I. Giriş

Bu yazımızda; Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu’nun 27.04.2023 tarihli ve 2020/1554 başvuru numaralı Gülseren Çıtak kararında gerçekleştirdiği içtihat değişikliği incelenecektir. AYM bu kararında, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m.141’de düzenlenen tazminat başvurularının birbiri ile ilişkisi ve bunun “başvuru yollarının tüketilmesi” koşuluna etkisi konusunda yeni bir yaklaşım ortaya koymuştur.

II. Başvurunun Konusu ve Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi

Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında üç gün boyunca gözaltında kaldıktan sonra serbest bırakılmış, yargılama sonucunda beraat etmiş ve beraat kararının kesinleşmesinin ardından 5271 sayılı Kanun m.141 kapsamında tazminat talebinde bulunmuştur. Talebi inceleyen mahkeme, başvurucuya CMK m.141/1-e uyarınca 500,00-TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiş ve vekalet ücretine yönelik maddi tazminat talebini ise reddetmiştir. Başvurucu, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek AYM’ye başvurmuştur.

5271 sayılı Kanunun "Tazminat istemi" kenar başlıklı 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;

a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,

e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,

Kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler".

AYM; beraat veya kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildikten sonra yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davaları üzerine yapılan bireysel başvurularla ilgili çeşitli kararlar verildiğini hatırlatmıştır. AYM önceki kararlarında; 5271 sayılı Kanun m.141/1-e bendi uyarınca açılan tazminat davalarının, Anayasanın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvurular bakımından olağan başvuru yollarının tüketildiği anlamına gelmediğini belirtmiştir. AYM bunun gerekçesini ise; salt soruşturma veya kovuşturma sonunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararına dayanılarak, anılan bent uyarınca tazminat talebinde bulunulabilmesinin Anayasanın sağladığı bir güvence değil, kanundan kaynaklanan bir imkan olduğu şeklinde açıklamıştır. Bu doğrultuda; önceki kararlarda, Anayasanın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamına giren tazminat hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvurular yönünden başvuru yollarının usulünce tüketildiğinin kabulü için, 5271 sayılı Kanun m.141/1-a uyarınca bir dava açılması ve başvuruya konu bu tedbirlerin kanuna (hukuka) aykırı olduğunun esas itibarıyla (genel hatları ile de olsa) derece mahkemeleri önünde tüm aşamalarda ileri sürülmesi gerektiği ifade edilmiştir.

AYM Gülseren Çıtak kararında, süre gelen içtihadını açıkladıktan sonra bu içtihadın değişmesi gerekliliğinin doğduğunu belirtmiştir. AYM bu gerekliliği iki sebeple açıklamaktadır:

i. AYM ilk olarak; A.A. ve Eyyüp Güneş kararlarına atıf yaparak, bu kararlarda başvurucuların başvuru yollarını tüketip tüketmediğinin belirlenmesinde zorluklar yaşandığını, bu sebeple AYM bölümleri arasında farklı yaklaşımların ortaya çıktığını kaydetmiştir. AYM’ye göre; bazı başvurularda[1] başvurucuların tazminat davası açarken sadece yakalama, gözaltı veya tutuklamanın haksız olduğunu söylemesi başvuru yollarının tüketilmesi bakımından yeterli görülmezken, bazı başvurularda[2] bu yeterli görülmüş, yine bazı başvurularda[3] başvurucuların tazminat davası açarken sadece suçu işlediklerine ilişkin delil olmamasına rağmen tutuklandıklarını veya gözaltına alındıklarını söylemeleri bu tedbirlerin hukuki olmadığının özü itibariyle ileri sürülmesi bakımından yeterli görülmüştür.

ii. AYM ikinci olarak ise; başvuru yollarının tüketildiği kabul edilen başvurularda kişilere derece mahkemeleri tarafından CMK m.141/1-e bendi kapsamında verilen tazminatın nasıl değerlendirileceği ve yeniden yargılamaya hükmedilmesinin gerekli olup olmadığı konusunda da farklı kararlar ortaya çıktığını vurgulamıştır. AYM, bölümler tarafından verilen kararlarda yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunup bulunmadığı konusunda fikir ayrılığı bulunduğunu tespit etmiştir.

