“İnsan insanın kurdudur”.
Homo homini lupus.

Hobbes*

Tek başına cennette, bolluk için de yaşayan biri için sorun yoktur. Yanına biri geldiğinde yeterince bolluk olduğundan yine sorun yaşanmayabilir. Sorun, sen benim durduğum yerde durmak ister, onun için beni itelediğinde başlar. Bu açıdan her kesin konumuna saygı durulması kuralı oluşmuştur. İşte cennet dünyasından gerçekler dünyasına geldiğimizde sosyal düzen sağlanması için kurallar geliştirilmektedir. İhtilaflar kaçınılmaz nitelik sergilediklerinden düzen ihtiyacı belirmektedir. K. Lorenz’de aynı vurguyu yapmaktadır: Alan ve yiyecek kıt olduğunda çoğu yaratıklar yeniden üremeyi ve yaşam alanlarını sınırlayıp, dokunulmazlığı ihlal edenlere karşı savunarak yaşamlarını sürdürürler. İşte bu saldırganlık ve düzen gereksinmesi hukukun başlangıcı olmaktadır.1

Toplumsal düzen, sosyolojide temel bir kavram olarak, toplumun çeşitli bileşenlerinin statükoyu korumak için birlikte çalışma biçimini ifade eder. Bunlar şunlardır:

  • Sosyal yapılar ve kurumlar,
  • Sosyal ilişkiler,
  • Sosyal etkileşimler ve davranışlar,
  • Normlar, inançlar ve değerler gibi kültürel özellikler.

Özetle, gerçekler dünyasında vuku bulan ihtilafın kökeninde yer alan kaçınılmaz bir olgu, her şeyin çokça olmamasıdır (scarcity). İşte bu kıt eşyalar üzerinde münhasır kontrol sağlamak üzere mülkiyet hakkı kuralları oluşmuştur.

Yaşamda mülkiyet kavramı gelişimine bakıldığında dört biçimsel kurala tanık olunmaktır:

1. Kişinin kendisine bir şey edinmesi; bu kural çocuklar için çok geçerlidir-çocuğun el koyduğu oyuncağa sahiplenip kimseye vermek istememesi;

2. Orijinal sahiplenme-ilk kullananın ilk sahibi olması örneğin sahipsiz bir şeye malik olunması;

3. Kendi ürününü üretmek-değiştirmek/transformasyon-ham maddeden bir nesne üretilmesi; ve

4. Sözleşme ile edinilen mallar.

İşte düzen, orman ve deniz gibi doğal varlıkların aksine toplumsal bağlamda amaçlanan insani bir üründür. Toplum için gerekli olan, gerekli olduğu zaman içinde fark edilir ve zamanla gerekli görülenler, özellikle isteklere karşıt iseler, kural statüsünü kazanır. İnsanların koku almalarıyla ilgili kurallar yok ise de ensest’i yasaklayan bir kural vardır. İnsan, sosyal bir varlık olarak, kendisinin toplum içinde yaşam koşullarını belirleyen (Laissez fair, laissez exploiter karşı) kurallardan vazgeçemediği gibi makul bir varlık olarak da bu kurallara rasyonel bir karakter vermekten kendini alamaz. Hans Kelsen, bu eğilime “olgunluğun kural koyucu gücü” diyor. Çoğu kurallar, örneğin din, ahlak ve görgü kuralları hukuk kültürü dışında yer almaktadır. Bu kurallara uyulduğu kadar ihlal edildiği de görülmekte;2 ve genelde üç türden yanlış davranışa tanık olunmaktadır: Gayri ahlaki, haksız fiil ve suç. Bunlar birbirini karşılıklı olarak dışlamak yerine aynı davranışın bazen üçünün de kapsamına girdiği görülmektedir. Bu ilişkilendirmeyi örneklemek üzere aşağıdaki tabloya yer verilmiştir.

Hukuk düzeni, toplum ve kişilerin varlıklarını sürdürerek, bir arada nispi bir barış ortamı içinde yaşamalarını sağladığından “hukuksuz” bir toplum veya “toplumsuz” bir hukuk düzeni düşünülemez. Toplum, yaşayan bir sistem (düzen) olarak, varlığını sürdürmek zorundadır. Toplumu oluşturan bireyleri asgari yaşama amaçları etrafında birleştirmekle ve bu amaçlara doğru toplumu yöneltmekle gerçekleştirilen uyum,3 düzeni oluşturacaktır. İşte temel işlevi toplumsal bütünlüğe odaklanmış hukuk düzeni/sistemi (hukuk düzeninin tekliği ilkesi), toplumdaki çatışma potansiyelli öğelerin etkilerini azaltmak ve sosyal temas mekanizmasını yağlamaya hizmet etmektedir(T.Parsons). Yalnız, bir toplumdaki hukuk düzeni, yasaların çokluğu ile oluşmaz. Diğer bir anlatımla, hukukun varlığı ile düzen eş anlamlı değildir. Düzenin varlığı için hukuka saygının geliştirilmesi gerekmektedir.4 Ne var ki, her çağda her topluma özgü olmak üzere bazı kişilerin "suçlu",5 "sapık" ve "akıl hastası" gibi etiketlerle soyutlanması sosyal bir gereksinme ürünü; normatif sınıflandırmanın doğal bir sonucudur. Bu toplumsal etiketleme sürecinde, toplum dışı edileceklerin belli bir oranda olmasına özen gösterilmelidir. Bilinmelidir ki, toplum herkesi etiketleyemez; toplum dışına bırakamaz. Sosyal psikoloji ve toplum sağlığı bu girişimi engelleyecektir. Örneğin, belirli bir davranışın suç yapılması sonucu günümüz gençliğinin %25'inin etiketlenmesi söz konusu olduğunda, toplumun geleceği sağlık öğesinden yoksun kalacak ve adalete olan saygı yitirilecektir. İşte bir anlamda toplumdaki suçlu sayısı çok arttığında o eylem suç olmaktan kendiliğinden çıkmaktadır. Öte yandan, hukukun her alana müdahalesi de söz konusu olamaz.6 Ceza hukuku zararın ciddi olmadığı ve/ya davranışın hukukla etkilenmesi olasılığı olmadığı alanlara müdahalesi genelde ceza hukukuna saygı ve beklide etkinliğini azaltacağı konusunda genel bir inanç vardır. İlaveten, ceza hukukunun kapsamının genişletilmesi ölçüsünde de etkisinin azaltılması riski vardır. Bu bağlamda mağdursuz suçlara ilişkin kanıt oldukça fazladır.

Pozitif Değerler

Pozitif değerler sistemi bireylerin farklı sosyal bağlamlarda, belli ekonomik ve siyasi koşullarda sembolik etkileşimleri sonucudur. Her değerler sistemi, özellikle ahlaki değerler ile odağındaki adalet ilkesi sosyal bir olgu olarak toplumsal bir üründür ve görecelik sergiler. Öte yandan, özgürlük, eşitlik, güvenlik, adalet, hakikat, meşruluk ve benzeri farklı değerlerin sıralaması da zamana ve toplumsal bağlama göre değişmektedir. Çağımızda en güncel olan da özgürlüğün mü yoksa güvenliğin mi öncelik gösterdiği sorusudur.

Sapma herhangi özel bir davranış türünde yer alan bir şey değildir. Halkın doğrudan veya dolaylı olarak temas ettiği davranışa atfedilen bir şeydir. Durkheim ve G. Herbert Mead’in belirttiği gibi toplumda sapma olarak düşünülen eylemlerin tümü gerçekte grup yaşamına zararlı değildir. Suçluluk, sapmanın bir alt dalıdır. Sapma olarak etiketlenen her davranış otomatik olarak suçlu olarak etiketlenmez.

Toplum neden bir davranış biçimini sapma sınıfına sokarken diğerini sokmuyor? Toplum yaşam tarzı ile belirgin biçimini ve özgün kimliğini yitirmeksizin grupta ne kadar değişiklik ve çeşitliliğe hoşgörülü olabileceğini ortaya koymaktadır.

Kuşkusuz, bireysel gariplik (eccentricity) veya suç eylemi şeklindeki yabancılaşma ve/ya normdan sapma negatif bir olgu olarak toplumun sert ve cezalandırıcı tepkisini çekmektedir. Yalnız zaman zaman toplum için hatta sağlık işareti olması bakımından, suçu da içeren tüm normdan sapmalar o şekilde görülmemelidir.7 Şimdi suç eylemlerini teşvik, hatta artışını gerekli mi görüyoruz sorusuna verilecek yanıt kesinlikle hayır olacaktır. Biz yalnızca değişen ve kalkınan bir toplumda bazı sapma türü davranışlar ve suçun mutlak şekilde işlevsel ve önemli olduğunu önermekteyiz. Durkheim (1895), suçun normal olduğunu, “bir toplumu suçtan arındırmanın imkânsız olduğunu” söyleyerek aynı fikri yıllar önce ileri sürdü. O’nun yaptığı açıklama şöyle idi:

“Suç toplumsal yaşamın temel koşullarıyla irtibatlı ve yararlı olması gerçeği ve bu koşulların bir parçası olarak ahlak ve hukukun normal gelişimi için vazgeçilemez olduğundan gereklidir.”8

Bir eylemin sapma olarak etiketlenmesi siyasi bir eylem olduğu gibi sapma türü bir eylemi yapan kişinin suçlu olarak etiketlenmesi de siyasi tabiattadır. E. Schur (1973), Müdahaleyi Dışlayan Radikal Yaklaşım: Suç Sorununu Yeniden Düşünme (Radical Non-Intervention: Rethinking the Delinquency Problem) adlı eserinde;

Suç esasında siyasi bir olgudur. En azından şu iki nedenle böyledir: (1) Çeşitli türden kamu siyasetine ilişkin kararlar bu eylemlerin yer aldığı sosyal yapıları ve değerler sistemini biçimlendirmekte ve sonuçta (2) suçun maddi içeriği siyasi kararla belirlenmektedir.

