CEZA HUKUKU AÇISINDAN DEPREMDEN DOĞAN ZARARLI SONUÇLAR VE KUSURLULUK HALLERİ

Türkiye, dünyada en çok felaketlerin yaşandığı ülkeler arasında 4. Sırada yer almaktadır.[1] Özellikle depremler ülkemizde pek çok zarara neden olmaktadır.

Türkiye dünyanın en aktif deprem kuşaklarından biri üzerinde bulunmaktadır. Geçmiş yıllarda ülkemizde çok sayıda yıkıcı deprem olmuş, binlerce kişi ölmüş, yaralanmış ve pek çok maddi kayıplar yaşanmıştır.  Türkiye’nin deprem haritasına bakıldığında pek çok bölgede fay hatlarının bulunduğu görülmektedir. Üzerinde yaşadığımız coğrafya adeta fay hatları ile çarmıha gerilmiş durumdadır.  Depremlerin gelecekte de olmaya devam edeceği gerçeği ile yaşamak zorundayız.

Deprem sözlüksel anlamı ile  “yer kabuğunun derin katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi veya yanardağların püskürme durumuna geçmesi yüzünden oluşan sarsıntı, yer sarsıntısı, hareket, zelzele” şeklinde tanımlanabilir.[2]

Başka bir söylem ile deprem kavramını, yerkabuğu içindeki kırılmalar sebebiyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve kara yüzeyini sarsması şeklinde tanımlamak mümkündür.[3]

Deprem nedeniyle yıkılan binalar pek çok ölüme, yaralanmaya ve maddi zarara neden olabilmektedir. Deprem nedeniyle ortaya çıkan bu zararlı sonuçlar ilgili kişiler ve kurumlar açısından sorumluluk doğurmaktadır.

Deprem nedeniyle ortaya çıkan sorumluluk türleri

Deprem nedeniyle ortaya çıkan sorumluluğu 3 ayrı başlık altında incelemek mümkündür:

1) Siyasi sorumluluk,[4]

2) Cezai sorumluluk,

3) Mali (hukuki) sorumluluk.

Cezai sorumluluk, ceza hukukundan doğan sorumluluk türüdür.[5] Kişilerin suç işlemesi durumunda cezai sorumluluk söz konusu olacaktır. Bu nedenle deprem nedeniyle ortaya çıkan zararlı sonuçlar, yani kişilerin olması veya yaralanması ve benzeri durumlar nedeniyle cezai sorumluluk ortaya çıkacaktır. Bundan başka yine görevliler açısından bazı suçların oluşması da mümkündür.

Hukuk sistemimizde tüzel kişilerin cezai sorumluluğu yoktur. Burada bir tüzel kişi olan idarenin de cezai sorumluluğu olmadığını ifade etmeliyiz. İdari faaliyetlerin yerine getirilmesi esnasında bir suç işlendiği takdirde, suçu işleyen personel şahsen sorumlu tutulmaktadır.

Mali sorumluluk kavramı,  “malvarlığı sorumluluğu” veya “hukuki sorumluluk” şeklinde ifade edilebilmektedir.

Malvarlığı sorumluluğu, bir kişinin bir başkasına verdiği zararı tazmin etme yükümlülüğü şeklinde tanımlanabilir.  Mali sorumluluk veya malvarlığı sorumluluğu iki ayrı başlık altında inceleme konusu yapılabilir:

1) Medeni sorumluluk

2) İdari sorumluluk

Medeni sorumlulukta özel hukuk kuralları geçerlidir. Burada bir kişinin bir başkasına vermiş olduğu zararı gidermekle yükümlü olması hali söz konusu olmaktadır.[6]

Depremden Doğan Zararlı Sonuçlar ve Kusurluluk Halleri

Deprem sonrası birçok zararlı sonuç ortaya çıkmaktadır. Yıkılan binalarda insanların bazıları ölmekte bazıları da yaralanmaktadır. Ayrıca pek çok insan evlerini ve malvarlığını kaybetmektedir.  Depremin bu zararlı sonuçlarının oluşmasında bazı kişilerin de kusurlu davranışları söz konusu olmaktadır. Bu nedenle depremin ortaya çıkardığı zararlı sonuçlarda kusurlu davranışları bulunan kişilerin eylemlerinin hukuki açıdan nitelendirilmesi gerekmektedir.

Bilindiği üzere genel kural olarak suç, ancak kastla işlenebilir. Bununla birlikte yasada açıkça belirtilen durumlarda suçun taksirle de işlenebilmesi mümkündür. Failin cezalandırılabilmesi için yasada açık bir düzenleme bulunmalıdır.  Taksir istisnai bir kusurluluk türüdür.[7]

Taksir kavramı 5237 sayılı TCK m. 22/2 hükmünde; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde ifade edilmiştir.

Yargıtay’a göre taksirli hareketin cezai yaptırıma tabi tutulmasının gerekçeleri şunlardır:[8]

1) Taksir istisnai bir kusurluluk türüdür.

2) Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler almaları gerekir. Bu taksir kavramı açısından önemlidir.

3) Kişilerin toplumsal yaşamda bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları vardır. Bu husus taksir kavramının değerlendirilmesinde dikkate alınmalıdır.

4) Toplumsal kurallar iki şekilde ortaya çıkar. Birincisi, toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabilir. İkincisi ise devlet müdahale ederek toplumsal kurallar oluşturabilir.

5) Taksirli suç genel olarak toplumsal kuralların ihlal edilmesi neticesinde ortaya çıkmaktadır. Burada fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için yaptırıma tabi tutulmaktadır.

6) Taksirli eylemde ceza sorumluluğunun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir davranışla sebep olmaktır.

Taksirli bir eylemin cezalandırılabilmesi için taksirin unsurları oluşmalıdır.

Taksirin unsurları şunlardır:[9]

1) Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması gerekir.

2) Hareket iradi olmalıdır.

3) Neticenin iradi olmaması gerekir.

4) Hareket ile netice arasında nedensellik bağı bulunmalıdır.

5) Neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması gerekir.

