TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ZİYA METEHAN ARISOY BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/22055)

 

Karar Tarihi: 15/11/2023

R.G. Tarih ve Sayı: 28/2/2024-32474

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Osman KODAL

Başvurucu

:

Ziya Metehan ARISOY

Vekili

:

Av. Kamile YILMAZ ARISOY

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, sözleşme konusu emtianın tesliminin taahhüt edilen tarihte yapılmaması neticesinde uğranılan manevi zararın tazmini talebiyle açılan davanın emsal kararlara aykırı şekilde reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/6/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, satın aldığı mobilyaların düğünden önce teslim edileceği taahhüt edilmesine rağmen taahhüt edilen tarihten yirmi altı gün sonra teslim edilmesi nedeniyle evliliğin ilk yirmi gününü mobilyasız geçirmek zorunda kaldıklarını, eşiyle huzursuzluk yaşadığını belirterek İstanbul Anadolu 1. Tüketici Mahkemesinde manevi tazminat davası açmıştır.

8. Mahkeme başvurucunun bedelini peşin ödemek suretiyle satın aldığı mobilyaların sözleşmede belirtilen tarihte teslim edilmemesi nedeniyle düğün merasiminden önce teslimin sağlanması konusunda yaşadığı zorlukların, aile içindeki huzursuzlukların, duyduğu üzüntünün, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarının gözönünde bulundurarak davanın kabulüne karar vermiştir. Karar, davalı tarafından temyiz edilmiş; Yargıtay 13. Hukuk Dairesi (Daire) 13/3/2018 tarihinde kararı şu gerekçe ile bozmuştur:

"...

Dava, manevi tazminat istemine ilişkindir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 58.maddesi (eski Borçlar Kanunu 49.md) hükmü uyarınca, manevi tazminata hükmedilebilmesi için, şahsiyet hakkının hukuka aykırı bir şekilde zarara uğraması gerekir. Kişilik haklarının zarar görmediği hallerde, eylem hukuka aykırı olsa dahi manevi tazminata hükmedilmesi olanaklı değildir. Somut olayda, farklı ürün teslimi ve geç teslimat nedeniyle, davacının kişilik haklarının zarar gördüğü kabul edilemez. Mahkemece, olayda manevi tazminat koşullarının bulunmadığı dikkate alınarak manevi tazminat isteminin reddi gerekirken yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

..."

9. Mahkeme, Dairenin bozma kararına uyarak davayı reddetmiştir. Başvurucunun temyiz ettiği kararı Daire 29/4/2019 tarihine onamıştır.

10. Bu karar 27/5/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

11. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun;

i. "Manevi tazminat" kenar başlıklı 56. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Hâkim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir.

..."

ii. "Kişilik hakkının zedelenmesi" kenar başlıklı 58. maddesi şöyledir:

"Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.

Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir."

iii. "Sorumluluğun ve giderim borcunun kapsamı" kenar başlıklı 114. maddesi şöyledir:

"Borçlu, genel olarak her türlü kusurdan sorumludur. Borçlunun sorumluluğunun kapsamı, işin özel niteliğine göre belirlenir. İş özellikle borçlu için bir yarar sağlamıyorsa, sorumluluk daha hafif olarak değerlendirilir.

Haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler, kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hâllerine de uygulanır."

2. Yargıtay İçtihatları

12. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12/2/2014 tarihli ve E.2013/13-492, K.2014/87 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... Davalar, tatil amaçlı kalınan otelde sağlığa zararlı yiyecek verilmesi nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacılar vekili; müvekkillerinin yurtdışından davalının işlettiği otele her şey dâhil sistemde tatil amaçlı olarak geldiklerini, otel hizmetlerinden yararlandıktan sonra basın organlarından kaldıkları otelin de aralarında bulunduğu otellerde domuz eti verildiğine dair haberler yer aldığını, bu olay nedeniyle maddi ve manevi zararları oluştuğunu ileri sürerek 100,00’er TL maddi 50.000,00’er TL manevi tazminatın faizi ile tahsili talebinde bulunulmuştur.

Davalı vekili; davacılara domuz eti yedirilmediğini, otellerinde yabancı turistler için domuz eti bulundurulduğunu bildirip davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; davalı tarafından ayıplı hizmet sunulduğu gerekçesiyle Borçlar Kanunu’nun 42. 43.ve 49. maddeleri gözetilerek davaların kısmen kabulü ile 100,00’er TL maddi 2000,00'er TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren faizi ile birlikte tahsiline karar verilmiş, davalı vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle karar bozulmuştur.

