GİRİŞ

Kişilerin tapu siciline güveninin sağlanması için hukuk düzenimizde getirilen korumalardan bir tanesi de tapu sicil uygulamalarında meydana gelen zararlardan devletin kusursuz olarak sorumluluğudur.

Tapu sicilinin tutulmasından devletin sorumluluğu TMK m. 1007 kapsamında düzenlenmiştir. Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluk esasına dayanmaktadır. Hazinenin sorumluluğu kusursuz haksız fiil sorumluluğudur[1]. Dolayısı ile sorumluluğun gündeme gelebilmesi için birtakım koşulların mevcudiyeti aranmaktadır. Devletin tapu sicili uygulamalarından kaynaklanan zararlardan sorumlu tutulması için öncelikle tapu sicilinin hukuka aykırı olarak tutulması gerekmektedir. Hukuka aykırılık tapu siciline yapılmaması gereken bir kaydın yapılması şeklinde olabileceği gibi, kanun ve tüzüğe göre yapılması gereken bir kaydın yapılmaması veya eksik, hatalı bir biçimde yapılması şeklinde de olabilir. Devletin sorumluluğunun gündeme gelmesi için söz konusu hukuka aykırılık nedeniyle zarar doğmuş olması ve zarar ile hukuka aykırılık arasında uygun illiyet bağı olması gerekmektedir. Çalışmamızın konusu gereği illiyet bağını kesen sebeplerden biri olarak devletin sorumluluğunda zarar görenin ağır kusuru üzerinde durulacaktır.

I. TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDA DEVLETİN SORUMLULUĞU VE SORUMLULUĞUN ŞARTLARI

Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlarda TMK m. 1007 kapsamında devlet sorumludur. . 4721 sayılı TMK'nın sorumluluk kenar baslığını taşıyan 1007. Maddesinde düzenlenen sorumluluk, kusura dayanmayan (objektif) bir sorumluluk türüdür[2]. Yargıtay 5. H.D. 2021/591 E., 2021/9593 K., 13.09.2021 Tarihli kararında bu hususu “4721 sayılı TMK'nun sorumluluk karar başlığını taşıyan 1007.maddesi "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur." hükmünü içermekte olup, bu maddede düzenlenen sorumluluk, kusura dayanmayan (objektif) bir sorumluluk türü olup, Tapu Sicil Müdür ya da memurunun kusuru olsun ya da olmasın sicilin tutulmasında, kişilerin malvarlığı çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir. Kusurun varlığı ya da yokluğu Devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, sadece, Devletin memuruna rücuu halinde iç ilişkide etkili olmaktadır.” şeklinde ifade edilmiştir[3]. Tapu sicilinin ayni hakları açıklama görevi, tapu sicilinin gerçek durumu tam, eksiksiz ve hukuka uygun olacak şekilde barındırmasını gerektirmektedir[4]. Dolayısı ile tapu sicilinin tutulması görevini devlet bizzat üzerine almıştır. Devletin üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmesine rağmen kimi zaman tapu sicilinde hukuka ve gerçeğe aykırı kayıtlara rastlanılmaktadır. Devletin TMK m. 1007 kapsamındaki sorumluluğu yalnızca tapuya güven ilkesi kapsamında TMK m. 1023 dolayısı ile gerçek hak sahiplerinin uğradığı zararları değil, aynı zamanda yolsuz sicile güvenerek bir takım işlemlere başlamış ancak sicile güvenleri korunmamış iyiniyetli üçüncü kişileri de kapsamaktadır[5]. Devletin sorumluluğunun söz konusu olması için tapu memurunun kusuru aranmamaktadır. Devlet tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmasından kaynaklanan zararlardan kusursuz sorumludur[6].

Devletin tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmasından kaynaklanan zararlardan sorumlu tutulması için bazı şartların gerçekleşmesi gerekmektedir. Konumuz gereği devletin sorumluluğunun şartları detaylı olarak incelenmeyecektir ancak konu bütünlüğü açısından kısaca açıklanmakla yetinilecektir.

1. Tapu sicilinin hukuka aykırı olarak tutulması

Devletin tapu sicilinin hukuka aykırı olarak tutulmasından kaynaklı olarak meydana gelen zararlardan sorumlu tutulabilmesi için öncelikle tapu sicili hukuka aykırı olarak tutulmalıdır. Söz konusu hukuka aykırılık, hukuka aykırı kaydın yolsuz olarak gerçekleştirilmesi şeklinde olabileceği gibi yapılması gereken bir kaydın hukuka aykırı olarak (örneğin ihmali davranışla) yapılmaması şeklinde de olabilir[7].