Yukarıda belirtilen koşulların varlığı halinde taksirli bir eylemden söz edilebilir.

Neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması koşulu

Taksir kavramı açısından neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması şartı değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.

Taksirle gerçekleştirilen bazı eylemler suç olarak tanımlanmıştır. Taksirli eylemlerinin bazılarının cezaî yaptırıma tabi tutulmasındaki amaç kişilerin toplum yaşamında daha dikkatli davranmalarının temin edilmesidir. Yani kişilerin gittikçe yoğunlaşan ve karmaşık hale gelen toplum hayatı içinde daha dikkatli davranmalarını sağlamak amacıyla taksirli eylemler suç olarak düzenlenmiştir.

Taksirli suçlar, yasa ve ortak hayat tecrübesinin sonucu olarak kendisine toplum tarafından yüklenen dikkat ve özen görevini ihlal eden ve bu hareketiyle öngörülebilir zararlı sonuca neden olan kişiler hakkında söz konusu olmaktadır.

Ceza yasamızda da taksirle işlenen suçlara ilişkin cezaî sorumluluk benimsenmiştir.  Ceza sistemimiz açısından taksirden bahsedebilmek için yasal tamına uygun fiilin işlenebileceğinin öngörülme imkânının mevcut olması şartının aranması gerektiğini söyleyebiliriz.

Bu aşamada kasten işlenen suçlar ile taksirle işlenen suçlar arasındaki bir farka değinmek yararlı olacaktır.

Kasten işlenen suçlarda failin iradesi neticeye yöneliktir. Buna karşılık taksirli suçlarda ise failin iradesi harekete yöneliktir.

Gerek kanun tarafından konulan, gerekse ortak deneyimler ürünü olan kurallara iradi olarak uymak gerekir. Bu kurallara uyulmamak suretiyle dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranıldığı takdirde, bir takım zararlı neticelerin doğabileceği öngörülebiliyorsa failin taksirle hareket ettiği söylenebilecektir.

Yapılan hareketin neticesi ortak tecrübeye göre öngörülemiyorsa ve hukuken de böyle bir yükümlülük getirilmemişse, taksirli hareketten bahsedilemez. Çünkü failin öngörmediği bir sonuç "kaza" veya "tesadüf" olarak tanımlanabilir ve bu durum nedeniyle cezai sorumluluk söz konusu olamaz.

Bu konuyu şu şekilde özetleyebiliriz:[10]

1) Taksirle işlenen suçlarda icrai veya ihmali hareketin iradi olması gerekir.

2) Meydana gelen sonucun öngörülebilir olması gerekir.

3) İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemez.

4) Öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi durumunda kaza veya tesadüf söz konusu olacaktır.

5) Bu durumda failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemez.

6) Öngörülebilme, belirli niteliklere sahip olan failin gerçekleştireceği hareketinin zararlı neticelerini tahmin edebilmesi imkânı olarak açıklanabilecek olup,

7) Öngörülebilme imkânsız ise, kaza ve tesadüf söz konusu olacaktır.

Taksirli suçlarda öngörülebilirlik kavramı önemlidir. Bu durumda öngörülebilirlik kavramı 2 husus bakımından ayırıcı bir rol oynamaktadır.

Birincisi, öngörülebilirlik hali taksiri kaza ve tesadüften ayırmaktadır.

İkincisi ise öngörülebilirlik hali bilinçli ve bilinçsiz taksir ayrımında önemli rol oynamaktadır.

5237 sayılı TCK m. 22/3 hükmünde bilinçli taksir kavramı; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmıştır.  Bu durumda taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılması söz konusu olacaktır.

Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt

Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt konusunda aşağıdaki hususlar dikkate alınmalıdır:[11]  

1) Taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörememesi şartı aranır.

2) Buna karşılık bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olması gerekir.

3) Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir.

4) Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin hali ile bir tutulamaz.

5) Neticeyi öngören kimse ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.

6) Neticeyi öngören neticeyi öngöremeyen faile oranla yaptırımı ağırlaştırılarak cezasının artırılması öngörülmüştür.

7) Öngörülebilir neticenin öngörülmemiş olması taksirin basit şeklidir.

8) Öngörülebilir neticenin öngörülmüş ancak istenmemiş olması hali ise bilinçli taksir olarak nitelendirilmektedir.

9) Neticenin istenmesi halinde ise kasıt söz konusu olacaktır.

Yukarıda belirtilen açıklamalar ışığında faildeki manevi unsur neticenin öngörülebilirliği bağlamında aşağıdaki gibi ifade edilebilir:

1) Taksir, öngörülebilir neticenin öngörülmemiş olması halinde söz konusu olur.

2) Bilinçli taksir, öngörülebilir neticenin öngörülmüş ancak istenmemiş olması halinde söz konusu olur.

3) Kast, öngörülebilir neticenin öngörülmüş ancak neticenin istenmesi halinde söz konusu olur.

4) Olası kast, neticenin öngörülmesi ve neticenin olursa olsun düşüncesiyle göze alınması durumunda söz konusu olur. 

Yargıtay’ın taksirle işlenen suçlarda "neticenin öngörülebilirliği" şartı ile ilgili düşünceleri şu şekilde özetlenebilir:[12]

1) "Neticenin istenmemiş olması (iradi olmaması), taksirin önemli bir özelliğini oluşturmaktadır.

2) Neticenin istenmesi durumunda kast söz konusu olacaktır.

3) Neticenin öngörülebilir olması, taksirin başlıca şartını hatta sınırını oluşturur.

4) Netice öngörülebilir değilse, bu gibi neticeleri doğurabilecek hareketlerde bulunmaktan çekinmesi kimseden doğal olarak istenemez.

5) Netice öngörülebilir nitelikte değilse ortada kusurluluk kalmaz ve artık bir kaza veya tesadüfün bulunduğundan bahsedilir.

6) "Neticenin öngörülebilmesi (tahmin edilebilmesi) ise failin hareketlerinin sonuçlarını tahmin edebilme yeteneğini ifade eder.

