I. Giriş

Bu yazımızın konusunu; Anayasa Mahkemesi’nin (AYM), temyiz başvurusunun süre aşımı nedeniyle reddedilmesi üzerine, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasını değerlendiren, 08.03.2023 tarihli ve 2019/42687 başvuru numaralı Hüseyin Volkan Kurt kararı oluşturmaktadır.

Başvurucu müdafii, başvurucunun istinaf başvurusunun reddi kararının yüze karşı açıklanmasından (tefhimden) itibaren 15 gün içerisinde süre tutum adı ile bilinen dilekçeyle temyiz talebinde bulunmuştur. Gerekçeli kararın tebliğ edilmesi akabinde, temyiz sebeplerini gösteren ek dilekçesini tebliğ tarihinden itibaren 15 gün süre içerisinde sunmuştur. Yargıtay 1. Ceza Dairesi, temyiz sebeplerini gösteren dilekçenin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m.295 uyarınca belirtilen 7 günlük yasal süre geçtikten sonra sunulduğu gerekçesiyle CMK m.298/1 uyarınca temyiz talebinin reddine karar vermiştir.

Başvurucu, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren CMK m.295/1’de belirtilen 7 günlük kanuni sürede gerekçeli temyiz dilekçesinin sunması gerektiğini, aksi takdirde temyiz talebinin reddedileceğinin kendisine bildirilmediğini belirterek Anayasa m.36’da güvence altına alınan adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek AYM’ye bireysel başvuruda bulunmuştur.

II. Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi

AYM; başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlali iddiasını kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşulları bakımından değerlendirmiştir.

Başvurucunun temyiz sebeplerini bildirmemesi nedeniyle temyiz talebinin reddine dair kararın CMK m.298’a dayandığını, bu kararın amacının temyiz mahkemelerinin gereksiz yere meşgul edilmemesi ve böylelikle nitelikli talepler üzerinde yoğunlaşmasının temin edilmesi olduğunu belirterek kanunilik ve meşru amaç koşullarını sağladığını belirtmiştir.

Değerlendirmesini ölçülülük ilkesi kapsamında devam ettiren AYM; bu kararı elverişlilik, gereklilik ve orantılılık koşulları çerçevesinde incelemiştir. Yasal süre geçtikten sonra temyiz sebeplerini gösteren dilekçe sunulduğu gerekçesiyle temyiz talebinin reddedilmesinin, içtihat mahkemesi olma fonksiyonuna uygun olarak temyiz mahkemelerinin gereksiz yere meşgul edilmemesi ve böylelikle nitelikli talepler üzerinde yoğunlaşması amacına ulaşılması yönünden elverişli bir araç olduğu, bununla birlikte kanun koyucunun bir içtihat mahkemesi olarak işlev görmesini istediği Yargıtay’ın gerekçesiz temyiz taleplerini incelemesini gerektirecek düzenleme yapmaya zorlanamayacağını belirterek elverişlilik ve gereklilik kriterlerinin sağlandığını belirtmiştir.