2. Zarar

Devlerin sorumluluğunun bir diğer şartı ise zarardır. Tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmasından bir zarar doğmamışsa, devletin sorumluluğu söz konusu olmayacaktır[8].Tapu sicili hukuka aykırı tutulmasına rağmen hukuka aykırılık zarara yol açmadan düzeltildiyse zarar meydana gelmediği için devletin sorumluluğu da söz konusu olmayacaktır[9]. Örneğin hukuka aykırı kaydın düzeltilmesi için dava açma imkanı bulunduğu sürece zarar, yanlış kayıttan doğan sadece yargılama giderleri tutarından ibarettir. Dolayısı ile hukuka aykırılık dava yoluyla düzeltildiyse hakkın kaybından doğan bir zarar söz konusu olmayacağı için devletin sorumluluğuna da gidilemeyecektir[10] [11]. Ancak yanlış kaydın düzeltilmesi için açmış olduğu davayı kaybeden iyiniyetli kişinin hakkın kaybından doğan zararından devlet sorumlu olacaktır[12].

3. İlliyet Bağı

Devletin sorumluluğunun söz konusu olmasının son şartı ise uygun illiyet bağıdır. Tapu sicilinin tutulmasından doğan zararın devlet tarafından tazmin edilebilmesi için, meydana gelen zarar ile tapu sicilinin tutulması arasında nedensellik bağının olması, yani tapu sicilinin tutulmasında meydana gelen yolsuzluk ile tazmini istenen zarar arasında bir neden-sonuç ilişkinin olması aranır. Diğer iki şart olan zarar ile tapu sicilinin hukuka aykırı olarak tutulması arasında uygun illiyet bağı olmalıdır[13]. Zararın sebebi tapu sicilinin hukuka aykırı tutulması değilse bu durumda illiyet bağından bahsedilemeyeceği için devletin sorumluluğu söz konusu olmayacaktır. Örneğin taşınmazını hataya düşerek muvazaalı olarak satan satıcının, alıcının taşınmazı üçüncü bir kişiye devretmesi dolayısı ile geri alma imkanının kaybından doğan zararlardan devlet sorumu olmayacaktır[14]. Zira söz konusu zararın sebebi tapu sicilinin hukuka aykırı olarak tutulması değildir. Zararın sebebi zarar görenin kusurudur. İlliyet bağı zarar görenin kusuru sebebiyle kesildiği için illiyet bağından ve devletin sorumluluğundan söz edilemeyecektir. Tapu sicilinin tutulmasına ilişkin yapılması gerekenin yapılmaması veya yapılmaması gerekenin yapılması zarar doğurmaya elverişliyse uygun illiyet bağı mevcut olacaktır ve devletin sorumluluğu gündeme gelecektir[15]. Tapu sicilinin hukuka aykırı olarak tutulmasından kaynaklı olarak meydana gelen zararlardan devletin sorumluluğunu gündeme getirecek durumlara kadastro tespitlerine dayalı olarak sınır ve yüzölçümün hatalı yazılması, kadastro tespitlerinin yanlış yazılması, özel mülkiyete konu olmayan bir taşınmaz için yolsuz tapu kaydı oluşturulması[16], özel vekâletname olmadan işlem yapılması, tartışmalı olmakla birlikte yanlış tapu sicil işleminin sahte vekâletname veya sahte veraset senedine dayanması örnek olarak verilebilir[17].

Devletin sorumluluğunda illiyet bağını kesen bir takım durumlar mevcut olabilir. İlliyet bağının kesilmesi halinde devletin sorumluluğu gündeme gelmeyecektir. İlliyet bağını kesen sebeplerden de biri de zarar görenin ağır kusuru olup, işbu çalışmanın esas konusunu oluşturmaktadır.

II. DEVLETİN SORUMLULUĞU BAKIMINDAN ZARAR GÖRENİN AĞIR KUSURU

Devletin sorumluluğunda, zarar ile hukuka aykırılık arasındaki illiyet bağını kesen sebeplerden biri zarar görenin ağır kusurudur. Zarar görenin ağır kusurunun sicilin yolsuz tutulması ve zarar arasındaki uygun illiyet bağını kestiği durumlarda devletin sorumluluğu söz konusu olmayacaktır[18]. Yargıtay 4. H.D. bu hususu “davacının kusur ve ihmalinin bulunup bulunmadığı, kusur ve ihmal var ise bunun illiyet bağını kesecek düzeyde olup olmadığı, tazminat miktarını etkileyip etkilemeyeceği üzerinde mahkemece durulması gerektiği” şeklinde ifade etmiştir. İlliyet bağının kesildiği durumlarda zarar görenin kusurlu davranışı, zararı meydana getiren sonucun uygun sebebi haline gelmiştir ve böylelikle devletin sorumluluğunu gündeme getirecek tapu sicilinin hukuka aykırı tutulması sebebini arka plana itmiştir[19]. Ancak bu durumda zarar görenin kusurunun, tapu sicilinin hukuka aykırı tutulması sebebini arka plana itecek ağırlıkta olması gerekmektedir[20].