7) Failce neticenin öngörülebilir olup olmadığının belirlenmesi bakımından failin yaş, görgü, meslek vs. gibi niteliklerinin nazara alınmasını zorunlu kılar.

8) Öngörülebilmenin imkânsız olması durumunda taksirden değil, kaza ve tesadüflerden söz edilebilir.

Öngörebilme olanağının belirlenmesinde nasıl bir ölçüt uygulanacağı hususu tartışmalara neden olmaktadır. Bu konunun uygulama ve öğretide de tartışıldığını ifade etmeliyiz.  

Subjektif görüş

Uygulama ve öğretide failin kişisel niteliklerini gözönünde bulunduran subjektif görüşün egemen görüş olarak karşımıza çıktığı söylenebilir.

Sübjektif görüşe göre öngörme olanağının belirlenmesinde dikkate alınacak hususlar şunlardır:

1) Failin görgüsü,

2) Failin sosyal seviyesi,

3) Failin yaşam tecrübesi,

4) Failin bedeni ve akli hali,

5) Failin zekâ düzeyi.

Yukarıda belirtilen unsurlar dikkate alınarak failin öngörme olanağı belirlenmelidir.

Öğretideki görüşler

Öğretideki görüşler şu şekilde özetlenebilir:[13]

1) Sonucun öngörülebilirliğinin, failin içinde bulunduğu, sosyal çevre, mensup olduğu meslek, eğitim durumu, ortak tecrübe, bilgi düzeyi ve failin kişisel özellikleri dikkate alınarak saptanması gerekir.

2) Öngörülebilir sonuç sadece fiilen meydana gelen sonuç değildir.

3) Öngörülebilir sonuç failin yaptığı iradi hareketin neden olabileceği benzer sonuçlardır.

4) Fiilen oluşan sonucun sadece genel olarak öngörülebilir olması taksirin varlığı için yeterlidir.

5) Sonucun bütün inceliklerinin öngörülmesine gerek bulunmamaktadır.

Objektif olarak neticenin öngörülebilmesi, ortalama bir insanın öngörebilirliği dışında ise bu takdirde neticenin öngörülebilirliğinden söz edilemez.

Örneğin; 1. dereceden deprem bölgesi sınırları içinde bulunan bir ilde deprem meydana gelmiştir. İlin bu özelliğinin öngörülebilir nitelikte olduğundan kuşku duyulamaz.  Bununla birlikte bu durumda sanıkların meydana gelen depremin ve bu deprem neticesinde kendilerinin de bizzat ikamet ettikleri yapının yıkılabileceğini öngörmeleri beklenemez.[14]

Belirtmek gerekir ki, deprem bölgelerinde yapılan inşaatların, inşa edilen yerin deprem risk durumuna göre sağlamlık ve direnç hesaplamalarının inşaatları bizzat projelendiren, sürdüren ve denetleyen kişilerce yapılması gerekmektedir.

Kaçak nitelikte bina satın almak

Örneğin; sanıklar A ve B satın aldıkları ve deprem neticesinde yıkılan binanın kaçak nitelikte olduğunu bilmelerine rağmen inşa aşamasında etkin bir rol almadıklarından kaçak nitelikteki binayı satın alarak bir takım riskleri üstlenmişlerdir. Burada sanıklar meydana gelen neticede taksir düzeyinde sorumlu olacaklardır. Bu örnek olayda sanıkların bir depremin meydana geleceği ve bu deprem neticesinde sahip oldukları binanın yıkılarak ölümlere sebebiyet vereceğini öngörmeleri kendilerinden beklenemez.  Bu nedenle sanıkların bu örnek olayda basit taksir düzeyinde sorumlulukları bulunmaktadır. Burada sanıklar hakkında TCK m. 22/3’deki bilinçli taksir hükümleri uygulanmak suretiyle fazla cezaya hükmedilmesi yasaya aykırı olacaktır.[15]

İlk deprem sonrası bina ile ilgili tespitleri yaptırmamak

Örneğin; daha önce meydana gelen depremin tetiklemesi sonucu, otel yıkılmış, göçük ve enkaz altında kalan 11 kişi yaşamını yitirmiştir.

Ön hasar tespit raporunda "otel binasının sağlam olduğu" belirtilmiştir. Ayrıca ilk deprem sonrası il yetkilileri, büyük bir depremden sonra fay hattının enerjisini boşalttığını, bu nedenle yıkıcı bir deprem beklenmediğini bildirip, evlere girilebileceğini basın yolu ile ifade etmişlerdir. Bu yüzden binanın yapımında herhangi bir sorumluluğu bulunmayan sanığa yüklenebilecek kusurun sadece ilk deprem sonrası bina ile ilgili tespitleri yaptırmamaktan ibarettir.

Bu örnek olayda sanığın ikinci depremin meydana gelmesi sonucu binanın yıkılabileceği neticesini öngördüğüne ilişkin delil bulunmamaktadır. Bu örnek olayda bilinçli taksirin koşullarının oluşmadığı söylenebilir. Burada sanık hakkında TCK m. 22/3 hükmü uygulanarak fazla ceza verilmesi hukuka aykırı olacaktır.[16]

İlk depremden sonra depreme dayanıklılık testi yaptırmaksızın oteli işletmeye devam etmek

Örneğin; deprem olduktan sonra hasar tespit çalışmaları sonuçlandırılıp güvenli olduğu anlaşılana kadar işletmeye ara vermesi gerekirken, yeniden bir deprem yaşanmayacağına ilişkin hatalı güveni sebebiyle muhtemel bir deprem riskinin gerçekleşmeyeceği düşüncesi ile ve önceki tecrübelerinin olumsuz sonuçlanmamasına yönelik hatalı güveni ile ilk depremden sonra depreme dayanıklılık testi yaptırmaksızın oteli işletmeye devam eden sanık hakkında bilinçli taksir koşullarının oluştuğu söylenebilecektir. Bu olayda sanık hakkında temel cezadan TCK m. 22/3 hükmü uyarınca artırım yapılması gerekecektir.[17]

Yüksek dayanımlı beton kullanılmasının zorunlu olmasına rağmen kullanılmaması

Örneğin; 2011 yılında apartmanının yıkılması ve çökmesi sonucu altı kişi göçüğe (depreme) bağlı olarak ölmüştür.