Yerel Mahkemece, önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun 4/A maddesinde öngörülen ayıplı hizmetin verilip verilmediği ve Borçlar Kanununun 49.maddesinde öngörülen manevi tazminat şartlarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.

Bilindiği üzere; 4822 sayılı Kanunla Değişik 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4/A. maddesinde: “Sağlayıcı tarafından bildirilen reklam ve ilanlarında veya standardında veya teknik kuralında tespit edilen nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan ya da yararlanma amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren hizmetler, ayıplı hizmet olarak kabul edilir.

Tüketici, hizmetin ifa edildiği tarihten itibaren otuz gün içerisinde bu ayıbı sağlayıcıya bildirmekle yükümlüdür. Tüketici bu durumda, sözleşmeden dönme, hizmetin yeniden görülmesi veya ayıp oranında bedel indirimi haklarına sahiptir. Tüketicinin sözleşmeyi sona erdirmesi, durumun gereği olarak haklı görülemiyorsa, bedelden indirim ile yetinilir. Tüketici, bu seçimlik haklarından biri ile birlikte 4 üncü maddede belirtilen şartlar çerçevesinde tazminat da isteyebilir. Sağlayıcı, tüketicinin seçtiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür.

Sağlayıcı, bayi, acente ve 10 uncu maddenin beşinci fıkrasına göre kredi veren, ayıplı hizmetten ve ayıplı hizmetin neden olduğu her türlü zarardan ve tüketicinin bu maddede yer alan seçimlik haklarından dolayı müteselsilen sorumludur. Sunulan hizmetin ayıplı olduğunun bilinmemesi bu sorumluluğu ortadan kaldırmaz.

Daha uzun bir süre için garanti verilmemiş ise, ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile ayıplı hizmetten dolayı yapılacak talepler hizmetin ifasından itibaren iki yıllık zamanaşımına tabidir. Ayıplı hizmetin neden olduğu her türlü zararlardan dolayı yapılacak talepler ise üç yıllık zamanaşımına tabidir. Ancak, sunulan hizmetin ayıbı, tüketiciden sağlayıcının ağır kusuru veya hile ile gizlenmişse zamanaşımı süresinden yararlanılamaz.

Ayıplı hizmetin neden olduğu zararlardan sorumluluğa ilişkin hükümler dışında, ayıplı olduğu bilinerek edinilen hizmetler hakkında yukarıdaki hükümler uygulanmaz.

Bu hükümler, hizmet sağlamaya ilişkin her türlü tüketici işleminde de uygulanır.

Hükmü yer almaktadır.

Aynı Kanunun 30.maddesinde de; 'Bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde genel hükümler uygulanır.' denilmektedir.

Tüketicilere verilen hizmetlerde sağlık koşullarına ve konusunda yasal düzenlemelerde yer alan standartlara uygun şekilde davranma yükümlülüğü vardır. Tüketicide reklam vs yollarla uyandırdığı güveni sarsacak ihmal ya da hatalar içinde de olmamalıdır.

Kanun koyucu bu nedenle tüketicinin ayıplı mal ve hizmetten kaynaklanan yasal başvuru yollarını düzenlerken, “her türlü zarardan dolayı yapılacak talepler” kavramına da yer verip, bu talepler için başvuru süresini daha da uzun tutarak, tüketici diğer haklarını kullansın kullanmasın, zararını bu yolla da giderebilmesi olanağı getirmiştir.

Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilme olup; duyulan acı ve çekilen ızdırap kişinin ruhsal bütünlüğünü bozucu etki yaratacağından bunun manevi zararı oluşturacağında da kuşku bulunmamaktadır.

Diğer taraftan olayda uygulama yeri bulan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49.maddesinde ise 'Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir. Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır. Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.'

Şeklinde düzenlemelere yer verilmiştir.

Yine, 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24.maddesi ise 'Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.' hükmüne yer verilmiştir.

Tüm bu yasal düzenlemeler göstermektedir ki, hâkim, hem tüketici hukukunu ve hem de açıkça atıf yapılan diğer yasal düzenlemeleri gözeterek, hal ve mevkiin icabına ve hatanın ağırlığına göre tazminatın suretini ve şümulünün derecesini tayin eyleyecek; hususi zararı da nazara alarak cismani zarara uğrayan kimseye manevi zarar namıyle adalete uygun tazminat verilmesine karar verebilecektir.

