Dokunulmazlık denildiğinde akla ilk, temsili demokraside milletin temsilcisinin, yani milletvekilinin dokunulmazlığı gelir.

Dokunulmazlık, hukuki ve cezai sorumluluktan muaf olmaktır. Bu muafiyet veya yargı bağışıklığı, “hukuk devleti” ilkesini rencide edecek şekilde bir ayrıcalığın veya suç işleme özgürlüğünün milletvekiline tanınması olarak anlaşılmamalıdır. Prensip olarak, hukuk devletinde herkes hukukilik denetimine açık olmalı, hukuka aykırı veya konusu suç teşkil eden eylemlerinden dolayı hesap vermelidir.

Ancak bu prensibe, halkı temsil eden kişinin iradesinin kısıtlanmaması, baskı altına alınmaması, temsilcilik görevini özgürce yapabilmesi, konuşabilmesi, davranabilmesi ve oy kullanabilmesi amacıyla istisna getirilmiştir. Milletvekili dokunulmazlığına yöneltilen birçok eleştiriye rağmen, özellikle muhalif parlamenterlerin korunabilmesi için yasama dokunulmazlığının korunması gerektiğine inanmaktayız.

Milletvekillerinin işledikleri suçlardan dolayı korunmamaları gerektiği, asil gibi vekilin de hukukilik denetimine açık olmasında isabet olduğu gibi gerekçeler, parlamenterlerin parlamentoya gidip de halkı temsil edebilme özgürlüklerinin önüne geçmek suretiyle yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya aşırı kısıtlanmasına dayanak teşkil edemez.

Türkiye’de milletvekillerinin çok suç işlediklerinden, bu suçlardan doğan sorumluluklarla ilgili dokunulmazlıkları kaldırılmadığından, hatta dokunulmazlık fezlekelerinin görüşülmediğinden ve milletvekillerinden de hesap sorulması gerektiğinden bahisle, yasama dokunulmazlığının kabul gerekçesinin bir kenara bırakılması hiçbir yarar sağlamayacak, yalnızca günlük tepkiyi dindirmeye hizmet edecektir.

Türkiye’de seçim sisteminin sorunları devam etmektedir. Ön seçimin olmadığı, seçim barajının yüksek olduğu, milletvekili adaylarının belirlenmesinde merkeziyetçi anlayışın ön planda tutulduğu ve halkın gerçek iradesini parlamentoya yansıtamadığı bir gerçektir. Demokratikleşme konusunda, hem yasal ve hem de zihniyette bazı sorunların çözülüp aşılması şarttır. Aksi halde, yasama dokunulmazlığı gibi temsili demokrasinin özü olan ve halkın iradesini parlamentoya yansıtan parlamenter dokunulmazlığının kaldırılması yarardan çok zarara yol açacaktır.

1982 Anayasası’nın “Yasama dokunulmazlığı” başlıklı 83. maddesinde, kürsü dokunulmazlığı adı ile bilinen mutlak dokunulmazlığın 1. fıkrada ve muvakkat dokunulmazlık adı ile bilinen geçici dokunulmazlığın ise 2. ve devamı fıkralarda düzenlendiği bilinmektedir. Bizde kürsü dokunulmazlığı mutlak ve sınırsızdır. Milletvekilleri, Meclis çalışmaları ile ilgili oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden sorumlu tutulamazlar. Hatta Meclis Genel Kurlu aksini kararlaştırmadıkça milletvekili, bu düşüncelerin Meclis dışında tekrarlanması ve açığa vurulmasından dolayı da sorumlu tutulamaz. Bu sorumsuzluğun olabilmesi için, Mecliste söylenen dışarıda tekrarlanmalı veya açığa vurulmalıdır. Meclis çalışmalarında kullanılan oy ve açıklamalar ile Mecliste ileri sürülen düşüncelerin, o oturumun Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça, buralarda yapılan açıklamaların kelimesi kelimesine dışarıda tekrarlanması ve açığa vurulması, açıklamayı yapan milletvekilinin veya diğer bir milletvekilinin sorumluluğuna yol açmayacaktır. Elbette bu dokunulmazlık; yalnızca milletvekilleri ve bu sıfatı taşımayan bakanlar için geçerli olup, milletvekilinin açıklamalarının haberleştirilmesi dışında bir başkası tarafından söylenmesi, o kişiyi sorumlu kılar.

