İnsanlar başaklara benzerler; içleri boşken başları havadadır, içleri doldukça eğilirler.’ MONTAIGNE

...

Geçen hafta sonu ‘Hukuk Konferansları’ adıyla düzenlenen bir etkinlik münasebetiyle Gaziantep’te idik. Tarihiyle, insanıyla, mutfağıyla özel olan bu güzel Anadolu kentinde, gerek konferansa katılan hukuk fakültesi öğrencilerinin yoğun ilgisine, gerekse Gaziantep Baro Başkanı Sayın Bektaş Şarklı ve Yönetim Kurulu Üyelerinin içimizi ısıtan dostluklarına ve içten konukseverliklerine tanık olduk.

Değerli bir insan olduğu kadar, mütevazı, vefalı, hatır bilen ve sayan bir meslektaşımız olan Sayın Bektaş Şarklı’nın da katıldığı etkinlikteki benim sunumum, ‘Avukatlık Mesleğinde Kariyer Planlaması, Ofis İşleyişi ve Ortaklık’ üzerineydi.

Güneşin Altında Söylenmemiş Hiçbir Şey Olmadığına’ inanan ben, konuşmamda çok önemli şeyler söylemedim. Genel olarak bilinen şeyleri, hepimizin bildiği şeyleri, daha önce güneşin altında söylenmiş ve yazılmış olan şeyleri söyledim.

Bana ayrılan elli dakikalık süreye uymak için özet olarak sunduğum konuşmamın tam metnini, ilginizi çekeceği umuduyla ve yararlı olması dileğiyle aşağıda paylaşıyorum.

Gaziantep Barosu’nun Değerli Başkanı, Değerli Meslektaşlarım, Sevgili Gençler,

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Hukukla, avukatlıkla ilgili olarak bildiklerim, biriktirdiklerim, tecrübe ettiklerim var. Süremin elverdiği oranda bunları sizinle paylaşacağım.

Hepinizin çok iyi bildiği üzere, avukatlık mesleği tarihin yazımladığı en eski mesleklerden birisidir. Yani kadim bir meslektir. Zira başlangıç tarihi tam olarak tespit edilmiş olmadığı gibi tespit edilebilir de değildir.

Bununla birlikte, mevcut bilgilere ve kayıtlara göre avukatlık mesleğinin başlangıcı kadim Yunan’a, oradan da eski Roma’ya kadar gider. Nitekim avukat sözcüğü Yunancada ‘üstün, ayrıcalıklı ve güzel konuşan’ anlamlarına gelen ‘AdvoCatus’ sözcüğünden türetilmiştir.

Avukatlık mesleğinin gelişme süreci incelendiğinde görünen odur ki,  mesleğin gerek dünya genelinde, gerekse Türkiye özelinde gelişmesi sosyal, ekonomik, kültürel, siyasal yapıya, yani rejime bağlı olmuştur.

Bu çerçevede avukatlık mesleği, liberal demokratik toplumlarda gelişme gösterir iken, anti-demokratik toplumlarda, örneğin rahmetli Sovyetler Birliği gibi demokratik olmayan toplumlarda herhangi bir gelişme gösterememiştir. Esasen avukatlık mesleği liberal demokratik toplumların, diğer bir deyişle burjuva toplumunun, yani kent toplumunun mesleğidir.

Onun için liberal devlet anlayışının temel argümanları olan, her biri siyasal liberalizm tarafından uygarlığımıza armağan edilmiş bulunan ve avukatlık mesleğinin icra edilmesinin asgari koşullarını oluşturan; ‘hukuk, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, hukukun egemenliği, demokrasi, insan hakları, sınırlı devlet, kuvvetler ayrılığı, kanun/hukuk önünde eşitlik, fırsat eşitliği, hukuk güvenliği, adil yargılanma hakkı, yargı bağımsızlığı, hukukun tanıdığı ve koruduğu hak gibi, özgürlük gibi’ kavram ve kurumlar, sadece ve sadece liberal demokratik toplumlarda mevcuttur.

Yargılama faaliyetinin asli/kurucu unsuru olan avukat, varlığıyla bu faaliyeti demokratikleştiren unsurdur. O nedenle, avukat olmadan yapılan yargılama, demokratik olmayacağı gibi adil de olmaz.

Adına içtihat dediğimiz, karar dediğimiz yargısal ürünleri yaratan avukatlardır. Zira ve özellikle hukuk davaları, buna bağlı olarak yargılama süreci ve yargılama sonunda karar verilmesi avukatın açtığı dava ile başlar. Değil ise yargıç ‘ben bir içtihat yaratayım, bir karar vereyim’ diyerek kendi kendisine dava açamaz. Ceza davalarında yargılama sürecini ve verilen kararları etkileyen, şekillendiren en önemli etken de avukatın yaptığı savunmadır.

Bütün bu nedenlerle demokratik hukuk devletlerinde avukat, yargılama faaliyetinin olmaz ise olmaz unsurudur.

Değerli Arkadaşlar,

Avukatlık mesleği kent toplumunun mesleğidir dedik, oradan devam edelim ve önce şu tespitleri yapalım: kent toplumunun en önemli sermayesi bilgidir, zamandır, sosyal çevredir. Bu üçlü aynı zamanda avukatlık mesleğinin de sermayesidir.

Uzunca bir zaman dilimi içinde sadece var olmaya uygulanan, işe, aletlere ve süreçlere uygulanmayan bilgi, son elli yıldan günümüze kadar olan süreçte teknoloji adıyla bütün bunlara uygulanmakta ve her alanda ilerlemeye, gelişmeye öncülük etmektedir.