Yine şahsi menfaatleri haleldar olan kimse, hata vukuunda zarar ve ziyan ve hatanın hususi ağırlığı icap ettiği surette manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ itasını da dava edebilecektir.

Daha açık ifadeyle; manevi zarar, teknolojideki gelişmeler, ilişkilerde meydana gelen çeşitlilik, zarar türlerinin artması vs nedenlerle dar yorumlanmaması gereken, günün koşullarına ve olayın özelliğine göre hâkimin serbestçe takdir edeceği, bir zarar çeşididir. Bunun dar yorumlanması yasanın lafzına da ruhuna da uygun düşmeyecektir. Nitekim, yargısal uygulamalarda ve öğretide de aynı yaklaşım benimsenmiştir.

Kabul edilen yeni yaklaşıma göre, aralarında sözleşme ilişkisi bulunan taraflardan birisinin eylemi sözleşmeye aykırı olması yanında karşıdakinin ruhsal veya bedensel bütünlüğü açısından zarara da yol açıyorsa, haksız eyleme benzer bir etkinin varlığının kabulü ile oluşan manevi zararın tazmini gerekmektedir.

Aynı ilkelere; Hukuk Genel Kurulu kararlarına da yansımış; 12.12.2001 gün ve 2001/11–1161 esas, 2001/1152 k. sayılı; 13.06.2001 gün ve 2001/15–498 esas, 2001/508 k.sayılı; 11.04.2001 gün ve 2001/15–331 esas ve 2001/331 sayılı; 17.06.2009 gün ve2009/4-234 esas, 260 k. sayılı ilamlarda da yer verilmiştir.

Gerek yukarıda içerikleri açıklanan yasal düzenlemeler ve gerekse de yapılan tüm açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalının işlettiği tatil köyünde davacıların konakladığı dönemden kısa bir süre sonra yapılan denetimlerde sağlığa zararlı, son kullanma tarihi geçmiş ve menşei de tespit edilemeyen et ürünleri ve bu arada ayrıca domuz etinin de tespit edildiği görülmüştür. Bu durumda davacıların kaldıkları dönemde kendilerine de bu etlerden yedirildiği kanaati ile açtıkları manevi tazminat isteminin kabulüne ilişkin mahkeme kararı yerindedir.

..."

13. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 29/3/2022 tarihli ve E.2018/4-655, K.2022/413 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

12. Dava, organizasyon firması ile yapılan sözleşme gereği yapılması gereken düğün organizasyonunun yapılmamasından kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.

13. Manevî zarar, bir kimsenin hukuka aykırı bir fiil yüzünden çektiği bedenî acılarla ruhi elem ve üzüntülerin hepsine birden denir. Manevî zarar, gerçek anlamda bir zarar değildir; zira mal varlığında bir azalmayı ifade etmez. Bir acının veya elemin maddî zararlar gibi parayla ölçülmesine imkân yoktur. Bu sebeple manevî bir zararın şu veya bu miktardaki parayla giderileceği söylenemez. Buna rağmen, haksız fiilden doğan bedenî veya ruhî ızdıraplar için bir tazminatın ödenmesi, bu ızdırapların hafiflemesine, hiç değilse bazı avunma çarelerinin bulunmasına yardım edebilir. Tazminat ödenmesini gerektiren manevi zararlar nelerdir? Bunları üç gruba ayırmak mümkündür:

1) Beden tamlığının ihlâlinden doğan acı ve üzüntüler;

2) Ölüm dolayısıyla ölene yakından bağlı olan kişilerin duydukları acı ve üzüntüler;

3)Genellikle kişilik haklarının ihlâlinden doğan acı ve üzüntülerdir (Akman, Sermet/Burcuoğlu, Halûk/Altop,Atillâ/ Tekinay, Selâhattin Sulhi.: Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 655-656).

14.22.06.1966 tarihli ve 1966/7 E., 1966/7 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da;“Esasen manevi tazminat, ne bir ceza, ne de gerçek manasında bir tazminattır. Ceza değildir; çünkü, davacının menfaati düşünülmeksizin, sorumlu olana hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük değildir. Mamelek hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını amaç edinmediği için de,gerçek manasında bir tazminat, mağdurda veya zarara uğrayanda bir huzur hissi, bir tatmin duygusu tevlit etmelidir.” denilerek manevî tazminatın mal varlığına ilişkin olmadığı ve kendine özgü bir tazminat olduğu açıkça vurgulanmıştır.

