TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
SADIK YILMAZ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2020/24134) |
|
Karar Tarihi: 30/10/2024 |
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Basri BAĞCI |
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Kenan YAŞAR |
|
|
Ömer ÇINAR |
Raportör |
: |
Çağlar ÖNCEL |
Başvurucular |
: |
1. Sadık YILMAZ |
|
|
2. Pınar BAHÇECİ |
|
|
3. Umut Can YILMAZ |
Vekili |
: |
Av. Bülent MARAKLI |
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu ölüm olayının meydana gelmesi, bu olaydan doğan manevi zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının ölümle neticelenen olayın seyri ile sağlık çalışanlarının olası sorumluluğunu aydınlatmaya imkân vermemesi ve yargılamanın makul bir süratle yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Birinci başvurucunun eşi, diğer başvurucuların annesi olan H.Y. 2/5/2012 tarihinde Çukurova Aşkım Tüfekçi Devlet Hastanesinde (Hastane) morbid obezite nedeniyle mide küçültme ameliyatına alınmıştır. Anılan tıbbi müdahale sonrasında yapılan kontrollerde drenden kaçak olduğu belirlenerek 21/5/2012 tarihinde yeniden ameliyata alınan H.Y., 29/5/2012 tarihinde Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesine (Üniversite Hastanesi) sevk edilmiştir. H.Y., Üniversite Hastanesi yoğun bakım servisindeki tedavisi sırasında 7/7/2012 tarihinde vefat etmiştir.
3. Başvurucular 7/2/2013 tarihinde Adana 2. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde; ölen yakınlarının farklı bir sağlık sorunu olmaksızın yalnızca aşırı kilolu olması nedeniyle -hekim tavsiyesi üzerine- ameliyatı kabul ettiğini beyan etmiştir. Tıbbi müdahale sırasında H.Y.nin yemek borusunun kesildiğini ayrıca anılan müdahaleden sonraki tedavi sürecinde sıvı alımına izin verilmesi nedeniyle akciğerinin zarar gördüğünü belirten başvurucular, meydana gelen neticenin ilgili hekimin kusurlu davranışlarından kaynaklandığını belirterek toplam 370.000 TL destekten yoksun kalma tazminatı ile manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
4. Mahkeme, dosyayı bilirkişi incelemesi için Adli Tıp Kurumuna (ATK) göndermiştir. ATK 1. İhtisas Kurulu 26/2/2014 tarihli raporunda; H.Y.ye uygulanan tanı ve tedavinin tıp kurallarına uygun olduğunu, cerrahi operasyon sonrası gelişen durumların olası komplikasyonlar olduğunu bildirmiştir. Raporda, ayrıca söz konusu komplikasyonların fark edilerek anılan kişiye müdahale edildiği ve sorunun devamı nedeniyle bir üst merkeze sevkinin yapıldığı vurgulanarak davalı idareye yönelik hizmet kusuru tespit edilemediği sonucuna ulaşmıştır. Başvurucular, rapora itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; cerrahi müdahale sırasında H.Y.nin yemek borusunun kesilmesine ve akabindeki tedavi sürecinde sıvı almasına izin verilmesine ilişkin bir açıklama yapılmadığını ileri sürmüştür. Başvurucular, ayrıca hekimin tıbbi müdahale öncesinde işlemin olası sonuçları hakkında ayrıntılı bilgilendirme yapmadığını beyan etmiştir.
5. Mahkeme 30/4/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; ATK raporuna atıfla H.Y.ye uygulanan tanı ve tedavilerin tıp kurallarına uygun olduğu, cerrahi operasyon sonrası gelişen durumların olası komplikasyon niteliği taşıması nedeniyle idareye atfedilebilecek bir hizmet kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir.