Bugün hemen her alanda kullanılan, avukat olarak mesleğimizi yürütmede en önemli yardımcılarımız olan bilgisayarlar, bilgisayar programları, bilgisayar yazılımları, haberleşmemizi sağlayan ve kolaylaştıran mobil telefonlar, e-postalar, fikri mülkiyet hukuku kapsamında bulunan know-howlar, lisanslar, patentler bilginin ürünleridir.

Bu bağlamda, gerek klasik iktisatta, gerekse Marksist iktisatta sermaye aracı olarak kabul edilmeyen bilgi, – ki biliyorsunuz her ikisinde de sermaye araçları toprak, makine, sermaye, emektir – özellikle son elli yılda ve günümüzde en önemli sermaye aracı haline gelmiştir. Ve bilgiyi az yukarıda saydığımız sermaye araçlarından ayıran en önemli özellik tükenebilir olmaması, bilgiden bilgilere ulaşılabilmesidir. Oysa Marksist ve klasik sermaye araçları olan toprak zamanla aşınır, verimliliğini kaybeder, makine eskir, bozulur, zaman içinde kullanılamaz hale gelir, sermaye tükenir, bunlardan sadece emek ayakta kalır. Diğerleri olmayınca emek de işe yaramaz hale gelir.

Ve zaman. İçimizde ve dışımızda sessizce ilerleyen, hayatın dokusunu oluşturan, işimizi, mesleğimizi yapabilmek, kendimizi geliştirebilmek için en fazla ihtiyaç duyduğumuz şeydir zaman.

Ve Marks’ın ‘toplum bireylerden değil, ilişkilerden oluşur’ dediği bir ilişkiler ağı olan çevre. İş çevresi. Yani müşteri potansiyeli, yani müvekkiller.

Bütün bunları toparlarsak eğer, iyi bir avukat, kariyer sahibi bir avukat olabilmek için önce bilgi sahibi olmak; bilgi sahibi olabilmek, mesleği iyi bir şekilde yürütebilmek için zamanı iyi kullanmak; bilgiyi ve zamanı iyi yönetebilmek, bunları pazarlayabilmek, sunabilmek için iyi bir çevreye sahip bulunmak ve bu çevreye kendinizi tanıtmak gerekir.

Sevgili Gençler,

Biz avukatlar köprüler yapmıyoruz, binalar inşa etmiyoruz, ama bunlar kadar önemli, hatta bunlardan daha önemli bir şey yapıyoruz. İnsanların hukuki sorunlarını çözüyoruz, verdiğimiz emekle onların haklarını elde etmelerine, özgürlüklerine kavuşmalarına hizmet ediyoruz. Bunları sağlamak için hayatın ve halkın içinde ve halkla beraber oluyoruz. Yani insanlara dokunuyoruz, onların bize dokunmalarına imkan veriyoruz. Çevre dediğimiz, müvekkil dediğimiz, bilgi dediğimiz şey de zaten bu şekilde oluşuyor, gelişiyor ve genişliyor. Zira tanıştığımız her insan, kurduğumuz her ilişki, yaşadığımız her olay bize bir şeyler öğretiyor.

Bütün Kuran inmeseydi ve sadece – Vel Asr – suresi inseydi yeterdi.’ Bu sözler büyük İslam Bilgini İmam Şafi’ye ait. Vel Asr suresinin anlamı şudur; ‘Zamanın üzerine yemin ederim ki, bütün insanlar hüsran içindedir. Şu üçü hariç: Hakka inananlar, Hakkı tavsiye edenler, iyi, güzel, doğru şeyi yapanlar ve sabredenler.’

Avukat olarak biz İmam Şafi’in dediği şey yapıyoruz. Yani hakka inanıyoruz, hakkı tavsiye ediyoruz, iyiyi, güzeli, doğru olanı yapmaya, sabırla yapmaya çalışıyoruz. Hukukun tanıdığı ve koruduğu yetki olan hakkı savunuyoruz, hakkı temsil ediyoruz, Daha önce de işaret ettiğim üzere, hakka ulaşmanın yolu ve aracı olan davaları mahkemelerin önüne biz getiriyor, adına karar denilen, içtihat denilen yargısal ürünlerin oluşmasını, bu yolla hukukun ilerlemesini, gelişmesini, hak sahibinin hakkı olanı elde etmesini, hakkına kavuşmasını biz sağlıyoruz.

Sevgili Gençler,

Okuldan mezun olduktan ve mesleği icra etmezden önceki en önemli aşama stajdır. O nedenle ve meslekte iyi bir kariyer sahibi olabilmek için mutlaka, ama mutlaka iyi bir staj yapın. İş potansiyeli olan, değişik alanlarda dava takip eden bir büroda ve avukat yanında staj yapın. Zira staj aşamasında fakültede öğrendiğiniz teorik bilgileri pratiğe nasıl uygulayacağınızı, bu bilgileri pratikte nasıl kullanacağınızı öğrenirsiniz. İyi bir staj bunun için önemli ve gereklidir. Staj bir usta çırak ilişkisidir. O nedenle ustanızı iyi seçin.

Şimdi burada yeri gelmiş iken kendi mesleki özgeçmişimle ilgili olarak ifade etmem gereken bir husus var. O da şudur, ben çok kötü bir öğrenci idim, hukuk fakültesini altı buçuk senede bitirebildim ve doğru dürüst bir staj da yapmadım. Kötü bir staj yaptığım için de, stajda öğrenmem gereken birçok şeyi mesleği icra etmeye başladıktan sonra ve ne yazık ki deneme yanılma yöntemiyle öğrendim. Sizin staj konusunda bize göre, benim staj yaptığım döneme göre önemli bir avantajınız ve olanağınız var. O da günümüzde baroların staja önem ve değer vermesi, stajyerlerle yakından ilgilenmesi, mesleğin geleceği olan stajyerlere ve dolayısıyla mesleğin geleceğine ciddi yatırım yapmasıdır.