Tapu sicilinin tutulmasından devletin sorumluluğunun işlevlerinden biri de tapu siciline duyduğu güven dolayısı ile zarar görenin zararının tazmin edilerek tapu siciline duyulan güvenin devamının sağlanmasıdır[21]. Yargıtay 5. H.D. 13.10.2021 Tarihli kararında Maddede yer alan kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır, zira sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür.” şeklinde ifade ederek tapu sicilinin, sicilin doğru ve eksiksiz tutulmasından sorumlu olduğunu ve aksi takdirde doğacak zararlardan devlerin sorumlu olduğunu ifade etmiştir[22]. Devletin sorumluluğunun kesilmesi için zarar görenin, tapu sicilinin hukuka aykırı tutulması ile zarar arasındaki uygun illiyet bağını kesen davranışının kötü niyetli olması gerekmektedir. Zarar gören tapu sicilinin hukuka aykırı tutulduğunu biliyorsa veya bilecek durumdaysa zarar görenin tapu siciline duyan güven kapsamında korunan bir yararı kalmayacaktır. Tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmasında devletin sorumluluğu, kişilerin tapu siciline duymuş oldukları güveni koruma altına alma amacı ile getirilmiş kanuni bir düzenlemedir. Ancak zarar gören, kusurlu davranışı ile kötü niyetli olarak bu zarara sebebiyet vermişse tapu sicili tarafından koruma altına alınacak, güveni korunacak ve zararı tazmin edilecek kişi olmayacaktır[23].

Zarar görenin iyi niyetli veya kötü niyetli olmasına göre korunacak güvene örnek vermek gerekirse, tapuya kaydedilemeyecek taşınmazlardan olan ancak tapu kütüğüne kaydedilmiş taşınmazın mülkiyetini devralan ve taşınmazın aslında tapu kütüğüne kaydedilmeyecek taşınmazlardan olduğunu bilen üçüncü kişinin kazanımı, taşınmazın kamu malı olması sebebiyle korunmayacaktır. Dolayısıyla zarar gören uğramış olduğu zararı devletin sorumluluğuna giderek devletten talep ve tazmin edemeyecektir. Ancak zarar gören iyi niyetli olsaydı, yani tapu sicilinin hukuka aykırı tutulması sebebiyle aslında tapu kütüğüne kaydedilemeyecek bir taşınmazın kaydedildiğini bilmeseydi, tapu sicilinin hukuka aykırı tutulması nedeniyle meydana gelen zararının tazminini devletten isteyebilecekti[24].

Başka bir örnek vermek gerekirse, taşınmazın yok olduğunu bile bile sicildeki tescile dayanarak taşınmazı satın almış olan kötü niyetli zarar görenin bilerek taşınmazı devraldığı göz önüne alındığında zarar görenin söz konusu davranışı zarar ile sicilin hukuka aykırı tutulmasından kaynaklı olarak illiyet bağını kestiği için zarardan devletin sorumluluğu gündeme gelmeyecektir[25].

Konumuzun kapsamı dışında kalmakla birlikte kaynaklarda zarar görenin kusuru ile üçüncü kişinin kusuru illiyet bağını kesen sebepler olarak birlikte incelendiğinden kısaca değinmekte fayda görüyorum. Devletin sorumluluğunda üçüncü kişinin ağır kusurunun illiyet bağını kesip kesmeyeceği tartışmalıdır. Ancak kural olarak zarardan üçüncü kişinin sorumlu olması halinde devletin sorumluluğunun ortadan kalkmayacağı kabul edilmekle birlikte bazı durumlarda üçüncü kişinin ağır kusuru illiyet bağını kesecek yoğunluğa ulaşabilir.

Devletin tapu sicilinin tutulmasından sorumluluğunun bir tehlike- risk sorumluluğu olduğunu kabul eden görüşe göre genel olarak tehlike sorumluluğunun kabul edildiği hallerde üçüncü kişinin kusuru ne derece yoğun olursa olsun illiyet bağını kesmeyecektir. Faaliyetin arz ettiği tehlike ile ortaya çıkan zarar arasındaki illiyet bağının üçüncü kişinin ağır kusuru nedeniyle kesilmeyeceği kabul edilmektedir. Bu görüşe göre zararın doğmasında bir üçüncü kişinin kusuru etkili olduysa, üçüncü kişinin kusurunun ağırlığı hiçbir zaman illiyet bağını kesecek yoğunluğa ulaşmayacaktır[26]. Bu görüşe göre söz konusu durumun devletin sorumluluğu bakımından sonucu ise zararın doğmasında bir üçüncü kişinin kusuru etkili olduysa devlet ile üçüncü kişi müteselsil sorumlu olacaktır[27].

İkinci bir görüşe göre üçüncü kişinin ağır kusuru bazı durumlarda illiyet bağını kesebilecektir. Bu durumda zararın üçüncü kişinin kusuru ile meydana geldiğinin ispat edilmesi davalıyı sorumluluktan kurtaracaktır[28].

Somut olaylarda illiyet bağının kesilip kesilmediği değerlendirmesi yapılırken illiyet bağının zarar görenin ağır kusuru ile mi yoksa üçüncü kişinin ağır kusuru ile mi kesilip kesilmediğinin belirlenmesi gerekmektedir. İlliyet bağının kesildiği durumları Yargıtay kararları ile somutlaştırarak açıklamak daha faydalı olacaktır.

