevli mahkeme huzuruna çıkartılacak ve bunlarla birlikte tutuklanan kişiler makul bir zaman zarfında yargılanmayı ve soruşturma ve kovuşturma süresi içinde serbest bırakılmayı talep edebileceklerdir. Madde aynı zamanda hürriyeti kısıtlanan kişilerin her ne sebeple olursa olsun kanuna aykırı bir şekilde yapılan kısıtlamada yargı merciine başvurabileceklerini ve zarar gördükleri takdirde tazminat talep edebileceklerini de hükme bağlamıştır.

2- ANAYASA’NIN 19.MADDESİNE İLİŞKİN ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI

2.1. Semra Omak Başvurusu (Başvuru No: 2015/19167)

Başvurunun konusu, tutuklamanın kanuna dayanmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru ile ilgili olay ve olguları özetleyecek olursak:

Başvurucunun oğlu E.N, 10/09/2000 doğumlu yani 15 yaşındadır. E.N hırsızlık, mala zarar verme ve konut dokunulmazlığını ihlal etme suçları nedeniyle 8/10/2015 tarihinde gözaltına alınmıştır. E.N’nin kolluk kuvvetleri tarafından alınan ifadesinde de daha sonra Sulh Ceza Hakimliği tarafından yapılan sorgusunda da aynı ifadeleri kullanıp samimi açıklamalarda bulunmuştur. E.N ifadesine göre:

“Ö.B ve T.G ile birlikte gece saat 12-1 sıralarında … iş merkezinin bulunduğu çay ocağına girmeye karar verdik. İlk önce çay ocağının kapısını açmaya çalıştık fakat açamadık. Kapının üstünden atlamayı düşündük ama boyumuz yetmediği için onu da yapamadık. Daha sonra tekme vurarak kapıyı açtık ve Ö. ile birlikte içeri girdik. İçinde bozuk para olan iki adet kumbarayı aldık. Başka da bir şey almadan orayı terk ettik. T. ise dışarda etrafı gözetlemek amacı ile bizi bekliyordu. O gün ben arkasında 3 numara yazan Trabzon forması giymiştim. Ö.’de anımsayabildiğim kadarıyla gri renkli üzerinde mavi yıldızlar olan ve arkasında 23 numara yazan bir tişört giymişti.”

E.N’nin ifadesinin alınmasının ardından kendisine isnat edilen suç hakkında kuvvetli suç şüphesinin bulunması ve tutuklama sebeplerinin mevcut olması nedeniyle 9/10/2015 tarihinde tutuklanma talebiyle Trabzon 1.Sulh Ceza Hakimliğine sevk edilmiştir. Hakimlik tarafından sorgusu sona erdirildikten sonra aynı tarihte tutuklama kararı verilmiştir. Tutuklama kararının gerekçesinde ise:

“Başvurucuya isnad edilen suçun vasfı ve mahiyeti, kuvvetli suç şüphesinin olduğunu gösteren somut olguların bulunması (kamera kayıtları, suça sürüklenen çocuğun parmak izi, Ö.B’nin beyanı, tanık beyanı, müşteki beyanı, şüphelinin ikrarı), atılı suçun CMK m.100/3’de belirtilen katalog suçlardan olması, işin mahiyeti, cezanın alt ve üst sınırı, delillerin tam olarak toplanamaması, şüpheliye uygulanacak adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı gerekçesiyle CMK m.100 uyarınca tutuklanmasına karar verilmiştir.”

Tutuklama kararının tebliği üzerine başvurucu tarafından bu karara itiraz yapılmış ancak itiraz talebi de aynı gerekçelerle reddedilmiştir. Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 4/11/2015 tarihinde iddianame düzenlenmiş, 5/11/2015 tarihinde Trabzon Çocuk Mahkemesi iddianamenin kabulüne karar vermiş ve SSÇ hakkında kamu davası açılmıştır. Trabzon Çocuk Mahkemesi’nin yapmış olduğu tensip incelemesinde sosyal inceleme raporunun da dava dosyasına konulmasına, tutukluluk halinin devamına ve duruşmanın 3/12/2015 tarihine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