Birinci derece deprem bölgesi olan ilçedeki göçen apartmandan alınan karot numunelerinin teknik bilirkişiler tarafından incelenmesi neticesinde; 1997 yılında yayımlanan Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkındaki Yönetmelikte birinci ve ikinci derece deprem bölgelerindeki binalarda C20 veya daha yüksek dayanımlı beton kullanılmasının zorunlu olmasına rağmen, kullanılan betonun Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkındaki Yönetmelikte belirtilen minimum beton sınıfı olan C16'yı dahi sağlamadığı, bu yetersizlik ve eksikliklerin binanın yıkılmasında etkili olduğu; inşaat mühendisi olan sanığın yıkılan binanın proje aşamasında, yapım aşamasında ve iş bitimi aşamasında, üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine getirmediği ifade edilmiştir.[18]

Burada öngörülebilen bu netice bakımından dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranan sanık hakkında bilinçli taksirin koşullarının oluştuğu ve tayin olunan cezalarında 5237 sayılı TCK'nın 22/3. maddesi uyarınca arttırım yapılması gerektiği söylenebilecektir.[19]

Dönem itibariyle bilim ve fennin gerektirdiği teknik şartlara aykırı davranışlar

Binalar İmar Kanununa, Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik hükümlerine ve dönem itibariyle bilim ve fennin gerektirdiği teknik şartlara uygun yapılmalıdır. Bu şekilde yapılmayan ve mevzuata aykırı davranan kişiler yönünden, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılması hali söz konusu olacaktır. Denetim elemanlarının mevcut sonucun gerçekleşmesinde etkili oldukları tespit edilirse, bu nedenle meydana gelen ölümler ve yaralanmalar bakımından sanıkların eyleminin bilinçli taksirle öldürme suçunu oluşturacağı söylenebilecektir.[20]

Olası kast kavramı

Fail, olası kast halinde suçun yasal tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşebileceği öngörülmesine rağmen eylemi gerçekleştirmektedir. Yani bu durumda fail suçun unsurlarının ortaya çıkmasını kabul etmektedir.[21]

Olası kast ile doğrudan kastı arasındaki farkı ortaya koyan ölçütler

Bilme unsuru

Olası kasıt ile doğrudan kasıt arasındaki farkı ortaya koyan en belirgin unsur, doğrudan kasıttaki bilme unsurudur.

Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir.

Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bir kısım neticeleri de doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da doğrudan kasıtla hareket ettiği kabul edilmelidir.

Suçun yasal tanımındaki unsurların ortaya çıkmasının muhtemel olması

Öğretide, olası kastla bilinçli taksiri ayırt etme konusunda frank formülünün uygulanması gerektiği ifade edilmiştir.[22]

Frank formülü

Olası kast

‘öyle veya böyle fail her hâlde hareketi gerçekleştirirdi’ diyebiliyorsak vardır.

Bilinçli

taksir

 

‘neticenin gerçekleşeceğini bilseydi hareketi gerçekleştirmeyecekti’ 

diyebiliyorsak vardır.

Olası kast ve bilinçli taksir kavramlarının arasındaki farkı belirlemek açısından aşağıda belirtilen hususların dikkate alınması gerekir:[23]

1) Öngörülen olası neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kast vardır.

2) Öngörülen olası sonucun meydana gelmesinin istenmemesine rağmen sonucun meydana gelmesinin engellenemediği durumlarda bilinçli taksir vardır.

3) Failin neticeyi istememekle beraber neticenin meydana gelmesinin muhtemel olduğunu bilmesine rağmen duruma kayıtsız kalarak hareketini sürdürmek suretiyle muhtemel neticeyi kabullenmesi durumunda olası kast vardır.

4) Failin neticeyi öngörmesine rağmen becerisine, şansına, tecrübesine ya da başka bir etkene güvenip neticenin meydana gelmeyeceğine inanarak gerektiğinde muhtemel neticenin gerçekleşmemesi için gerekli önlemleri de almak suretiyle hareketini sürdürmesi hâlinde ise bilinçli taksir söz konusu olacaktır.[24]

Hatalı ve hileli inşaat yapmak

Örneğin; sanıklar tüm olumsuzluklara rağmen muhtemel tehlikeli neticeleri göze almak ve hatta kabullenmek suretiyle yapıları hatalı ve hileli olarak inşa ettikleri, idarece şartnameye uygun yapılmadığı tespit edilen taşkın koruma duvarlarının 2 kez yıktırılmasına rağmen kullanılmış kötü malzemeyi örtmek için bentlere beton sıva yaparak idarenin denetimini engellemişlerdir.

Bu örnek olayda meydana gelen sel nedeniyle bir kişi ölmüştür.

Bu örnek olayda sanıklar, bu şekildeki imalatın projede öngörülen debiyi dahi aşmayan böyle bir taşkına sebep olabileceğini öngörmelerine rağmen "olursa olsun" düşüncesi ile hareket ederek hatalı ve hileli inşai faaliyetlerine devam etmişlerdir.[25]  Bu nedenle gerçekleşen bu neticeden sanıkların olası kasıtlarıyla sorumlu tutulmaları gerekir. Bu örnek olayda olası kastla adam öldürme suçunun unsurlarının oluştuğu söylenebilir.[26]

Binanın yapım aşamasında sanığa yükletilecek kusurlar açısından illiyet bağının kesilmesi

Bazı binalar deprem yönetmeliğine uygun olarak yapılmasa da deprem sonrası hasarlı olarak ayakta kalabilir ve hasarlı binalar sınıfına dâhil edilebilir. Bu şekildeki binada güçlendirme yapılması zorunludur ve belirtilen bu hususun bina sakinlerine bildirilmesi gerekir.