Yargıtay 5. Hukuk Dairesi 28.04.2021 Tarihli kararında “noterlerin sorumluluğu için noterin veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin görevleriyle ilgili bir eylemleri olmalı; bir zarar bulunmalı; zarar doğuran eylem hukuka aykırı olmalı ve zararla eylem arasında uygun illiyet bağı bulunmalıdır. Kusursuz sorumluluk seklinde düzenlenen noterin sorumluluğu, ancak zarar ile uygun nedensellik bağının kesildiğinin kanıtlanması durumunda ortadan kalkacaktır. Yani zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusurunun veya mücbir sebep halleri gibi illiyet bağını kesen bir durumun varlığının kanıtlanması halinde sorumluluktan kurtulabileceğini ifade ederek somut olayda sahte işlem nedeniyle davalı noterin sorumluluğunun tespiti bakımından yukarıda açıklanan hususlarda değerlendirme yapılması gerekirken, bu konuda inceleme yapılmadan, eksik inceleme ile hüküm kurulması nedeniyle bozma karar vermiştir.” gerekçeleriyle illiyet bağını kesen durumların olup olmadığı incelenmeden karar verilmesini hukuka uygun bulmamıştır[29].

Yargıtay 4. H.D. 2006/1956 E., 2006/3585 K., 04.04.2006 Tarihli kararında davacı sahte vekaletname ile kendisine tapuda satılan taşınmazın gerçek malikinin açtığı tapu iptal ve tescil davasını kazanması sonucu taşınmazın elinden çıktığını iddia ederek zararının tazminini istemiştir. Yargıtay “ davalılar Maliye Hazinesi ve Noterin sorumluluğu TMK m. 1007 ve Noterlik Kanunu m. 162 gereğince kusursuz sorumluluktur. Diğer bir anlatımla zarar gören bu davalıların kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Bu davalılar da kusurlarının bulunmadığı savunmasının ötesinde uygun illiyet bağının kesildiğini kanıtlamalıdırlar. Kusursuz sorumlulukta illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun olması veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir. Somut olayda iğfal kabiliyeti bulunan nüfus cüzdanını kullanan ve bu şekilde sahte vekaletname çıkararak satışı gerçekleştiren üçüncü kişinin eylemi ile illiyet bağı kesilmiştir.” şeklinde değerlendirme yaparak illiyet bağının kesildiği ve dolayısı ile devletin sorumluluğunun bulunmayacağı kanaatine varmıştır.

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 08.07.2020 tarihli kararında[30] Yargıtay, kredi sözleşmeleri kapsamında firmalarca verilmek istenen teminatların nakde dönüştürülme ve tahsil kabiliyetlerinin ne derecede olduğunun banka yetkililerince araştırılması ve ipotek akdi imzalanmadan önce "özenli çalışma yükümlülüğü kapsamında" tapu kütüğünün yerinde incelenmesi gerekirken, tapu kütüğü yerinde incelenmeyerek, "taşınmazların üzerinde takyidat bulunmadığı içerikli tapu müdürlüğünden gönderilen belgeye" güvenilerek kredi kullandırılması, bir başka deyişle sadece bir belgeye itibar edilmiş olması tapu siciline güven ilkesi kapsamında da değerlendirilemeyeceğine, zarar görenin ağır kusurunun zarar ile sicilin hukuka aykırı tutulmasından kaynaklanan illiyet bağını kestiğine ve bu kapsamda devletin sorumlu tutulmayacağına karar vermiştir.

İlgili kararda özetle, davacı banka birtakım firmalara kredi sözleşmesi kapsamında kredi temin etmiştir. Söz konusu krediler kullandırılmadan evvel şirketlerin gayrimenkulleri üzerine teminat olarak ipotek tesis edileceğinden gayrimenkuller üzerinde takyidat olup olmadığı tapu müdürlüğünden kredi temin edilen şirketler tarafından alınan "kredi borçluları şahıslar/şirketler adına kayıtlı olduğu belirtilen gayrimenkuller üzerinde herhangi bir haciz, ipotek ve benzeri bir takyidat bulunmadığı" bankaya bildirilmiştir. Tapu Müdürlüğünün yazısı üzerine kredi sağlanan şirketler üzerine kayıtlı taşınmazlar üzerinde teminat olarak ipotek tesis edilmiştir. Davacı bankadan kullanılan kredilerin geri ödenmemesi üzerine borçlu şirketlerin birçok haciz işlemine maruz kaldığının, iflaslarının istenildiği öğrenilmiş ve tapudan sorulduğunda ipoteklerin bulunmadığını, ipotek belgelerinin tasdikli örneklerinin davacı bankaya verilmesine rağmen tapu kütüğüne ipotek şerhlerinin kaydedilmediğinin görülmesi üzerine davacı yan tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan devletin kusursuz sorumlu olduğunu beyan ederek zararlarının TMK m. 1007 kapsamında devletten tazminini istemişlerdir. Yerel mahkemece davanın kabul edilmesine üzerine davalı hazinece karar temyiz edilmiştir.