AYM sorunları tespit ettikten sonra, bu konularda içtihatta yeknesaklık oluşması amacıyla aşağıdaki belirlemelerde bulunmuştur:

i. İlk soruna ilişkin olarak, haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilenlerin 5271 saylı Kanunun 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunu tükettikten sonra yakalama, gözaltı veya tutuklamanın hukuki olmadığı ve ödenen tazminatın yetersiz olduğu iddiasıyla yapılan başvurularda, başvuru yollarının tüketilmiş kabul edilebilmesi için 5271 sayılı Kanunun 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında bir tazminat davası açmasının yeterli olacağı sonucuna varılmıştır. Bu durumda, başvuranların ayrıca (a) bendi kapsamında tazminat davası açmaları da gerekmemektedir.

ii. Bu çerçevede söz konusu bent kapsamında açılan davalarda hukuka aykırılık kanun gereğince kabul edildiğinden ağır ceza mahkemesince bu bende dayanılarak tazminat ödenmesi durumunda Anayasanın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında yapılacak inceleme, tazminat miktarının yeterli olup olmadığını belirlemekle sınırlı olacaktır.

iii. İkinci soruna ilişkin olarak ise; tazminatın yetersiz olduğu sonucuna varılması halinde Anayasanın 19. maddesinin üçüncü fıkrası ile bağlantılı olarak dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi ve ihlalin mahkeme kararından kaynaklanması nedeniyle yeniden yargılamaya hükmedilmesi gerekmektedir. Kararın; ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere mahkemeye gönderilmesi halinde derece mahkemesinin yapacağı şey, Anayasa Mahkemesi’nin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarını dikkate alarak yeni bir tazminat miktarı belirlemek olacaktır.

AYM; yeni içtihadı doğrultusunda, başvurucunun 5271 sayılı Kanun m.141/1-e uyarınca açtığı tazminat davasını gözönünde bulundurarak, gözaltının hukuka aykırılığı iddiası bakımından başvurucunun başvuru yollarını tükettiği kabul edilmesine oyçokluğu ile karar vermiştir.

AYM, esas yönünden yaptığı değerlendirmede, yapılacak incelemenin başvurucuya hükmedilen tazminat miktarının yeterli olup olmadığının belirlenmesi ile sınırlı olacağını vurgulamıştır. AYM’ye göre, başvurucuya mahkeme tarafından ödenmesine karar verilen 500,00-TL tutarın AYM’nin benzer durumlarda hükmettiği tazminat miktarıyla aynı olması gerekmemekle birlikte, manevi tazminat miktarının somut olayın koşullarında tazminat hakkının özünü zayıflatacak ölçüde düşüktür.

AYM ayrıca; başvurucunun beraat ettiği davada avukatına ödediği vekalet ücretinin, tazminat davasında başvurucu lehine maktu vekalet ücretine hükmedildiği gerekçesiyle reddedilmesini de değerlendirmiştir. AYM’ye göre 5271 sayılı Kanun m.142/6’da tazminat talebinin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında, mahkemenin gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hakimlerinden birine yaptırmaya yetkili olduğu belirtilmesine rağmen derece mahkemesinin bu konuda bir araştırma yapmadığını belirtmiştir. AYM; öte yandan bu maktu vekalet ücretinin başvurucuya ödendiği kabul edilse bile, bu miktarı aşan kısmın neden maddi zarar kapsamında değerlendirilmeyeceği, haksız gözaltı tedbiriyle arasında illiyet bağı olup olmadığı, illiyet bağı varsa talep edilen bu ücretin gerekli ve makul olup olmadığı hususlarında kararda açıklama yapılmadığını tespit etmiştir.

Açıklanan sebepler doğrultusunda AYM, Anayasanın 19. maddesinin üçüncü fıkrası ile bağlantılı olarak dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine ve kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere yerel mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir.

Karşıoy kullanan 7 üyeye göre ise; çoğunluk tarafından ortaya koyulan yorum ve bu yoruma dayalı olarak oluşturulan içtihadın kimi kararlarda istikrarlı şekilde uygulanamamış olması ya da başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği hususunda her bir olay yönünden bazı tereddütlerin yaşanması, henüz 18 aylık bir ömrü olan içtihadın değiştirilmesine gerekçe oluşturmamalı, sözkonusu aksaklık ve tereddütler başka şekilde giderilmelidir. Karara muhalif kalan üyeler; öte yandan, yalnızca soruşturma veya kovuşturma sonunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı ya da beraat kararına dayanılarak, 5271 sayılı Kanun m.141/1-e uyarınca yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davasına ilişkin olarak yapılan bireysel başvurularda Anayasanın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiği iddiasının, “bireysel başvuru yolunun ikincilliği” ilkesi gereği incelenmesinin isabetli olmadığını ifade etmişlerdir.

Değerlendirmemiz

Anayasamızın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliğine sahip olduğunu düzenlemektedir. Maddenin ilgili hükümlerine göre; “(3) Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir. (9) Bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir”.