Sevgili Arkadaşlar,

Usul vusule götürür.’, yani sonuca götürür. Bu maksimi usul hukukunun yargılama pratiğindeki önemine ve işlevine işaret etmek için kullandım. Hukuk bir disiplindir, bu disiplinin en önemli ayağı da usul hukukudur. Usul hukukunu bilmeyen, onun gereklerine uygun hareket etmeyen bir yargıç sonuca gidemez. Yani karar verme aşamasına gelemez. Karar da veremez. Verse de bu karar isabetli bir karar olmaz, olamaz. O nedenle yargılama sürecinde usule uymayan bir yargıç yalpalar durur. Zaman kaybeder, taraflara zaman kaybettirir, hakkını arayan, adalet talep eden insanların hakkına ulaşmasını, adaletin gerçekleşmesini geciktirir ve dolayısıyla adaletsizliğe neden olur.

Onun için usul hukukunu, yani hukuk muhakemesini, ceza muhakemesini çok iyi öğrenin. Maddi hukuku dava açmazdan önce, davanın değişik aşamalarında kitaplardan okur ve öğrenirsiniz. Ama duruşmada bunu yapamazsınız, usulü bilmezseniz eğer hata yaparsınız, müvekkilinizin hak kaybına uğramasına neden olursunuz.

Gelelim kariyere ve bunun planlanmasına. Kariyer bir işte, bir meslekte alınan yol, kat edilen mesafe, zaman içinde elde edilen aşama, gelişme, başarı ve uzmanlıktır. Bu ise zamanı iyi kullanmakla, bilgi yönünden insanın kendisini geliştirmesiyle, çevre edinmesiyle, o çevreye kendisini bilgisiyle, kişiliğiyle güvenilen bir insan, erdemli, dürüst bir meslek sahibi olarak tanıtmasıyla ve elbette araştırmakla, çalışmakla, çok çalışmakla mümkün olur.

Şimdi yeri gelmiş iken sizinle bir Afrika hikayesi, bir de yaşanmış bir hikaye, bir anekdot paylaşacağım.

Afrika’da sabah uyanan bir aslanın, bir kaplanın aklında, zihninde bir tek şey olurmuş. Düne göre daha hızlı koşmak. Çünkü içgüdüleriyle ve deneyimleriyle düne göre daha hızlı koşmaz ise aç kalacağını bilirmiş. Yine Afrika’da sabah uyanan bir ceylanın, bir geyiğin kafasında da bir tek şey olurmuş. Düne göre daha hızlı koşmak. Çünkü içgüdüleriyle, deneyimleriyle düne göre daha hızlı koşmaz ise bir aslana, bir kaplana yem olacağını bilirmiş.

Bu hikayenin kıssadan hissesi şudur: Başkalarıyla yarışmayın, kendinizle yarışın. Onun için düne göre daha hızlı koşun. Hayat da, insan hayatı da esasen bunu emreder. Çünkü hayat, hayatımız bisiklete binmeye benzer, pedalları çevirmezsek eğer düşeriz.

Yaşanmış hikaye, anekdot Ernst Hirsch’e aittir. Hirsch, 1933 yılında Hitler’in zulmünden kaçıp Türkiye’ye gelen, 1953 yılına kadar Türkiye’de ve hem İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde, hem de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde hocalık yapmış, çok sayıda yargıcın, avukatın, savcının yetişmesine emek vermiş  değerli bir akademisyendir. Weimer Cumhuriyeti Almanya’sını, Hitler Almanya’sını, Atatürk Türkiye’sini, İsmet Paşa Türkiye’sini, Demokrat Parti Türkiye’sini görmüş, Almanya’ya geri döndükten sonra demokratik Almanya’yı yaşamış, Berlin Üniversitesi Rektörlüğü yapmış bilge bir insan ve kendi başına tarih olan bir insandır.

Hirsch, 1940’lı yıllarda Ankara İstanbul arasında yaptığı bir tren yolculuğunda aynı kompartımanı paylaşan üç dört kişinin aralarında bir hukuki problemi tartışmalarına tanıklık eder ve konuşmalarından onların Yargıtay’a duruşmaya giden veya duruşmadan dönen avukat olduklarını anlar. Bu avukatlar aralarında epeyce konuştuktan ve tartıştıktan sonra bir mutabakata varamayınca Hirsch’e dönerler ve ‘Beyefendi sizin kim olduğunuzu, hukukla ilginizin, hukuk konusunda bir bilginizin olup olmadığını bilmiyoruz, ama hukuki konular akıl yürütmekle de çözümlenebilir, üzerinde tartıştığımız meseleyi bir de size anlatalım ve sizin de görüşünüzü alalım’ derler ve aralarında tartıştıkları hukuki meseleyi Hirsch’e anlatırlar.

Hirsch’in ‘Bana bir Türk Ticaret Kanunu verir misiniz’ demesi üzerine çantalarını açarlar ve Hirsch’e Türk Ticaret Kanunu’nu verirler. Hirsch ilgili maddeyi arar, bulur, okur ve kendi görüşünü ifade eder. Bunun üzerine yolculuk arkadaşları Hirsch’e ‘Beyefendi hukukçu olduğunuz anlaşılıyor, siz kimsiniz, yargıç mısınız, avukat mısınız, hoca mısınız’ diye sorarlar. Hirsch şu cevabı verir: ‘Kim olduğumu size söyleyeceğim, ama önce sizin kim olduğunuzu söyleyeyim. Sizler berbat hukukçularsınız, aranızda saatlerce tartıştınız, bir tekiniz kanunu açıp bakmayı düşünmediniz. Ben Hirsch’im. Türk Ticaret Kanununu ben şerh ettim. Ama buna rağmen ve görüşümü bildirmeden önce kanunu açtım, ilgili maddeyi buldum, okudum ve sonra görüşümü ifade ettim’ der.