Meclis çalışmalarında veya Mecliste söylenmeyen, yani dışarıda yapılan açıklamalardan dolayı milletvekilinin sorumluluğu devam eder. Bu noktada, kalıcı yasama (kürsü) dokunulmazlığı değil, geçici yasama dokunulmazlığı gündeme gelir.

Kürsü dokunulmazlığı o derece sınırsızdır ki, Meclis çatısı altında olsun veya olmasın Meclis çalışmaları ile ilgili her türlü sözü, düşünce açıklamasını ve oyu kapsar. Kimisi, kürsü dokunulmazlığının da sınırsız olmadığını ileri sürer. Bu düşünce ancak iki nedenle doğru kabul edilebilir. Birincisi milletvekilinin açıklaması, Mecliste ileri sürülmeli veya Meclis çalışmaları ile ilgili olmalıdır. İkincisi ise, milletvekili tarafından bu düşüncenin dışarıda tekrarlanmasına veya açığa vurulmasına Meclis Genel Kurulu tarafından engel getirilmemelidir. Bu iki hal dışında kürsü dokunulmazlığı sınırsız olup, milletvekili sıfatının son bulması halinde de hukuki ve cezai sorumsuzluk devam eder.

Meclis çalışmaları ile hiçbir ilgisi olmayan, ancak Mecliste ileri sürülen düşüncelerden, örneğin hakaret, iftira, tehdit, suça tahrik, şantaj, şiddeti, suçu veya suçluyu övme veya suç uydurma eylemlerinden dolayı milletvekili kürsü dokunulmazlığından yararlanabilir mi, yoksa burada devreye geçici dokunulmazlık mı girer?

Anayasa m.83/1’in lafzına ve dar yorumuna göre, “Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden” ibaresi nedeniyle, Mecliste ileri sürülüp de düşünce açıklaması sayılan ve eyleme dönüşmeyen her söz veya söze dökülmüş yazı, mutlak dokunulmazlık kapsamında sayılmalıdır. Bununla birlikte, Meclis çalışması ile ilgisi olmayan ve sadece fiziki şartlar itibariyle Mecliste ileri sürüldüğü kabul edilip de milletvekilliği sıfatı, görev ve yetkileri ile bağdaşmayan düşünce açıklamalarının mutlak dokunulmazlık kapsamında sayılamayacağı da düşünülebilir. Bu sonuca, ancak Anayasa m.83/1’in geniş ve amaca uygun yorumu ile varılabilir. Bizce de doğru olan, kürsü dokunulmazlığının bir sınırının kabul edilmesi gereğidir. Kanaatimizce bu sınır, düşünce açıklamalarının Meclis çalışmaları, milletvekilinin görev ve yetkileri ile ilgili olmasıdır. Bu sınırın ölçütlerinin nasıl somutlaştırılacağı sorusu gündeme gelebilir ki, bu konuda Anayasada bir hükme yer verilebilir ve ayrıca uygulamada Anayasa Mahkemesi de ölçüt belirlemesi yapabilir. Bu sınır, vekil aleyhine veya lehine kötüye kullanılabilir mi? Bu mümkündür, siyasi parti mensubiyetine veya vekilin iktidar partisinden olup olmamasına göre farklı uygulamaya başvurulabilir, ancak Anayasa Mahkemesi’nin bu keyfiliğin önüne geçeceği gözardı edilmemelidir. Aksi durumda, her kuralın veya yetki kötüye kullanılabileceği endişesi ile düzenleme yapılmaması gerekir ki, toplum yaşamı için gerek duyulan düzen bakımından bu düşünce kabul görmeyecektir. Kaldı ki hukukilik denetimi de, keyfi ve hukuk kurallarına aykırı uygulamaların önüne geçilmesi için vardır.