Örneğin; Deprem yönetmeliğine aykırı bir şekilde yapılan bir bina 17 Ağustos 1999 depreminde ayakta kalmıştır. Daha sonra binada oturanlar tüm uyarılara rağmen binayı güçlendirmeden oturmaya devam etmişler ve çatı katına beton atarak fazla yük bindirmişlerdir. Sonuç olarak bina 21.02.2007 tarihinde çökmüştür.[27]

Yargıtay bu örnekteki binanın çökmesi olayında, binanın yapım aşamasında sanığa yükletilecek kusurlar açısından illiyet bağının 17 Ağustos 1999 depremi ile kesildiğini, binanın çökmesi şeklinde gerçekleşen netice ile teknik uygulama sorumlusu olan sanığın hareketleri arasında nedensellik (illiyet) bağının mevcut olmadığını ve ayrıca meydana gelen neticenin objektif olarak sanığa yüklenebilir olmadığı gözetilmeden beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesini hukuka aykırı bulmuştur.[28]

Yargıtay bu kararında şu gerekçeleri dikkate almıştır:[29]

1) Sanık binayı yapıp teslim etmiştir.

2) Sanığın 20 yıl boyunca bina ile ilgisi kalmamıştır.

3) Binada oturanların tüm uyarılara rağmen binayı güçlendirmeden oturmaya devam etmişlerdir.

4) Binada oturanlar çatı katına beton atarak fazla yük bindirmişlerdir.

Sanığın eylemi ile binanın deprem sırasında yıkılması arasında illiyet bağı bulunması

Deprem nedeniyle yıkılan binaların ortaya çıkardığı sonuçlar bakımından sanığın eylemi ile binanın yıkılması arasında illiyet bağı olmalıdır.

Örneğin; sanığın fenni sorumlu olarak yapımına katıldığı bina, 12.11.1999 tarihli depremde yıkılmasından önce 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen depremde de hasar görmüştür. Bu olayda sanığın binanın önceki depremde de hasar gördüğüne ilişkin beyanı dikkate alınmalı ve bu husus araştırılmalıdır.

Burada öncelikle gerektiğinde bina sakinleri de dinlenerek birinci depremde hasar tespiti yapılıp yapılmadığı belirlenmelidir. Daha sonra, sanığın eylemi ile binanın ikinci deprem sırasında yıkılması arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığı konusunda yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmalıdır.[30]

Bina ile ilgili olarak denetim işlemlerinin yapılması veya yapılmaması hali

Binanın yapımı sırasında ilgili kurumlarca denetlenmesi gerekir. Bu denetimin yapılıp yapılmadığı hususu her somut olayda ayrı ayrı tespit edilmelidir.

Örneğin; depremde yıkılan binanın mevcut taşıyıcı elemanlarının donatı detaylandırmasında yetersizlikler olduğu, söz konusu binada projelendirme, yapım ve bitimi aşamalarında Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkındaki Yönetmelik ve İmar Kanunu esaslarına yeterince uyulmadığı tespit edilmiştir.

Burada ilgili kişilerin savunmaları da önem kazanmaktadır.

Örneğin; bina sahibi ve müteahhidi, bina tamamlandığında Belediyeye bildirim yaptığını, başkaca bir işlem yapmadığını, Belediyenin de bina ile ilgili bir işlem yapmadığını beyan etmiştir.

Bu durumda ilgili kişinin belediyeye herhangi bir başvurusunun olup olmadığı hususlarına ilişkin araştırma yapılmalıdır.  Şayet kişinin başvurusunun bulunmadığı tespit edilmiş ise denetim yükümlülükleri olan kişilerin eylemleri görevi kötüye kullanma kapsamında değerlendirilmelidir.

Şayet başvurunun yapıldığının belirlenmesi durumunda depremde ölüm olayı meydana gelmiş ise taksirle öldürme suçu bakımından değerlendirme yapılmalıdır.[31]

Örneğin; kısmi yapı kullanma izin belgesi Belediye Başkanı tarafından onaylanmıştır. Yapı ruhsatının verildiği 2002 yılında yürürlükte bulunan 1580 sayılı Belediye Kanununa göre; Belediye Başkanının belediye teşkilatının en üst amiri olduğu, görevleri arasında belediye teşkilatını sevk ve idare etmek ve kanunda yazılı diğer görevlerinin bulunduğu belirlenmiştir.

Bu örnek olayda yapı ruhsatını düzenleyen kişinin Belediye fen işleri memuru olduğu, ruhsatı kontrol eden ve yapı kullanma izin belgesini tetkik eden kişinin Belediye fen işleri müdür vekili olduğu; en son ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesini onaylayan ve mühürleyen kişinin ise Belediye Başkanı olduğu belirlenmiştir.

İlgili imar mevzuatı gereği yapı ruhsatı ekinde bulunması gereken belgelerin olup olmadığını ve teknik elemanlarca yapılan tespitleri kontrol etmeden önüne gelen evrakları imzalayarak onaylayan belediye başkanı sanığın, görevinin gereklerini yapmakta ihmal gösterdiği söylenebilecek ve eylemi görevi kötüye kullanma suçunu oluşturacaktır.

Bu suç açısından Yargıtay, zamanaşımı süresinin eylem tarihi itibari dikkate almaktadır. Şayet suç zamanaşımına uğramışsa sanık hakkında düşme kararı verilecektir.[32]

Yapı ruhsatını düzenleyen ve kontrol eden kişiler açısından

Binalara ruhsat düzenleyen ve kontrol eden kişiler bina yapımı ve kullanımı ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı davrandıkları, objektif olarak var olan dikkat ve özen yükümlülüğünü öngörebilecek ve yerine getirebilecek durumda olmalarına rağmen, İmar Kanununa, Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik hükümlerine ve dönem itibariyle bilim ve fennin gerektirdiği teknik şartlara aykırı davranarak mevcut sonucun gerçekleşmesinde etkili oldukları belirlenmiş ise bu kişiler sonuca göre cezalandırılacaklardır.

Bu konumdaki kişilerin eylemi, örneğin meydana gelen ölümler bakımından bilinçli taksirle öldürme suçunu oluşturacaktır.