Yaşanmış bu anekdotun kıssadan hissesi şudur: Başkalarına sorarak, bu yolla, yani protez bilgi edinmekle kendinizi geliştiremezsiniz. Bizzat araştırarak, doktrinde yazılanları okuyarak, yargı kararlarını takip ederek kendinizi geliştirebilirsiniz. Onun için başkalarına sorarak öğrenmek ve mesleğinizi bu şekilde yürütmek yerine, bizzat araştırarak bilgi sahibi olmayı, her somut olayda kanuna bakmayı, ben bunu biliyorum demeden kanunu okumayı alışkanlık haline getirin.

İyi avukat, iyi hukukçu olmak demek her şeyi bilmek demek değildir. Esasen hiçbirimiz ayaklı kütüphane değiliz ve hepimiz sadece kendi pratiğimizden geçen şeyleri biliyoruz. İyi avukat, iyi hukukçu demek neyi nerede bulacağını bilmek, bulduğu şey somut olaya uygulayabilmek ve o meseleyi çözmek demektir. Bu ise araştırmakla, incelemekle olur. Onun için mutlaka araştırın, inceleyin, bilgi sahibi olduktan sonra bilgisine, tecrübesine güvendiğiniz bir meslektaşınızla konuşun ve tartışın.

Düne göre daha hızlı koşabilmek için mutlaka, ama mutlaka bir yabancı dil ve tercihan günümüzde pek çok ülke yönünden ortak yabancı dil durumunda olan İngilizceyi öğrenin. Yerel kalmamak, kendinize ve geleceğinize yatırım yapmak, yabancı literatürü takip edebilmek ve mesleki kariyer edinmek için bu önemli. İleride aynı kulvarda buluşacağınız diğer avukatlara oranla tercih ve talep edilmeniz için de gerekli.

Bilgi şart, zamanı iyi kullanmak şart, iyi bir çevreye sahip olmak, o çevrede bilgisine, kişiliğine güvenilen dürüst bir avukat olarak tanınmak şart. Ama iyi bir avukat olabilmek, avukatlık mesleğinde iyi bir kariyer edinebilmek için bunlar yetmez. Bunlar kadar önemli olan bir diğer husus da işinizi ciddi biçimde, zamanında ve günü gününe takip etmeniz, yani iş disiplinine sahip olmanızdır. İş hayatında başarılı olan, mesleklerinde iyi bir kariyere sahip bulunan insanların hepsinin ortak özelliği disiplinli olmalarıdır. Disiplin sadece işle ilgili ve sınırlı değildir, aynı zamanda özel hayatta da disiplinli olmak, disiplinli yaşamak şarttır.

Herhangi bir meslekte, aynı meslekten olanlara göre tercih edilmek için sizin onlardan daha fazla artınızın, donanımızın olması gerekir. Bu farkı yaratabilmek için master ve doktora yapın.

Avukatlık mesleğinde yasal olarak uzmanlaşma kurumu yok. Uzmanlaşma bağlamında ve genel olarak ceza ve özel hukuk ayrımı var. Disiplinler arası bağlantı olması nedeniyle diğer disiplinler hakkında da bilgi sahibi olmak her ne kadar gerekli ise de, bir alanda uzmanlaşın.

Mesela Vergi Hukuku konusunda uzmanlaşın. Zira Vergi Hukuku daha hala bakir bir alandır. Avukatların çok fazla ilgi göstermedikleri bir alandır. Öyle olduğu için de bu alan, günümüzde avukatlardan daha çok yeminli mali müşavirlerin, muhasebecilerin tekelindedir.

Arabuluculuk eğitimi alın, arabuluculuk sınavına girin, bu işin tekniğini öğrenin ve arabuluculuk yapın. Daha henüz tam olarak yerleşmemiş olmakla birlikte, arabuluculuk giderek gelişen, uygulama alanı genişleyen, gelecek vaat eden bir kurumdur.

Hem CV’nizi zenginleştirmek, hem de mesleki bilgi ve pratiğinizi geliştirmek için sertifikalı eğitim programlarına katılın ve dahi marka patent vekili olun.

Bütün bunları yapabilmek için kendinize güvenin, yapamam demeyin, Ahmet yapıyorsa, Ayşe yapıyorsa ben de yaparım deyin. Neden mi kendinize güvenin? Anlatayım. Alman şairi, oyun yazarı, tiyatro yönetmeni Bertolt Brecht’in “Bay Kerner’in Öyküleri” adıyla yazdığı eğitici, öğretici hikayeleri vardır. Bu hikayelerden birisinde Bay Kerner, bir gün vadide yürürken, birden ayaklarının suyun içinde olduğunu farkı eder, ama pek önemsemez. Suyun giderek yükseldiğini görünce, içinde yürüdüğü vadinin denizle bağlantısı olduğunu, suların yükselme zamanının geldiğini anlar. Suyun çok fazla yükselmeyeceğini düşünür ve hatta yükselmemesini umut eder. Suyun giderek yükselmesi ve çenesine kadar gelmesi üzerine, bir kayık bulmak umudu ile çevresine bakar. Kayık bulmaktan umudunu kesince ve suyun boyunu aşmaya başlaması üzerine yüzmeye başlar. Ve anlar ki, kayık kendisi. Kayık sizsiniz. Bunu bilin, başkalarına değil kendinize güvenin, o yapıyorsa, ben de yaparım deyin ve yapın.