Son olarak müdahalenin orantılı olup olmadığını değerlendiren AYM; CMK’da temyiz kanun yoluna ilişkin düzenlemelerle ilgili olarak Yargıtay ceza dairelerinin ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun kararları arasında yorum farklılıkları oluştuğunu, gelinen noktada özellikle kararlara karşı kanun yollarının, şeklinin, sürelerinin ve sonuçlarının ilgililere eksik bildirildiği hallerde, yasal sürelerin ne zaman ve hangi şartlarda başlayacağı hususlarında bir uygulama birliğinden söz edilmediğini tespit etmiştir. Bu durumun ilgililer yönünden belirsizliğe yol açtığı gibi eksik bildirimin yanıltıcı bir işlev de gördüğünü, nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na göre de yargı organlarının bu konuda farklı sonuçlara varması taraflar için kanunun öngörülebilirliği açısından sorun oluşturduğunu belirtmiştir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 13.12.2022 tarihli ve E.2019/16-452, K.2022/793 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Süresi içinde vermiş olduğu dilekçeyle sebep göstermeksizin hükmü temyiz eden tarafın, temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya kararın kendisine tebliğinden itibaren 7 gün içinde sunacağı dilekçeyle sebep bildirmesi gerekmektedir. Bu sürenin 'hak düşürücü' veya 'düzenleyici' nitelikte olduğu uygulamada ve doktrinde tartışmalıdır. Hukuki bir konuda kesin çizgilerle ayrışmış bir tartışma varsa ve yargı organları aynı konuda farklı sonuçlara varıyorlarsa taraflar açısından yasanın öngörülebilirliği ilkesinde sorun olduğu sonucuna ulaşılabilecektir. Nitekim 1412 sayılı CMUK’nın yürürlükte olduğu dönemde Yargıtay tarafından sebep içermeyen temyiz taleplerinin incelenmesine ilişkin yerleşik uygulama, sistemde değişiklik yapan ve istinaf mahkemelerini faaliyete geçiren 5271 sayılı CMK’nın uygulandığı ilk dönemlerde yanılgı hali olarak makul görülebilecektir. Kaldı ki, CMK’nın 291. maddesinin birinci fıkrasında 7 gün olan temyiz süresi, 7035 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle yapılan değişiklik sonucu 15 gün olarak yeniden düzenlenmiş, CMK'nın 295. maddesinin birinci fıkrasında yer alan temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin verilmesine dair 7 günlük sürede ise herhangi bir değişikliğe gidilmemiştir. Bu husus da, avukatlar da dahil olmak üzere başvurucuların temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçeyi verebilecekleri süre konusunda yanılmalarını mümkün kılmaktadır. Hukuk devleti olmanın sorumluluğu bağlamında verilen kararlar ile kurulan hükümlere karşı yasa yolları, şekli, süreleri ve sonuçlarının ilgililere açıkça bildirilmemesi veya eksik bildirilmesi halinde, yasal sürelerin tebligat tarihinden itibaren değil ancak öğrenme tarihinden itibaren işlemeye başlayacağı, öğrenme tarihi kesin olarak belirlenebilen haller dışında taraf beyanının esas alınması gerekliliğinden hareketle, usulüne uygun sebep içeren dilekçe var ise bu kapsamda temyiz incelemesi yapılması, aksi halde ilgiliye yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda yapılacak meşruhatlı tebligatla 7 günlük süre içinde yasal düzenlemeye uygun sebep bildirmemesi halinde sebep yokluğundan temyiz talebinin reddedileceği ihtar edilmeli, sonucuna göre esasa ilişkin temyiz incelemesi yapılıp yapılmayacağına karar verilmelidir.

Her ne kadar mesleği bir kamu hizmeti niteliğindeki avukatlık olan ve sanığın savunmasını üstlenen; savunma ve kanun yollarına başvuru için yeterli düzeyde hukuki bilgiye sahip olan müdafinin, temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin verilmesi süresinin, temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde olduğunu bilmemesinin düşünülemeyeceği değerlendirilerek, kanun yolu bildirimindeki bu eksiklik müdafi açısından bir yanılgı ve bu bağlamda hakkın kullanılması yönünde bir engel oluşturmayacağı söylenebilir ise de; açıklandığı üzere istinaf mahkemelerini faaliyete geçiren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile 1412 sayılı CMUK’nın yürürlükte olduğu dönemde Yargıtay tarafından sebep içermeyen temyiz taleplerinin incelenmesine ilişkin yerleşik uygulama terk edilmiş, 7035 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle yapılan değişiklik sonucu 7 gün olan temyiz süresi 15 gün olarak yeniden belirlenmiş ancak temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin sunulmasına ilişkin 7 günlük sürede bir değişikliğe gidilmemiş ve böylelikle kısmen karmaşık bir sistem kabul edilmiş olması nedenleriyle avukatlar da dahil olmak üzere başvurucuların söz konusu sürede yanılmalarının mümkün olduğu kabul edilmelidir”.