Yargıtay tarafından yapılan incelemede “zarar gören taraf hazinenin kusurunun bulunduğunu kanıtlamak zorunda olmadığı gibi Hazine de kusursuz olduğunu değil uygun illiyet bağının kesildiğini kanıtlamalıdır. Kusursuz sorumlulukta illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun olması veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülemeyen bir halin bulunması gerekmektedir[31].Dosya kapsamı ve ekleri incelendiğinde; davacı banka ve borçlu firmalar arasında imzalanan sözleşmelerin genel kredi sözleşmeleri olup ticari kredi mahiyetinde ve yüklü miktarlarda oldukları, davacının ise tacir olup basiretli tacir gibi davranma yükümlülüğünün bulunduğu tartışmasız olup; bu kapsamda kredi kullandırma ve ipotek tesis işlemleri birlikte değerlendirildiğinde;

Öte yandan; ipotek sözleşmelerine esas belgelerin unsurları (imza-yevmiye no) itibariyle tam olmadığı, bu şekilde unsurları eksik, yevmiye numaraları hayali olan ipotek belgelerinin "Aslı gibidir." yapılan tasdikli örneklerinin banka yetkililerine teslim edilmesi üzerine ipotek akitlerinin tapu kütüğüne şerh edilip edilmediklerinin teyidi de alınmaksızın firmalara kredilerin kullandırıldıkları, ipotek akitlerinin ise yok hükmünde oldukları ve haliyle tapuya da şerh edilmedikleri anlaşılmakla, davacı banka yönünden kusur ve sorumluluk şartları irdelendiğinde:

Bu türden yüklü bir kredinin kullandırılmasının öncesinde bankanın kendi istihbarat birimlerince gerekli piyasa araştırmasının yapılarak kredi verilecek firmalar hakkında ilgili kurumlardan bilgi toplanılması, risk analizlerinin yapılması, kredi notu verilmesi, aynı firmaların diğer bankalardan da kredi kullanıp kullanmadıklarının araştırılması, kredi kullanmış iseler bu kredilerin geri ödenmesinde ödeme güçlüğü çekip çekmediklerinin sorulması, firmalar hakkında başlatılan icra veya iflas takipleri var ise bu takiplerin semeresiz kalıp kalmadıklarının öğrenilmesi gerekirken ipotek akdi imzalanmadan önce "özenli çalışma yükümlülüğü kapsamında" tapu kütüğünün yerinde incelenmesi gerekirken; (ki incelenmiş olması halinde ipotek alınmak istenilen taşınmazların üzerlerindeki önceki tarihli 1 ve 2. dereceden Şekerbank A.Ş. ve T.Vakıflar Bankası T.A.O. lehine verilmiş ipotekleri farkedebilecek olması tacir bankadan beklenen ve olması gereken bir yaklaşımken), tapu kütüğü yerinde incelenmeyerek, "taşınmazların üzerinde takyidat bulunmadığı içerikli tapu müdürlüğünden gönderilen belgeye" güvenilerek kredi kullandırılması, bir başka deyişle sadece bir belgeye itibar edilmiş olması tapu siciline güven ilkesi kapsamında da değerlendirilemeyecektir.” gerekçeleriyle temyiz itirazlarını yerinde görmüştür.

Yargıtay tarafından zarar görenin ağır kusurunun illiyet bağını kestiği sonucuna “açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, zararın meydana gelmesinde memurların hukuka aykırı eylemlerinin olduğu kesinleşen ceza mahkemesi kararıyla sabit olsa da zarar gören bankanın ağır kusuru sonucunda zarar ile eylem arasındaki illiyet bağı kesilmiş olup, bu zarardan TMK'nın 1007. maddesine göre Hazinenin sorumlu tutulabilmesi mümkün olmadığından ve hiç kimse kendi kusurundan faydalanarak hak talep edemeyeceğinden davanın reddine karar verilmesi gerekirken aksi düşünceyle davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirdiğine karar verilmiştir.” şeklinde ifadeleri ile varılmıştır.

Yargıtay 5. H.D. 18.05.2021 tarihli başka bir kararında[32] davacı müteahhit kendisine sahte vekaletname ile satılan taşınmaz üzerinde bina yaparak bağımsız bölümleri sonradan başka kimselere satmak istediği sırada tapuda sicilinde sicilin yolsuz olduğunu öğrenmesi üzerine, ticari itibarının zedelenmemesi ve satış yapacağı kimselere mağdur olmamak için tapuda kayıt maliki ile iletişime geçmiş ve tapu kayıt malikine 220.000 TL bedel ödeyerek satışa muvafakat etmesini sağlamıştır. Davacının söz konusu zararının TMK m. 1007 uyarınca tazmini amacıyla ikame etmiş olduğu davanın yerel mahkemece reddedilmesi üzerine Yargıtay “davacının sahte vekaletnameye dayalı olarak satın aldığı taşınmazın sonradan yolsuz tescil nedeniyle, taşınmazın satışına muvaffakat edilebilmesi için ikinci kez bedel ödeyerek uğradığı zarar, sahte vekaletname düzenlenmesi ile değil, bu sahte vekaletnamenin tapuda yapılan tescil işlemine dayanak olarak alınmasıyla ortaya çıktığı muhakkak olup, bu durumda, davacının zararı ile tapuda yapılan işlem arasında uygun illiyet bağının kesildiğinden söz edilemez. Yargıtay HGK'nın 2007/4-422-2007/536 sayılı kararı da benzer niteliktedir. Davacının zararı, tapu dairesinde yapılan işlemden kaynaklanmakta olup, dava konusu olayda, devletin sorumluluğuna ilişkin uygun illiyet bağı ve TMK’nın 1007. maddesi uyarınca kusursuz sorumluluk ilkelerine dayanak olarak zararın tazminine ilişkin koşullar oluştuğundan, işin esasına girilerek talep hakkında bir karar verilmesi gerekirken, yasal olmayan gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi,” gerekçeleriyle, sahte vekaletnamenin tapuda yapılan tescil işlemine dayanak olarak alınması nedeniyle zarar görenin kusurunun illiyet bağını kesmeyeceğini ifade etmiş, yerel mahkemenin davanın reddine ilişkin verdiği kararı anılı gerekçelerle bozmuştur.

