1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 123, 124, 125, 126, 127, 128, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 136, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 150, 151, 152, 153, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 164, 165, 166, 167, 168, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 175, 176, 177, 178, 179, 180, 181, 182, 183, 184, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 194, 195, 196, 197, 198, 199, 200, 201, 202, 203, 204, 205, 206, 207, 208, 209, 210, 211, 212, 213, 214, 215, 216, 217, 218, 219, 220, 221, 222, 223, 224, 225, 226, 227, 228, 229, 230, 231, 232, 233, 234, 235, 236, 237, 238, 239, 240, 241, 242, 243, 244, 245, 246, 247, 248, 249, 250, 251, 252, 253, 254, 255, 256, 257, 258, 259, 260, 261, 262, 263, 264, 265, 266, 267, 268, 269, 270, 271, 272, 273, 274, 275, 276, 277, 278, 279, 280, 281, 282, 283, 284, 285, 286, 287, 288, 289, 290, 291, 292, 293, 294, 295, 296, 297, 298, 299, 300, 301…
 
Yukarıdakiler, ne anlama geldiği bilinmeyen sayılar dizini değil, 13.05.2014 tarihinde Soma’da hayatlarını yeraltında kaybeden nitelikli insanların resmi sayısıdır. Kusura bakmayın, hayatlarını kaybedenlerin ad ve soyadlarını yazmadım. İsteyen bu ad ve soyadlara da ulaşabilir. Amacım, işin vahametine, aslında sayısal ağırlığın ortaya çıkardığı kötü tabloya vurgu yapmaktır. Siz de sayın, korkmayın. 302 vatan evladı bir anda gitti. Bu sayı 302 ile sınırlı mı kalacak, yoksa artacak mı önümüzdeki günlerde göreceğiz.
 
Saymakta bile zorluk çektiğimiz, sayılarını ve isimlerini okumanın dakikalarca süreceği 302 insanımızı nasıl, neden ve ne uğruna kaybettik? Devlet, elbette bu soruların cevabını bulmalı, kamu veya özel teşebbüs arasında fark gözetmeksizin sorumlularını gecikmeksizin adalet önüne çıkarmalıdır. Türk Yargısı bu konuda üzerine düşeni yapacaktır.
 
Facianın sebebi ile ilgili birçok spekülatif açıklamanın yapıldığını görmekteyiz. İleri sürülen sebepler arasında akla yatkın olanlar var. Bunlardan hangisinin doğru olduğunun tespiti, felaketten kurtulan işçiler ile olay hakkında bilgisi olanların tanıklığı, şüphelilerin ifadelerinin alınması ve somut delillerin değerlendirilmesi ile şüphesiz ortaya çıkacaktır.
 
Kamuoyuna malolmuş ve herkesin çok yakından takip ettiği bu elim olay ile ilgili madeni işleten firma yetkililer tarafından açıklamalar, hatta garip bir şekilde düzenlenen basın toplantısı ile mahkeme önünde gibi savunmalar yapıldığını gördük. Tüm bunların gerçekleşip değerlendirileceği yer, tereddütsüz adli makamların önüdür.
 
Biz biliriz ki, ölümlü bir trafik kazası veya bir işçinin düşüp hayatını kaybettiği veya yaralandığı iş kazasında, aracın sürücüsü ve inşaatın sorumluları hemen kolluğa veya savcılık makamına götürülüp, bu kişilerin olayla ilgili bilgilerine başvurulur ve savunmaları alınır. Hatta yeterli olmadığında, olayla ilgili şahısların “şüpheli” veya “tanık” sıfatı ile tekrar ifadelerine başvurulur. Kaçma ihtimali bulunan şüphelilerin yurtdışına gitme veya bulundukları yerlerden ayrılmalarının önüne geçmek amacıyla koruma tedbirleri uygulanır. Hatta suçüstü durumlarında, yakalama ve gözaltı tedbirlerinin tatbiki yoluna gidilir. Gözaltı süresi, şüpheli sayısının üçten az olduğu suçlarda 24 saat, üçten fazla olduğu suçlarda ise 4 gündür.
 
Şimdi toplum, 302 insanın hayatına malolan bu facianın sebebinin ve sorumlularının bir an önce ortaya çıkarılmasını istiyor ve adalet bekliyor.
 
Bazı olaylara sebep olan hatalar basittir, ancak sonuçları ağırdır. Bu nedenle, sahip olunan hak ve yetkinin beraberinde getirdiği sorumluluk ve yükümlülüklerin gözardı edilmemesi gerekir. Bir çalışma sırasında alınması gereken basit önlem unutulduğunda veya ihmal edildiğinde, doğan sonuçların faturası çok ağır olabilir. Bu nedenle, hak ve yetki sahibi olanlar üzerine aynı zamanda sorumluluk ve yükümlülükler yüklenmiştir.
 