İşte bu süreçte özgürlük ve güvenlik ikileminde dengenin sağlanmasına; demokrasinin ancak bireysel özgürlüğün korunduğu bir yönetim biçimi olarak adil bir rejim modeli olduğu yargısına odaklanılma- lıdır. Yalnız bu denge fikrinin şu nedenlerle kusurlu bir metafor olduğu unutulmamalıdır:

- Ölçülecek merkezi bileşenler-özgürlüğe müdahale bedeli karşısında güvenlik değeri- tam olarak ölçüme el vermemektedir;

- Yararlar ve bedeller nüfusun farklı üyeleri üzerinde eşit derece de dağılmayabilir ve böyle dağılım sorunları kolay çözülür türden değildirler; ve

- Bazı tür müdahaleler, onların derhal veya içsel doğaları gereği etkilerinden olmayıp, kolaylıkla istismar edilmesi ve toplumda keyfi şekilde istenilmeyen kişilere karşı güvenlik adına kullanıla- rak hükümetin meşruiyetini sorgular hale getirmesidir.

Bu alanda en önemli panzehir adil yargılanma hakkı/due process of law’dır. Buna riayet edilmediğinde demokrasinin ilkeli duruşu sonuçta zedelenecektir.

Toplumsal Değişim

Özgür bir toplumda yalnızca çatışma halindeki görüşler ve inançlar ifade edilmekle kalmayıp, kişiler taraftar kazanmak için kendi görüşlerinin diğerinden daha adil ve uygun olduğu yolunda kampanya çalışmalarında bulunurlar. İşte bu farklı görüş/menfaatler, dinamik bir toplum yaratmakta ve bu menfaatler çatışması da ekseriya değişim üretmektedir. “Fizyoloji için kan deveranını bilmek ne kadar önemli ise, sosyoloji için de değişmeyi bilmek o kadar önemlidir” (Sorokin).

Toplumda değişimin doğallığı kadar değişime direniş ve onu kabullenmek arasında bir çekişmeye de tanık olunması doğaldır. Değişim özlenen ve aranan sosyal bir olgu iken, karşımıza çıkan hayal ettiğimiz değişim olmadığında, karşı gelinme de aynı derecede olağandır. İşte özgür ve baskıcı olmayan bir toplumda karşıt görüşlere yer verildiği gibi siyasi yelpazenin sol ve sağına da tanık olunacaktır. Toplum her zaman (düzen ve kaos örneğinde olduğu gibi) bu ekstrem görüşlerin ortasında bir yer bulabilmektedir. Bu süreçte kriminolojik açıdan çarpık görünümlere de tanık olunmaktadır. Tarihsel açıdan bakıldığında ülkemizde, “siyasal suçlara” karşı gösterilen duyarlık kat sayısı “adi suçlara” karşı gösterilenden çok büyük olmuş ve “ekonomik suçlara” karşı duyarlığın ise fazlaca gelişmediği saptanmıştır. Şimdilerde ekonomik suçlara karşı gelişen duyarlık yanında irdelenen bir konu da uyuşturucu madde kullanımı/bağımlılığıdır. Bazı güçler insanın kendi vücudu üzerinde istediğini yapabileceği görüşünden hareketle tüm uyuşturucu madde yasaklarını kaldırmak isterken, bazıları, en azından uyuşturucu madde bağımlılık sorununun ceza hukuku çerçevesinde tıbbi bir sorun olarak ele alınması taraftarıdırlar (Bk. TCK 191. madde). Diğerleri ise, karşı görüşü benimseyerek ahlaksızca davranışları azaltmanın biricik yolunun bu tür davranışları suç yaparak faillerine mümkün olan en ağır cezanın uygulanması gerektiğini belirtmişler.

İşte özgür bir toplumda yalnızca çatışma halindeki görüşler ve inançlar ifade edilmekle kalmayıp, taraftar kazanmak için kendi görüşlerinin diğerinden daha adil ve uygun olduğu yolunda kampanya çalışmalarında bulunurlar. İşte bu farklı görüş/menfaatler, dinamik bir toplum yaratmakta ve bu menfaatler çatışması da ekseriya değişim üretmektedir. Yalnız bu değişim sürecinde ortaya çıkan sorunlara yönelik düzen amaçlı çözümlerin akılcılığı irdelenmeli; her çözümlemenin, ilaçla tedavinin olası yan etkileri gibi yeni sorun/lara gebe olabileceği göz ardı edilmemelidir. Bu süreçte önemli olan kaos ile düzen arasında nispi (incomplete) bir düzenin korunmasıdır; çünkü, düzenin kaos üzerindeki zaferi hiçbir zaman total veya kalıcı olamayacak; görünüşteki hedefe hiçbir zaman varılamayacaktır.9

Sosyal düzen

Değişim, aynı zamanda toplumun çeşitli kesimleri için özel bir çıkmaz da oluşturmaktadır. Gençlik, Z kuşağı, kırsal kesimin aksine metropol kentlerde örneğin büyüklerince hangi değerlerin en kıymetli hazine sayıldığı ve büyük bir olasılıkla tatbik edileceğinden pek emin değildir. Kolluk güçleri de aynı çıkmaz içinde kendilerini bulurlar. Kendileri toplumun resmi temsilcileri olarak yasaları uygulamakla görevlidirler; yalnız, tüm yasaları tatbik açısından aynı duyarlığı göstermeleri mümkün olmadığı gibi pratikte değildir. Nitekim, hangi değerlerin önemli olduğu şeklindeki algılama yanıtı olarak kolluk görevlilerin uygulaması seçici olmaktadır.

Tarihsel perspektiften bakıldığında ülkemizde, “siyasal suçlara” karşı gösterilen duyarlık kat sayısı “adi suçlara” karşı gösterilenden çok büyük olmuş ve “ekonomik suçlara” karşı duyarlığın ise fazla gelişmediği saptanmıştır.

Kolluk güçlerine bakıldığında, kendileri sosyal kontrolün hem aktörleri ve hem de mağdurları olmaktadır. Travestileri tutuklayıp tutuklamamak yanında gösteri yürüyüş ve toplantılarında bir tarafta örnek bir kolluk uygulaması yapmak, öte yandan halkın toleransı karşısında kolluk güçleri değer hükmü vermek durumunda kalmakta ve geniş ölçüde ahlaki kararları yansıtmaktadırlar-yasaların ne söyleyip söylemediği bir yana bırakılarak, senin için en iyi olan ile toplum için en iyi olan irdelenmektedir.10

Hukukun İşlevi

Her toplum karşılıklı avantaj sağlayıcı bir iş birliği uğraşı ise de çatışmalar ve menfaat ayrılıklarına da gebe bulunmaktadır. Bu koşullarda11 iş birliği temelini atmak ve menfaatleri sınırlamak/paylaştırmak üzere dağıtıcı ve düzeltici adalet ilkelerine gereksinme duyulmakta ve hukuk, kapsamlı sosyal ve ekonomik düzenlemelere özgü merkezi sinir sistemi işlevi görmektedir. Emir ve kontrol düzengeci olan modern devlet yeni işletmeler ve faaliyetlerin tasarlanmasına ve icra edilmesine olanak/usuller sağlamakta; hukuk bu araçsal işlevi ile etrafımızdaki dünyayı düzene sokmakta; bizlere teşkilat illüzyonu vermekte ve bir kontrol vasıtası olmaktadır. Teşkilat biçimi hukuku yapan toplumun kültürel belirleyicileriyle oluşmaktadır.

Hukuk, yinelersek, toplumsal varlık için tehdit ve tehlike oluşturan kişilere karşı geliştirilen anlam sistemlerinden sadece biridir. Kuşkusuz, toplumdaki pozitif ilişkileri negatif olanlarından ayrıştırmak için bir sisteme sahip olmak gereklidir. İşte, hukuki inanç yapıtları, ekonomik ve siyasi olanlarla birlikte bu ayrıştırmayı gerçekleştirmek üzere inşa edilmişlerdir.

İnsanlar sosyal yaşamlarında düzene değer vermeseler, yasalar olmayacak idi. Her hukuk sistemi salt bir sosyal düzen biçimi içermekle kalmayıp, bu düzen özellikle yasama, yürütme ve yargı süreçlerini kontrol edenlerce değer verilen bir düzen biçimi veya en azından bu süreçlerde yer alan çeşitli gruplarca tercih edilen rakip değerlerden oluşan bir mozaiktir.

Yasal düzenlemelerin etkililiği, hiçbir zaman için fiziki yaptırımın yalnızca uygulanması tehditlerine dayandırılamaz. Toplumda, ayrıca, yasalara ve hukuka (belirli bir yasal düzene) karşı genel bir saygının duyulması; bu saygının kendisinin de sosyal adaleti kendine şiar/öz edinmiş bir hukuk anlayışına karşı toplumda gösterilen moral uygulamadan güç alması gerekmektedir.