Bu değerlendirmelerden hareketle; ret kararının başvurucunun mahkemeye erişim hakkına ağır bir müdahale teşkil ettiği, Ceza Dairesinin temyiz sürecini bir bütün olarak değerlendirmediği, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren temyiz gerekçelerini ihtiva eden ek dilekçe vermesi konusunda başvurucunun eksik bilgilendirildiği tespit edilmiştir. Bu durumda Yargıtay’ın bazı dengeleyici tedbirleri/imkanları devreye sokmaksızın başvurucunun temyiz talebini reddetmesinin, mahkemeye erişim hakkını güçleştirdiği ve başvurucuya aşırı külfet yüklediği için orantısız olduğu anlaşılmıştır. Sonuç olarak, başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçüsüz olduğu ve adil/dürüst yargılanma kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

III. Değerlendirmemiz

CMK m.291’e göre; “(1) Temyiz istemi, hükmün açıklanmasından itibaren on beş gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır; beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hakime onaylattırılır. Tutuklu bulunan sanık hakkında 263 üncü madde hükmü saklıdır.  (2) Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa, süre tebliğ tarihinden başlar”.

Bu maddede, 05.08.2017 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7035 sayılı Bölge Adliye ve Bölge İdare Mahkemelerinin İşleyişinde Ortaya Çıkan Sorunların Giderilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la değişiklik yapılarak, 7 gün olarak belirlenen süre 15 gün olarak değiştirilmiştir. Temyiz süresi, hükmün temyiz başvurusunda bulunmaya hakkı olanların huzurunda veya yokluğunda açıklanmasına göre değişmektedir.

Hüküm, temyiz başvurusunda bulunmaya hakkı olanların yüzüne karşı açıklanmışsa temyiz süresi açıklama tarihinden itibaren başlarken; yokluğunda açıklanmışsa süre tebliğ tarihi itibariyle başlamaktadır. Burada belirlenen 15 günlük süre, süre tutum dilekçesi olarak uygulamada bilinen kanun yoluna başvurulacağını bildirir dilekçenin sunulmasını gerekli kılmaktadır.

CMK m.295/1’e göre; “Temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilir."

CMK m.294 uyarınca temyiz başvurusunda bulunurken mutlaka temyiz gerekçelerinin gösterilmesi gerekmektedir. İstinaf kanun yolunda verilen karardan sonra temyiz aşamasında sebeple bağlılık kuralı kabul edildiğinden, uygulamada kısa kararın tefhiminden itibaren başlayacak 15 günlük sürede verilen ve müddet tutum/süre tutum adı ile de bilinen kısa temyiz dilekçesi sunulmakta, gerekçeli kararın tebliğinden sonra başlayacak 7 gün içinde de hükmü temyiz olunan BAM ceza dairesine temyiz nedenlerini içeren gerekçeli ek temyiz dilekçesi verilmektedir[1].

Esasında, her ne kadar kanunda sürelerin belirli olduğu söylenebilse de, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararlarında da belirtildiği üzere uygulamada birlik oluşturulmaması, hukuki güvenliğin zedelenmesine ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülememesi sonucunda adaletin tecelli edememesine neden olmaktadır. Uygulamada tereddüt oluşturan bu durumun tespiti için Yargıtay önüne gelen uyuşmazlıklarda, mahkemenin tespitlerine yer verilmesinde fayda vardır.

Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nin 09.09.2020 tarihli ve 2020/423 E. 2020/3438 K. sayılı kararında; “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 40/2. madde ve fıkrasında yer alan ‘Devlet işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını belirtmek zorundadır.’ ve 5271 sayılı CMK’nın 34/2. madde ve fıkrasında bulunan ‘Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir.’ şeklindeki düzenlemeler nazara alındığında, Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararda aynı Kanun’un 291/1. maddesindeki temyize ilişkin on beş günlük kanuni sürenin belirtilmesinin yanı sıra süresinde verilen temyiz dilekçesiyle talep edildiği takdirde gerekçeli hükmün tebliğinden işlemeye başlayan yedi günlük süresi içerisinde gerekçeli temyiz dilekçesi verilmesinin zorunlu olduğuna dair CMK m.295/1. maddesinin de yer alması gerektiğinin gözetilmemesi nedeniyle sanık müdafisinin temyiz dilekçesinin süresinde olduğu kabul edilerek(…)” tespitlerine yer verilmiştir. Görüleceği üzere Yargıtay 14. Ceza Dairesi; kanun yoluna başvuruda kanunda süre belirtilmesini yeterli görmemiş olup, verilen kararda da bu kanun yoluna başvuru süresinin açıkça belirtilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 12.09.2022 tarihli ve 2021/4542 E. 2022/5578 K. sayılı kararının ise ilgili kısmı şu şekildedir; “İstisnai ve sınırlayıcı hüküm içeren düzenlemelerin kıyas yoluyla genişletilmesinin mümkün olmaması nedeniyle ek dilekçe için öngörülen 7 günlük sürenin, mahkeme kararlarının sonuç bölümünde gösterilmesi zorunlu olan, hükme karşı başvurulabilecek kanun yolu süresi olmadığı, dolayısıyla temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçe için öngörülen bu sürenin ilgilisine bildirilmeyişinin mahkemeye erişim hakkına orantısız bir müdahale olarak görülemeyeceği ve ilgilisine bildirilmesi hususunda zorunluluk bulunmadığı kabul edilmektedir”. İşbu kararda; Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nin görüşünün aksine, temyiz sebeplerini bildirir dilekçenin sunulması için öngörülen süreye ilişkin olarak kanun yoluna başvuracak kişiye bildirim yapılmamasında bir sorun görülmemiştir.