Atinalı asker ve devlet adamı Perikles ‘yönetimle ilgileniniz’ diyor. Hem yönetimle ilgilenmek, hem de kendinizi geliştirmek için mutlaka üyesi olduğunuz baronun kurullarında, komisyonlarında, organlarında görev üstlenin. Bu sizi mesleki yönden geliştireceği gibi çevre edinmenizi, çevrenizi genişletmenizi de sağlar. Dahası üyesi olduğunuz baronun yönetiminden şikayet etme hakkını kazanmak, ‘baro bizim için ne yapıyor’ diyebilmek için, önce kendinize ‘ben baro için ne yapıyorum’ diye sorunuz ve baronuz için, mesleğiniz için, ülkeniz için bir şeyler yapın.

İtalyan Marksist, sendikacı, gazeteci, olağanüstü bir siyaset felsefecisi olan, bu özelliklerinden dolayı Mussolini tarafından uzun yıllar hapishanede tutulan Antonio Gramsci ‘Hapishane Defterleri’ isimli eserinde, ‘toplumda herkes entelektüeldir, ama çok az insan entelektüel işlevini yerine getirir’ diye yazar. Meslek örgütünüz olan baronun organlarında, komisyonlarında, kurullarında görev üstlenmek, tam da Gramsci’nin ifade ettiği gibi ‘entelektüel bir işlevi yerine getirmektir’. Onun için de baronuzun organlarında görev üstlenin ve bunun manevi tatminini yaşayın.

Bir toplumda ve başkalarıyla birlikte yaşıyoruz. Kendimize karşı, ailemize karşı, sevdiklerimize, arkadaşlarımıza karşı görevlerimiz olduğu kadar, toplumumuza karşı da görevlerimiz, sorumluluklarımız, borçlarımız, yükümlülüklerimiz vardır. Bu nitelikteki toplumsal görevlere, yükümlülüklere, sorumluluklara sosyal sorumluluk adı veriliyor. Bu bağlamda, sosyal sorumluluk, etik çerçevede bir kuruluşun ya da bir bireyin kendi bireysel çıkarlarına olduğu kadar, toplumun genel çıkarlarının yararına da hareket etmesi, hizmet etmesi demektir. Diğer bir deyişle, sosyal sorumluluk, her bir bireyin ekonomi ve eko-sistem arasında bir denge sağlamak amacıyla gerçekleştirdiği bir çeşit görevdir. Topluma, insanlara, hayvanlara, doğaya karşı duyarlı bir biçimde hareket etmesidir. Bu amaçla kişinin kültürel, sosyal, ekonomik ve çevresel sorunlara ve ihtiyaçlara yönelik şekilde hizmet etmesi, duyarlı ve etik davranmasıdır. Buradaki en önemli amaç toplumsal faydadır. O halde, bu amaçla kurulmuş sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerinde yer almanız gerekir. Gramsci’nin ifade ettiği entelektüel işlevi yerine getirmenin bir diğer yolu, yöntemi ve aracı da budur. Bunları yaparak, bu hizmetlere gönüllü olarak katılarak empati, fedakarlık, hayırseverlik, yaşam felsefesi, bir gruba ait hissetme ve toplumsal değerler gibi birçok farkındalık ve olumlu kişilik özellikleri geliştirebilir, mesleki kariyerinizi ilerletebilir, en önemli sermayeniz olan bilginizi, tecrübelerinizi artırabilir, çevrenizi genişletebilirsiniz. Bunlar kadar önemli olan bir diğer husus da, bunları yapmanın verdiği, vereceği manevi tatmini duymak ve yaşamaktır. Dahası bunları yapmak suretiyle sizi okutmuş, meslek sahibi yapmış, size emek vermiş olan bu topluma karşı borcunuzu da ödemiş olursunuz.

Sevgili Gençler,

Stajınız bitti, ruhsatınızı aldınız, mesleği icra etmeye artık hazırsınız. O aşamada kendinize mesleği icra edeceğiniz bir kent, o kentte avukat sayısının daha az olduğu, ama gelişmeye elverişli bir bölge seçin ve mesleğinizi orada yapın.

Günümüzde avukatlık mesleğinin tek başına yapılması son derece zordur. Kira, yönetim gideri, elektrik, su, telefon giderleri çok fazla olduğu için zordur. Vergi oranları yüksek olduğu için zordur. Çok sayıda avukat olduğu, rakibiniz çok olduğu, rekabet koşulları çetin olduğu için zordur. Çok sayıda yeni disiplin ortaya çıktığı için zordur. Onun için anlaşabileceğiniz birkaç arkadaşınızla birlikte ofis açın.

Bu ortaklık Avukatlık Kanunu’nun 44/A maddesinde öngörülen şekliyle gelir ortaklığı, gelir gider ortaklığı şeklinde olabileceği gibi sadece gider ortaklığı şeklinde de olabilir. Ya da Avukatlık Kanunu’nun 44/B maddesi gereğince tüzel kişiliği olan bir avukatlık ortaklığı kurarak mesleğinizi icra etmeniz de mümkündür.

