Böyle bir meclisin tek başına Anayasa yapabileceği kuşkusuzdur. Ancak böyle bir ihtimal ülkede yeni Anayasa düzeni konusunda somut perspektife sahip istikrarlı siyasal güç ve programların bulunmadığı, dolayısıyla herkesin reel politik yönden ortaya çıkabilecek kurucu meclis iradesini kabulleneceği durumlarda anlamlı olabilir. Ülkenin iki ana siyasal akımının (Ak Parti, CHP) ve Kürt siyasetindeki etkin çevrelerin kendine özgü anayasal projeksiyonları açıktır ve bu doğrultuda güçlü iradeler söz konusudur. Bu iradeler ortada iken, bütünüyle bir belirsizliğin egemen olacağı “kurucu meclis” opsiyonuna sıcak bakılması gerçekçi değildir. 2011 seçimlerinin ardından oluşmuş TBMM’nin tek başına kuruculuk iddiası yüksek temsil oranına rağmen (katılımının %95,5’u temsil edilmektedir) yine de sorunludur. Çünkü bir yandan doğrudan vekâlet ilişkisine dayanmamaktadır. Anayasa yapmaya özgü bir seçimin sonucu oluşmamıştır. Siyasi partilerin cari programlarının egemen olduğu bir temsil kurumu niteliği değişmeyecektir. Bu saptama başlı başına bir sorun oluşturmasa dahi, yüzde 10’luk seçim barajı ve parti içi demokrasi açığı meşruiyet açığı yaratmaktadır. Bu nedenle Meclisin yüzde 10 barajının ürettiği temsil açığını, en azından Anayasa taslağının oluşturulması sürecinde meclis dışı partilere de temsil imkânı sunarak kapatması zorunluluğu da unutulmamalıdır. Ayrıca TBMM’nin yanında toplumsal taleplerinin toplanmasından, ülkenin geleceğinin teminatı olan entelektüellerin yürüteceği faaliyetlere ve halkoylamasına kadar birçok etkinliği kuruculuğun ana unsuruna dönüştürmek gerekecektir. Bunun için öncelikli koşul, toplumun merkeze alınmasıdır. Yeni Anayasa toplumu merkeze alan bir anayasa ise, kuruculuk faaliyetini toplumdan başlatmak gerekecektir. Toplumsal taleplerin entelektüel bir işleme tabi tutulması ve modelleme çalışmalarının tamamlanmasının ardından TBMM’nin temel esas ve çerçevesi toplum eksenli olarak belirlenmiş bir anayasanın somut bir metne dönüştürülmesi faaliyetini üstlenmesi gerekir. Ortaya çıkan metnin halkoyunda kabul edilmesi kuruculuk faaliyetini tamamlar. Bu durumda kuruculuğu “toplum-entelektüel faaliyet-TBMM-halkoylaması” zinciri biçiminde tanımlamak doğrudur.

Parlamento zemininde bir uzlaşı aranacaksa bu uzlaşma sağlanabilir mi. Zira taban tabana zıt talepleri olan gruplar ve partiler var. Bu konuda nasıl bir ortaklaşma sağlanabilir?

- 2011 seçimlerinin ardından, yeni anayasa vurgusu öne çıkmış bulunmaktadır. Ancak yeni Anayasa yöntemi üzerinde yapılan tartışmaların, farkında olunmaksızın ülkeyi revizyonla sınırlı bir anayasacılık faaliyeti tuzağına düşürmesi riski vardır. Yeni Anayasa tartışmasının yeni normlar ve yeni kurumlar üzerinden değil (örneğin başkanlık sistemi, anayasal vatandaşlık, özerklik veya başörtüsü vs...), toplumun isteklerini esas alan genel esaslar üzerinden yürütülmesi gerekir. Çünkü hiçbir siyasi partinin topluma anayasa dayatma hakkı yoktur. Anayasa yapımı topluma aittir. Bu nedenle parlamento zemininde yapılması gereken iş partilerin yeni anayasa konusunda uzlaşı arayışları değil toplumun isteklerinin parlamentoda anayasa normuna dönüştürülmesi için partilerin işbirliği yapmalarıdır.

Anayasa’nın başlangıç ilkeleri ve ilk 4 maddesi dokunulmaz mı olmalı, yoksa bir bütün olarak bu anayasa 12 Eylül ruhundan arınmalı mıdır?

- Yeni anayasa halkın anayasası ise, halkın özgürce tayin edeceği referansları esas alır. Bir toplumun anayasasında neyin değiştirilemez olacağına toplumun kendisi karar verir. Bunu herhalde beş generale sormamak gerekir. Toplumun tabusuz ve önkoşulsuz bir müzakere sürecinde üreteceği anayasada daha farklı, kurucu, birleştirici, barış tesis edici referanslar ve yapısal modelleri tartışmak zorundayız. Toplumsal barışımızı yüz yıldır zehirleyen devlet kültürü ve onun ürettiği referansların, geleceğimizi ve barışımızı aradığımız tarihi bu dönemde etkili olmasına izin vermemeliyiz. Yeni anayasa mevcut darbe anayasalarının izinde, onların kurumları ve referansları üzerinden inşa edilemez. Bir kere darbe anayasaları paradigması dışında bir düşünce ve dil üretmek zorundayız. Yeni anayasa toplumun yaşamını kolaylaştıracak bir devlet yapılanması öngörecek, belirli bir zümrenin veya bürokrat elitin güvenlik ihtiyacını teskin edecek bir devlet yapılanması esas alınmayacaktır.