15. Bilindiği üzere, borçlunun ifa etmekle yükümlü olduğu borcunu yerine getirememesi durumunda borca aykırılık meydana gelmektedir. Borca aykırı davranan kişi, bu davranışı ile neden olduğu zararı tazmin etmekle yükümlü olup, işbu yükümlülük neticesinde doğan sorumluluğa, borca aykırı davranıştan doğan sorumluluk denilmektedir. Sorumluluk bu anlamıyla tazminat borcunun kaynağıdır (Oğuzman, M. Kemal/Öz, Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2006, s. 14).

16. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (6098 sayılı TBK) borca aykırılıktan doğan sorumluluk nedeniyle manevi tazminat ödeneceğine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Sözleşmeye aykırılık tek başına manevi tazminat gerektirmez ise de, özel hâl ve şartlarda davacının kişilik haklarının zedelenmesi durumunda haksız fiilin neticelerini doğurmakta ve manevi tazminat gerektirmektedir. Gerçekten de 6098 sayılı TBK’nın 114. maddesinin 2. fıkrası gereğince haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hâllerine de uygulanır. Borca aykırı herhangi bir davranışın, alacaklının kişilik haklarının zedelenmesine neden olması mümkündür. Borcun zamanında veya hiç yerine getirilmemesi nedeniyle meydana gelen olaylarda duyulan acı, üzüntü ile borca aykırı davranışta bulunan borçlunun eylemi arasındaki nedensellik bağının nasıl kurulacağı önem taşımaktadır. Zira, salt sözleşmeye aykırı davranış manevi tazminat isteminin kabulü için yeterli olmayıp sözleşmeye aykırı davranışın haksız bir eylem olarak nitelendirilebilmesi sonucunda kişilik hakkı ihlâl edilebileceğinden nedensellik bağı bu durumda kurulabilmektedir.

17. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda borca aykırılıktan doğan sorumluluk nedeniyle manevi tazminat ödeneceğine dair bir hüküm olmaması nedeniyle Kanun'un 114/2 maddesi delaletiyle58. maddesinin olaya uygulanması gerekecektir.

18. 6098 sayılı TBK’nın 58. maddesi ile ilgili açıklamalarda bulunmadan önce 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun(TMK) 24. maddesine değinmekte yarar vardır. Bu maddede; 'Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.' hükmü yer almaktadır.

19. 6098 sayılı TBK’nın 'Kişilik Hakkının Zedelenmesi' başlıklı 58. maddesinde ise; 'Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.' düzenlemesine yer verilmiştir.

20. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ve Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesi ile koruma altına alınan kişilik hakları, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru, sır alanı, mesleki itibarı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir. Görüldüğü üzere, 6098 sayılı TBK’nın 58. maddesi gereğince kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir.

21. Burada kural olarak doğrudan doğruya zarar görme koşulu aranmaktadır. Ancak kişilik değerlerinin kapsam ve çerçevesi, yerleşik değer yargılarına ve yaşam deneyimine bağlı olarak belirlenmelidir. 6098 sayılı TBK’nın 58. maddesi genel bir düzenleme olup, öngördüğü koşullar gerçekleştiğinde, ruhsal uyum dengesi sarsılanın, kişilik değerlerine saldırı nedeniyle manevi tazminat isteyebilmesi olanağı vardır.

22. Yapılan tüm açıklamalardan sonra somut uyuşmazlığa gelindiğinde; davacılardan [M.A.]’nin, oğlu [V.] ile yeğeni [E.]’un düğünlerini 24.08.2014 tarihinde Sultaşa Otelinde yapmaya karar verdiği, 770 kişilik düğün organizasyonun otelde yapılması için davalılar ile anlaşma sağlandığı, anlaşma gereği düğün öncesi hizmet bedelinin bir kısmının ödendiği, bu anlaşma üzerine düğünün gerçekleşeceği düşüncesiyle davetiye bastırarak dağıttığı, düğün gününü çevresine duyurduğu, ancak davalıların düğünden bir gün önce organizasyonu yapamayacaklarını bildirdiği, davacıların da düğünü başka bir organizasyon şirketine yaptırdığı anlaşılmaktadır.