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 2016 tarihli kararında, kötü niyetle hareket eden davacının fiillerinin tapu sicilinin tutulmasından dolayı devletin sorumluluğuna gidilmesinde illiyet bağının keseceğini vurgulamıştır. Söz konusu kararda özetle asıl malik M’ye ait taşınmaz, sahte vekâletli S tarafından davacı A’ya satılmıştır. A, söz konusu taşınmazı üçüncü kişi B’ye satmıştır. Olayda taşınmazının sahte vekâletname ile iyiniyetli de olsa üçüncü şahıs B’ye satıldığını öğrenen asıl malik M, B’ye karşı yolsuz tescilin düzeltilmesi için tapu iptal ve tescil davası açmış ve kazanmıştır. Yargıtay’ın karşına gelen olayda sahte vekâletname sahibi S’den taşınmazı satın alan davacı A, B’nin asıl malik M’ye karşı taşınmazı iade etmek zorunda kalması sonucunda B’nin kendisinden talep ettiği satış bedelini devletten talep etmektedir. Davacı A, B’ye iade etmiş olduğunu iddia ettiği taşınmaz satım bedelini, devletin tapu sicilinin tutulmasından sorumluluğu hükümleri uyarınca talep etmiştir. Yerel mahkeme yapılan yargılama sonucunda davayı kısmen kabul etse de dava Yargıtay 20. Hukuk Dairesi tarafından bozulmuştur. Yargıtay, dosya muhtevasından davacı A ile taşınmazı A’dan satın alan B arasında danışık bulunduğunun anlaşıldığına, bu nedenle A’nın zararının tazmini istemesinin hakkın kötüye kullanılması olduğuna bu nedenle ise tapu sicilinin tutulması nedeniyle devletin sorumluluğuna gidilmesinin koşullarından olan zarar ile hukuka aykırılık arasındaki illiyet bağının kesildiğine ve davacı zarar görenin kötü niyetle kasıtlı davranışın davalı devlet ve noterin sorumluluğunu ortadan kaldırdığına hükmetmiştir[33].

Örnek Yargıtay kararları ile de anlaşılacağı üzere her somut olayda devletin sorumluluğunda illiyet bağının kesilip kesilmediğinin tespiti önem arz etmektedir. 4721 sayılı TMK'nın sorumluluk kenar baslığını taşıyan 1007. maddesinde düzenlenen sorumluluk, kusura dayanmayan (objektif) bir sorumluluk türü olup, tapu sicil müdür ya da memurunun kusuru olsun ya da olmasın, sicilin tutulmasında, kişilerin malvarlığı çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir[34]. Kusurun varlığı ya da yokluğu devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, sadece devletin kusurlu görevliye rücu halinde iç ilişkide etkili olmaktadır. Kural olarak devletin TMK m. 1007 kapsamındaki sorumluluğu kusursuz sorumluluktur ancak zarar ile sicilin hukuka aykırı tutulması arasındaki illiyet bağının kesildiğinin ispatlandığı durumlarda devletin sorumluluğu söz konusu olmayacaktır. Dolayısı ile somut olaylar özelinde illiyet bağının kesilip kesilmediği hususunun irdelenmesi önem arz etmektedir.

SONUÇ

Tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmasında devlet TMK m. 1007 kapsamında kusursuz sorumludur. Devletin sorumluluğu, tapu siciline güven ilkesinin bir uzantısı olarak haksız fiile dayanan kusursuz sorumluluktur. Devletin sorumluluğunun söz konusu olması için tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmuş olması, sicilin hukuka aykırı tutulmasından kaynaklı olarak zarar doğmuş olmalı ve zarar ile tapu sicilinin hukuka aykırı tutulması arasında uygun illiyet bağı bulunmalıdır. Yani zarar tapu sicilinin hukuka aykırı tutulması sebebiyle meydana gelmiş olmalıdır. Zarar ile sicilin hukuka aykırı tutulması arasında uygun illiyet bağının bulunmadığı durumda devletin sorumluluğu gündeme gelmeyecektir. Devletin sorumluluğunda zarar ile hukuka aykırı, yolsuz tapu sicili fiili arasındaki illiyet bağını kaldıran sebeplerden biri de zarar görenin ağır kusurudur. Zarar görenin ağır kusuru devletin sorumluluğunda illiyet bağını keserek devletin sorumluluğunu ortadan kaldıracaktır. Zarar görenin kötü niyetli olması veya kendi hatasıyla zararın meydana gelmesi halinde tapu siciline duyulan güven sarsılmış olmayacaktır. Zira bu durumda zarar gören kendi davranışı ile zararı meydana getiren sonuca sebebiyet vermiş olacaktır. Dolayısı ile bu durumda zararın tazmini devletten istenemeyecektir.