Şimdi yeri gelmiş iken, Avukatlık Kanunu’nda 2001 yılında yapılan değişiklikle getirilen Avukatlık Ortaklığı modeli hakkında da bazı şeyler söylemek isterim. Ne yazık ki, bu ortaklık modeli ülkemizde çok fazla rağbet görmedi ve dolayısıyla yerleşmedi. Aradan 17-18 sene geçmiş olmasına rağmen, bu statüdeki ortaklıkların Türkiye genelindeki sayılarının 50-60 civarında olması da bunun kanıtıdır.

O nedenle, yeni bir ortaklık modeline ihtiyaç bulunduğu aşikardır. ABD’de, İngiltere’de, Almanya’da, Hollanda’da, Fransa’da ‘limited liability company’, yani bizdeki ‘limitet şirket’ veya ‘limited partnership’ yani bizdeki ‘komandit şirket’ tarzı şirket modelleri esas alınmak, bu konulardaki önyargılarımızdan ve korkularımızdan kurtulmak, bu modelleri bizim yapımıza uygun hale getirmek suretiyle, yeni bir ortaklık modeli geliştirmek ve bu yönde çalışma yapmak gerekir.

Yine bizim ülkemizde de fiilen uygulanmakta olan Amerikalıların ‘two-tried partnership’, yani ‘iki katlı ortaklık’ olarak isimlendirdikleri ortaklık modeli esas alınabilir, bu model geliştirilebilir, yasal bir temele oturtulabilir. Bu modelde ortaklığın birinci katında ortaklığı kuranlar, ikinci katında ortaklığa daha sonra dahil olan ortaklar vardır. Her iki kattakiler de ortaklığın yönetiminde söz sahibidirler. Birinci kattakilerin ortaklık payları, gelir oranları, yönetimdeki söz hakları ikinci kattakilerden biraz daha fazladır, ama zaman içinde artışa tabidir. Bu tür ortaklıklarda ücret karşılığı çalışan avukatlar da vardır ve bunlar zaman içinde önce ikinci kata, daha sonra birinci kata yükselme olanağına sahiptirler. Bizim Avukatlık Yasamızda her ne kadar böyle bir ortaklık modeli düzenlenmemiş ise de, sizin böyle bir ortaklık modeli kurmanız hususunda yasal olarak hiçbir engel mevcut değildir.

Üyesi olacağınız baronun adli yardım ve CMK listelerine yazılın. Buradan yapılacak görevlendirmelerle hem gelir elde edebilir, hem de mesleki bilginizi, kariyerinizi geliştirebilir, deneyimlerinizi artırabilirsiniz.

Bankaların, sigorta şirketlerinin, elektrik, su, telefon işletmeciliği yapan özel kuruluşların, kamu kuruluşlarının ve bunların bağlı ortaklıklarının sözleşmeli avukatlığına talip olun.

Başlangıçta bir avukatın yanında ücretli olarak çalışmayı tercih ederseniz eğer, mutlaka çalışma şartlarını, ücret tutarını ve diğer sosyal haklarınızı düzenleyen ve belirleyen bir iş sözleşmesi yapın.

Hukuk haklı olanı değil, tedbirli olanı koruyan bir kurumdur. Serbest çalışacak olursanız eğer, bu olguyu dikkate alarak haklarınızı korumak için mutlaka ve mutlaka iş sahipleriyle ücret sözleşmesi bağıtlayın.

Kesinlikle ücretsiz ve yine üyesi olduğunuz baronun tespit ettiği asgari ücretin ya da asgari ücret tarifesinin altında bir ücretle iş takip etmeyin. Ücretsiz iş takibi Avukatlık Kanunu’na ve meslek kurallarına aykırı olmasının dışında, iş sahiplerinin sizin mesleki kişiliğinize ve emeğinize saygı duymamalarına neden olur. Tarifenin altında iş takip etmekle, avukatlık mesleğine yakışmayacak şekilde haksız rekabete, dolayısıyla mesleğin aşınmasına, emeğinizin istismar edilmesine sebebiyet verir, bunun tespiti durumunda disiplin kovuşturmasına, ardı sıra soruşturmasına muhatap olur, hem üzülür, hem mağdur olur, hem de meslek sicilinizi kirletirsiniz.

İşin takibini üstlendiğinizde, iş sahibi ile mutlaka görüşme tutanağı tanzim edin ve bu tutanağı birlikte imzalayın.

Sulh, davadan ve temyizden feragat gibi hakkı sona erdiren işlemleri mutlaka müvekkilinizin yazılı talimatıyla yapın.

İş sahibi adına tahsil ettiniz paraları yazılı belge karşılığında iş sahibine ödeyin veya bankayla havale edin.

Avukatlık bir güven mesleğidir, müvekkilinizin güvenini elde etmek ve bunu koruyabilmek için her duruşma sonrasında ve düzenli olarak iş sahibine yazılı olarak bilgi verin.

UYAP’a kaydolun, bunun için elektronik imza edinin. Bu size hem zaman kazandırır, hem de dava ve icra dosyalarınıza erişiminizi kolaylaştırır.

Değerli Arkadaşlar,

Less is more’, yani ‘az çoktur’. Bu maksim Alman mimar Van der Rohe’ye ait. Mezar taşında bu yazıyor. Az şeyle çok şey ifade etmek mimarlıkta önemli olduğu kadar avukatlıkta da önemlidir. O nedenle, dilekçeleriniz az ama öz olsun. Az şeyle çok şey ifade edin. Uzun yazarsanız dilekçeleriniz okunmaz. Ayrıca hata yaparsınız. Zira uzun dilekçe yazmak beraberinde hatayı getirir. Aynı şekilde duruşmalardaki konuşmalarınızı da mümkün olduğu kadar kısa tutun, meselenin özünü ortaya koyun ve kesinlikle şov yapmayın, bunun için de sesinizi ve vücut dilinizi iyi ayarlayın, aşırıya kaçmayın. Üslup da yumuşak ve nazik, ama ihtiyaç olduğunda eylemde sert olun. Zira avukata yakışan tarz budur, böyle olmalıdır.