23. Davalıların sözleşmeden doğan borçlarını yerine getirmedikleri ve düğün organizasyonunu yapmadıkları sabittir. Nikâh, düğün gibi özel öneme sahip, insan hayatında genellikle bir kez yaşanan, tekrarı mümkün olmayan önemli günlerin herhangi bir sorun çıkmadan yaşanmak istenmesi doğaldır. Zirâ, bu özel günlerde yaşanan olumsuz durumların gelin, damat ve yakınları için ömür boyu üzüntü kaynağı olacağı tartışmasızdır.

24. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; davacıların aynı gün ve saatte aynı yerde yapılacak olan iki düğününe ilişkin organizasyon davalılarca düğünden bir gün önce bildirilmek suretiyle yerine getirilmemiş, davacılar başka bir firma ile anlaşarak düğünün aynı yerde yapılmasını sağlamışlardır. Her ne kadar düğün aynı gün ve saatte aynı yerde yapılmış ise de organizasyonda aksamalar olduğu gibi bu sürecin bir bütün olarak davacılarda acı ve üzüntüye neden olduğu ve kişilik haklarını zedelediği kabul edilerek TBK’nın 58. maddesi gereğince uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerekmektedir.

..."

14. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 11/2/2008 tarihli ve E.2007/11539, K.2008/1701 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"

...

3-Davacılar, 2004yılı tatil haklarını kullanamamaları ve bu nedenle yaşadıkları manevi yıkım ve üzüntü nedeniyle de manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır. Borçlar Kanununun 49. maddesine göre kişilik hakları haksız saldırıya uğrayan kimse manevi tazminat isteyebilir. Aynı Kanunun 98. maddesi delaletiyle sözleşmeye aykırılık halinde de 49. maddenin uygulanacağı tartışmasızdır. Kişinin onuru, saygınlığı gibi kişilik haklarını oluşturan değerlere ve Anayasa ile güvence altına alınan temel hak ve hürriyetlere saldırı halinde manevi bir zarar, başka bir ifade ile kişilik hak ve değerlerinde irade dışında gerçekleşen bir eksilmenin oluştuğunun kabulü gerekir. Dava konusu olayda davacıların, sözleşme tarihinden itibaren sekiz yıl gibi uzun bir süre belirli yer ve standardı olan davalılara ait tesislerde tatillerini geçirdikleri, 2004 yılında ise tamamen davalıların sözleşmeye aykırı fiilleri nedeniyle bu haklarını kullanamadıkları, tesislere kadar gittikleri halde içeri alınmadıkları, bu nedenle hayal kırıklığı, moral bozukluğu ve üzüntü yaşadıkları göz önünde tutulduğunda, öte yandan olayın tamamen davalıların akde aykırı fiillerinden kaynaklanmış olması, davacıların herhangi bir kusurlarının bulunmaması karşısında, dava konusu olayda kişilik hak ve değerlerinde irade dışında oluşan bir eksilmenin, dolayısıyla manevi bir zararın gerçekleştiğinin kabulü gerekir. O halde mahkemece tarafların ekonomik ve sosyal durumları araştırılıp takdir edilecek bir manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, kişilik haklarına saldırının bulunmadığından bahisle yazılı şekilde manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.

..."

15. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 20/10/2014 tarihli ve E.2014/15331, K.2014/32162 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Dava manevi tazminat istemine ilişkin olup, davacı davalıdan tur satın aldığını ancak Avustralya'dan alınan vize tarihlerindeki hata nedeniyle tura katılamadıklarını kendilerine son gün haber verildiğini ve çoktan yola çıkmış olduklarını, hatanın davalı şirketin ihmali ve kusurundan kaynaklandığını bu nedenlerle kişilik haklarının zedelendiğini ve 20.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsilini istemiştir. Davalı ise olayın kendi kusurlarından kaynaklanmadığını ve davacının mağduriyetini gidermek için hediye çeki önerdiklerini, vize tarihleri konusunda takdirin vize talep edilen ülkede olup bu konuda ihmallerinin olmadığını savunmuştur. Her ne kadar mahkemece, salt sözleşmeye aykırı davranışın manevi tazminat istemi için yeterli olmayıp kişilik haklarının da zedelenmesi gerektiği somut olayda kişilik haklarının zedelenmediği kanaati ile davanın reddine karar verilmiş ise de davacının çok uzun bir süre öncesinden rezervasyon yaptırdığı, sorunun davalı tarafından çok geç haber verildiği ve davacının havaalanına geldikten sonra tura katılamayacağını öğrendiği, diğer yandan davalının da kabulünde olduğu üzere davalı tur şirketi tarafından davacıya mağduriyetinin giderilmesi için hediye çeki önerildiği de göz önüne alındığında davacının şahsiyet haklarının hukuka aykırı olarak ağır bir şekilde zarar gördüğü dosya içeriği ile anlaşılmaktadır.