Av. Ali SÖNMEZ

Av. Yaren Ömür SÖNMEZ

KAYNAKÇA

Ertaş: Tapu Sicilinin Yanlış Tutulmasından Doğan Zararlardan Hazinenin Sorumluluğu Konulu Makale

Nomer, Ergüne: Eşya Hukuku, 7. Bası, İstanbul, Onikilevha Yayıncılık, Eylül 2019,

Pekmez: Tapu Sicilinin Tutulmasından Devletin Sorumluluğu, 1. Baskı, İstanbul, Onikilevha Yayınları, Temmuz

Oğuzman, Selici, Özdemir: Eşya Hukuku, 19. Bası, İstanbul, Filiz Kitabevi, 2016,

Sirmen: Eşya Hukuku, 7. Bası, Ankara, Yetkin Yayınları,

Görgeç: Devletin Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Sorumluluğu, Rücu Hakkı Ve Tabi Olduğu Zamanaşımı

Sarıaslan:Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Zararlardan Devletin Sorumluluğu

Türk Medeni Kanunu(mevzuat.gov.tr)

Sinerji Mevzuat Ve İçtihat Programı

Kazancı Mevzuat Ve İçtihat Programı

--------------------

[1] Şeref Ertaş, Tapu Sicilinin Yanlış Tutulmasından Doğan Zararlardan Hazinenin Sorumluluğu konulu makale, s. 45,46

[2] Yargıtay 5. H.D., Esas No: 2020/8462, Karar No: 2021/6614, Karar Tarihi: 28.04.2021, Sinerji Mevzuat ve İçtihat Bilgi Bankası

[3] Yargıtay 5. H.D. 2021/591 E., 2021/9593 K., 13.09.2021 T. Sinerji Mevzuat ve İçtihat Bilgi Bankası

[4] Lale Sirmen, Eşya Hukuku, 7. Bası, Ankara, Yetkin Yayınları, 2019, s. 129

[5] Sirmen, Eşya Hukuku, s. 130

[6] (YARGITAY 5. H.D. , 2020/ 9217 E., 2020/ 11342 K. , 13.10.2021 T.) 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun “Sorumluluk” kenar başğını taşıyan 1007. maddesi; “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücû eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür.” hükmünü içermektedir.
Burada Devlete yüklenen sorumluluk kusursuz sorumluluktur. Maddede yer alan kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır., Sinerji mevzuat ve içtihat programı

[7] Haluk Nami Nomer, Mehmet Serkan Ergüne, Eşya Hukuku, 7. Bası, İstanbul, Onikilevha Yayıncılık, Eylül 2019, s. 118

[8] Cüneyt Pekmez, Tapu Sicilinin Tutulmasından Devletin Sorumluluğu, 1. Baskı, İstanbul, Onikilevha Yayınları, Temmuz 2013, s. 123.

[9] Pekmez, Tapu Sicilinin Tutulmasından Devletin Sorumluluğu, s. 123

[10] Kemal Oğuzman, Özer Selici, Saibe Oktay Özdemir, Eşya Hukuku, 19. Bası, İstanbul, Filiz Kitabevi, 2016, s. 144,145

[11] Son yıllarda Yargıtay tarafından zararın doğup doğmadığı, dava açılarak düzeltilme imkanı olup olmadığı sorgulanmadan tazminat kararı verilmektedir: YARGITAY 5. H.D. 01.12.2014, 14842/27931 (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)

[12] Oğuzman, Selici, Özdemir, Eşya Hukuku, s. 145

[13] Nomer, Ergüne, Eşya Hukuku, s. 119.