E.N hakkında verilen sosyal inceleme raporunda şu hususlar belirtilmiştir: “E.N’nin annesinin evliliği üzerine tutum ve davranışlarının çok değiştiği, üvey babanın çocuğa ilgi ve sevgi göstermediği, geçen yıl öz babası ile karşılaştığı ancak öz babasının da ilgi ve sevgi göstermediği, çocuğun annenin ikinci evliliğine kadar beraber yaşadıklarını ancak son bir yılda anneanne ile beraber yaşadığı, zaman zaman evden ayrılıp dışarda kaldığı, çocuktan haber alınamadığı, annesi ve akrabalarıyla sürekli bir çatışma halinde olduğu, istekleri yerine getirilmediğinde agresifleştiği, öfke patlaması yaşadığı, hakaret ve tehditler ettiği, kendine zarar vermekle beraber eşyalara da zarar verdiği, devamlı olarak evden kaçtığı ve aile hayatına uyum sağlayamadığı gözlemlenmiştir. E.N’nin davranış bozukluğu sebebiyle Kaşüstü Numune Hastanesi ve Özel İmperyal Hastanesi’nde psikiyatrik tanısının yapıldığı, çocuk için ilaç tedavisine başlandığını ancak çocuğun bu ilaçları almadığı anlaşılmıştır.”

Dava dosyasına konulan bu sosyal inceleme raporu dikkate alınmadan SSÇ E.N hakkında tutukluluk halinin devamına karar verildiği için 10/11/2015 tarihinde Trabzon E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu çocuk koğuşunda kendini asarak hayatına son vermiştir. Bu olayın ardından 3/12/2015 tarihinde Trabzon Çocuk Mahkemesi davanın düşmesine karar vermiştir.

Çocuğunun ölümü üzerine bireysel başvuruda bulunan annenin iddiaları uyarınca: “Tutuklama kararı verilen oğlunun çocuk olduğu dikkate alınmadığı, tutuklama nedenlerinin mevcut bulunmadığı, tutuklama tedbirine son çare başvurma ilkesine riayet edilmediği, oğlu hakkında verilen sosyal inceleme raporunun dikkate alınmadığı, sosyal inceleme raporu ile oğlunun psikiyatrik sorunlarının tespit edildiği, buna rağmen tutukluluk halinin devamına karar verilerek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği” ileri sürülmüştür.

Peki bireysel başvuruda bulunan anne başvuru yapma yetkisine sahip midir?

Bakanlık, bireysel başvuru formunu inceleme sonucunda, başvuruda bulunan annenin bu başvuruyu ölen oğlu E.N adına yaptığı ve E.N adına verilen tutuklama tedbirlerinden ve herhangi bir işlemlerden zarar gördüğünü ortaya koyacak hiçbir ispatının olmadığı gerekçesiyle bu başvurunun kabul edilemez olduğuna kanaat getirmiştir. Ancak kabul edilebilirlik yönünden bakıldığında temel hakkımız olan yaşama hakkının doğal mahiyeti uyarınca yaşama hakkını kaybeden kişi için bu hakka yönelik yapılan bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilmektedir. Doğrudan mağdur olan kişilerin yanı sıra somut olayın özelliklerine ve ihlal edilen hakkın mahiyetine göre doğrudan mağdur olan kişi ile aralarında yakınlık bulunan ve dolayısıyla gerek Anayasa gerekse de AİHS’nin ihlalinden olumsuz olarak etkilenmiş veya ihlalin sona erdirilmesinde meşru ve kişisel bir menfaati olan kişiler de dolaylı mağdur sıfatı ile bireysel başvuruda bulunma hakkı vardır. [4]

Anayasa Mahkemesi bazı kararlarında, olay mağdurunun bizzat bireysel başvuru yapma imkanının olmadığı ve yakın akrabalık ilişkisinin bulunduğu kimi hallerde her ne kadar başvurucu bu ihlalden doğrudan etkilenmemiş olsa da dolaylı olarak etkilenmeleri sebebiyle bu etkiye dayanarak kendi adlarına bireysel başvuruda bulunabileceklerini belirtmiştir. Ancak buradaki somut olayda dikkate alınması gereken mesele, başvuru konusunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlaline ilişkin olmasıdır. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kişiye sıkı sıkıya bağlı bir haktır ve bu hakkın intikali mümkün değildir. Kural olarak mağdurun ölmesi veya ortadan kaybolması üzerine yakından bağlantısı bulunmayan ihlal iddiaları bakımından yakın akrabaların yahut eşin herhangi bir mağdur statüsü yoktur. Ancak somut olayda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal ettiği iddiasında bulunulan tutuklama tedbirinin yaşam hakkı şikayetiyle yakından bağlantılı olması durumunda (ancak yaşam hakkına ilişkin yapılan şikayetin esasından bağımsız olması üzerine) ölen mağdurun yakın akrabaları yahut eşinin bireysel başvuruda bulunabilecekleri kabul edilmiştir.