İşte düzen sağlamak açısından hukukun/yargının kendilerinden beklenen şu beş toplumsal işlevi vardır (K. Lewellyn):12

1. Uyuşmazlıkların giderilmesi (tepkisel işlev),

2. Davranışların yönlendirilmesi (düzen işlevi),

3. Toplumsal egemenliğin örgütlenmesi ve meşrulaştırılması (anayasal işlev),

4. Yaşam koşullarının biçimlendirilmesi (planlama işlevi),

5. Hukuk uygulamasında belirli teknik ve becerilerin geliştirilmesi ile uygulanması-hukuki içtihat alanı (denetim ve gözetim işlevi).

Toplumda bu işlevleri yerine getirmek üzere özel hukuk, idare hukuku, ceza hukuku ve kamu hukuku olmak üzere geliştirilmiş hukuk teknikleri vardır. Bunlar siyasetçilere özel bir sorunla baş edebilmek için en uygun tekniğin benimsenmesinde yardımcı olabilir. Bir sorun için tek bir tekniğe başvurula- bileceği gibi birden fazla tekniğinde rol ve işlevine tanık olunabilir. Nitekim, trafik kriminolojisi (yol güvenliği ve trafik kazaları) söz konusu olduğunda, tüm tekniklerin (kamu, ceza ve özel hukukun) devreye girdiği görülmektedir. Önemli olan ekonomik olduğu kadar en etkili teknik veya tekniklerin seçilmesidir.13

Toplumda kurallara uymayanlara karşı tepki gösterilmesi gerekli ise de sorun istenilen tepkinin ne derece etkili olacağı ve halk katında bu tepkinin ne derece kabul göreceğinin saptanmasıdır. Bu bağlamda, istenilen hukuk düzeninin derecesi de bir sorun olarak gündeme gelmektedir. Hukuk düzeninin daha yoğun ölçüde gerçekleştirilmesine gereksinme var mıdır? sorusu karşısında; hukuk düzeninin yoğun ölçüde gerçekleştirilmesine isterik bir biçimde eğilmek yerine suç nedenleri olarak belirtilen, çocukların ihmal edilmesi, işsizlik, enflasyon, nüfus artışı, göç ve benzeri sosyal kötülüklere eğilmesi yerinde olacaktır.14 Bu kriminojen faktörlerle, suçlara ilişkisi olmak yerine bizzat kendilerinin "sosyal kötülük" olması nedeniyle mücadele edilmelidir. Bu bağlamda bir suçun faili bulunduğunda, suçun çözümlendiği türündeki düşünce ve yargılar da artık terk edilmelidir. Hangi sorun, suçun birisine yükletilmesiyle çözümlenebilmektedir? Hangi bilmece/ matematik problemi, bunu yapanın bulunma- sıyla çözümlenebilmektedir?

Suç sorunu çözümlenecekse, suçlular yanında mağdurlar, durumlar ve yasal düzenlemeler birlikte ele alınmalıdır. Her suçlu, davranışı ile kendisi hakkında olduğu kadar toplum hakkında da bir yorum getirmektedir. İşlenen suç, bazı hallerde, suçlu hakkında fikir verirken, diğer hallerde ağırlık noktası topluma yönelik olmaktadır. Diğer bir anlatımla, suçlular topluma kötü bir uyum içinde olabilecekleri gibi toplumda suçlulara karşı kötü bir uyum sergileyebilmektedir.

Hiç kuşkusuz, suçun işlenmesi için, motive edilmiş bir suçlu, uygun bir hedef /mağdur ve etkili koruyucuların, resmi veya özel gözetim şeklindeki “korumanın” olmayışı gibi asgari müşterek birkaç etmenin bir arada olması gerekir. Son iki öğenin birlikte elverişli bir fırsat sağladığını ise kimse yadsıyamaz. Suçun fırsata olan ihtiyacı unutulmamalıdır.

Toplumun genelde daha zayıf bireyleri olan mağdurların yardıma, duygusal ilgiye, sosyal istikrara ve mali desteğe ihtiyacı vardır.15 Suç mağdurlarının etkili bir korunmaya kavuşturulması da kamu davasının etkililiği ve sonuçta hukuk düzeninin güçlendirilmesi için gereklidir. Suçların yaklaşık %90’nının mağdurların katkısı ile saptandığı göz önüne alınarak, ceza yargılaması sürecinde mağdurun, tanık olmak ötesinde haklarını talep edebilen taraf konumuna getirilmesi için Almanya örneğinde olduğu gibi yasal düzenlemeler (TCK/ CMK-2004) yapılmıştır.

Öte yandan “kanun uygulanmazlığı” (çocuk düşürme suçlarında olduğu gibi) ile “kanun umursamazlığı” (ateşli silahlar ve rüşvet suçlarında olduğu gibi) toplumda ikinci bir düzen yaratmakta; kişiler yapılmaması gereken bir şeyi doğal bir şekilde yapabilmekte;16 herkesin böyle yaptığı dile getirilmekte- dir. Toplum için böyle bir düzen olağanüstü tehlikeli olmaktadır.

Hukuk muhtevasındaki hızlı değişimler hukukta tezatlık veya tutarsızlıklara neden olabilmekte; hukuk egemenliği de (rule of law) örselenmektedir. Bu konumdaki halk, olması gerekli davranış açısından uyum yeteneğini kısa sürede geliştiremez. Tutarsızlıklar ve tezatlar kuralların ne olduğunu anlamayı zorlaştırabilir veya imkânsızlaştırabilir. İşte bu bulgular modern hukuk açısından önemli sayılabilecek patolojik göstergelerdir. Öte yandan, değişime elvermeyen bir kanun da sonuçta reddine zemin hazırlamaktadır.

Düzen konusundaki ilginç bir paradoks da düzeni ihlâl edenlerin başkalarından düzene uyma beklenti- sidir. Trafik kurallarına uymayan bir sürücü başkalarının trafik ihlallerine tepki gösterirken, eski yapıyı değiştirirken ihtiyaç duyduğu kararlılık ve düzen nedeniyle bir ihtilalci, bünyesinde fazlaca ihtilalci bulunduran bir toplumu sevmediği gibi bir soyguncu da anomik bir toplumu sevmeyecektir. Kendisine mal arz eden dürüst vatandaşlara ihtiyaç duyan soyguncu, kolluğun duyarsızlığı sonucu potansiyel mağdurlardan çok potansiyel rakiplerin çıkmasından hoşlanmayacaktır. Bu önermenin en tipik örneği çete savaşlarıdır.

Toplumda var olan mevcut anomik eğilimlerin altında yatan başlıca psiko-sosyal etmenler:

— Öze saygısızlık,

— İlişkilerde ikiyüzlülük,

— İnsanın insanı sömürmesi,

— Bana dokunmayan bin yaşasın sendromu,

— Değer ve anlam körlüğü,

— Yasak/otorite köleliği,

— İnsanın kendi özüne yabancılaşması, ve

— Fikir yerine küfrün, kavram yerine terörün….

Anomi, etimolojik bakımdan düzensizlik ve kanunu ihlal etme anlamlarına gelir. Durkheim’ a göre, ilkelerin rehberlik davranışında bozulma olan, bireyleri sosyal kısıtlama ve yönlendirmelerden yoksun bırakan bir sosyal durumdur (1938). İntihar adlı eserinde, sosyal anomi’nin nedenleri Durkheim’ca, ani sosyal değişime odaklandırılmıştır. Örneğin pandemi. R. Merton’un(1938) Durkeim’dan esinlenerek geliştirdiği teoriye göre de, anomi, toplumsal düzende bir ayrışma veya bozulmayı, daha belirgin olarak toplum kültürü ile toplumsal yapının unsurları arasındaki bir denge eksikliğine işaret etmekte; toplumdaki bazı kişiler, zenginlik, şöhret ve mal mülk sahibi olmak gibi toplumsal hedeflere ulaşabilme hususunda araçlar sınırlı/kısıtlı olduğunda gayri meşru yollara da başvurmaktadırlar- sosyal değerlerin sapma üretmesi olgusu.

Eflatun’a göre, yöneticiler de hukukun hizmetkarları olmalıdır. Eğer bir devlette hukuk “tâbi” konumda, otoriteden yoksun ise o toplum yıkıma giden yolda hızla yol almaktadır; yok eğer, hukuk, yöneticilerin üstünde ve yöneticiler hukukun altında ise kurtuluş ve Tanrının her ihsanına mazhar olabilir. İşte hukukun üstünlüğü diye adlandırılabilecek bu yaklaşıma Aristotle bir unsur daha ekleyerek takip edilecek hukukun da “iyi” olmasını öngördü. Kutadgu Bilig’in beyitlerinde ifadesini bulan bu anlayışa göre, “...beyliğin(devletin) temeli adalettir. Beyler doğru ve adil olursa dünya huzura kavuşur. Devletin temeli adalet üzerine kurulmuştur. Devletin esası adalet yoludur. Bey (hükümdar) adil olur ve böyle kanun koyarsa, bütün dileklerine kavuşur”.17 Zecri ve kötü ceza yasa örneklerine XX. yüzyılda Güney Afrika, Nazi Almanya’sı ile Sovyet Rusya’da tanık olunmuştur.

Hukuk düzeninin korunmasında adli süreçte yer alan hâkimler ve avukatların ilişkisi ile bakış açıları da önemlidir. Hâkimler ve avukatlar, bileşik kaplar sistemine benzer bir konumdadırlar. Her iki grup için kültür ve iyi niyet derecesi aynı olup; aynı oranda yükselir veya düşerler. İyi hâkimler, iyi avukat olmayı etkileyeceği gibi tersi oluşumda ayni derecede geçerlidir. Avukatları sevmeyen, saymayan hâkimler kendilerini de sevmiyor, saymıyorlardır. Ayni şekilde kürsünün onuruna saygıda kusur eden avukatlar Baronun onurunu rencide etmektedirler.