6. Başvurucular, itiraz dilekçesinde ileri sürdükleri hususları tekrar ederek temyiz talebinde bulunmuştur. Danıştay Onuncu Dairesi 4/11/2019 tarihinde vekâlet ücreti dışındaki temyiz taleplerinin reddine, hükmün vekâlet ücretine ilişkin kısmının düzeltilerek onanmasına oyçokluğuyla karar vermiştir. Karşıoy gerekçesinde; başvurucuların davaya konu tıbbi müdahaleden önce işlemin olası sonuçlarına ilişkin ayrıntılı bilgilendirme yapılmadığını ileri sürdükleri nitekim hasta dosyasındaki onam formunun matbu nitelikte olup somut olaya ilişkin bilgilendirme içermediğinin anlaşılması karşısında başvurucular lehinde manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
7. Başvurucular, nihai kararı 2/6/2020 tarihinde tebliğ aldıktan sonra 13/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
8. Komisyon, başvurucunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
II. DEĞERLENDİRME
9. Başvurucular; yakınlarının ölümü ile sonuçlanan tıbbi müdahale sürecinde anılan işlemin olası sonuçları hakkında bilgilendirme yapılmadığını, hatalı müdahalede bulunularak H.Y.nin yemek borusunun kesildiğini ayrıca tedavisi sırasında sıvı alımına izin verilmesinin akciğerlerinde hasar oluşturduğunu beyan etmiştir. Yargılama sürecinde ileri sürdükleri somut olguları gözardı eden bilirkişi raporuna yönelik itirazlarının Mahkemece dikkate alınmadığını ve yaklaşık yedi yıl gibi uzun bir sürede karar verilebildiğini belirten başvurucular, davanın haksız şekilde reddedilmesinin sonucu olarak maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
10. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde konuya ilişkin Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları ile ilgili mevzuat hükümlerine yer verilerek mevcut başvuru kapsamındaki ihlal iddialarına ilişkin incelemede bu hususların dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
11. Başvuru, yaşam hakkı kapsamında incelenmiştir.
12. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
13. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen Anayasa’nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete negatif yükümlülükler yanında egemenliği altındaki kişilerin yaşamlarının korunması için bazı pozitif yükümlülükler de yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51; Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14844, 1/12/2016, §§ 57, 58).
14. Anılan pozitif yükümlülükler, sağlık alanında yürütülen faaliyetler için de geçerlidir. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde; herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak … amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini” düzenleyeceği ve bu görevini kamu kesimindeki ve özel kesimdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır. Bu sebeple devlet; sağlık hizmetlerini, kamu veya özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirildiğine bakmadan hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, §§ 34, 35; Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri, §§ 59, 60). Şüphesiz anılan düzenlemeler, sağlık personellerinin sahip olmaları gereken yüksek mesleki standartları da içermelidir (Ayhan Keçeli ve diğerleri, B. No: 2019/24231, 23/2/2022, § 81).
15. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükleri kapsamında devlet, yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir yargısal sistem kurmakla da yükümlüdür. Bu usul yükümlülüğü şüpheli her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 52, 54; Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri, § 61).
16. Kasıtlı öldürme ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunsa da kasıtlı olmayan eylemler açısından farklı bir yaklaşım benimsenebilir. Bu bakımdan genel olarak ihmal suretiyle ortaya çıkan diğer ölümlerde olduğu gibi tıbbi ihmal sonucu ortaya çıktığı iddia edilen, bir başka ifadeyle tedavinin kusurlu, yanlış veya gecikmiş olması ya da sağlık çalışanlarının tedavi sırasındaki koordinasyon eksiklikleri sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olaylarında da etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük; mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olmasıyla yerine getirilmiş sayılabilir (Ayhan Keçeli ve diğerleri, § 84; bazı farklılıklarla birlikte bkz. Nail Artuç, § 37; Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri, §§ 62-64).
17. Ölümün tıbbi ihmalden değil de sağlık durumunun ciddiyeti bilinen ya da bilinmesi gereken hastaya gerekli acil sağlık hizmetinin sunulmaması sonucu meydana geldiği ya da sağlık hizmetlerinde var olan ve yetkililerce bilinen veya bilinmesi gereken ancak ortadan kaldırılması için gerekli önlemlerin alınmadığı sistemsel veya yapısal bir işlevsizliğin hastanın sağlık hizmetlerinden yoksun kalarak ölmesine neden olduğu durumlarda, sorumlular aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması yaşam hakkının ihlaline neden olabilir (Ayhan Keçeli ve diğerleri, § 85; benzer yöndeki değerlendirme için ayrıca bkz. Kenan Sayın, B. No: 2013/5376, 14/10/2015, § 47).