Bu durumda mahkemece; hak ve nesafet ilkeleriyle bağlı kalınarak, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, davalının kusurlu eyleminin davacıda uyandırdığı elem ve ızdırabın derecesi, istek sahibinin toplumdaki yeri, kişiliği, hassasiyet derecesi, saldırının niteliği göz önüne alınarak davacı yararına makul bir manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, mahkemece yazılı şekilde reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

..."

16. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 2/10/2018 tarihli ve E.2016/18595, K.2018/8877 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Davacı, davalılardan yatak odası takımı ile koltuk takımı satın aldığını, ürünlerin teslim tarihini sürekli olarak ertelediklerini ve mobilyaları teslim etmediklerini, düğün sonrasında eşyasız bir evde günlerini geçirdiklerini, siparişin üzerinden 5 ay, düğün üzerinden 2 ay geçmesine rağmen eşyaların teslim edilmediğini, ürünler için ödenen 7250.TL nin 4000.TL sinin iade edildiğini, ancak 3250.TL nin iade edilmediğini belirterek, bu bedelin faizi ile birlikte davalılardan alınarak kendisine ödenmesine, ayrıca 8000.TL manevi tazminatın da dava tarihinden yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı [...] A.Ş. vekili, şirketin tüketici davasına konu ürünlerin üreticisi olduğunu, ürünlerin satıcısının şirketin bayisi olan [...] Ltd.Şti. [ T.Mobilya] olduğunu, müvekkil şirketin üreticisi olduğu ürünlerden kaynaklanan bir davada taraf olabilmesi ve oluşan zararlardan sorumlu tutulabilmesi için davanın konusunun malın ayıplı olmasından kaynaklanan bir uyuşmazlığa ilişkin olması gerektiğini belirterek davanın müvekkili şirket yönünden reddine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı [...]Ltd.Şti. ise davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece, davalı [...] A.Ş. yönünden davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine; davalı [...] Ltd.Şti. nden davacının 3.250.00 TL alacağı bulunduğu ve 1.500,00 TL manevi tazminat takdiriyle kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2-Olayın oluş şekli, dosyadaki delil ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde mahkemece makul bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, makulün altında manevi tazminata hükmedilmesinde isabet görülmemiş olup, anılan husus bozmayı gerektirir.

..."

B. Uluslararası Hukuk

17. Uluslararası hukuk için bkz. Aşır Tunç, B. No: 2015/17453, 22/1/2019, §§ 28-38.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

18. Anayasa Mahkemesinin 15/11/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

19. Başvurucu, sözleşme konusu mobilyaların düğünden önce teslim edileceği taahhüt edilmesine rağmen taahhüt edilen tarihten yirmi altı gün sonra teslim edilmesi nedeniyle evliliğinin ilk yirmi gününü mobilyasız geçirmek zorunda kaldıklarını, eşi ve eşinin ailesiyle bu konuda huzursuzluklar yaşadığını, manevi zararının giderilmesi için açtığı manevi tazminat davasının reddedildiğini ancak aynı konuya ilişkin benzer davalarda manevi tazminat talebinin kabul edildiğini belirterek adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

20. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucununşikâyetinin özünün manevi zararının tazmini talebiyle açtığı davanın emsal kararlara aykırı şekilde reddedilmesine yönelik olması nedeniyle başvuru, adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer alan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

22. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

23. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme, bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına "ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesine göre "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı metne dahil" edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine "herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu" ibaresinin eklenmesinin amacının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54).

24. Adil yargılanma hakkı uyuşmazlıkların çözümlenmesinde hukuk devleti ilkesinin gözetilmesini gerektirmektedir. Anayasa'nın 2. maddesinde Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, Anayasa'nın tüm maddelerinin yorumlanmasında ve uygulanmasında gözönünde bulundurulması zorunlu bir ilkedir (Hakan Altıncan [GK], B. No: 2016/13021, 17/5/2018, § 44).

25. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön şartlarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; AYM, E.2014/183, K.2015/122, 30/12/2015, § 5). Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; AYM, E.2010/80, K.2011/178, 29/12/2011).

26. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).