Hukuk düzeni için önemi yadsınamayacak yargılama usulü reformunun en büyük engeli, genellikle avukatların birbirlerine; hâkimlerin avukatlara ve avukatların hâkimlere itimat etmemesidir. Diğer bir anlatımla, avukatlar birbirlerine, avukatlarla hâkimlerin birbirlerine itimat etmeleri usul reformu için en kolaylaştırıcı etmen olacaktır.

Öte yandan, hukuk düzeninin çok ince ayarlı bir düzen olması ve bu düzenin asıl amacının da kişilerin ve özellikle de suçsuzların/haklıların haksızlığa uğratılmaması; tıpkı “kurunun yanında yaşın da yanmaması” gibi kimsenin “okkanın altına”da “gürültüye”de gitmemesi gerektiği göz önünde bulundurulmalıdır. Bunu sağlamak üzere öncellikle usul yasalarına özenle riayet ve yargılamada nesnellik sağlanmalıdır.

Özetle, hukuk düzeni için normların de jure varlığı yeterli olmayıp, etkililiği de vazgeçilmez bir faktördür. Aksi halde, iktidarın güçsüzlüğü ile infaz edilemeyen normlar karşısında olsa olsa “sanal legalite”den söz edilebilir.18 Bu doğrultuda ceza davalarında zamanaşımı nedeniyle yıllık düşme oranlarının ürkütücü boyut alması endişe verici olduğundan zamanaşımı süreleri (2004 yılında) yükseltilmiştir. Şimdi toplumlarda düzenin nasıl sağlandığı, nasıl ve hangi durumlarda düzenin tehdit altında olabileceği veya bozulabileceğinin ele alınması olarak tanımlanabilecek kamu düzeni/sosyal kontrol irdelenecektir.

Sosyal Kontrol

İnsanlar toplum içinde yaşamı çıkarlarına uygun bulurlarsa da istemleri, bir kovan içindeki arıların istemleri aksine büyük ölçüde bireysel kalmaktadır. Görünüşte, hatta zihnimizde bile, ne kadar namuslu görünürsek görünelim, Machiavelli’ye göre, hepimiz özde Makyavelistizdir. İşte toplumsal yaşamın güçlükleri ve kontrol gereksinmesi de buradan kaynaklanmaktadır. Bu süreçte formal kontrol kadar enformal kontrol önemli bir yer tutmaktadır. Gerçekte, kişilerin hukuka uyarlı davranış sergilemelerinde cezai yaptırım tehdidinin rolü az; buna karşın (1) hukuka karşı geldiklerinde bulundukları sosyal grubun tepkisi ile (2) kişilerin kendilerini doğru şey yapmak isteyen ahlaki birer varlık olarak görmelerinin etkisi ise daha fazladır.19 İnsanlar yetiştikleri kültürün ahlaki standartlarını içselleştirirler. İşte bu bağlamda, “toplum” diye adlandırılan varlık tarafından uygulanan “sosyal kontrol” çok önemlidir. Bu doğrultuda, eğitim, din, gelenek, kamuoyu, propaganda, meslek kuruluşları, ticaret odaları ve komşuluk gibi olguların tümü belli miktarda sosyal kontrol uygulamaktadırlar. İşte davranışta bulunmak zorunda olan insanlar arasında fiilen oluşan sosyal düzenin nasıl mümkün olduğu sorusu karşısında, hukuk ile sosyal kontrol kavramları arasında yakın bir ilişki var ise de hukukun sosyal kontrolden ayrı olduğu belirtilebilir. Bu ilişki, örtüşme veya eşitlik olarak algılanmamalıdır. Hukukun (en azından devlet hukukunun) sosyal kontrol yanında yetkilendirme, icraat, statü/yetki sağlama, tanımlama, meşru- laştırma, bütünleştirme ve dağıtma gibi (organizasyon/bürokrasi kuralları) birçok işlevi vardır.

Sosyal kontrol, özetle, sosyal düzenin korunmasını ve sosyal sapmanın kontrol edilmesini sağlayan mekanizmalar bütünüdür. Bu kavram, güç, ahlak, hukuk, din ve hatta öz kimliğin korunmasıyla derinden iç içe geçmiştir. Önemi, bireysel özgürlüğün sınırsızlığa dönüşmemesini ve kolektif uyumun kişisel özgürlük uğruna feda edilmemesini sağlamaktır. Başvurulan yöntemler arasında nudge teorisi bir davranış bilimi kavramı olarak yer almaktadır.

Vatandaş olarak sosyal/legal normlara uyumunu sağlayıcı motivasyonları yakalamak (nudge teorisi)20 yöntemi bağlamında örneğin vergi ödemesini hatırlatmak üzere Maliye vergi dairelerince gönderilen mektuplar standart tipte olabileceği gibi çeşitli türde de olabilir. Önemli olan hangi türün vatandaşı motive edeceğini saptamaktır. Örneğin çoğu insanların vergilerini zamanında ödediklerini içeren bir mektupla hatırlatma gibi pozitif hatırlatma yöntemi seçilebilir. Başka bir türü, toplanan vergilerle gerçekleştirilen projeleri sergilemektir. Kuşkusuz, bu motivasyonun sağlamada kültürün etkisi de göz ardı edilemez. Komşunun yaptığından etkilenme Fransa’da söz konusu değilken, Anglo-Saksonlar’da oldukça yaygındır. İşte en üst toplumsal yarar için güdülerin yaratılmasına yönelmeli ve tesadüfi olarak seçilen her yöntemin sonucu test edilmelidir.

Hukuk dışında da birçok sosyal kontrol biçimleri vardır. İşte hukuk çeşitli sosyal kontrol mekanizmalarından21 yalnızca biridir. Hukukun işlevsel tanımı, sosyal kontrol olarak algılandığında, hukukun yerine getirmekte olduğu diğer işlevleri göz ardı edilmektedir. Hobbes'un etkisi devam eden dicta’sı ile birleşen hukuk merkezli yaklaşım, ekseri kişileri, hukuku, “biricik önemli sosyal kontrol mekanizması” olduğunu düşündürmeye yöneltmişse de hukuksuz olunamayacağı gibi, ama yalnız hukukla da olunamayacağı bilinmelidir. Kişiler arası iş birliğini oluşturmak ve korumak için enformal ve formal mekanizmaların22 tamamlayıcı birlikteliğine gereksinme vardır. Ayrıca, kaynağı ne olursa olsun, suç, trafik, genetiği değiştirilmiş gıda gibi tehlikelerin oluş olasılığı ve zarar şiddetine göre derecelendiril- mesi öngörülmelidir: Örneğin bir trafik kazasında yaralanmanız olasılığı yerel bir suçlunun sizi yaralamasından daha fazla ise, iyi bir trafik düzenlemesi ve kontrolü riski suçluları hapsetmekten daha azaltıcı olacaktır. Ne var ki, uygulamada tehlikeleri savuşturma oldukça farklı kompartımanlara ayrılmış bir süreç olarak belirmektedir. Sağlık hizmeti olmasına karşın, gıda, ziraat, hava ve su kalitesini içeren bütünleşmiş bir sağlık siyasetine tanık olunmamaktadır. Genelde karşılaşılan tehlikeler açısından da kişiler eşit konumda değildirler. Diğer bir anlatımla, tehlike açısından bizler aynı gemide bulunma- maktayız; bazıları diğerlerinin güvenliği için fedakârlık sergilemekte/sıkıntı çekmektedir. Fuhşun yoğun olduğu yöre halkı bunun en tipik örneğidir.

Suç tehlikesine ekseriya diğer tehlike türleri de eşlik etmektedir. Bu bağlamda suç mağdurluğu açısın- dan dağıtıcı adalet arayışı yaşam kalitesinin diğer yönleri için sonuçları olacağı gibi aksi de söz konusu olabilecektir.

Bu bölümü noktalarken, toplumsal kontrol, herhangi bir toplumun hayatta kalması ve devamlılığı için vazgeçilmezdir. Kontrol davranışları yönlendirmek, normları uygulamak ve iş birliğini sağlamak için çalışan çok çeşitli resmi ve gayri resmi mekanizmaları kapsamaktadır. Durkheim'dan Foucault'ya kadar düşünürler, derinliğini ve karmaşıklığını anlamak için ahlaki, işlevsel, etkileşimci ve eleştirel olmak üzere çeşitli bakış açıları sunmuşlardır. Giderek daha fazla birbirine bağlı ve çekişmeli bir dünyada, zorluk kontrolü ortadan kaldırmakta değil, etik, kapsayıcı ve adil olmasını sağlamaktır. Demokratik bir toplum, gerekli düzenlemeyi bireysel onur ve muhalefet hakkıyla dengelemeli, böylece toplumsal kontrolü bir tahakküm aracı değil, gerçek bir dayanışmanın temeli haline getirmelidir.

Sosyal Kontrol Kavramının Eleştirisi

Sosyal kontrol kavramı sosyolojinin merkezinde yer alsa da çeşitli eleştirilerle karşı karşıya kalmıştır:

- Uyumluluğa aşırı vurgu: Eleştirmenler, bu kavramın genellikle yaratıcılık, muhalefet ve toplumsal değişim yerine düzen ve istikrarı önceliklendirdiğini savunuyor. Bu durum, adaletsiz normlara karşı gerekli meydan okumaları bastırabilir.