Bu anayasa ile Kürt sorunu, alevi meselesi, azınlıklar, demokrasi gibi konulara ne ölçü de çözüm bulunabilir?

- Devletin birçok kırmızı çizgisi var. Kürtlerin varlığını kabul edip etmeme sorunu bunlardan biriydi, bu aşıldı. Kürtlerin varlığı kabul edildikten sonra hak ve özgürlüklerini tanıyıp tanımama sorunu ve sonra kendi kimlikleri, tercihleri ile yaşayıp yaşayamama sorunu geldi. Bugün, Kürtlerin varlığı konusunda bir tartışma yok. Tartışılan bu hak ve özgürlüklerin kullanılma imkânları ve çerçevesidir, içeriğidir, uygulama yöntemidir ve birliğin nasıl korunacağıdır. Din ve inanç özgürlüğüne ilişkin kırmızı çizgiler tüm dindarların kendilerini ifade etme iradesinin güçlenmesiyle, Alevilerin itiraz görmeyen talepleriyle aşılma yoluna girdi. Gayrimüslimlerle ilgili kırmızı çizgi de yok artık. Özetle çoğulculuğu engelleyen ideolojik yaklaşımlara ilişkin bütün kırmızı çizgiler toplumsal ve siyasal gerçeklikte silikleşiyor.

Yeni anayasa konusunda birden fazla inisiyatif ve oluşum söz konusu. Deyim yerindeyse herkes kendi anayasasını yapmaya çalışıyor. Bu denli parçalı arayışlardan bir toplumsal konsensüs çıkabilir mi?

- Birden çok halka dayanan anayasacılık faaliyetinin olması sorun yaratan değil tam tersine yarar sağlayan bir durumdur. Halkın sürecin asli kurucu unsuru olduğunu ortaya koyması bakımından toplum merkezli anayasacılık hareketleri sürecin belirleyicisi olmalıdır, olacaklardır. Bu çalışmaların eşgüdümünü sağlamak bir ihtiyaç olarak ortaya çıkarsa bu da karşılanır. Bu noktada TBMM Başkanlığının devreye girmesi son derece anlamlı olur.

Hükümetin yeni anayasayı tek başına yapma yeterliliği olmadığı için hükümetin bir süre sonra, “uzlaşma sağlayamadık” diyerek ve şartlarda kendi lehine ise anayasayı erteleyip bir ara seçim sonrasına bırakabileceği söyleniyor. Bu ihtimali nasıl görüyorsunuz, hükümet bir kez daha bu talebi erteleyebilir mi?

- Yeni anayasa talebi sayısal yetersizlik vs gerekçe gösterilerek ertelenemez. Yeni anayasa eski anayasanın kurallarına göre yapılmayacağı için, 330 yahut 367 gibi sayıların veya 1982 Anayasası’nın anayasa değişikliğine ilişkin 175. maddesinin bir önemi ve değeri yoktur. Başka deyişle yeni anayasa, geçerlilik kaynağını yürürlükteki herhangi bir hukuk normundan almaz. Unutulmamalıdır ki, ne 1945 sonrası Alman ve İtalyan kurucu iradeleri, önceki Anayasal düzenden meşruiyet almışlardı, ne de ülkemizde 1920 Meclisi, 1924 meclisi veya cunta ekipleri bir önceki Anayasaya uymak suretiyle yeni Anayasal düzeni üretmişlerdi. Böyle bir iddia anlamlı da değildir. Yeni anayasanın yasalaştırılması yönteminde Meclis’teki tüm partilerin altında imzasının bulunduğu bir “Meclis Kararı” gereklidir. Ancak bu meclis kararı, kurucu bir iradenin başlangıcı olarak kaleme alınmalı, İçtüzük ve Anayasa’dan alınan bir yetkinin kullanılmadığını, aksine halkın saptanabilir ve kanıtlanabilir “kuruculuk” yetkisinden doğan özgün bir yetki kullanıldığını ifade etmelidir. “...Kurucu Anayasa Komisyonu’nda hazırlanan ve 3/5 çoğunlukla kabul edilen taslak, Meclis Genel Kurulu’nda 3/5 çoğunlukla kabul edildikten sonra (...) tarihinde yapılacak referandumda seçmenlerin yarıdan fazlasının kabul oyuyla Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olarak varlık kazanır ve yürürlüğe girer!” şeklinde karar alınabilir. Bu karar asli bir kuruculuk yetkisinin kullanıldığının ilanıdır. Bu nedenle mevcut Anayasa’nın 175. Maddesi’ne ekleme yapmak suretiyle sürecin başlatılması anlayışından kesin bir ifadeyle uzak durulmalıdır. Bu, kuruculuk yetkisinin yürürlükteki Anayasa’dan alındığının ifadesi olacaktır. Bu durumda kuruculuğun 1980 darbecilerinde olduğu kabul edilmiş olacak, onların iradeleri çerçevesi dışına çıkılamayacaktır. Sonuç ise açıktır: Mevcut anayasanın verdiği yetki kullanılıyorsa, bu yetkinin mevcut Anayasa’nın temel referanslarına aykırı kullanılmaması gerekecektir. Yani aslında 1982 Anayasası’nın kendini yeniden üretmesi sağlanmış olacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin bu gerekçeyle devreye girmesi ise ayrı bir sorun oluşturacaktır.