Milletvekili, önceden belirlenen sınırların dışına çıkarak ve konusu açıkça suç teşkil eden sözler söyleyerek kürsü dokunulmazlığının arkasına sığınmamalıdır. Kürsü dokunulmazlığının kabul edilmesinin gerekçesi bu da değildir. Ancak karşı düşünceye göre, hem Anayasa m.83/1’in ve gerekçesinin net bir şekilde Meclis çalışmalarında kullanılan oy ve söylenen sözler ile Mecliste ileri sürülen düşüncelerin sınırsız olduğu, yani konusu suç teşkil eden açıklamaların dokunulmazlık kapsamında sayılması gerektiğini savunabilecektir.

Kürsü dokunulmazlığının sınırlandırılması düşünülmekte ise, konusu suç veya iftira teşkil eden, halkı suça tahrik eden, suçu ve suçluyu öven veya iftira teşkil eden milletvekili açıklamalarının yasama dokunulmazlığı kapsamında olmadığına dair Anayasa m.83/1’e bir hüküm eklenmelidir. Aksi halde hiç kimse, kendisini Anayasanın üstüne koyup da “hukuk devleti” ilkesinin özünü zedeleyecek şekilde kürsü dokunulmazlığının da geçici dokunulmazlık gibi sınırlı olduğunu iddia edemez. Bu iddianın doğruluğu siyaseten veya vicdanen savunulabilirse de, hukuki dayanaklar bu iddiayı ayakta tutmaya yeterli değildir.

Belirtmeliyiz ki; Meclis çalışmalarında söz alıp kürsüye çıkan veya gündem dışı açıklamalarda bulunan milletvekili, cebir ve şiddeti övmemeli ve terör örgütünü desteklememelidir. Bu açıklamalar; Meclis çalışması ile ilgili değilse veya milletvekilinin temsil yetkisi kapsamında kabul edilecek türden içeriğe sahip değilse, sorunun kürsü dokunulmazlığı kapsamında ele alınamayacağı da düşünülebilir. Bu noktada varsayıma dayalı örnekler olarak bir temsilcinin; Amerikan Kongresi’nde çıkıp Teksas’ın bağımsızlığı için çalışan terör örgütünü desteklemesi veya Almanya’da yaşayan milyonlarca Türkün Kuzey Westfallen Eyaletinin bir kısmının özerkliği için faaliyette bulunan yapılanmayı övüp, Türklerin bu yapılanmaya ve özerkliğe silahlı destek vermesi çağrısında bulunması halinde, bu açıklamalar kürsü dokunulmazlığı kapsamında kabul görür mü, bu tür açıklamaları henüz eyleme dönüşmediğinden bahisle ifade hürriyeti çerçevesinde kabul edebilmek mümkün müdür, bir siyasinin ve temsilcinin bu tür cebir ve şiddet çağrısı içeren açıklamaları kürsü dokunulmazlığına sahip olduğundan bahisle parlamentoda yapmasının etkisi ve sonuçları ne olabilir? Tüm bu sorular karşısında, halkın temsilcileri olduklarından bahisle sınırlamaya tabi tutulmaksızın parlamentoda konuşabilmeleri mümkün kılınmalı mıdır?

Bu sorulara elbette “hayır” cevabı verilmelidir. Temsili demokrasinin esası olan siyasi partilerin ve halkı temsil eden siyasi parti mensuplarının, ülkenin yönetim sistemi, birliği ve bütünlüğü hakkında konuşup tartışabilmeleri kabul edilir olmakla beraber, açıklamaların cebir ve şiddete dayandırılması, terör örgütü veya terör faaliyetlerini destekleme aşamasına getirilmesi anlayışı benimsenemez. Bu halde, kürsü dokunulmazlığını düzenleyen kuralların burada yapılan tespitler ışığında gözden geçirilip açık bir hükümle sınırlandırılması gerekir. Aksi halde, yasal düzenlemelerin izin vermediği, hatta yasakladığı sınırlamaların uygulamaya taşınması hukuka aykırı olacaktır.