- Elitlere yönelik önyargı: Kontrol mekanizmaları genellikle egemen sınıfın çıkarlarını yansıtır, alt sınıfların seslerini dışlar ve eşitsizliği meşrulaştırır.

- Kültürel görecelik: "Kontrol" veya "sapma" olarak kabul edilen şeyler kültürler arasında büyük farklılıklar göstermektedir. Evrensel bir çerçeve, yerel gerçekleri göz ardı edebilir veya yabancı normlarını dayatabilir.

- Belirsizlik ve genişlik: Bazı akademisyenler, kavramın çok geniş olduğunu, ebeveynlikten polis devletine kadar her şeyi kapsadığını ve bu nedenle analitik kesinliğini kaybettiğini düşünüyor.

Anomi/Sinomi Olgusu

“İçinde yaşadığımız toplumun tüm siyaseti, fabrikalarımız ve basılı basın, film stüdyoları ve geri kalan alanlardaki tüm ürünlerle yanıt vermek üzere insan vücudundaki her siniri tahrik etmek ve onu yapay bir gerilimin en yüksek noktasında tutmak, her insan arzusunu limitine kadar germek ve mümkün olduğu kadar yeni arzular ve sentetik ihtiraslar yaratmaktır”.
Thomas Merton, Trappist monk, The Seven Storey Mountain

Anomi hem kişisel bir deneyim hem de toplumsal bir sorun olabilir. Durkheim ve Robert Merton gibi önde gelen sosyologlar tarafından geliştirilen bu teori, anominin bireyleri bir arada tutan sosyal bağların kopması sonucu normsuzluk ve yön eksikliği duygusunun ortaya çıktığını öne sürer. Bu durum, hızlı sosyal değişim dönemlerinde veya geleneksel norm ve değerlerin sorgulandığı veya bozulduğu zamanlarda meydana gelebilir. Anomi dönemlerinde istikrar sağlayan norm ve değerlerin toplumsal gücünün zayıflaması veya ortadan kalkması sonucu toplumda istikrarsızlık, kaotik ve genellikle çatışmalarla dolu bir resim ortaya çıkmaktadır.

Robert M. MacIver “The Ramparts We Guard” (1950) isimli eserinde Durkheim’ın anomi kavramını sosyolojik bağlamından uzaklaştırarak, salt tutum, davranış ve düşünce düzeyinde bireysel bir sorun olarak ele almakta ve anomik bireyleri başlıca üç grupta incelemeyi önermektedir:

1. Değerlerini ve amaçlarını yitirip, artık karşı çıktıkları değerlerle sürekli kavga etme ya da kendilerini o değerlerin baskısı karşısında savunma durumunda olan, geleceğe dair hiçbir plan yapamayan, hayatlarına amaç ve istikamet belirleyemeyen, belirli bir anlamlılık taşımadan sadece içinde bulundukları an için yaşayanlar,

2. Ahlaki gayelerini ve davranışlarını yönlendirecek toplumsal değerlere inançlarını yitirmiş olmakla birlikte, bencil motivasyonlarla geleceğe yönelik amaçlar oluşturabilen, amaçlardan çok-itibar ettikleri yegâne değer olan gücü/iktidarı/zenginliği elde etmek için kullanacakları- araçlar ve yolları önemseyenler, ve

3. Bir zamanlar sıkı sıkıya bağlandıkları değer ve amaçların yokluğunda boşluğa düşen, toplum tarafından itilmiş ve dışlanmış hissettikleri için giderek aşırı endişe ve güvensizlik hissine kapılan ve neticede her şeyden nefret edip uzaklaşırken, her durumda ezilip harcanan kişi oldukları fikrine saplanan kişiler.

Anomi kavramının kavramsal çerçevesi, toplumsal yapının ve liderliğin bozulduğuna dair algının etkileşimi sonucunda farklı anomi durumlarının ortaya çıkmasını öngörmektedir. Gerçek olan ise, sosyal ilişkilerin yok olması, kişinin şekilsiz bir yığında tecrit edilmesi halinde, kişi, suç işleme ve mağdur olmaya yatkın bir konuma girmektedir. Bu hususa açıklık getirmek üzere birbirinin karşıtı olan iki kavramı, anomi ve sinomi’yi büyüteç altına alabiliriz. Anomi, değerlerin çöküşü ve normların rafa kaldırılışı sonucu (bir anlamda Hobbes’un doğa durumu) suçluluk artışına sebep olurken; Sinomi’de, sosyal dayanışma,23 değerlerdeki uzlaşı ve normların benimsenmesi sonucu suç işlenmesi önlenebilmektedir. Burada, kentleşmenin bir suçluluk etmeni olarak görülmesi, suçların köylerden kaynaklanmadığı biçiminde değil, kentleşmeye bağlı olarak, nüfus büyüklüğü, yoğunluğu ve heterojenliğin sosyal kontrolün etkinliği ve biçimleri üzerine olan belirgin etkisinin, suç işleme fırsatlarında anlamlı bir artış yarattığı şeklinde anlaşılmalıdır. Diğer bir anlatımla, suçluluk, yapısal değişimlerle, gerçek anlamda kent koşulları içinde oluşma ve yaygınlaşma eğilimindedir. Bu bağlamda kentleşme derecesi ile suçluluk arasındaki ilişkiyi sergileyen aşağıdaki model anlamlı görülmüştür:

İşte “pazar yeri”, “yabancılar dünyası” olarak da tanımlanan kentler, anonim bir çevre oluşturmaktadır. Bu çevrede, suç işlemeyi tahrik edici fırsatlar önemli olup; genel “tahrik seviyesi” o yörede yaşayan kişilerin karşılaştıkları elverişli fırsatlar sayısı (arz) ile belirlenmektedir.

Kanunlar, toplumsal normların oluşması ve değişmesi ile bireylerin ahlaki tavrına katkı yapabilirse de tek başlarına toplumsal kabulü zorlayamazlar. Sultan IV. Murat’ın “tebdili-i kıyafet edip” koyduğu içki yasağına halkın uyumunu denetlemeye çalışmasının önemli bir etkisi olmadığı gibi, 1920’lerin A.B.D.’sindeki içki yasağı, halkın büyükçe bir kesimin desteklemesine karşın hukukun normları değiştirmede sınırlı bir kapasitesi olduğuna işaret etmektedir.24 Aynı bulgular 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu için geçerlilik kazandı. En gerçekçi yaklaşıma sosyal bir norm oluşturmak üzere yaptırıma yer vermeyen bir düzenleme ile 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında Kanun’da (R.G.28/ 11/1925-230) tanık olunmaktadır: “…Türk halkının da genel başlığı şapka olup buna aykırı alışkanlığın devamını hükümet meneder.” Kanunda başı açık gezmenin yasak olduğu yazmıyor.

Toplumda Norm İnşası

Toplumda norm inşasının aşağıdaki şekilde görüleceği üzere üç boyutu vardır:

Bu üç boyut birbirine dayalıdır. Sistem koşulları modern, endüstri toplumlarında dominan olma eğilimindedir. Böylece, irade geniş ölçüde sistem koşullarının elverdiği ile belirlenmektedir. Aynı şekilde neyin bilgi olacağı sistemlerin ihtiyacına göre belirlenmektedir. İnsan değeri ve irade, bilgi yaklaşımında sağ duyuya ilişkin bulunmaktadır. Toplumdaki köklü değerler boşlukta oluşmayıp, toplumda süregelen kültürel değerlerin özel değişimleri olarak algılanmakta; ancak bu değerlerin yorumu kültürel olarak evrim geçirmektedir.

“Duyarlı bir topluluk, ahlaki ölçütleri, tüm üyelerinin temel insani ihtiyaçlarını karşılayan bir topluluk- tur” (Amitai Etzioni).

Hukuk, toplumun normlarını tartıştığı, test ettiği ve sonunda kararlaştırıp formüle ettiği bir ortamdır. De facto etkililiği önemlidir. Her illegal eyleme karşı suçlamanın yapılması, savcılık ve infazın etkili işlevinde olduğu gibi toplumsal normu vurgulamaktadır. Ceza hukuku, bu süreçte, bağımsız bir oyuncu yerine normu vurgulama sürecinin hızla ivme kazanmasına yardımcı bir enstrümandır. Yalnız bu sürecin Türkiye’de kadınlara karşı şiddet ile töre/namus cinayeti25 şeklindeki adam öldürme suçlarını yasaklayı- cı normların (kamuoyunun da baskısıyla) pekiştirilmesi sürecinde çalıştığına tanık olunmadı.

Sosyal Kontrol

Sosyal kontrol konusundaki çalışmalar, geleneksel olarak, sosyolojik uğraşın ana konularından biridir. Bu kavramın iki temel anlamına tanık olunmaktadır:

1. Klâsik anlamda toplumun kendini düzenlemek kapasitesi olarak sosyal düzene katkıda bulunan ve özellikle kişileri uyum göstermeye yönelten tüm uygulamalar ve düzenlemeleri kapsamaktadır.

2. Dar anlamda ise, kişilerin topluma uyum geliştirme sürecinde, sapkın davranışı (deviant behavior) nasıl tanımladığı ve yanıtladığı anlamındadır.