[14] Oğuzman, Selici, Özdemir, Eşya Hukuku, s. 146

[15] Pekmez, Tapu Sicilinin Tutulmasından Devletin Sorumluluğu, s. 130,140

[16] Samsun BAM., 6. H.D. Esas: 2020 / 1734, Karar: 2020 / 2094, Karar Tarihi: 12.10.2020 Bu bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında, davacılara ait tapu kaydının orman niteliğinde olduğu gerekçesiyle iptal edildiği, her ne kadar ormanların özel mülkiyete konu olması mümkün değil ise de, tapu sicili hatalı olarak tutulduğundan, TMK'nın 1007. maddesi kapsamında Devletin kusursuz sorumluluğunun bulunduğu ve davacıların zararının tazmininin yerinde olduğu, (bakz. Y. 20. HD'nin 23/03/2017 gün ve 2017/4998-2356 E ve K sayılı kararı) bunun gibi, hasım olarak hazinenin gösterilmesinde ve asıl alacağa, tapunun iptaline ilişkin mahkeme kararının kesinleştiği tarihten itibaren faiz uygulanmasında isabetsizlik olmadığı, taşınmazın niteliği dikkate alındığında arazi olarak değerlendirilmesinin, üzerinde kuru tarım yapılması sebebi ile kapitalizasyon faiz oranının %5 olarak belirlenmesinin ve gelir metodu uygulanmasının da doğru olduğu kanaatine varılmakla, istinaf talebinin reddi yönünde aşağıdaki şekilde hüküm kurulması cihetine gidilmiştir. (Sinerji mevzuat ve içtihat bankası)

[17] Ertaş, Tapu Sicilinin Yanlış Tutulmasından Doğan Zararlardan Hazinenin Sorumluluğu konulu makale, s. 49 vd.

[18] Yargıtay 4. H.D. 2003/1161 E., 2003/12796 K. 05.11.2003 “ davacının kusur ve ihmalinin bulunup bulunmadığı, kusur ve ihmal var ise bunun illiyet bağını kesecek düzeyde olup olmadığı, tazminat miktarını etkileyip etkilemeyeceği üzerinde mahkemece durulmamıştır. Ayrıca dosyadaki belgelerde davacıya ait iki adet kimlik bulunduğu, bunlardan bir tanesinin E. Nüfus idaresi tarafından 26.09.1989 tarihinde verildiği, diğerinin 20.05.1989 tarihinde C… Başkonsolosluğu tarafından verildiği, diğer kimlik bilgilerinin aynı olduğu görülmektedir. Bu hususun da davacıya açıklattırılması gerekmektedir. 26.09.1989 tarihinde E… nüfus idaresince niçin ve nasıl kimlik alındığının da araştırılması gerekir…. Yerel mahkeme kararının yukarıda gösterilen nedenlerle bozulmasına oy birliği ile karar verildi” .

[19] Pekmez, Tapu Sicilinin Tutulmasından Devletin Sorumluluğu, s. 140

[20] Pekmez, Tapu Sicilinin Tutulmasından Devletin Sorumluluğu, s. 140

[21] Pekmez, Tapu Sicilinin Tutulmasından Devletin Sorumluluğu, s. 141

[22] YARGITAY 5. H.D. , 2020/ 9217 E., 2020/ 11342 K. , 13.10.2021 T., Sinerji mevzuat ve içtihat bilgi bankası

[23] Pekmez, Tapu Sicilinin Tutulmasından Devletin Sorumluluğu, s. 141

[24] Pekmez, Tapu Sicilinin Tutulmasından Devletin Sorumluluğu, s. 141

[25] Lale Sirmen, Eşya Hukuku, 7. Bası, Ankara, Yetkin Yayınları, 2019, s. 136

[26] Sirmen, Eşya Hukuku, s. 136

[27] Pekmez, Tapu Sicilinin Tutulmasından Devletin Sorumluluğu, s. 143

[28] Yargıtay 4. H.D. 2000/18 E., 2000/545 K. 27.01.2000 Tarihli kararında davacılar, davalıların miras bırakandan aldıkları veraset belgesinde davacıların da mirasçı olarak gösterilmediğini bilmelerine karşın söz konusu veraset belgesi ile miras bırakılan taşınmazları üçüncü kişilere sattıkları, davacıların üçüncü kişilere karşı açmış oldukları tapu iptal davasının sonuçsuz kaldığı ve bunun sonucunda zarara uğradıklarını iddia ederek zararın tazminini istemişlerdir. Yargıtay “ gerçek kişi olan davalıların ağır kusuru sonucu illiyet bağının kesildiğini, böylece kusursuz sorumlu olan Hazinenin de bundan dolayı sorumlu olmadığı sonucuna varmıştır. Açıklanan sebeplerle davalı hazinenin sorumluluğuna karar verilmemesi gerekirken verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.

[29] Yargıtay 5. H.D., 2020/8462 E., 2021/6614 K., 28.04.2021 T., Sinerji mevzuat ve içtihat bilgi bankası

[30] YARGITAY 20. H.D. Esas No: 2019/6443, Karar No: 2020/2598, Karar Tarihi: 08.07.2020, Sinerji Mevzuat ve İçtihat Bilgi Bankası

[31] (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2007/4- 422 E.-2007/536 ve 2007/4-212 E.- 2007/536 K. ve 2007/4-212 E.- 2007/261 K.)

[32] Yargıtay 5. H.D. 2020/7920 E., 2021/7089 K., 18.05.2021 T., Sinerji mevzuat ve içtihat bilgi bankası

[33] Yargıtay 20. HD’nin 2015/2550 E., 2016/7002K. Sayılı ve 15.06.2016 tarihli kararı.

[34] Yargıtay 5. H.D., Esas No: 2020/8462, Karar No: 2021/6614, Karar Tarihi: 28.04.2021, Sinerji Mevzuat ve İçtihat Bilgi Bankası