Kürsü dokunulmazlığı bakımından Anayasa m.83/1’in geniş ve yukarıda gündeme getirilen arızaları önlemeye yeterli olmadığı söylenebilir. Belki bu konuda; milletvekilleri için kürsü dokunulmazlığının bir ayrıcalık ve özellikle Devletin, Ülkenin ve Milletin güvenliğini tehdit eden suçları işleme özgürlüğünün dayanağı yapılamayacağı ve karşıt görüşle dokunulmazlığa sınırlama getirilebileceği ileri sürülerek, örneğin Anayasanın “Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması” başlıklı 14. maddesi ile “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı Türk Ceza Kanunu m.3 gerekçe gösterilebilir.

Anayasa m.14’e göre; “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.

Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere,  Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.

Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir”.

TCK m.3’e göre; (1) Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.

(2) Ceza Kanununun uygulamasında kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, milli veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılamaz ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınamaz”.

Milletvekili, Meclis dışında veya Meclis çalışmaları haricinde düşüncelerini açıklamışsa, konusu suç teşkil eden hukuka açıklamalarından sorumlu tutulacaktır. Milletvekili sıfatı devam ettiği veya dokunulmazlığı kaldırılmadığı sürece, burada devreye geçici dokunulmazlık girse de, bu sırada dava zamanaşımının işlemeyeceği, milletvekilliği sıfatının son bulması veya dokunulmazlığının kaldırılması halinde milletvekilinin dosyası açılıp yargılaması yapılabilecektir. Geçici dokunulmazlığın ceza sorumluluğu ile ilgili olduğunu, hukuki, yani tazminat sorumluluğunu etkilemeyeceğini veya geciktirmeyeceğini söylemek isteriz.

Uygulamada, cumhuriyet başsavcılıklarınca dokunulmazlıkların kaldırılması için Meclis Başkanlığına gönderilen fezleke ve dosyaların, Adalet ve Anayasa Komisyonlarından oluşan Komisyon tarafından incelemeye alınmadığı ve sonuçlandırılmadığı, bekletildiği görülmektedir. Suç işlediği iddiasıyla yargılanması gündeme gelen, fakat geçici dokunulmazlığı kaldırılmadığı için yargılanamayan milletvekillerine ait çok sayıda dosyanın Komisyonda bekletildiği ve incelenmediği dikkate alındığında, bazı milletvekilleri ve suça konu eylemler bakımından olağan inceleme niteliği taşıyan milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasına dair prosedürün işletilmesinde zorluklarla karşılaşılacağı, bu noktada gözetilen farklılığın sorunlara yol açabileceği görülmektedir.

Esasında olması gereken, bir milletvekili veya milletvekili sıfatına sahip olmayan bakan hakkında suç işlediği iddiasıyla gönderilen fezlekenin takipsiz bırakılmaması ve incelenmesi, yasama dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmayacağı konusunda karar verilmesidir.

Dokunulmazlığın kaldırılması halinde; Anayasa m.85’e göre ilgili milletvekili veya bir diğer milletvekili, karar tarihinden itibaren yedi günün sonuna kadar kararın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir.

Dokunulmazlık bahsini düzenleyen Anayasaya ve “hukuk devleti” ilkesine göre yapılması gereken Ortak Komisyon incelemesi ve sonrasında alınması gereken Meclis kararı prosedürü işletilmediğinden, şimdi bu olağan prosedürün işletilecek olması yadırganabilmektir. Oysa bu anlayış doğru değildir, çünkü yazılı hukuk sisteminde, milletvekilliği sıfatı son bulmadan geçici yasama dokunulmazlığının kaldırılması usulü öngörülmüştür.

Geçici dokunulmazlık, milletvekiline geçici olarak ceza sorumluluğundan muaf tutulma hakkı tanır. Bu dokunulmazlık türü, ağır cezalık suçüstü halini, seçimden önce soruşturmasına başlanan Anayasanın 14. maddesi kapsamında değerlendirilen ceza sorumluluğunu ve tazminattan kaynaklanan hukuki sorumluluğunu kapsamaz.

Geçici dokunulmazlık milletvekiline, milletvekilliği sıfatı bitmedikçe veya dokunulmazlığı kaldırılmadıkça yargılanamama hakkını tanır. Yargılanmama, yalnızca yakalanmama, gözaltına alınmama veya tutuklanmama değil, aynı zamanda arama ve elkoyma tedbirinin, iletişimin denetlenmesinin ve teknik araçlarla izlemenin yapılamaması ve milletvekili hakkında gizli soruşturmacının bilgi toplayıp dosya oluşturamaması anlamına gelir.