Sosyal kontrolün bu farklı iki anlamı, toplumsal açıdan alternatif vurgulara sebebiyet vermiştir. Sosyal kontrolü uyum sağlamayı geliştirme süreci olarak görenler (çoğunlukla sosyal psikologlar), “sosyalleşme”yi ana sosyal kontrol mekanizması olarak belirlemişlerdir. Düşünceler ve değerler, eğitim yanında özellikle aile, televizyon, reklâm, müzik ve diğerleri vasıtasıyla toplum veya cemaat üyelerine intikal etmektedir. Paylaşılan kültürel değerlerin bireylerce benimsenmesi, grupta var olan geleneksel davranışları belirlemektedir. Bu tür kontrol, içsel kontrol olarak adlandırılmakta; kişinin uyum göstermeğe (vicdan, şartlandırma süreci, eğilimler, telkinler ve sosyalleşme) motive edilmesi söz konusu olmaktadır.26

Yukardaki tablodaki cemaat (Gemeinschaft) ilişkileri dostluğa dayanır; alışkanlık ve görev duygusun- dan kaynaklanır, yararcılık hesabı üzerine kurulmamış iken, cemiyette (Gesellschaft) herkes kendisi için yaşar ve hiç kimse karşısındaki için bir şey yapmaz. Meğer ki, karşısındaki kendisine verdiğinden daha değerli kabul ettiği bir şey vermiş olsun veya ilere vereceği umut edilmiş olsun.

Öte yandan, sosyal kontrolü, sapmaya toplumsal tepki, “uyum geliştirme süreçleri” olarak görenler, kurallar ve kurumlar ile uyum sağlama vasıtası olarak “cebrin” rolünü vurgulamaktadırlar.27 Bu doğrultudaki çoğu araştırmalar kolluk, adliyeler, çocuk mahkemeleri ve cezaevleri gibi devlet kurumları (dikey sosyal kontrol) üzerinde yapılmıştır. Bu tür kontrol parametreleri ise "harici kontrol" olarak adlandırılmaktadır.

Bu noktada sosyolog Travis Hirsch’in ilginç olan “bütünsel sosyal kontrol ve oto-kontrol teorisine (Suçluluğun Nedenleri,1969) bakmakta yarar var. O’na göre, oto-kontrol, kişinin toplumsal sınırlar dizinini nereye giderse gitsin birlikte taşımasıdır. Onların karakteri, sosyal kontrol teorisince saptanan aşağıdaki dört öğeye referansla tasvir edilebilir. Öteki insanlarca aile, okul ve iş yerinde sergilenen oto-kontrol ve sosyal kontrol karşılıklı olarak yek diğerini yaşam boyu etkilemekte ve sonuçta oto-kontrol ve sosyal kontrol teorileri bütünleşmektedir. Düşük oto-kontrolün kriminolojik teori üzerinde bir etkisi vardır.

Suç işleyebilecekler, konformite sağlayıcı nitelikteki sosyal bağın dört öğesi olan duygusal bağlılık (attachment), adanmışlık (commitment), katılım ve benimseme (involvement) ve inançtan yoksundurlar.

Duygusal bağlılık, konformitenin duygusal bileşeni, aile ve okul gibi temel sosyal kurumlar bağlamında duygusal bağlara işaret etmektedir. Bu bileşen, geleneksel eylemlerde, örneğin eğitim, gelecek için para biriktirmek gibi zaman, enerji ve çaba gerektirmektedir. İşte bunun tersi, geleneksel değerlerden yoksunluk suça yöneltebilir. Adanmışlık (sosyal bağ) ise, konformitenin rasyonel bileşeni olarak toplumsal kabul gören okul, meslek, aile, boş zamanları değerlendirme için kişinin olabildiğince zaman ve enerji harcamasıdır. İşsiz /güçsüz bir insanı düşünün, neler yapabilir? Katılım ve benimseme ise, bir öncekinin doğrudan bir sonucu olmaktadır. Aynı sosyal ortamda yaşayan kişiler müşterek ahlaki inançları paylaşmakta; ötekilerin haklarına duyarlı olmaktadır. İnanç da davranışı yönlendiren sosyal normların kalben kabulüdür. Ne var ki, önceki öğelerden yoksun olan kişinin ahlaka da inanç beslemesi düşünülemez. Bu konumdaki kişi, bencil ve menfaatine yönelmiş konumdadır. İşte bağların yokluğunda sapmaya tanık olunmaktadır.

Oto kontrolü sağlayan yukarda sözü edilen bileşenlerdir. Öte yandan, bu teorik yaklaşım, bağlar açısın- dan ekonomik, psikolojik, sosyal ve biyolojik bağlar olarak da dile getirilebilir. Kontrol teorisi, kişinin suç işlemesini gerektirmiyorsa da gerilim (strain) teorisinde kişi suç işlemektedir.

Kuşkusuz, önemli olan “fırsat” yaratılmasıdır. Bu faktör hırsızlık ve adam öldürme» olaylarında söz konusu olurken, hırsızlıkta önemli bir bileşen de “fark edilmek” /yakalanmak risk ve düşüncesidir.

Bu bağlamda sosyal kontrolü zayıflatan başlıca faktörler şöyle özetlenebilir:

• Geleneksel olarak varlık gösteren sosyal sistemlerden ve bağlardan kopma; “ben merkezli bir dünya görüşünün” yaygınlaşması/geleneğin bittiği, modern olanın henüz yerleşmediği, iki arada bir derede toplumsal yapı;

• Ekonomik düzende tevarüs edilen zayıflıklar örneğin fakirlik, işsizlik ve depression. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” sendromunun düzen için suiistimal kadar zararlı olması;

• Şehirleşmenin getirisi, örneğin şehirlerdeki mobilité (hareketlilik) ve anonim yaşam,

• Ailede çözülme örneğin ebeveynin ölümü, boşanma ve çocuklara hatalı disiplin uygulaması, dijital medya/eroin sarmalı ve şiddet patlaması.

İşte bunların sonucu olarak, çocuklarda tanık olduğumuz saldırgan ve sinirli davranışlar/akran zorbalığı; dijital/ medyatik şiddetin rolü; suç işlemeye yönelme ve kişilerdeki duyarsızlaşma olgusu belirginleşmektedir. Özellikle video ve internetteki oyunlar bağımlılık yarattığı için çok tehlikeli olmuştur. Videonun oyun içinde rol alan insan ve çocuklar üzerindeki etkisi fazla olup; katıldığınızda bağımlılık yaratmaktadır.

Kolluğa özgü yapılan araştırmalardan, polis baskınları ve benzeri girişimlerin genelde sınırlı bir süre için etkili olduğu ve bu etkinin zamanla buharlaştığı kaydedilmektedir. Bu çıkarıma özgü en çarpıcı araştırma Avustralyalı kriminolog Ross Homel tarafından Yeni Güney Galler’de sürücülere yapılan alkol testidir. Araştırma sonuçları, suçları önlemede “delik kova” teorisi kollukça yapılan alkol testi uygulamasının görünür olduğu kadar devamlılık göstermesinin önleyici etki sağlamak için gerekli olduğu belirtilmiştir. Potansiyel suçlular, kolluk görevlilerince yol kenarında devamlı olarak alkol testi yapıldığına tanık olmadıklarında uygulamanın artık ciddi olmadığına inanacaklardır. Öte yandan bu tür uygulamanın önleme etkisi, alkollü araba kullanıp yakalanmayanlar ile umursamazlık/arkadaş etkisiyle zayıflayacaktır. İşte bu parametrelere bakarak kolluk baskınlarının sınırlı bir süre etkili olabileceğini algılamak hiç de zor almayacaktır.28

Sosyolojik gerçek büyük kentlerde asayiş durumu da büyük bir sorun olduğuna;29 cep telefonu hırsızlığı ve ateşli silah kullanılarak yapılan soygun olaylarının artış kaydettiğidir. Büyük kentlerde sorun haline gelen güvenlik ve asayişle baş etmede akıllı kentlere doğru dönüşüm önemli bir rol oynayabilir.

Sonuç olarak, otorite için ikna edici bir temel norm oluşturma sorunu, on yedinci yüzyıldan beri modern toplumu meşgul etmektedir. Ceza siyaset ile toplumsal düzen sağlama etkinliği süregelmektedir. Bu bağlamda Hobbes'un Leviathan'ı (1651), iktidar ve otorite arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmeye yönelik en iddialı girişimlerden birini temsil ettiği ve defalarca ilham kaynağı olarak başvurulduğu yadsınamaz. Öte yandan Durkheim, toplumun kendi başına bir varlık olduğuna ve her şeyin ondan türediğine inanıyordu. Durkheim, bir grup, topluluk veya toplum tarafından paylaşılan kültür aracılığıyla insanlar arasında bir sosyal bağ duygusunun—ona göre dayanışma—ortaya çıktığını ve bu bağın onları bir kolektif halinde bir araya getirdiğini öne sürmüştür. Durkheim, bir grubun paylaştığı inançlar, değerler, tutumlar ve bilgi bütününe "kolektif vicdan" adını vermiştir. O’na göre

1. Bireyler, toplumun her şeyi doldurduğu boş bir levha olarak doğarlar.

2. Durkheim, Tanrı'yı ​​bile toplumsal zihnin bir yansıması olarak görmüştür.

3. Durkheim, açıklamalar için diğer bilimlere (örneğin biyoloji, psikoloji) hiç başvurmadığı için saf bir sosyolog olarak anılır; her şey sosyolojiden kaynaklanmıştır.

Durkheim'ın cevaplamak istediği temel soru, bir toplumun neden bir arada kaldığıydı? O’na göre, sapma, grup dayanışmasını teşvik etmekte; insanlara ahlaki vicdanlarını normalde yapamayacakları şekillerde tartışma ve değerlendirme fırsatı vermekte; bir yenilik yaratma işlevi görmektedir.