AYM; başvurucunun iddiasının esasını değerlendirmeden önce, mevcut başvuruya benzer başvurularda AYM’nin farklı bölümlerinin farklı kararlar verdiğine dikkat çekmiştir. Yukarıda detaylı şekilde gösterildiği üzere, bu içtihat farklılığına CMK m.141’de öngörülen tazminat yoluna ilişkin hükümlerin birbiri ile olan ilişkisinin farklı şekilde yorumlanması yol açmıştır. Bu sebeple; aynı iç hukuk yollarını tüketen başvurucular hakkında farklı kararlar verildiği, kimi zaman esasa ilişkin inceleme yapıldığı kimi zaman ise esasa girilmeden başvurular hakkında başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemezlik karaları verildiği görülmektedir. Karşıoy gerekçesinde sözkonusu içtihat tutarsızlığı kabul edilmekle birlikte, bu sorunun başka suretle giderilebileceği savunulmuştur. Kanaatimizce; temel hak ve hürriyetlerin korunmasında iç hukuktaki nihai yargı merci konumunda olan Anayasa Mahkemesi’nin farklı bölümlerinin aynı hukuki meseleye ilişkin farklı yorum geliştirmeleri, başvurucular açısından hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurmaktadır. Bu nedenle; Genel Kurulun içtihat değişikliği yoluna giderek, başvuruların kabul edilebilirlik koşullarını açık ve öngörülebilir hale getirmesi olumlu bir gelişme olarak görülmelidir; zira başvurucuların tazminat davası açarken sadece “suçu işlediklerine ilişkin delil olmamasına rağmen tutuklandıklarını veya gözaltına alındıklarını söylemelerinin, bu tedbirlerin hukuki olmadığını özü itibarıyla ileri sürülmesi bakımından yeterli görüldüğü” kararlara güvenerek bireysel başvuruda bulundukları hallerde, sürpriz bir kararla karşı karşıya kalmaları sözkonusu olabilecektir. AYM’nin; “bir tedbirin yersiz veya haksız olmasının, onun hukuka aykırı olduğu anlamına geldiğinin kabul edilmesi gerektiği” yönündeki değerlendirmesi, muhtemel başvurucuların tereddütlerini gidermeye ve ilk bakışta karmaşık görünen sorunu kesin olarak çözmeye elverişli bir çözüm sunmaktadır.

Kaldı ki; AYM kararında atıf yapılan Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin yerleşik içtihadına göre, bir kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilmesi durumunda yakalama, gözaltı veya tutuklamanın hukuka aykırı olduğunun kabul edilmesi ve kişiye tazminat ödenmesi gerekmektedir. Bizzat Yargıtay’ın; yakalama, gözaltı ve tutuklamanın daha sonra verilen kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı ile hukuka aykırı hale geldiğini kabul ettiği gözönüne alındığında, AYM’nin içtihat değişikliğinin mevcut uygulamanın bireysel başvuru açısından da geçerli hale getirilmesinden ibaret olduğu görülmektedir. Bireylerin yararına olan yerleşik Yargıtay içtihadının AYM tarafından dikkate alınması, hiç kuşku yok ki temel hak ve hürriyetlerin korunması amacıyla bağdaşmaktadır.

Öte yandan, AYM bünyesindeki farklı yaklaşımlar nedeniyle bireysel başvuru hakkının kullanılmasının zorlaştırılması başvurucular açısından ek bir külfet oluşturmaktadır; zira kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra hakkında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatına karar verilen bir kimsenin, olası bireysel başvurunun kabul edilemez bulunacağı kaygısıyla, ayrıca CMK m.141/1-a uyarınca tazminat talebinde bulunması kendisi açısından ek bir külfet oluşturacak ve hak arama sürecini uzatacaktır.

İçtihat değişikliğinden önceki durumda, CMK m.141/1-e’de öngörülen başvuru yolu tüketildikten sonra AYM’ye başvuru yapılıp yapılamayacağı konusunda haklı tereddütler bulunmakta idi. Üstelik bu tereddütler, başvurucuların bilgi eksikliğinden çok AYM içtihadındaki farklılıklardan kaynaklanmakta idi. Başvurucuların; -kanaatimizce oldukça kısa bir süre olan- 30 günlük başvuru süresi içinde hiçbir tereddüt yaşamadan hangi hak arama yoluna başvurmaları gerektiğini bilmeleri, belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleri bakımından son derece önemli bir husustur. Bu nedenle, AYM Genel Kurulu’nun kabul edilebilirlik ölçütlerini sade ve öngörülebilir hale getirmesi olumlu karşılanmalıdır. Son yıllarda, kabul edilebilirlik ölçütlerinin AYM tarafından git gide daha katı bir biçimde uygulandığı düşünüldüğünde, sözkonusu içtihat değişikliğinin başvurucular açısından önemi daha iyi anlaşılacaktır.

