Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 24. Yasama Dönemi ile ilgili yaşanan tutuklu milletvekilleri sorununu çözülmesi amacıyla aşağıda yer alan Kanun Teklifini hazırlamıştır. Teklifin gerekçesinde, yasama dokunulmazlığının ayrıcalık olmadığından, yasama fonksiyonunun yerine getirilmesi için görev gereği tanınan bir hak olduğundan, seçme ve seçilme hakkının korunması gerektiğinden, temsili demokrasinin korunması amacıyla ceza dokunulmazlığı getirilmesi zorunluluğundan, bu noktada kamu yararı amaçlandığından, milletvekilinin yasama faaliyetine kısıtlama getirilmesinin kamu vicdanını zedelediğinden, cezanın infazı yolu ile Milletin iradesine müdahale edilmesinin doğru olmadığından, Anayasanın 7. maddesi ile egemenliğin sahibi olan Milletin iradesinin kesintiye uğratılmaksızın Meclise yansıtılması gerektiğinden bahisle, milletvekilleri hakkında kesinleşmiş mahkeme kararlarının yerine getirilmesinin üyelik sıfatının sona ermesine bırakılmasının uygun olacağının ifade edildiği görülmektedir.

5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’a eklenmesi öngörülen Geçici Madde metnine göre; “Geçici madde 6- (1) 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan milletvekili genel seçimlerinde milletvekili seçilenlerden; yargılanmasına devam olunarak hakkında mahkumiyet kararı verilenler ile hakkında kesinleşmiş mahkumiyet kararı bulunanların hükümlerinin infazı ve mahkumiyet kararının Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirimi, yasama döneminin sonunda milletvekilliği sıfatının sona ermesine bırakılır”.

Öncelikle belirtmeliyiz ki, eklemenin ilgisine göre İnfaz Kanunu’na göre değil, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na yapılması uygun düşecektir. Çünkü tutuklama tedbiri, ceza yargılaması ile ilgili bir vasıta olarak Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100 ila 108. maddelerinde düzenlenmiştir.

Teklif metni ve gerekçesi, elbette bir siyasi hak olan seçme ve seçilmeyi, kişi güvenliği hakkının önüne aldığından, bu kapsamda seçilmiş veya meslek sahibi olup da tutuklu olanları yararlandırmadığından, eşitlik ve hakkaniyet ilkelerini ihlal eder gözükmektedir. Ancak bu sakınca, Anayasaya aykırılık olarak düşünülemez.

Asıl sorun, Anayasanın 83. maddesinden değil, 84. maddesinin 2. fıkrasından kaynaklanmaktadır. Konuyu, tutuklu Milletvekili Engin Alan’ın yargılandığı dava 83. maddenin 1. fıkrasında öngörülen istisna kapsamında değerlendirildiğinden, cezanın infazı da 83. maddenin 3. fıkrasına uygun düşmemektedir. Bir milletvekili hakkında seçimden sonra verilmiş ceza hükmünün infazının üyelik sıfatının son bulmasına bırakılması, ancak suçun 83. maddenin 2. fıkrasında yer alan istisnalardan birisine uygun düşmemesi halinde mümkündür.
Anayasa m.83/3’de öngörülen “infaz etmeme” kuralı, Anayasa m.83/2’de öngörülen yasama dokunulmazlığının istisnalarından birisi sayılmayan kesinleşmiş mahkumiyet kararları için geçerlidir. Bu hükme göre, “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçimden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez”.

Bunun dışında, milletvekili hakkında 84. maddenin 2. fıkrası uygulanacaktır. Bu hükme göre, milletvekilliğinin kesin hüküm giyme halinde düşmesi kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesi ile gerçekleşir. Bu konuda ayrıca bir izin veya karar alınmasına ihtiyaç bulunmamaktadır.

Bu usul, kesin hükmün ilgili mahkeme tarafından Meclis Başkanlığına gönderilmesi ve Meclis Başkanlığının da bu kesin mahkumiyet hükmünü Meclis Genel Kurulunda okutması ile tamamlanır.