Milletvekilinin kürsü dokunulmazlığının veya bazı suçlar veya yöntemler bakımından geçici dokunulmazlığının kısıtlanması düşünülmekte ise, bunun yolu yalnızca Anayasa m.83’ün değiştirilmesinden geçer. Bunun dışında, Anayasa m.83’ün dışına çıkılamaz.

Alman Federal Anayasası’nda da benzer yasama dokunulmazlığı kabul edilmiştir.

Alman Federal Anayasası’nın 46. maddesine göre;

“(1) Milletvekili, Mecliste veya Meclisin bir komisyonunda kullandığı oy veya yaptığı açıklama nedeniyle adli veya disiplin bakımından takip edilemez veya başka şekilde Meclis dışında sorumlu tutulamaz. Bu dokunulmazlık, iftira içeren hakaretler yönünden geçerli değildir.

(2) Milletvekili, suçu işlerken veya işledikten sonra takip eden gün yakalanmadı ise, ceza sorumluluğunu gerektiren bir eylem nedeniyle sadece Meclisin onayı ile sorumlu tutulabilir veya tutuklanabilir.

(3) Meclisin onayı, milletvekilinin hak ve hürriyetlerinin kısıtlanması veya milletvekiline karşı Anayasa m.18 uyarınca soruşturma başlatılabilmesi için gereklidir.

(4) Milletvekiline karşı başlatılan her bir ceza yargılaması ve m.18’e yapılan her bir muhakeme, her tutuklama ve bundan başka milletvekilinin özgürlüğünü kısıtlayan Meclisin talebi halinde uygulanmaz”.

Görüleceği üzere Alman Anayasası’nın 46. maddesinin 1. fıkrasında kürsü dokunulmazlığı düzenlenmiş ve bu dokunulmazlık türüne, yalnızca “Bu dokunulmazlık, iftira içeren hakaretler yönünden geçerli değildir.”  hükmü ile kısıtlama getirilmiştir. Bu hükmün Almanya için yeterli olup olmadığını tartışacak değiliz, ancak Türk Anayasası’nda kürsü dokunulmazlığına, benzer bir ibare ile dahi kısıtlama getirilmediğini ifade etmek isteriz.

Yeri gelmişken Alman Anayasası’nın 46. maddesinde geçen 18. maddesine yer vermek isteriz.

Alman Anayasası m.18’e göre;

“Her kim; düşünce açıklama, özellikle basın özgürlüğünü (madde 5), öğrenme özgürlüğünü (madde 5 fıkra 3), toplanma özgürlüğünü (madde 8), örgütlenme özgürlüğünü (madde 9), mektup, posta ve telekomünikasyon/uzak haberleşme sırrını (madde 10), mülkiyeti (madde 14) ya da iltica hakkını (madde 16a) özgür ve demokratik temel düzene karşı kötüye kullanırsa, bunları kaybeder (bunlardan istifade edemez). Hakkın kullanılamamasına (kaybına) ve bunun ölçüsüne Federal Anayasa Mahkemesi hükmeder”.

Bu tür bir düzenleme Türk Anayasası’nda bulunmamaktadır. Alman Anayasası’nın 18. maddesinin karşılığının, 1982 Anayasası’nın “Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması” başlıklı 14. maddesi ile “Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması” başlıklı 15. maddesi olduğu söylenemez. Yukarıda yer verdiğimiz 18. madde ile Türk Anayasası’nın 14. ve 15. maddeleri, düzenlenme şekli ve içerikleri açısından aynı olmadıkları gibi, hatta benzerlik de taşımamaktadır.

Kanaatimizce, gerek yasama dokunulmazlığı ve gerekse Alman Anayasası’nın 18. maddesinde geçen hak ve özgürlüklerin sınırları bakımından, “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Türk Anayasası m.13’e veya “Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması” başlıklı Anayasa m.14’e benzer bir hüküm eklenmelidir.





Kaynak: haber7.com