18. Yaşam hakkı kapsamındaki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılan tazminat talepli davalarda makul derecede ivedilik ve özen şartının yerine getirilmesi gerekmektedir (Perihan Uçar, B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 52; Ayhan Keçeli ve diğerleri, § 86). Tıbbi ihmal iddiasıyla açılan tazminat talepli davalar yönünden etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü, özellikle yargılamanın makul sürede tamamlanmasını gerektirir. Bu gereklilik; gerçeklerin ve tıbbi tedavinin uygulanması sırasında yapılan muhtemel hataların bilinmesine, ilgili kurumların ve sağlık personelinin olası eksikliklerini gidermesine ve benzer hataların önlemesine, dolayısıyla sağlık hizmetlerinden yararlanan herkesin güvenliğinin sağlanmasına hizmet etmektedir. Dolayısıyla gecikme için inandırıcı ve makul gerekçeler bulunmadığı sürece yargılamaların uzunluğu, yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin ihlaline neden olacaktır (Ayşe Terzi ve Mustafa Terzi, B. No: 2020/3325, 13/2/2024, § 12). Öte yandan yargı mercilerinin özenli inceleme yapmayükümlülükleri, yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine sonuca varılmasını garanti etmez (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).
19. Son olarak ifade etmek gerekir ki herhangi bir davada bilirkişi incelemesine başvurulmasının gerekli olup olmadığına karar vermek ya da başvuru dosyasındaki mevcut tıbbi bilgilerden hareketle bir davada görüş bildiren bilirkişilerin vardıkları sonuçların veya sahip oldukları bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığını irdelemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Delillerin ve bilirkişi incelemesi de dâhil olmak üzere delillerin değerlendirilmesinde kullanılan araçların kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları kural olarak yargı mercilerinin takdirinde olan bir husustur ve açık hata veya keyfîlik ihtiva etmemesi hâlinde Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz. Bu bakımdan tıbbi ihmal iddiasıyla yapılan başvurularda yaşam hakkının usul boyutunun incelenmesi sırasında yapılması gereken iş, başvuruya konu edilen tam yargı veya tazminat davasının, ölümle neticelenen olayın seyrini ve sağlık personelinin olası sorumluluğunu aydınlatmaya imkân verip vermediğini belirlemektir (Ayhan Keçeli ve diğerleri, § 87; benzer yöndeki değerlendirme için ayrıca bkz. Bağı Akay ve diğerleri, B. No: 2014/5101, 22/6/2017, § 56).
20. Somut başvuruda başvurucular, yakınlarının acil sağlık hizmetlerine erişimden mahrum bırakılması sonucu öldüğüne dair bir iddia ileri sürmemiştir. Başvurucular, yetkililerin bildikleri veya bilmeleri gereken sistemsel veya yapısal bir eksiklik bulunmasına rağmen gerekli tedbirlerin alınmaması ve/veya yapısal eksiklik sonucu yakınlarının acil sağlık hizmetlerine erişimden yoksun kalarak öldüğünü de iddia etmemiştir. Ayrıca başvuru dosyasındaki bilgi ve belgeler de buna işaret etmemektedir. Başvurucular, yakınlarına yönelik cerrahi müdahale sırasında ve müdahaleden sonraki tedavi sürecinde hatalı davranıldığı için öldüğünü öne sürmektedir. Bu tespitler doğrultusunda başvurunun tıbbi ihmale ilişkin olduğu kabul edilmelidir.
21. Tıbbi ihmal iddialarının söz konusu olduğu hâllerde devletin egemenliği altındaki kişilerin yaşamlarının korunması yönündeki pozitif maddi yükümlülüğü, ister kamu hastanelerinin ister özel hastanelerin hastaların yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almalarını sağlayıp sağlık çalışanlarının yüksek mesleki standartlara sahip olmalarını temin edecek etkili bir mevzuat oluşturmaktan ibarettir. Oluşturulan mevzuat, kişilerin yaşamının korunması yönünden yapısal bir eksik olmadığı sürece sağlık çalışanlarının hastayı tedavi ederken yaptığı değerlendirme hataları, tedavi sürecindeki gecikmeler ya da tedavi sırasında sağlık çalışanları arasında yaşanan koordinasyon eksikleri devleti yaşam hakkının maddi boyutunun ihlalinden dolayı sorumlu tutmak için yeterli değildir (Ayhan Keçeli ve diğerleri, §§ 89, 90). Olay tarihinde yürürlükteki hukuki çerçevenin başvurucuların yakınının yaşamının korunması konusunda herhangi bir eksiklik ihtiva etmediği görülmüştür. Dahası başvurucuların bu yönde bir şikâyeti de yoktur. Bu belirlemeler ışığında ve tedavi sürecindeki değerlendirme hatalarının yaşam hakkının maddi boyutunun ihlali için tek başına yeterli olmadığı da dikkate alındığında, somut başvuruda yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
22. Anılan değerlendirmenin ardından yaşam hakkının usul boyutu kapsamında başvuruya konu edilen tam yargı davasının ölümle neticelenen olayın seyri ile sağlık çalışanlarının olası sorumluluğunu aydınlatmaya imkân verip vermediği, yargılamada makul derecede ivedilik ve özen şartının yerine getirilip getirilmediği incelenmelidir.