Sonuç olarak, başvurucunun oğlu CMK m.100 uyarınca tutuklanmıştır. Kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma hali bir kanun maddesine dayandığından dolayı bu yapılan müdahalenin kanuni bir temeli vardır. Bununla beraber soruşturma makamları tarafından yapılan olay yeri incelemesinde çocuğun parmak izlerinin bulunması, gece vakti müştekiye ait olan çay ocağının kapısını kırmak suretiyle açıp mala zarar verilmesi, müştekiye ait olan kumbaranın içinden 250 TL’nin çalınması, aynı zamanda başvurucunun oğlu da gerek ifadesi alınırken gerek sorgu esnasında işlemiş olduğu suçu kabul edici ikrarlarda bulunmasından dolayı kuvvetli suç şüphesinin varlığı kabul edilmiştir. Akabinde atılı suçun CMK m.100/3 uyarınca katalog suçlardan sayılması ve tutuklama nedeni olduğu varsayılabilen suçlardan olması nedeniyle tutuklama kararı verildiği ortadadır. Bu bilgiler ışığında, tutuklama sebeplerinin olgusal bir temeli olduğu ortadadır. Elbette ki bunlarla birlikte çocuk hakkında verilen tutuklama kararının ölçülü olup olmadığının tespiti de önem arz etmektedir. Kişi hakkında verilen tutuklama tedbirinin Anayasa’nın 13. ve 19. maddeleri uyarınca ölçülü olup olmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak tespit edilmesi gerekmektedir. Ayrıca bu tedbiri verirken, suç işleyen kişinin çocuk olduğu da dikkate alınmalıdır. Önemle belirtelim ki, 5395 sayılı Kanun’un 20.maddesi uyarınca bir çocuğa tutuklama kararı verilebilmesi için adli kontrol tedbirinden bir sonuç alınamaması yahut sonuç alınamayacağının açıkça anlaşılması veya verilen adli kontrol tedbirine riayet edilmemesi gerekmektedir. Bu hüküm dikkate alındığında somut olayda ilk önce adli kontrol tedbirine başvurulması gerektiği, bu tedbirden sonuç alınamadığı yahut alınamayacağı anlaşıldığında veya bu tedbirlere uyulmadığı durumlarda tutuklama tedbirine başvurulması gerektiği ifade edilmiştir. Aynı zamanda 5395 sayılı Kanun, çocuklara uygulanacak tutuklama tedbirinin son çare ilkesine uygun olarak yapılması gerektiğini vurgulamıştır.

Son olarak, tutuklama kararında başvurucunun oğlunun çocuk olduğu dikkate alınarak bir karar verildiğine ilişkin herhangi bir ifade yer almamaktadır. Özellikle yaş unsuru dikkate alınmayarak ve iç hukukumuzda yer etmiş “son çare ilkesini” uygulamayarak tutuklama kararı verildiği ve bununla beraber tutuklama tedbirine hükmeden makamın daha önce başka bir tedbir uygulamadığı ve bu nedenle tutuklama kararının ölçülü olmadığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi;

- Tutuklamanın hukuki olarak yapılmadığına ilişkin yapılan iddianın KABUL EDİLEBİLİR olduğuna,

- Anayasa m.19/3’de yer alan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının tutuklamanın hukuki olarak yapılmaması nedeniyle İHLAL EDİLDİĞİNE karar vermiştir.

2.2. Hakan Aygün Başvurusu (Başvuru No: 2020/13412)

Başvurunun konusu, sosyal mecrada yapılan birtakım paylaşımlar nedeniyle uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmesine ilişkindir. Başvurudaki olayları özetleyecek olursak:

Başvurucunun sosyal medyada yapmış olduğu birtakım paylaşımlar, “Alkol artık haram değil size helal kılınmıştır, Corona Suresi”, “İBAN Suresi’nin 1.ayeti: Ey İBAN edenler, biz size farklı bankalardan iban numaraları verdik ki iban edesiniz diye, hiç şüpheniz olmasın ki ahiret zamanında iban edenle iban etmeyenler ayrılacaktır.” şeklindedir. Bu paylaşımları nedeniyle Bodrum Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 3/04/2020 tarihinde halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme suçundan dolayı tutuklanması amacıyla Sulh Ceza Hakimliğine sevk edilmiştir. Başvurucunun Sulh Ceza Hakimliği’nde yapılan sorgusunda bu paylaşımların kendisine ait olmadığını, paylaşımlar üzerinde photoshop yapıldığını, delilleri karartma şüphesi bulunmadığının ve bu nedenle tutuksuz yargılanması gerektiğini ifade etmiştir. Ancak hakimlik tarafından halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme suçundan dolayı tutuklama kararı verilmiştir.