Hukuk düzen için düzen değil, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması amacıyla vardır. İşçi sağlığı ve güvenliği konusunda gerekli her önlemin alınıp yatırımın yapılması konusunda, kanunun açık hükmüne ihtiyaç yoktur. Çünkü işveren; her işin özelliğine, taşıdığı risk ve tehlikelere göre gerekli tüm önlemleri almakla yükümlüdür. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun “İşverenin genel yükümlülüğü” başlıklı 4. maddesine göre; “(1) İşveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olup bu çerçevede;
a) Mesleki risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dahil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapar.
b) İşyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını izler, denetler ve uygunsuzlukların giderilmesini sağlar.
c) Risk değerlendirmesi yapar veya yaptırır.
ç) Çalışana görev verirken, çalışanın sağlık ve güvenlik yönünden işe uygunluğunu gözönüne alır.
d) Yeterli bilgi ve talimat verilenler dışındaki çalışanların hayati ve özel tehlike bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri alır.
(2) İşyeri dışındaki uzman kişi ve kuruluşlardan hizmet alınması, işverenin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.
(3) Çalışanların iş sağlığı ve güvenliği alanındaki yükümlülükleri, işverenin sorumluluklarını etkilemez.
(4) İşveren, iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin maliyetini çalışanlara yansıtamaz”.
 
Bu nedenle, “Kanunda erken uyarı sistemi ve kaçış veya yaşam odaları zorunluluğu yok, bunun için yasal düzenlemeye ihtiyaç var” gibi kabulü mümkün olmayan gerekçelere sığınılamaz. Ayrıca, kişi hak ve hürriyetlerinin zirve noktası olan yaşam hakkının korunması konusunda yasal düzenlemeye ihtiyaç da yoktur. Bilindiği gibi Anayasa m.13’e göre, ancak kişi hak ve hürriyetlerinin sınırlanmasında yasal düzenleme zorunluluğu vardır.
 
Ceza Hukukunda kusur sorumluluğu esastır ve bu sorumluluk şahsidir. İki türlü kusur vardır, ilk kusur kasttır. Suça konu eyleme ilişkin hareket ile neticenin bilinerek ve istenilerek yapılmasına kast denir. Kastı da ikiye ayırabiliriz. Birincisi doğrudan kast ve diğeri de muhtemel (olası) kasttır. Muhtemel kast, kişinin bilerek ve isteyerek yaptığı hareketten öngördüğü halde gerçekleşen neticeyi kabullenmesi, bir anlamda “olursa olsun” demesidir. Diğer kusur türü ise taksirdir. Taksir derecesinde kusur da ikiye ayrılır; basit taksir kişinin, dikkatsizlik, tedbirsizlik, meslek ve sanatta acemilik, kanun, nizam ve emirlere riayetsizlik suretiyle öngöremediği ve istemediği neticeye sebebiyet vermesidir. Bilinçli taksir, öngörülen, fakat istenmeyen neticenin gerçekleşmesidir. Kaza ise, kusurluluğu ortadan kaldıran bir hal olduğundan, suç ve cezaya konu edilemez.
 
Kasten insan öldürmenin ve taksirle ölüme sebebiyet vermenin cezaları, kusurun ağırlığına ve somut olayın özelliklerine göre farklıdır. Birden fazla kasten insan öldürmede, her bir hayatını kaybeden insandan dolayı ağırlaştırılmış müebbet, müebbet veya 25 yıla kadar hapis cezası verildiği halde, basit taksirde bu süre 15 yıla ve bilinçli taksirde 22,5 yıla kadar hapis cezası olarak öngörülmüştür. Taksirle ölüm sayısının birden fazla olması, hayatını kaybeden her bir insandan dolayı ayrı ceza verilmesine yol açmaz.
 
Soma’da meydana gelen olay, Ceza Hukuku açısından bu özet tespitlerimiz doğrultusunda değerlendirilecektir.
 
 “Genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması” başlıklı TCK m.170’de, kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı açısından tehlikeli olacak şekilde yangın çıkaran hakkında altı aydan üç yıla kadar hapis cezası; “Genel güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması” başlıklı TCK m.171’de ise, bu suçu taksirle işleyen hakkında üç aydan bir yıla kadar hapis cezası uygulanacağı ifade edilmiştir. Bu fiiller, Soma ve benzeri olayların önlenmesi amacıyla düzenlenmiş somut tehlike suçlarıdır. Yeterli midir?
 
Gerek suç tipleri ile unsurları ve gerekse m.170 ve 171'in öngördüğü cezalar itibariyle kesinlikle yeterli değildir. "Suçta ve cezada kanunilik" prensibi uyarınca Soma olayını TCK m.170 ve 171 kapsamında da inceleyebilmek için, ya kasten yangın çıkarmak veya taksirle yangına sebebiyet vermek gerekir. Soma olayı, bunun çok üzerindedir. Kanaatimizce, Soma olayı ve benzeri şekilde ağır neticelenen suçların önlenmesinde TCK m.170 ve 171 değil, ağır idari yaptırımlara ihtiyaç vardır. Çünkü idari yaptırım, adli cezaların tatbikinin ağır işleyişinden farklı olarak hızlı ve etkin uygulanma gücüne sahiptir. Ölümlü ve yaralanmalı iş kazalarının önüne geçilmesinde, ağır idari yaptırımların etkili olacağını düşünmekteyiz. Elbette mesele ağır idari yaptırımlar içeren yasal düzenlemeler ile de bitmez. Bu yaptırımların süratli ve etkin uygulandığını görmek gerekir.
 
Son söz; Soma’da hayatlarını kaybedenlerin aileleri ve yaralananlar tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına yapılacak şikayetlerin etkili olacağını, her ne kadar soruşturmanın açılması ve dava aşamasına geçilmesi şikayete bağlı olmasa da, “Mağdur ile şikayetçinin hakları” başlıklı CMK m.234’de tanımlanan haklardan yararlanmanın dosyanın takibini kolaylaştıracağını ve soruşturmanın etkinliğini güçlendireceğini belirtmek isteriz.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)