27. İlgili mevzuatın ilk defa yorumlanmasında yetki ve görev bakımından farklı olan mahkemeler arasında farklılıkların ortaya çıkması doğaldır. Diğer bir deyişle değişik yargı kademelerinde görev alan hâkimlerin ilk defa uygulanan bir kuralı aynı şekilde yorumlaması mümkün olmayabilir. Ancak böylesi bir durumda mahkemelerin uygulamaları arasındaki uyumu ve içtihat birliğini sağlamaya yönelik mekanizmalar önem taşımaktadır. Yüksek mahkemelerin fonksiyonlarından biri de yargı kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamanı gerektirdiği açıktır (Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 58).

28. Bir kanun hükmüne ilişkin içtihadın henüz yerleşik hâle gelmediği bir aşamada o hükmün yargı organlarınca farklı biçimlerde yorumlanabilmesi hukukun doğası gereğidir. Zira hukukta nesnelliğin sağlanabilmesi açısından hukuk kurallarının belli ölçüde soyut kavramlar içermesi kaçınılmazdır. Nesnel hukuk kurallarının maddi âlemde gerçekleşen olaylarla birebir örtüşmesi ve bunlara uygulanması ise her zaman mümkün olmayabilir. Öte yandan hukuk kurallarının kapsamının tespitinde kural koyucu ne kadar titiz davranırsa davransın kuralın yürürlüğe girmesinden ve uygulanmaya başlanmasından sonra öngörülemeyen bazı yeni durumların ortaya çıkması da mümkündür. Bu gibi hâllerde kuralın yetkili otoritelerce ve özellikle yargı organlarınca yorumlanması zorunlu hâle gelmektedir. Kuralı yorumlayan otoritelerin birden fazla olması, bazı hâllerde kuralın birden fazla yorumlanmasını önlenemez kılmaktadır. Dolayısıyla hukuk kurallarının bu niteliği dikkate alındığında bir kanun hükmünün yargı organlarınca farklı biçimlerde yorumlanabilmesi ve kurala ilişkin farklı içtihatların varlığı, tek başına kuralın belirsiz ve öngörülemez olduğu yargısına ulaşmayı haklı kılmaz. Bununla birlikte birden fazla içtihadın varlığı bireyin hukuk kurallarının temel bir özelliği olan davranışını yönlendirebilme gücünü zayıflatacak bir boyuta ulaşmışsa kamu düzeninin bozulduğundan söz edilebilir. Bu durumda bireylerin davranışlarını hangi içtihada göre yönlendirecekleri belirsizleşeceğinden öngörülebilirlik ortadan kalkar (Ford Motor Company, § 59).

29. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkarır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir (Ford Motor Company, § 60; Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 52).

30. Özellikle aynı somut olay ve hukuksal durumdaki farklı kişilerce açılan davalarda birbiriyle çelişen sonuçlara ulaşılması hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşebilir. Yargı mercilerinin anılan ilkelerin bir sonucu olarak kamuoyu nezdinde yargıya olan güveni muhafaza etme bakımından kararlarında belli bir istikrar sağlaması beklenir. Bu itibarla içtihat değişikliği tek başına adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğurmaz ise de bu değişiklik ile benimsenen yeni yaklaşımın benzer uyuşmazlıklarda tutarlı olarak uygulanması gereklidir (Hakan Altıncan, § 48).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

31. Başvurucu, manevi zararın giderilmesi için açtığı manevi tazminat davasının reddedilmesinden yakınmıştır. Bu bağlamda sözleşme konusu mobilyaların düğünden önce teslim edileceği taahhüt edilmesine rağmen taahhüt edilen tarihte teslim edilmemesi, evliliğinin ilk yirmi gününü mobilyasız geçirmek zorunda kalması, eşi ve eşinin ailesiyle aralarında huzursuzluk çıkması nedeniyle manevi zararın oluştuğunu ifade etmiştir.

32. Somut olayda Daire 13/3/2018 tarihli bozma kararında, 6098 sayılı Kanun'un 58. maddesi gereğince manevi tazminata hükmedilebilmesi için şahsiyet hakkının hukuka aykırı bir şekilde zarara uğraması gerektiğini, kişilik haklarının zarar görmediği hâllerde eylem hukuka aykırı olsa bile manevi tazminata hükmedilmesinin mümkün olmadığını, farklı ürün teslimi ve geç teslimat nedeniyle başvurucunun kişilik haklarının zarar gördüğününkabul edilemeyeceğini belirtmiştir.