Toplumda sapma olgusunun anomik olduğu kadar anarşik bir görüntüye dönüşmemesi altında yatan nedenler/mekanizmalar irdelenmelidir.10 Bu konuda işlevsel önemi olan, aşağıdaki iki temel soru ile yanıtlarıdır. Bunlar rasyonel bir ceza siyaseti açısından da önemli referanslardır.

1. Yasaca yasaklanan bir eylem halk tarafından ne ölçüde kabul görmektedir?

2. Yasaca (veya hâkimce) ciddi görülen suçlar, halk katındaki ciddiyet farkındalığı ile ne ölçüde örtüşmektedir?

Sosyal düzene bakıldığında, potansiyel olarak etkileşim içinde olan çeşitli güdüler bir teori içinde kapsanmayacak kadar kabarık olduğundan hukuka uyarlı bir yaşam (kolektif bir eylem) için genel bir teori vazetmek olanaksız gibi gözükmektedir. Sosyal düzende ise, oldukça geniş derecede bir sosyal durumlar yelpazesine uygulanan küçük ve orta çaplı mekanizmaların varlığına; oyun teorisi gereği şeylerin oluşmasına ortam sağlayan ve sıkça gözlenen yöntemlere tanık olunmaktadır. İşte bu bağlamda, çağdaş toplumlarda insanların hukuka uyarlı davranmalarında yer alan temel sosyal mekanizmaları sergilemek yerinde olacaktır.

Öte yandan, kriminolojik buğularda göz ardı edilmemelidir. Eğer suç kişinin yetiştiği anomik çevrenin normal bir ifadesi ise, kurumlarda yürütülen sözde iyileştirme faaliyetleri sonrası hükümlünün salıverildiğinde aynı çevreye dönmesi ceza siyaseti açısından bir tutarsızlık örneği değil midir?

Kriminoloji gerçekçi ve bilimsel bilgi arayışındadır. Kriminoloji uğraşı, suç, failleri ve mağdurları hakkında hakiki, nesnel, önyargısız malumat arayışıdır. Ceza hukuku ilhamını teoloji ve ahlak felsefesinden alırken, kriminoloji bilgisi nesnel gözlem ve bilimsel deneyime dayalıdır. Bu konuda sosyolojik bir gerçek de yasa koyucunun en azından siyasal etkililik göstermek bakımından devamlı olarak hemen ceza hukuku aracını kullanmaya hevesli olmasıdır. Yanılgı, ceza hukukunun sorunları çözebileceği izlenimi uyandırılmasındadır.

“Hukuk ciddiye alınmalıdır”.

Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel

--------------

* “Devlet olmadıkça herkes herkese karşı daima savaş halinde olacaktır”. “Hepsinden kötüsü, hep şiddetli ölüm korkusu ve tehlikesi vardır; ve insan hayatı yalnız, yoksul, kötü, vahşi ve kısa sürer.” Thomas Hobbes. Leviathan (Çev.S. Lim) YKY, 4.Bası, İst., 2004, ss. 94-95; Dwborah Baumgold (Eds). Three-Text Edition of Thomas Hobbes’s Political Theory The Elements of Law, De Cive and Leviathan, Cambridge University Press, 2017.Perez Zagorin. Hobbes and the Law of Nature, Princeton University Press, 2009.

1 Aronson, Wilson ve Akert. Sosyal Psikoloji, Kaknüs Yayınları, 2012, ss.673-718. Ahlak başarısız bir proje olduğundan hukuka gereksinme oluşmuştur (Yazarın notudur).

2 H.Kelsen.” The Law As A Specific Social Technique” 9 U Chi L Rev 75, p.80,1941.

Hukuku genelde, riayet edilmesi gerektiği kadar riayette edilmeyen bir buyuru veya yasaklayıcı bir kural olarak düşünmekteyiz. İşte kural karşısında her iki alternatife tanık olunmaktadır. Haklıca yaratılan bir görev/sorumluluk, itaati öngörmekte ise de yasa ihlali olmaksızın görevin yerine getirilmesinin ahlaki anlamı söz konusu değildir. Doğa yasalarının ise, örneğin Newton’- un yer çekimi yasası, ihlal edilebilir niteliği yoktur. Bunlara karşı gelinemez. Anılan yasa açısından istisnalar bulunduğunda, ancak yasanın uygulanmadığı hallerden söz edilerek, bunlar ihlal olarak görülemezler. Öte yandan, suçlar ve haksız fiiller arasındaki ayrım oldukça yakın zamana ait bir gelişmedir. Başlangıçta mal sahibi kişilere verilen tüm zararlar “yanlış” olarak görüldü. Yanlış davranışın ciddiyeti ise, toplumda yaratılan huzursuzluk veya mağdura yapılan gerçek veya algılanan hakarete dayalı idi. Tedricen, özel anlaşmazlıklar nedeniyle zarar gören taraf veya yakınına ödeme gerektiren yanlışlarla, tüm gruba ödeme gerektiren kamusal nitelikte olanlar arasında bir ayrım belirdi. Ne var ki, bu tarihsel gerçek, suçun ekseriya özgün veya belirgin zararlı bir davranış kategorisi olduğunu savunan kişilerce göz ardı edildi. Yalnız, hiç de uzak olmayan bir geçmişte, zarar verici tüm davranışların haksız fiil olarak aynı şekilde işlem gördüğü unutulmamalıdır. Zamanla bazı davranışların ceza hukuku kapsamına alınmasına onların özgün niteliği değil, siyasi, tarihi ve dini düşünceler egemen olmuştur. Gerçekte, suç ve haksız fiil arasındaki ayrım yapay ve keyfi bir nitelik taşımaktadır. İkisi arasındaki ayrım çizgisi hiç de net değildir. Haksız fiil teorisi “önleme” (deterrence) ve “tazmin”i (compensation) içermektedir. İşin ilginç yanı şimdiye dek haksız fiilin ana nedenini saptamak üzere uygulanmış bir araştırma projesine tanık olunmamış; toplumda yaygın olan haksız fiil olgusunun altında yatan sosyal veya psikolojik patolojinin ne olduğu araştırılmamış ve kimse de Lombroso türü, haksız fiilde bulunanların diğerlerine göre biyolojik açıdan bayağı olduğunu belirtmemiştir. Suç olarak görülen davranışların büyük bir kısmının istatistik anlamda olduğu kadar doğal olarak işlenmesi anlamında da oldukça doğal olduğuna hiç kuşku duyulmamalıdır (Yazarın notudur). Ayrıca bk. B. ve M.R.Erdem. Uygulamalı Ceza Hukuku ve Emniyet Tedbirleri Hukuku, Seçkin, 2005, ss.94-5; M. Weber “Haksız fiil ve suç” Ekonomi ve Toplum Cilt 2, Yarın, 2012, ss.21-22.

3 Tarık. Z. Tunaya. Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku İst., 1980, s.36.

4 Geçmişte “Anayasayı bir kez delmekle bir şey olmayacağı”, “Devletin rutinden çıkabileceği” ve “Anayasaya aykırı olmasına rağmen ekonomik gereklerle kamu bankalarının özelleştirilmesine ilişkin yasayı onayladığı” şeklinde son üç Cumhurbaşkanına ait anlatımlar hukuka saygısızlığa davetiye çıkarma niteliğinde algılanmalıdır. Öte yandan, genel seçimler ne zaman anayasal norma uyarlı süre içinde yapılmıştır(!?).

5 Ceza adaleti, suçların belirgin ve istisnai bir davranış kategorisine ait olduğu şeklindeki hatalı bir temel ile sözde suçlar ve yanlış davranışlar arasındaki yapay bir ayrıma dayalı bulunmaktadır. Özünde, cezai ve cezai olmayan davranışlar arasında niteliksel bir fark yoktur. Savaşta düşman askerinin öldürülmesi suç değil (aksine öldürülmemesi suç olabilecekken) kahramanlık örneği olup, madalya ile ödüllendirilmektedir. İdam cezasının uygulandığı zamanlarda infazının bir adalet gösterisi veya toplumsal savununun gerekli bir tedbiri olduğu; haklı savunu/zaruret halinde vuku bulan adam öldürmelerin suç oluşturmadığı görülmüştür. Berlin duvarı yıkılması öncesi Batı’ya kaçanları vurmak meşru iken, iki Almanya’nın birleşmesi sonucu bu eylemler adam öldürme suçunu oluşturmuştur. Yine erkeğin karısıyla zorla cinsel ilişkiye girmesi suç değil iken (bazı ülke yasalarına suç olarak girmiş!) başka bir kadına karşı aynı eylem ırza geçme suçu olmaktadır. Evlilik bağı davranışın suç olup olmadığını belirlemektedir. Kanuni ırza geçme suçunda da mağdurun yaşı belirleyici faktör olmaktadır.

6 Bk. W. Frisch. “Hukuk Devleti-Ceza Hukukunda Cezalandırılabilirliğin Esaslı Şartları” Türk Ceza Kanunu Tasarısı için Müzakereler, Konya Selçuk Üniversitesi, 1998, ss.93-141; Vatandaşların büyük çoğunluğunun suç olarak görmediği davranışları suç saymak mümkün değildir. Suç psikolojisinin bu temel ilkesine aykırı ceza normları karşısında herkesin onun boşluğunu arayarak ihlale yönelme ve bunu alışkanlık haline getirme riski vardır.

