Medeni Kanunumuzun “tüzel kişiler” başlığı altında düzenlenen 47. Maddesinde; tüzel kişilik “Başlı başına bir varlığı olmak üzere örgütlenmiş kişi toplulukları ve belli bir amaca özgülenmiş olan bağımsız mal toplulukları” şeklinde tanımlanmıştır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere, tüzel kişilik kendisini meydana getiren kişi veya mal topluluklarından bağımsız olarak faaliyet göstermektedir.

Bağımsızlığın sonucu olarak da gerçekleştirilen faaliyetlerden tüzel kişiliğin kendisi bizzat sorumludur. Ortaklarının ise kanuni istisnalar hariç sınırlı sorumluluğu bulunur. Böylelikle tüzel kişilik kapsamında gerçekleştirilecek büyük faaliyetlere karşı ortaklar bir nevi koruma altına alınmıştır. Nitekim Medeni Kanunumuzun 50. maddesi bu hususu düzenlemekte;

(1) Tüzel kişinin iradesi, organları aracılığıyla açıklanır.

(2) Organlar, hukuki işlemleri ve diğer bütün fiilleriyle tüzel kişiyi borç altına sokarlar.”

Tüzel kişiliğin, faaliyetlerini organları vasıtasıyla gerçekleştirmesinin sonucu olarak gerçekleştirilen hukuki işlem ve diğer bütün faaliyetler, tüzel kişilik üzerine borç yükler. Bunun neticesinde meydana gelen her türlü borçtan, yükümlülükten veya sorumluluktan tüzel kişilik bizzat sorumlu olur. Ancak; “ortaklar tarafından tüzel kişiliğin içinin boşaltılması” ya da “tüzel kişiliğin danışıklı olarak satılması” gibi kulağa aşina gelen durumlarda, hak sahibi kişilerin mağduriyete uğradığına zaman zaman şahit oluruz. Peki bu ve benzeri durumlarda, hak sahibi mağdurlar, tüzel kişilikten haklarını nasıl elde edebilecektir?

Tüzel kişiliğin sorumluluğunun tam, ortaklarının sorumluluğun ise sınırlı olması; bazen kendisini oluşturan kişilerce yükümlülüklerinden, borçlarından ve sorumluluklarından kurtulmak için kötü niyetli olarak kullanılmaktadır. Bu kişiler tüzel kişilik perdesinin arkasına saklanarak tüzel kişiliği bir araç olarak kullanmaktadır. Bunun neticesinde ise çoğu kişi zarara uğramakta ve karşılarında zararlarını tam anlamıyla tazmin edebilecek bir muhatap bulamamaktadır.

Hal böyle olunca; Medeni Kanunumuzun 2. maddesinde belirtilen dürüstlük kuralına aykırı bir durum ortaya çıkmakta ve hukuk normlarımız bu nedenle kötü niyeti korumamaktadır. Kaynağını bu maddeden alarak ortaya çıkan “tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi”, tüzel kişiliği kötü niyetli olarak kullanan kişilere karşı ileri sürülebilecek, onların tüzel kişiliğin arkasına saklanarak yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınmalarının önüne geçilmiş olacaktır. Tabi istisnai bu durumun oluştuğu iddiası hemen her olayda ileri sürülememekte, bazı koşulların varlığı aranmaktadır. Bununla birlikte Yargıtay, tüzel kişilik perdesinin aralanması için aranan şartlar gerçekleşmemiş olsa dahi bu kez benzer bir teoriye “organik bağ” teorisine atıf yaparak kötü niyeti bertaraf etme çabasındadır. Tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisine göre daha rahat uygulama alnı bulan organik bağ teorisinin de temeli dürüstlük kuralıdır. Aralarındaki temel fark; perdenin kaldırılması teorisi, çoğunlukla borçlu tüzel kişiliğin kötü niyetli ortaklarının sorumluluğuna gidilebilmesi için kullanılmaktadır. Organik bağ ilişkisindeki amaç ise; tüzel kişiliği meydana getiren ortakların, temsilde farklı kişiliklere yer vererek ortaklar dışındaki kişilerin, tüzel kişiliğe karşı sahip olduğu haklarını elde etmesini engellenmesinin önüne geçilmeye çalışılmasıdır.

Görüldüğü üzere; tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi daha çok borçlu şirket nezdindedeki kötü niyetli ortaklara karşı uygulama alanı bulurken; organik bağ teorisi ise farklı şirketler veya temsilciler arkasına gizlenerek faaliyetlerini yürütüp borçlarını ve yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınan kişilere karşı uygulama alanı bulur. Bu hususlara yönelik Yargıtay 9. Hukuk Dairesince verilmiş 2015/9375 Esas, 2015/13938 Karar No’ lu ilamda;     
 

“…Bu anlamda; tüzel kişilik hakkının kötüye kullanılması, kanuna karşı hile, işçiye zarar verme(haklarının alınmasını engelleme), tarafta muvazaa(hizmeti kendisine verdiği halde başka bir kişiyi kayıtta işveren olarak gösterme) ve namı müstear yaklaşımı nedeni ile dolaylı temsil söz konusudur. Bu durumların söz konusu olduğu halde tüzel kişilik perdesinin aralanması sureti ile gerçek işveren veya organik bağ içinde olan tüm işverenler sorumlu tutulmaktadır. Organik bağ ise şirketlerin adresleri, faaliyet alanları, ortakları ve temsilcilerinin aynı olmasından, aralarındaki hukuki ilişkilerin tespitinden anlaşılır…”

SONUÇ OLARAK;

Birden fazla tüzel kişiliğin hisselerini elinde bulunduran kişi veya kişi gruplarının, şirket alacaklılarını zarara uğratma kastıyla hareket edememeleri için geliştirilmiş ve uygulamada yerini sıkça bulan kavramlardır “organik bağ” ve “tüzel kişilik perdesinin aralanması” Şirket ortaklarının aynı kişiler olması, şirketi temsile yetkili kişilerin aynı kişiler olması, şirket adreslerinin aynı veya çok yakın olması, aynı faaliyet alanında birden fazla şirket kurulması gibi olguların, organik bağın varlığına delalet ettiğini kabul edilmiştir.