Özetle;

Anayasa Mahkemesi’nin eski içtihadına göre “Kişi hürriyeti ve güvenliği” başlıklı Anayasa m.19’un dokuzuncu fıkrasında öngörülen tazminat hakkından faydalanabilmek için, ayrıca ve öncesinde “Tazminat istemi” başlıklı Ceza Muhakemesi Kanunu m.141/1-a’ya göre tazminat davası açılması gerektiği halde, yeni içtihatla bireysel başvuru hakkını kullanarak tazminat talebinde bulunabilmek için CMK m.141/1-a kapsamında tazminat davası açma gerekliliğine son verilmiştir. AYM’ye göre; birey hakkında takipsizlik veya beraat kararı verilmişse, artık tatbik edilen yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirleri de haksız olacağından, CMK m.141/1-a’dan ayrıca tazminat davası açma şartı getirilemez. Böylece; haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen bireyin hürriyetine getirilmiş kısıtlama haksız kabul edilmekle birey, sadece CMK m.141/1-e’den tazminat davası açıp sonuçlandırdıktan sonra AYM’ye gidebilecek, bir de ayrıca CMK m.141/1-a’dan tazminat davası açmak ve bu davanın bitmesini beklemek zorunda kalmadan AYM’ye bireysel başvuruda bulunabilecektir.

Son olarak; AYM, tazminat miktarının yetersiz olması nedeniyle verdiği ihlal kararlarının yeniden yargılama yapılmak üzere derece mahkemelerine gönderileceğini ve derece mahkemeleri tarafından AYM’nin benzer durumlarda verdiği tazminat miktarını dikkate alarak yeniden tazminata hükmedileceğini belirtmiştir. Bu durum; AYM’nin genel yaklaşımıyla uyumlu olmakla birlikte, yargı sürecini gereksiz yere uzatacak bir çözümdür. Derece mahkemeleri önünde yeterli tazminat elde edemeyen bir kişinin AYM’ye başvurması, başvurusunun sonuçlanması için birkaç yıl beklemesi, ardından derece mahkemesinin yeni bir yargılama yaparak yeni bir tazminat belirlemesi oldukça uzun bir zaman alacaktır. Bunun yerine AYM’nin doğrudan tazminata hükmetmesi, hem yargının iş yükünü hafifletecek ve hem de başvurucunun maruz kaldığı mağduriyetin en kısa sürede giderilmesine olanak tanıyacaktır. Kuşkusuz; tazminat miktarının hesaplanmasının uzmanlık ve detaylı inceleme gerektirdiği durumlarda, bu hesabın derece mahkemeleri tarafından yapılması en uygun yöntemdir. Ancak derece mahkemeleri tarafından CMK m.141 uyarınca ödenmesine hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olduğunun AYM tarafından tespit edildiği durumlarda, yeniden hesaplanacak tazminatın miktarı konusunda bizzat AYM’nin ortaya koyduğu standartlar belirleyici olmaktadır. Bu nedenle, yetersiz tazminat nedeniyle ortaya çıkan hak ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığını ve tazminat miktarının AYM tarafından belirlenmesinin işin doğasına en uygun yöntem olduğunu savunmak mümkün görünmektedir.

Av. Prof. Dr. Ersan Şen

Dr. Erkan Duymaz

Av. Berra Berçik

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-------------------

[1] İ.F., B. No: 2018/1168, 15/3/2022; Gülsel Bozkurt ve Tuncay Bozkurt, B. No: 2019/35784, 3/3/2022; H.A., B. No: 2018/17048, 15/3/2022; M.S., B. No: 2018/10434, 31/3/2022; A.Ö., B. No: 2018/7764, 16/6/2022

[2] Şevket Tayfur, B. No: 2020/11133, 16/3/2023; Orhan Aydın, B. No: 2020/19285, 19/10/2022.

[3] İbrahim Uçar, B. No: 2020/9972, 9/2/2023, Burhan Çavaş, B. No: 2020/26547, 31/1/2023; Güven Kılıç, B. No: 2020/29564, 15/3/2023; Mehmet Polat, B. No: 2020/602, 17/11/2022; Dilek Ulu Kılıç, B. No: 2020/29563, 19/1/2023.