Dava açmak veya açılan davaya cevap vermek satranç oynamaya benzer. Nasıl satrançta yaptığınız hamleyi geri alamazsanız, hamle yapmadan önce yaptığınız hamleye karşı diğer tarafın hamlesini hesap etmek zorunda iseniz,  dava dilekçesinde veya cevap dilekçesinde yazdıklarınızı da geri alamazsınız. Onun için hamlelerinizi dikkatle yapın, dava veya cevap dilekçenizi hazırlarken karşı tarafın hamlesini hesaba katın.

Ofisinizi iyi yönetebilmek, zamanınızı iyi değerlendirebilmek için iş sahipleriyle randevulu görüşün, onları sizinle bu şekilde görüşmeye alıştırın.

Ofisinizin tefrişi sade, kütüphaneniz zengin olsun. Ofisinizde işinizi yapmak için gerekli tüm donanımlarınız, bu bağlamda bilgisayarınız, yazıcınız, taramanız, internetiniz bulunsun. Ekonomik gücünüz elverirse sekreter edinin. Bu mümkün olmaz ise,  günümüzde oldukça işe yarar ofis yönetim ve işletim programları var, bunlardan birisini edinin ve kullanın.

Malumunuz hukuk haklar demek. Avukat olarak haklarınızın takipçisi olabilmemiz için haklarınızı bilmeniz gerekir. O nedenle Avukatlık Kanunu sık sık okuyun.

Kendinizi, kendi onurunuzu, meslek onurunuzu koruyabilmek, güvenilir bir avukat olabilmek için meslek kurallarına mutlaka uyun, bu amaçla meslek kurallarını sık sık gözden geçirin.

Avukatlık aynı zamanda bir vitrin mesleğidir. Bu vitrinin en önemli parçası da giyimdir. Onun için kılık kıyafetinize,  davranışlarınıza, oturmanıza, kalkmanıza, özetle kendinize özen gösterin.

Sevgili Gençler,

Yirmi birinci yüzyılın cahilleri okuma yazma bilmeyenler olmayacak, dün öğrendiklerini unutup yeni şeyler öğrenmeyenler olacak.’  Bu özlü söz Amerikalı fütürist Alvin Toffler’e ait. Dün öğrendiklerinizi, ezberlediklerinizi unutun ve yeni şeyler öğrenin. İçinde yaşadığımız zamanı uzmanlar dijital çağ olarak isimlendiriyorlar. Dijital çağın en önemli özelliği değişimin hızlı ve çok yönlü olmasıdır. Öyle ki küresel bir köy haline gelen dünyamızda para ve bilgi dünyayı çok hızlı şekilde dolaşmakta, pek çok konuda yola çıkarken bizi hedefe ulaştıracağını düşündüğümüz araçlar, argümanlar, fikirler daha yolun yarısına gelmeden işe yaramaz hale gelmektedir. Bu hızlı değişime uyum sağlayabilmek, eskimemek ve eksilmemek için kendinizi her alanda ve konuda sık sık yenileyin, bunun için de kirlenen, işe yaramaz hale gelen fikirlerinizi terk edin. Mevlana’nın ‘Her gün bir yerden göçmek ne iyi / Her gün bir yere konmak ne güzel / Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş! / Dünle beraber gitti cancağızım, / Ne kadar söz varsa düne ait / Şimdi yeni şeyler söylemek lazım’ demesi bundandır, bundan dolayıdır.

Yeni şeyler düşünmek yeni şeyler söylemek, özetle kendinizi yenilemek için okuyun. Çok okuyun. Sadece hukukla ilgili kitapları, makaleleri değil, tarihi, edebi, felsefi, siyasi eserleri ve romanları okuyun.   Okumak sadece bilginizi artırmaz, yazma, konuşma, düşünme, sorgulama becerinizi de geliştir, dahası size öğrenmeyi öğretir.

Hepimizin tek bir hayatı var, birçok şeyi o hayatı bizzat yaşayarak öğreniyor, kendimizi o hayata göre olduruyoruz. Kitaplar size başka hayatları, başkalarının hikayelerini öğretir, kişisel gelişiminize katkı yapar. Onun için okuyun, tek yönlü, tek taraflı değil, çok yönlü okuyun. Dahası sinemaya, tiyatroya, operaya, konserlere gidin, müzik dinleyin. Bir şiiriniz, bir şarkınız, bir türkünüz olsun.

Edebiyat olsun, sanat olsun, felsefe olsun bunların her biri ayrı ayrı bir büyüme sanatıdır, sizi, siz yapar. Bunlar sizi hayattan daha çabuk büyütür, daha çok oldurur. Hayata dair birçok şeyi kendi deneyimlerinize gerek kalmadan size öğretir. Bakışlarınızı, sezgilerinizi, içgüdülerinizi, duygularınızı, düşüncelerinizi geliştirir, olgunlaştırır, sizi rafine bir insan yapar.

Kafanızı, yorulan beyninizi boşaltmadan yeniden dolduramazsınız. Onun için dinlenmeye ihtiyacınız vardır, olacaktır. Sizi dinlendirecek, eğlendirecek bir hobi edinin.