Yargıtay burada bu kişilerin görevi kötüye kullanma suçu bakımından değerlendirme yapılarak, suçun zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile düşme kararları verilmesini hukuka aykırı bulmaktadır.[33]

Binaya ait herhangi bir ruhsat ve yapı kullanma izni bulunmaması hali

Binaya ait herhangi bir ruhsat ve yapı kullanma izni bulunmaması halinde denetim görevlilerinin eylemleri görevi kötüye kullanma suçu kapsamında değerlendirilecektir.

Örneğin; apartmanı yapım yılı tam olarak bilinmiyor ve binaya ait herhangi bir ruhsat ve yapı kullanma izni bulunmamaktadır. Bu durumdaki bir apartmanın yıkılması ve çökmesi sonucu göçüğe (depreme) bağlı olarak bazı kişiler ölmüş veya yaralanmıştır.

Burada denetim yükümlülükleri bulunan görevliler açısından görevi kötüye kullanma suçu oluşacaktır.[34]

Beton örneklerinin kanıt olma özelliklerini taşıması

Yargılama makamlarının ceza yargılamasının amacı doğrultusunda suç konusu maddi gerçeğe ulaşmalarında esas aldıkları kanıtların bu niteliklerini korudukları sürece saklanmaları gerekir.

Örneğin; depremde yıkılan binaya ilişkin olarak sanıkların kusurluluk durumlarını tesbit eden ve mahkemece itibar edilen bilirkişi raporlarının dayanaklarından olan beton örneklerinin kanıt olma özelliklerini taşıdıkları sürece saklanmaları yerine ekonomik değeri olmadığından söz edilerek hükmün kesinleşmesi halinde imhasına karar verilmesi hukuka aykırı olacaktır.[35]

Karot numunelerinin alınması zorunluluğu

Karot numunesinin alınması işlemi, İmalatı tamamlanmış betonarme yapılara ait yapı elemanlarının basınç dayanımlarının tayin edilmesi için, tahribatlı bir deney yöntemi olarak tanımlanabilir.[36]

Başka bir söylemle Karot alma işlemi, inşaatı tamamlanmış yapıların kalitesini ve kullanılan malzemenin kapasitesini değerlendirmek amacıyla binanın yaklaşık olarak ne kadar zaman sağlam kalacağı ve depreme dayanıklılığını ölçmeye yarayan işlemdir. Binaların kalitesini ve ömrünü belirlemek için kullanılmasının yanında binanın depreme dayanıklılığını da tespit etmek için karot alma işlemi yapılmaktadır.

Deprem sonucu doğan zararlar açısından açılan ceza ve hukuk davalarında kusurluluk durumu bilirkişi incelemeleri sonucunda belirlenmektedir. Burada inceleme karot numuneleri üzerinde gerçekleştirilmektedir. Bu işlem bir tür merkezi basınç deneyidir.[37]

Bu nedenle deprem nedeniyle yapılacak soruşturmalarda enkaz kaldırılmadan bina üzerinden beton, demir, karot numuneleri gibi numuneler alınmalı ve üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmalıdır.

Zamanaşımı

Hukuk davaları açısından, hukuka aykırı eylem oluşmuş ama zarar gerçekleşmemişse, zamanaşımı süresinin başlaması söz konusu olmayacaktır. Deprem nedeniyle yıkılan binanın yapımı, mevzuata aykırı olmasına karşın o tarihte zarar doğmadığından, davacının anılan tarihte bir talep hakkı da olmayacaktır. Bu yüzden tazminat isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması, hakkın talep edilmesini mümkün kılmayacaktır. Binanın yapımı tarihinde hukuka aykırı eylem gerçekleşmiş olsa da zarar deprem sonucu ortaya çıkacaktır. Bu nedenle zamanaşımı süresi zararlı sonucun ortaya çıkmasından itibaren hesaplanmalıdır.[38]

Ceza hukuku açısından da zararlı sonuca bakılarak zamanaşımı hesaplanmalıdır. Burada da binanın yapımı tarihinde hukuka aykırı eylem gerçekleşmiş olsa da zarar deprem sonucu ortaya çıkacaktır. Bu nedenle zamanaşımı süresinin zararlı sonucun ortaya çıkmasından itibaren hesaplanması mümkündür.[39]

--------------

[1]https://www.dogrulukpayi.com/bulten/turkiye-de-deprem gercegi?gclid= CjwKCAiAlp2fBhBPEiwA 2Q10 Dzv3fWogXyXaDNeAjbFeCpR8qmN3zu-CNALeIZgIYlfaM2uHeDV7HxoCNwcQAvD_BwE, Erişim Tarihi: 11.02.2023.

[2] http://www.tdk.gov.tr,Erişim Tarihi: 11.02.2023

[3] Adil Bucaktepe, Depremden Dolayı İdarenin Sorumluluğu, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 17-18, Sayı: 26-27-28-29, Yıl: 2012-2013, s. 95.

[4] Siyasi sorumluluk, siyasi yöneticilerin halka karşı olan sorumluluğunu ifade etmektedir. İdare siyasetin dışında yer aldığı ya da siyasi iradeyi temsil etmediği için doğal olarak idarenin siyasi sorumluluğu yoktur.

[5] Ceza hukukunun “cezalandırıcı” ve “koruyucu” olmak üzere iki fonksiyonu vardır. Ceza hukukunda öngörülen bir suç işlendiğinde suç işleyen cezalandırılır. Bu cezalandırma esnasında ceza hukukunun koruyucu fonksiyonu da gerçekleşmiş olur. Toplumun korunması Devletin temel görevlerindendir. Bundan dolayı gerektiği durumlarda ceza yaptırımının uygulanması doğaldır.

[6] Ataay, Aytekin, Borçlar Hukukunun Genel Teorisi, 4. Bası, Der Yayınları, İstanbul 1986, s. 64 vd; Reisoğlu, Safa, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınları, 18. Bası, İstanbul 2006, s. 138 vd.; Eren, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yayınları, 16. Baskı, Ankara 2014, s. 489 vd.

[7] Yargıtay Ceza Genel Kurulu, E: 2017/834, K: 2020/153, T: 05.03.2020.