Tutuklu Milletvekili Engin Alan, Anayasa m.83/2’de öngörülen Anayasa m.14 kapsamına giren bir suç iddiası ile yargılanmış, milletvekili olduğu halde yargılanmasına ve tutukluluğuna devam edilmiş ve bu sırada da mahkumiyet kararı kesinleşmiştir.

Esas itibariyle, Kanun teklifi Anayasanın 84. maddesinin 2. fıkrasına aykırıdır. Bu aykırılıktan iki şekilde kurtulmak mümkündür; birincisi, ya kesin karar Mahkemece Meclis Başkanlığına gönderilmemiş ya da gönderilse de Meclis Başkanlığı tarafından Meclis Genel Kuruluna okutulmamış olacaktır. İkincisi ise, Kanun teklifi açıkça Anayasaya aykırıdır, ancak Anayasa Mahkemesi’ne başvurmadıkça da bir sonuç çıkmayacaktır. Bir an için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulsa bile, Kanun teklifi bir an için bile yasalaşsa Sayın Engin Alan yürürlüğe giren bu Kanun hükmünden yararlanacaktır.

Bu kanunlaştırma usulü, şekli hukuk açısından isabetli, fakat hukuk ve adaletin özü bakımından da sakıncalar içermektedir. Ayrıca, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını gözetmek suretiyle herkesi kapsamayan, sadece bir siyasi hak olarak seçme ve seçilme hakkını ön plana taşıyan bu tür istisnai düzenlemelerin, zaten yolunda ve rayında gitmeyen Türk Hukuku ve yargısı açısından, değişikliğin amacı ne kadar vicdani ve savunulabilir olsa da eleştirilere neden olabileceğini ve başka istekleri gündeme taşıyabileceğini ifade etmek isteriz.

Bu sebeple; bu tür olağanüstü yollara başvurup “yasama dokunulmazlığı” müessesesi ile ilgili benimsenmiş sistemi bozmadan, meseleyi Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuruları değerlendirip sonuca bağlamasını beklemek gerekir. Anayasa Mahkemesi “dürüst yargılanma hakkı” bakımından “hak ihlali” tespit ettiği durumda, infaz ertelemeyi içeren yargılamanın yenilenmesi yolu açılabilecektir. Bir ikinci yol da, “Balyoz” adı ile bilinen dava dosyasında görevli ve yetkili olan İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yapılacak “yargılamanın yenilenmesi” başvurusu ile bulunabilir.

Anayasa Mahkemesi, meseleyi daha ziyade “suçta ve cezada kanunilik” prensibi ve akabinde delillerle ilgili iddialar yönünden inceleyecektir. Bu inceleme, “suçta ve cezada kanunilik” ve “dürüst yargılanma hakkı” ile sınırlı olacaktır. Yüksek Mahkeme “kanunilik” prensibi açısından incelemesini, ceza kanunlarının önceden bilinilirliği, öngörülebilirliği ve anlaşılabilirliği yönleri ile gerçekleştirecektir.

Yüksek Mahkeme, soyut ceza normunda tanımlanmış bir suç var mı, iddiaya konu fiil bu suç tanımına uygun mu, iddiaya konu fiil ile soyut ceza normu denk düşüyor mu, yani tipiklik unsuru tamamlanmış mı sorularının cevabını arayacaktır. Bunun dışında Yüksek Mahkeme, maddi vakıayı incelemeyecek ve delilleri değerlendirmeyecektir.

Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuruları reddetmesi halinde Yerel Mahkeme ise, CMK m.311 kapsamında yapılan yargılamanın yenilenmesi taleplerini usul ve gerektiğinde esas yönleri ile inceleyebilecektir. Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi talebinde süre ve başvuru sayısında sınır olmadığını, bununla birlikte yargılamanın yenilenmesinin olağanüstü bir kanun yolu olması sebebiyle başvuru gerekçe ve delillerinin çok ciddi ve dayanaklı olması gerektiğini ifade etmek isteriz.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)