Mesela yetmişinde bile zeytin ağacı dikeceksin. Çocuklara kalsın falan diye değil, yaşam yani ağır bastığı için’ diyor Nazım Hikmet. Ağaç dikmek, bahçeyle, çiçekle, doğayla, börtü böcekle uğraşmak sizi dinlendirir. Yetmişinde zeytin ağacı diken onun meyvesini yiyemez, ama ağaçlarla arkadaş olur, çiçeklerle dost olur, doğaya sevdalanır, yaşama bağlanır, bir hobi sahibi olarak yaşama sevincini artırır. Esasen Nazım’da bu dizeleriyle buna işaret ediyor.

Değerli Arkadaşlar,

Mal mülk edinmekten, şan ve şöhreti önemsemekten utanmıyorsunuz, ama ruhunuzla ilgilenmekten kaçınıyorsunuz.’ Bu sözler arkasında yazılı hiçbir şey bırakmadığı halde 2500 yıldır insanlığa rehberlik eden, yol gösteren Sokrates’e ait. Ünlü savunmasında söylüyor bunları.

İnsanın ruhu ile ilgilenmesi, yaşam felsefesinin iki temel ilkesini içerir. Bunlardan birincisi ‘kendine dikkat etmek’, ikincisi ‘kendini bilmek’ ilkesidir. Bu iki ilkeden insanın kendisine özen göstermesini, ilgi göstermesini emreden ‘kendine dikkat etmek’ ilkesi, bir tefekkürden daha çok bir eylem, bir teknik olan ‘kendini bil’ ilkesine işlerlik kazandırır.

Bu ilkeler, bizim şairimiz, usta şairimiz Şeyh Galip’in söylediği ‘Hoşça bak zatına, kim zübde-i alemsin sen/Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen’, yani ‘Kendine hoşça bak, / Kainatın gözbebeği insansın sen’ dizeleriyle, Anadolu bilgelerinin ‘eline, diline, beline sahip ol’ diyen öğretisiyle, bir diğer Anadolu bilgesi Yunus’un aynı anlama gelen ‘İlim ilim bilmektir / İlim kendini bilmektir / Sen kendini bilmez isen / Ya nice okumaktır’ dizeleriyle de örtüşür.

Fransız düşünür Michel Foucault’nun ‘Benlik Teknolojileri’ isimli eserinde ifade ettiği üzere, bu tekniklerin amacı, kişinin bu dünyanın gerçekleriyle daha etkili biçimde baş edebilmesini sağlamaktır. Diğer bir deyişle bu tekniklerin amacı, insanın kendisini bu dünyaya hazırlamasıdır.

Yine Eski Yunanda Sokrates’in rakibi Pythagorasçılar, öğrencilerine sağlıklı ve düzenli yaşamın erdemlerini öğretiyor, bu amaçla onları, benliklerinin efendisi olmanın bir yolu olarak sükutu ve dinleme sanatını öğrenmekle yükümlü tutuyorlardı.

Alkibiades I’ isimli eserinde Platon, bilge Sokrates’in henüz kamusal ve siyasal yaşamına başlamak üzere olan, halkın önünde konuşmayı, sitede dilediği her şeyi yapabilecek güçte olmayı, yani iktidar olmayı isteyen genç öğrencisi Alkibiades’i, gelecekteki kamusal ve siyasal yaşamın sorumluluklarına hazırlamak için ona ‘kendine dikkat etme/kendine özen gösterme’ tekniğini öğretişini anlatır.

Yazılış tarihi kesin olarak belli olmayan, sanal bir Platonik diyalog olması da olası olan ‘Alkibiades I’ diyalogunun ilk ilkesi, tüm Platoncu felsefenin de çıkış noktasını oluşturan ‘kendine dikkat etme/kendine özen gösterme’ ilkesidir.

Çok uzun olan bu diyalogun sonlarına doğru bilge Sokrates, genç Alkibiades’e şunları söyler; ‘Mutlu olmak için şehirlerin, ne duvarlara, ne üç sıra küreklilere, ne tersanelere, ne de nüfusa ve geniş arazilere ihtiyacı vardır. Şehrin ihtiyacı olan şey erdemdir, öyle değil mi? O halde şehir işlerini iyi görmek istiyorsan, şehirlilere erdem aşılamalısın. Peki, kişi kendinde olmayan bir şeyi başkasına verebilir mi? Elbette veremez. Öyleyse önce sen erdem edinmelisin; bu, yalnız kendinle ve kendine ait şeylerle değil, fakat aynı zamanda, şehirle ve şehre ait şeylerle de ilgilenmen demektir. Zira onları idare etmek isteyen kişinin her şeyden daha çok buna ihtiyacı vardır. Eğer eğri davranırsan, gözlerin karanlığa ve kötülüğe yönelir. Karanlıkta olursan, kendinle ilgili olarak cehalet içinde olursan, ihtimaldir ki, yapacağın iş de kötülük olur. Bir şehirde erdem yoksa kötülükler önlenemez. Alkibiades, mutlu olmak için, senin de, şehrin de edinmesi gereken ilk şey iktidar değil, erdemdir.’

Kişi erdemi, ‘kendisine dikkat etmekle, kendini bilmekle’ öğrenir. Öğrendiği zaman da dürüst yaşar, erdemli yaşar.

Eğer avukatlık mesleğinde bir kariyer edinmek ve bunu korumak istiyorsanız, hem özel hayatınızda, hem de meslek hayatınızda erdemli olun, dürüst olun, samimi olun, şeffaf olun. Yani ya olduğunuz gibi görünün, ya da göründüğünüz gibi olun. Ve dahi, ne meslek hayatınızda, ne özel hayatınızda hiç yalan söylemeyin. Daima doğruyu söyleyin. Her koşulda hakikati savunun, hakkın ve haklının yanında olun.

Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyor, size başarılar diliyor, sevgi ve saygılar sunuyorum.