23. Somut olayda başvurucuların yakını H.Y.nin vefatının aydınlatılabilmesi için yargılama sürecinde ATK 1. İhtisas Kurulundan bilirkişi raporu alındığı görülmüştür. Anılan raporda; başvurucuya yapılan cerrahi müdahale sonrasında gelişen durumların olası komplikasyon niteliği taşıması nedeniyle başvurucunun tedavisine katılan hekimlere ve yardımcı personeline atfı kabil kusur bulunmadığı bildirilmiştir. Başvurucular tarafından yakınlarının yemek borusunda oluşan kesi ile ilgili bir açıklama yapılmadığı, tedavi sürecinde H.Y.nin sıvı almasına izin verilmesi nedeniyle akciğerlerinin zarar gördüğü, ayrıca müdahaleden önce imzalatılan aydınlatılmış onamın yetersiz olduğuna ilişkin itirazda bulunulmuştur ancak Mahkemenin başvurucuların esasa etkili olduğu değerlendirilen iddia ve itirazlarını karşılamak üzere anılan cerrahi müdahale ve tedavi sürecinde sağlık personeline neden kusur atfedilemeyeceğini objektif ve bilimsel veriler çerçevesinde aydınlatabilecek bir ek rapor ya da yeni bir bilirkişi raporu almaksızın karar verdiği görülmüştür.
24. Bununla beraber 2013 yılında başlayan tazminat talebine ilişkin yargılama süreci 6 yıl 8 ay 23 günde kesin olarak tamamlanmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere tıbbi ihmal bağlamında yaşam hakkı kapsamındaki usul yükümlülüğü, yargılamaların makul bir süre içerisinde tamamlanması güvencesini de barındırmaktadır. Tıbbi ihmal davalarının makul bir süratle yürütülmesi, hata/ihmal tespit edildiği takdirde benzerlerinin önlenmesi bağlamında sağlık hizmetinden faydalanan herkesin güvenliği açısından önem arz etmektedir. Başvurucuların yakınının 2012 yılında vefat ettiği, bilirkişi incelemesine konu tıbbi belgelerin dava açıldığı tarihte hâlihazırda mevcut olduğu ve yargılamanın bu bağlamda belirsizlik, bilgi/belgeye ulaşmada güçlük ve/veya olağanüstü bir karmaşıklık içermediği anlaşılmıştır. Diğer taraftan tazminat davası sürecinde mevcut olan tıbbi belgeler üzerinden bilirkişi görüşü alınmasının dava sürecini uzatacağı, bilimsel raporun yazılmasının zaman alacağı açık olmakla birlikte hazırlanma süresi yaklaşık beş aya [Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarından yapılan tespitlere göre] tekabül ettiği anlaşılan raporun tek başına yedi yıla yaklaşan yargılama süresini haklı ve makul kılacak bir sebep oluşturmadığı değerlendirilmiştir. Tüm bu hususlar dikkate alındığında yargılamanın makul bir süratle yürütüldüğünden söz edilemeyecektir. Bu itibarla tazminat davasına ilişkin yargısal sürecin olayın seyrini ve sağlık personelinin olası sorumluluğunu aydınlatmaya imân vermediği gibi söz konusu sürecin makul bir süratle yürütülmemesi nedeniyle de yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği kanaatine ulaşılmıştır.
25. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkına ilişkin pozitif yükümlülükler bağlamında usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
26. Başvurucular ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması ve 100.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
27. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
28. Yaşam hakkının usul boyutu yönünden ihlalinin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için ayrıca manevi zararları karşılığında başvuruculara -talepleriyle bağlı kalınarak- net 100.000 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
IV. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 2. İdare Mahkemesine (E.2013/298, K.2014/963) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvuruculara net 100.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. 446,90 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.446,90 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 30/10/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.