[8] Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 07.06.2001 gün ve 54-120 ile 06.10.2009 gün ve 189-220 sayılı kararları.

[9] YCGK, E: 2014/67, K: 2016/45, T: 09.02.2016.

[10] YCGK, E: 2014/67, K: 2016/45, T: 09.02.2016.

[11] YCGK, E: 2014/67, K: 2016/45, T: 09.02.2016.

[12] Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12.10.2004 gün ve 163-194; 11.05.2004 gün ve 97-115 sayılı kararları.

[13] Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 3. Bası, İstanbul, 2013, s. 277; Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 15. Bası, Ankara, 2013, s.216 vd. Timur Demirbaş, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınları, 8. Bası, İstanbul, 2012, s. 358 vd.; Mahmut Koca /İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınları, 6. Bası, Ankara, 2013, s.219.

[14] Yargıtay Onikinci Ceza Dairesi, E: 2020/332, K: 2020/2497, T: 09.03.2020.

[15] Yargıtay Onikinci Ceza Dairesi, E: 2020/332, K: 2020/2497, T: 09.03.2020.

[16]   Y.12.CD, E: 2018/8545, K: 2019/3577, T: 14.03.2019: “…23 Ekim 2011 tarihinde yerel saatle, 13.41’de Van Şehir Merkezinin yaklaşık 20 kilometre kuzeyinde, Erçek Gölünün batısında Kasımoğlu Köyü civarlarında, değişik kuruluşlara göre şiddeti 6.7 ile 7.3 arasında değişen yıkıcı bir depremin meydana geldiği, meydana gelen depremin, Van İl merkezinin yanı sıra Erciş İlçesi ve civar köylerde de önemli hasarlara yol açtığı, depremin birinci haftasında, bölgede büyüklüğü; 4.0-4.9 arasında toplam 114 deprem meydana gelmiş olduğu; şiddeti 5,0'dan büyük olan deprem sayısının ise 8 olduğu, bu ilk deprem sonrası artçı şoklar devam ederken bu sefer 9 Kasım 2011 tarihinde şiddeti 5.6 olan ve farklı bir faydan kaynaklanan ikinci bir depremin meydana geldiği, bu depremin merkez üssünün Van İl Merkezinin güney batısında kalan Edremit ilçesi olduğu, 9 Kasım 2011 tarihinde meydana gelen depremin tetiklemesi sonucu, Van il merkezinde faaliyet gösteren A…. otel’in yıkıldığı, göçük ve enkaz altında kalan 11 kişinin yaşamını yitirdiği olayda, ön hasar tespiti başlıklı AFAD il müdürlüğü tarafından dosyaya gönderilen, hangi personel tarafından hangi tarihte düzenlendiği belli olmayan ön hasar tespit raporunda "otel binasının sağlam olduğunun" belirtilmesi, ilk deprem sonrası il yetkililerin, büyük bir depremden sonra fay hattının enerjisini boşalttığını, bu nedenle yıkıcı bir deprem beklenmediğini bildirip, evlere girilebileceğini basın yolu ile ifade etmeleri karşısında, binanın yapımında herhangi bir sorumluluğu bulunmayan sanığa yüklenebilecek kusurun sadece ilk deprem sonrası bina ile ilgili tespitleri yaptırmamaktan ibaret olduğu, sanığın ikinci depremin meydana gelmesi sonucu binanın yıkılabileceği neticesini öngördüğüne ilişkin delil bulunmadığı anlaşılmakla, bilinçli taksirin koşulları oluşmayan olayda, sanık hakkında TCK'nun 22/3. maddesinin tatbiki ile fazla ceza tayini,…”

[17] Yargıtay Onikinci Ceza Dairesi, E: 2020/1794, K: 2022/1215, T: 17.02.2022:  Suç : Taksirle öldürme, Hüküm : TCK'nın 85/2, 62,5 3/1-2-3, 53/6, 63. maddeleri gereğince mahkumiyet….sanığın B…. Otel binasının evveliyatını çok iyi bilen ve uzun yıllardır da bu binada faaliyet gösteren otelin işletmeciliğini yapan tecrübeli bir tacir olduğu, binanın eski olması yanında sonradan yapılan esaslı değişikliklerin binaya ek yük yüklemesi, yenileme faaliyeti kapsamında yapılan kaplama işlemi nedeniyle duvar ve kolonlardaki çatlakların dışarıdan gözle bakılarak tespitinin mümkün olmaması nedeniyle, binanın 23.10.2011 tarihinde gerçekleşen depremde hasar görmüş olabileceğinin ve ileride yaşanabilecek herhangi bir depremde otel binasının daha önce aldığı hasar nedeniyle yıkılabileceğinin sanık tarafından da öngörülmesi gerektiği, otelin alt katında faaliyet gösteren Albaraka Türk Bankası için Y…. İnşaat Ltd. Şirketi tarafından ilk deprem sonrası 25.10.2011 tarihinde yapılan gözlem neticesinde hazırlanmış olan ve ön hasar tespitlerini içeren raporda; binanın taşıyıcı sisteminin uygun bulunmadığının, bu sınıfa giren binalardan olası bir depremde çok kötü olmayan bir davranış beklendiğinin, bu nedenle de binanın Türkiye Deprem Yönetmeliğindeki bazı yönetmelik maddelerinde belirtilen hususları yerine getirmediğinin, binada güçlendirme projesi ve iyileştirme çalışmaları yapılması gerektiğinin ve tüm bu sebeplerle binanın risk taşıdığının belirtilmesine rağmen, tüm bu tespitlerden haberdar olan sanığın yaşanabilecek olası bir depremde binanın yıkılabileceğini öngördüğü, buna karşın oteli kesin hasar tespit çalışmaları sonuçlandırılıp güvenli olduğu anlaşılana kadar işletmeye ara vermesi gerekirken, yeniden bir deprem yaşanmayacağına ilişkin hatalı güveni sebebiyle muhtemel bir deprem riskinin gerçekleşmeyeceği düşüncesi ile ve önceki tecrübelerinin olumsuz sonuçlanmamasına yönelik hatalı güveni ile 23.10.2011 tarihindeki ilk depremden sonra depreme dayanıklılık testi yaptırmaksızın oteli işletmeye devam ettiği, bu suretle sanık hakkında bilinçli taksir koşullarının oluştuğu anlaşıldığından, sanık hakkında temel cezadan TCK'nın 22/3. maddesi gereğince arttırım yapılması gerektiğinin gözetilmemesi…”

[18]  Sanık fenni mesul inşaat mühendisi olarak, işin bitimine kadar teknik uygulama sorumluluğunu almayı, gerek malzeme, gerek işçilik yönünden TSE’ye uygun hareket etmeyi noter onaylı taahütname ile taahhüt ettiği görülmüştür.