Özetle; soruşturma makamları iki ayrı suçun varlığına işaret etmişlerdir. İlk anılan suç halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik suçudur ve başvurucu hakkında verilen tutuklama tedbiri bu suç kapsamında verilmiştir. CMK m.100/4’te tutuklama yasağı öngörülen bazı suç tipleri vardır. Anılan fıkra hükmünde sadece adli para cezasını gerektiren suçlarda yahut vücut dokunulmazlığına karşı kasten işlenen suçlar hariç olmak üzere hapis cezasının üst sınırının 2 yılı aşmayan suçlarda tutuklama kararı verilemeyeceği belirtilmiştir. Ancak soruşturma kapsamındaki halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik suçunun üst sınırı 3 yıl olduğu için tutuklama yasağı kapsamında bir suç değildir. Bu nedenle başvurucu hakkında verilen tutuklama tedbirinin kanuni bir dayanağı vardır. İkinci suçun ise alt ve üst sınırı 6 aydan 1 yıla kadar olduğu için bu suç tutuklama yasağının öngörüldüğü suçlar arasındadır. Bu nedenle ikinci suç olan halkın bir kesiminin benimsediği birtakım dini değerleri aşağılama suçu kapsamında tutuklama kararı verilebilmesi mümkün değildir.

Başvurucu hakkında tutuklama kararı verilen halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik suçu kapsamında kuvvetli belirtilerin olup olmadığını tespiti açısından konuya ilişkin Yargıtay kararlarının değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Yargıtay’a göre, objektiflikle ve tarafsızlıkla herhangi bir bağlantısı bulunmayan, onur kırıcı, rahatsız edici fakat şiddet unsurları barındırmayan, yakın bir tehlikeye sebebiyet vermeyen paylaşımlar suç kapsamında değerlendirilmemelidir. Önemli olan ortaya çıkan fiilin dış dünyada yarattığı etki dikkate alınmalı, bu fiillerin açık ve yakın tehlike arz ettiği takdirde suç teşkil ettiğini kabul etmek gerekir. Suçun oluştuğunu kabul edebilmek için kamu güvenliğinin bozulma tehlikesinin somut delillerle ortaya atılması gerekmektedir. Tehlikenin soyut olmaktan çıkıp somut olması bu suçun oluştuğunu kabul etmek için yeterlidir.

Suç kapsamına girebilecek olan söylemlerin halkın bir kesimine karşı ağır ve yoğun bir şekilde kin ve düşmanlığın olması veya bu söylemlerin şiddet içermesi gerekmektedir. Sadece soyut bir ret yahut saygısızlık suç olarak kabul edilemez. Aynı zamanda sarf edilen sözlerin sosyal bir sınıfı, ırkı, mezhebi yahut bölge farklılıklarından en az birine dayanmak suretiyle ve özellikle bu kesimleri karşı karşıya getirmek amacıyla gerçekleştirilmesi gerekmektedir. [5]

Yargıtay’ın bu değerlendirmeleri dikkate alındığında söz konusu somut olayda yapılan paylaşımların herhangi bir şiddet unsuru içermediği, toplumun belli bir kesimini sosyal sınıf, ırk, mezhep yahut bölgesel farklılıklar nedeniyle karşı karşıya getirme amacının olmadığı ortadadır.

Son olarak yapılan paylaşımların halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik suçunu oluşturabilmesi için zorunlu bir unsur olan yakın tehlikenin varlığı şartı soruşturma makamlar tarafından dikkate alınmamıştır. Paylaşımların kamu güvenliğini ne denli ölçüde tehlikeye düşürecek şekilde somut bir tehlike yarattığı soruşturma dosyası kapsamında ortaya konulamamıştır. Bu nedenle soruşturma dosyasında yer alan belgeler ve tespitler halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik suçu kapsamında tutuklama kararı verilebilmesi için gerekli olan suç işlendiğine dair kuvvetli bir şüphenin yeterli bir şekilde ortaya konulamadığı kanaatine varılmıştır. Anılan gerekçeler kapsamında Anayasa Mahkemesi;

- Tutuklamanın hukuki dayanaklardan yoksun olması sebebiyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğinde ilişkin yapılan iddianın KABUL EDİLEBİLİRLİĞİNE,

- Anayasa’nın 19.maddesi kapsamında güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, karar vermiştir.

---------------------

[1] Ahmet Eker, Kişi Hürriyeti ve Güvenliği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 2009, ss.86

[2] Deniz Çakı, Anayasa Mahkemesi Kararlarında Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, 2019, ss.44

[3] Eker, a.g.e., ss.87

[4] Semra Omak Başvurusu, Başvuru No: 2015/19167, Karar Tarihi: 17/7/2019, R.G Tarihi: 10/9/2019, s.30884

[5] Hakan Aygün Başvurusu, Başvuru No: 2020/13412, Karar Tarihi: 12/1/2021, R.G Tarihi: 23/02/2021, s. 31404