Temyiz gerekçelerini gösteren ek dilekçenin sunulması için öngörülen 7 günlük sürenin, mahkeme kararlarının sonuç bölümünde gösterilip gösterilmemesi ve bunun mahkemeye erişim hakkına kısıtlılık getirip getirmeyeceğine ilişkin uygulamada Yargıtay daireleri arasında görüş birliği olmadığı yukarıda yer verilen iki kararda açıkça gözlemlenmektedir. Bu durum, hukuki güvenlik ve mahkemeye erişim hakları arasında olması gereken hassas dengeyi ve istikrarı bozmaktadır.

Sonuç olarak; kanunda öngörülen usul ve süre sınırlarına ilişkin kuralların, adaletin iyi yönetimi ve hukuki belirlilik ilkesine riayet edilmesini sağlamayı hedeflediği gözönünde bulundurulduğunda, uygulamada kanun yoluna başvuru süresinin yorumlanmasına ilişkin yeknesaklık olmaması nedeniyle bu hedefe ulaşılamadığı, aksine öngörülemez bir durum oluştuğu izahtan varestedir. Anayasa Mahkemesi’nin tespitine katılmakla birlikte, yaptığı değerlendirmeye ek olarak; ceza davalarında, gerek istinaf ve gerekse temyiz yoluna başvuru süreleri, kişinin mahkemeye erişim hakkını ve hak arama hürriyetini güvenceye alacak şekilde, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlamalı ve bu süre 15 gün olarak belirlenmelidir. Aksi takdirde, bu konuya ilişkin uyuşmazlıklar ve farklı uygulamalar AYM önüne gelmeye devam eder ve mağduriyetler artar.

Yeri gelmişken; Yargıtay ve AYM kararlarında, getirilen sürelerin amacının temyiz mahkemesinin içtihat mahkemesi olma fonksiyonu olduğu, temyiz mahkemelerinin gereksiz yere meşgul edilmemesi ve böylelikle nitelikli talepler üzerinde yoğunlaşması amacına ulaşması olduğu vurgulanmıştır. Uygulamada, yasal düzenlemenin de sayesinde süre tutum dilekçesi adı verilen dilekçe ile kanun yoluna başvurulacağı bildirilen yöntem benimsenmiştir. Kanaatimizce, kişinin kendisi hakkında verilen hükmün henüz gerekçesini bilmeden o hükmü kanun yolu denetiminden geçirmek istemesi, hem kişinin hak arama hürriyetine ve hem de Anayasa m.141’de güvence altına alınan gerekçeli karar hakkına aykırılığı gündeme getireceği gibi, yargılamada iş yükünü de artırmakta ve nitelikli talepler üzerinde yoğunlaşma amacıyla da bağdaşmamaktadır. Olması gereken, gerekçeli kararın muhataba tebliğinden itibaren 15 günlük bir temyiz süresi benimsenmek suretiyle başvuruların gerekçeli ve nitelikli yapılmasının aranması ve hukuka kesin aykırılık halleri hariç olmak üzere gösterilmeyen sebepten inceleme yapılmamalı ve bozma kararı verilmemelidir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Berra Berçik

(Bu makale, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

--------------

[1] Ersan Şen/Ali Kemal Yıldız ve Diğer Müellifler, Ceza Avukatının Başvuru Kitabı, Seçkin Yayıncılık, 5. Baskı, Ankara, 2023, s.678-679