[19] Yargıtay Onikinci Ceza Dairesi, E: 2020/3974, K: 2022/4602, T: 13.06.2022.

[20] Yargıtay Onikinci Ceza Dairesi, E: 2020/9591, K: 2022/6292, T: 06.10.2022: “ …yapı kullanma izin belgesi verilen binanın inşa edilmesi sonucu, meydana gelen deprem nedeni ile yıkılmasında, sanıklar ..., ..., ... ve ...'ın objektif olarak var olan dikkat ve özen yükümlülüğünü öngörebilecek ve yerine getirebilecek durumda olmalarına rağmen, İmar Kanununa, 1997-Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik hükümlerine ve dönem itibariyle bilim ve fennin gerektirdiği teknik şartlara aykırı davrandıkları, üzerilerine düşen dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranarak, mevcut sonucun gerçekleşmesinde etkili oldukları, bu nedenle meydana gelen ölümler ve yaralanmalar bakımından sanıkların eyleminin bilinçli taksirle öldürme suçunu oluşturacağı gözetilmeksizin, görevi kötüye kullanma suçu bakımından değerlendirme yapılarak, suçun zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile sanıklar ..., ..., ... ve ... hakkında düşme kararları verilmesi, Kanuna aykırı olup, katılanlar ... ve ... vekili, katılanlar ..., ... ve ... vekili, katılanlar ..., ..., ... ve ... ile mahalli Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden, hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK'un 321. maddesi uyarınca tebliğnamedeki isteme aykırı olarak BOZULMASINA; 06.10.2022 tarihinde oybirliğiyle karar verildi...”

[21] Türk Ceza Kanunu'nun 21. maddesinin ikinci fıkrasında; "kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi" şeklinde tanımlanıp başkaca ayırıcı unsura yer verilmeyen olası kast ile aynı Kanun'un 22. maddesinin üçüncü fıkrasında; "kişinin, öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır" biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da madde metninde yer vermediği "kabullenme" ölçüsünü aynı maddenin gerekçesinde; "olası kast halinde suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir, diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir" şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.

[22] “Her ikisi arasındaki ayrımı belirlemek bakımından Frank formülü uygulanmalıdır. Buna göre eğer ‘öyle veya böyle fail her hâlde hareketi gerçekleştirirdi’ diyebiliyorsak olası kast; ‘neticenin gerçekleşeceğini bilseydi hareketi gerçekleştirmeyecekti’ diyebiliyorsak bilinçli taksirden söz edilir...Her ikisi arasında bir ayrım yapılabilmesi için her somut olay bakımından failin ayrıca neticeyi göze almış, kabullenmiş sayılıp sayılamayacağı yönünde bir değerlendirme yapılması zorunlu görünmektedir” Bkz.; Bahri Öztürk/Mustafa Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, Seçkin Akademik ve Mesleki Yayınlar, 17. Baskı, Ankara 2017, s. 303-304.

[23] YCGK, E: 2021/95, K: 2022/257, T: 12.04.2022.

[24] YCGK, E: 2021/95, K: 2022/257, T: 12.04.2022. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, E: 2018/473, K: 2020/225, T: 21.05.2020.

[25] Böyle bir olayda öngörülmekle birlikte gerçekleşmeyeceği düşünülen ve istenmeyen bir neticeden bahsedilmemektedir. Bunun da ötesine geçilmiş ve bilinçli taksir unsurları aşılmıştır.

[26] Y.12.CD, E: 2017/172, K: 2017/2866, T: 06.04.2017.

[27]  Yargıtay Onikinci Ceza Dairesi, E: 2013/8258, K: 2014/4319, T: 20.02.2014.

[28]  Yargıtay Onikinci Ceza Dairesi, E: 2013/8258, K: 2014/4319, T: 20.02.2014.

[29]  Yargıtay Onikinci Ceza Dairesi, E: 2013/8258, K: 2014/4319, T: 20.02.2014.

[30] Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi, E: 2003/1731, K: 2003/1749, T: 13.10.2003.

[31] Yargıtay Onikinci Ceza Dairesi, E: 2020/4564, K: 2022/6293, T: 06.10.2022.

[32] Yargıtay Onikinci Ceza Dairesi, E: 2020/9855, K: 2022/5877, T: 21.09.2022.

[33] Yargıtay Onikinci Ceza Dairesi, E: 2020/4551, K: 2022/4600, T: 13.06.2022.

[34] Yargıtay Onikinci Ceza Dairesi, E: 2020/4934, K: 2022/703, T: 07.02.2022.

[35] Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi, E: 2002/926, K: 2002/1073, T: 16.05.2002.

[36] Şemsi Yazıcı/ A. Burak Göktepe/Selim Altun/Volkan Karaman, Sertleşmiş Beton Basınç Dayanımının Belirlenmesinde Kullanılan TS-10465 VE TS EN 12504-1 Üzerine Bir Değerlendirme, DEÜ Mühendislik Fakültesi, Fen ve Mühendislik Dergisi, Cilt: 8 Sayı: 1 s. 119-128 Ocak 2006.

[37] Yargıtay Onikinci Ceza Dairesi, E: 2020/4564, K: 2022/6293, T: 06.10.2022.

[38] Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi, E: 2001/8406, K: 2001/12825, T: 11.12.2001.

[39] Yargıtay Onikinci Ceza Dairesi, E: 2020/4551, K: 2022/4600, T: 13.06.2022.