33. Yukarıda belirtilen kararından önce Daire 11/2/2008tarihli kararında (bkz. § 14) özetle davacılar tarafından 2004 yılı tatil haklarının davalının sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle kullanılamaması, bu nedenle duyulan manevi yıkım ve üzüntünedeniyle açılan manevi tazminat davasında karar tarihi itibarıyla yürürlükte olan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 49. maddesine göre kişilik hakları haksız saldırıya uğrayan kimsenin manevi tazminat isteyebileceğini, aynı Kanun'un 98. maddesi delaletiyle haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümlerin kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hâllerine de uygulanabileceğini, bu nedenle haksız fiile ilişkin 49. maddenin uygulanması gerektiğini belirterek sözleşmeye aykırılık hâlinde de manevi tazminata karar verilebileceğini ifade etmiştir.

34. Daire; bireysel başvuruya konu karardan önce 20/10/2014 tarihinde verdiği kararında (bkz. § 15) özetle davacının katılacağı tur nedeniyle yaptırdığı rezervasyonun iptali üzerine açtığı manevi tazminat davasında davacının şahsiyet haklarının hukuka aykırı olarak ağır bir şekilde zarar gördüğünü ifade etmiş, hak ve nesafet ilkeleriyle bağlı kalınarak tarafların sosyal ve ekonomik durumları, davalının kusurlu eyleminin davacıda uyandırdığı elem ve ızdırabın derecesi gözetilerek davacıya manevi tazminat verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

35. Daire 2/10/2018 tarihinde bireysel başvuruya konu kararından yaklaşık yedi ay sonra ise aynı konuya ilişkin verdiği kararda (bkz. § 16) düğün tarihinden sonra teslim edilmeyen mobilyalar nedeniyle uğranılan manevi zararın tazmini gerektiğini kabul ederek mahkemece hükmedilen tazminatın yetersiz olduğu gerekçesiyle kararı bozmuştur.

36. Dolayısıyla Dairenin sözleşmeye aykırı davranış nedeniyle davacıların kişilik haklarının zarar görmesi, bir diğer ifadeyle kusurlu olarak manevi üzüntüye neden olunması hâlinde manevi tazminata karar verdiği görülmüştür. Somut olayda ise Daire bireysel başvuruya konu kararda farklı bir sonuca ulaşmıştır. Daire önceki içtihadından farklı karar verirken neden bu içtihattan ayrıldığına dair herhangi bir açıklamada bulunmamış, buna dair bir gerekçe de göstermemiştir. Bu karardan sonra da kişilik hakkının zedelenmesi iddiasıyla açılan manevi tazminat davasında yine önceki içtihatları doğrultusunda karar vermiştir (bkz. § 16). Bu bağlamda içtihat farklılığının Yargıtay Dairesi kararlarından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

37. Diğer taraftan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da (bkz. § 13) sözleşmeye aykırılığın tek başına manevi tazminatı gerektirmese de özel hâl ve şartlarda kişilik haklarının zedelenmesi durumunda haksız fiilin neticelerini doğuracağını ve manevi tazminatı gerektirebileceğini, bu durumda 6098 sayılı Kanun'da borca aykırılıktan doğan sorumluluk nedeniyle manevi tazminat ödeneceğine dair bir hüküm olmadığından Kanun'un 114. maddesinin (2) numaralı fıkrasının delaletiyle haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümlerin kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hâllerine de uygulanacağı, dolayısıyla olayda haksız fiile ilişkin 58. maddenin uygulanmasının gerektiğini belirtmiştir.

38. Bu bağlamda sözleşmeye aykırılık nedeniyle kişilik hakkının zedelenmesi iddiasıyla açılan manevi tazminat davalarında Daire kararlarında içtihat farklılığının bulunduğu, Dairenin bireysel başvuruya konu kararının benzer uyuşmazlıklar yönünden Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından da benimsenmediği anlaşılmıştır. Kararlarda tutarlı ve yeknesak bir uygulamanın sağlanamaması hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşeceği gibi bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına güvenini de zedeleyebilir. Bu itibarla başvurucu için öngörülemez nitelikte olan uygulama nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin zedelendiği sonucuna ulaşılmıştır.

39. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. GİDERİM

40. Başvurucu, ihlalin tespiti ile tazminat talebinde bulunmuştur.

41. Başvuruda tespit edilen hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). Diğer taraftan ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebi kabul edilmemiştir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması için İstanbul Anadolu 1. Tüketici Mahkemesine (E.2018/482, K.2018/1006) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.164,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/11/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.