7 Kabahatler/Çevre Kanunu’nda yasaklanmasına karşın Ramazan ayında geceleyin davul çalınması, sokak düğünleri, sünnet çocuklarının kornalı araba gezintileri gibi “gürültü” içeren geleneklerimiz hoş görü ile karşılanmaktadır. Bk. K. Gözler. “Sokak Düğünleri ve Hukuk” Zabunoğlu Armağanı, Ank. Univ. Hukuk Fak. 2011, ss.357-372.

8 E.Durkheim. Sosyolojik Metodun Kuralları (Çev. E. Aytekin) Sosyal Yayınlar, Ekim 1994, s.117. Bk. dipnot.50. “Modern toplumlarda, normlarla, farklı değerleri dengelemekte hukukun rolü oldukçadır ve sosyoloji tarihi buna tanıklık etmektedir.” Mathieu Deflem. Sociology of Law Cambridge Üniv. Press, 2008. s.199.

9 Z. Bauman. Thinking Socıologically Blackwell Publishers Ltd, Oxford, 1999, pp.192-193; Almanya’da 1968-1998 yılları arasındaki kızıl ordu terör örgütünün on’ar yıllık üç dönemlik analizi için bk. B. Peters. Tödlicher Irrtum Die Geschichte der RAF 4.bası, Frankfurt/Main 2007.

10 AİHM İzci kararı, “Kamu otoriteleri her türlü barışçıl gösteriye tolerans göstermelidir” diyor, Gösterilere sert müdahale insanların artık gösteri yapma isteklerini kırabilir-Chilling effect. Bu çekinme hali demokrasi açısından kabul edilebilir bir şey değildir.

11 Adaletin nesnel ve öznel koşulları için bk. J.Rawls, A Theory of Justice 1973, pp.126-130; S.Freud. Civilization and Its Discontents, A Doubleday Anchor Book, New York, p.40: Kültürün en gerekli olanı adalettir-yasanın hiç kimse lehine ihlal edilemeyeceği güvencesidir. Bu, yasanın etik olduğu anlamına gelmemektedir. Kültürel gelişme ile hukukta varılan nokta ise, fazla sayıda insanı da içerebilen diğer gruplara karşı sınıf, kabile ve nüfusun bir kesimi gibi ufak bir grubun doyumsuz bir kişi gibi davranması yolunda irade tezahürüne artık tanık olunmayacağı güvencesidir.

12 Hukukun özel işlevleri ve teknikleri için ayrıca bk. R.S.Summers. “The Technique Element in Law” 59 Calif LR 733, 1971; A.Ashworth. “Symposıum: Toward a just and rational body of substantive criminal law: Conceptions of Overcriminalization” 5 The Ohio State Journal of Criminal Law (Spring, 2008) 407.

13 E. Cansen. “Trafik şeriatı” Hürriyet (20/07/2013) s.12: Cuma hutbelerinde İslami Trafiğin anlatılmasını önermektedir.

14 1453-1559 yıllarında soygunların çok olmasında işsizlik ve yoksulluğun başlıca etmen olması için bk. M. Akdağ. Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi Cilt 2, Cem Yayınevi 1974, ss.457-474.

15 Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 29 Kasım 1985 tarih ve 40/34 sayılı “Suç Mağdurları ve Güç Suiistimali üzerine Temel Adalet İlkeleri Bildirgesi” United Nations Crime and Justice Information Network http//www.ifs.univie.ac.at/~uncjin/ uncjin.html

16 Cinsel Eğitim ve Araştırma Derneği’nin (CETAD) 20 ilde 1537 kişiyi kapsayan anketinde, namus-töre cinayetlerinin Güneydoğu’da “mazur” görülme oranının %25,3 (en yüksek) olduğu saptandı. Bu oranın yöreler itibariyle dağılımı şöyledir: Marmara bölgesi (%18), Doğu Anadolu (%16,8) Metropoller-İstanbul/Ankara/İzmir (%4,6). Sabah (9 Kasım 2006), s.18.

17 Bk. Y.H. Hâcib. Kutadgu Bilig II (Ter.R.R.Arat) Ank., 1959 XVII. ve XVIII. Fasıllar.

18 Aristoteles. Politika Remzi Kitapevi İst.,1990, ss.191-192: “Hak ve adalet konularında yargılar vermek, eğer bu kararların bir etkisi olmayacaksa hiçbir işe yaramaz. İnsanlar için yargı kararlarının olmadığı bir toplumda yaşamak nasıl olanaksızsa, bunların yerine getirilmediği bir toplumda yaşamak da öylece olanaksızdır.”; ayrıca bk. Adalet Akademisi. Mahkemelerin Yönetimi ve Adaletin Kalitesi Semineri (Ed.M.Tiryaki) Ank., 2005.

19 Ceza yasası ahlak ile teolojik yaptırımlı ahlak biçimleri ile karşılaştırıldığında önemsiz bir yasaklama motoru olarak ele alınabilir. Ülkedeki yasa korkusu ile kaçınılan bir eyleme karşılık ahlaki bir yaptırım olarak komşularca ayıplanma korkusu; dinsel bir yaptırım olarak öteki dünyada cezalandırma korkusu veya bu ikisinin bileşkesi olan vicdan duygusuyla sayısız eylemlerden kaçınan pek çok insan vardır. Bk. James Fitzjames Stephen. Liberty, Equality, Fraternity, 1873. Türkiye’de Odak araştırmasına göre, bireyin davranışlarını belirleyen etkenler: Dini değerler %47,3; yasalar %21,9; gelenek/töre % 11.8; evrensel değerler % 10.2; ideoloji % 8.8. Toplumda “iyi, doğru ve güzel bilinci”nin yer etmesi için değerlerin paylaşılma- sı, bütünlük kazanması; bireylerin öyle olmak üzere isteklendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir anlatımla, değerleri gören ve içselleştiren bir topluluk için anılan bilinç oluşabilir. Ayrıca bk. M. Övür. “Etik değerler ve mahalle baskısı” Sabah (5/10/2008). Ayrıca bk. H.L’Heuillet. Komşuluk-İnsanların Birlikte Varoluşu Üzerine Düşünceler (Çev.A.Beyaz) YKY, 2019.

Ahlakın sosyal görünümlere ilişkilendirilmesinde Morse Peckhorn üç dizi belirledi: Birincisi, toplumun doğal bir ürünü olarak görülmesi, toplumca legalize edilen ve kurumlaştırılan adetlerin doğal olduğu ve korunması gerektiği idi. Bu bağlamda adam öldürmek yanlış iken, katili idam etmek doğru idi. Ahlaki açıdan görevimiz kendimizi gerçekte var olan şeylere intibak ettirmektir. Suçlu, doğa dışı ve ahlak dışı olarak, cezalandırılmalıdır. İkincisi, istatistik açısından en sık olanın normal, normalin doğal ve doğalın da iyi olduğudur. Bu belirleme farklılığa elvermekte; normdan sapma gösterenin koşulları değiştiğinde kendisinin değişeceğine işaret etmektedir. Üçüncüsü, değişen gelişim sürecinde gelişimi ilerleten nesnenin, ne olursa olsun, iyi olduğudur. Kötülük mutlak olarak var olmak yerine doğal gelişmeyi tehdit eden bir nesne olarak algılanmaktadır. Zekâ ve bilgi rehberliğinde hangi eylemin doğa kanunlarına uygun olduğu belirlenmektedir. Bk. M.Peckham. Beyond The Tragic Vision, Cambridge University Press, Cambridge, 1981, pp.74-77; Huxley. Denemeler (Terc. A.Usluata) Cem Yayınevi, 1976, s.130; D. Garland. 2001. The culture of control: Crime and social order in contemporary society, Chicago, IL: University of Chicago Press,2001; Konfüçyüs’e göre, toplumsal dayanışma, düzenleme ve ceza ile değil, örnek ve yerleşik ahlak ile gelişmektedir. Çin kültüründe Li ve Fa arasında bir ayrım var: Fa(hukuk) tatsız bir gereksinme iken Li (uygun davranışa özgü etik bir sistem) daha değerli ve daha yararlı bir sosyal kontrol metodudur.

20Nudge”yapmayı davranışı çevrenizdeki en ufak bir iti/şey/vasıfla değiştiren bir olgu; yapacağınız seçimi etkileyici bir nesnedir.

21 Holmes, hukukun sosyal kontrolün gelişim sürecinde yalnızca bir evre olarak anlaşılması gereği tezine işaret etti. Tarihi olarak öç almayı takip eden hukuk gelecekte yeni sosyal kontrol biçimleri ile hukukun temel işlevlerini yerine getirecektir. Hukukun geçmişte öç almada saklı olması gibi bunlar da hukukta saklı bulunmaktadır. Bk. O.W.Holmes. “The Path of the Law” 10 Harvard Law Review 457 (1897). Ayrıca bk. Thaler “nudge” teorisi: Bu teori karar alma psikolojisinde hafifçe dürtmek/ itmek/sarsmak/ güdülendirmenin etkisine işaret etmektedir. “Nudge” yapmayı düşündüğünüz davranışı çevrenizdeki en ufak bir iti/şey/vasıfla değiştiren bir olgu; yapacağınız seçimi etkileyici bir nesnedir. Örneğin gittiğin bir kafeteryada yemeklerin sıralanış biçimi bile seçeceğiniz yemeği etkilemektedir. Kuşkusuz, kişilere biraz seçim olanağı tanınmalıdır. Aksi takdirde “big brother” yaklaşımı egemen olur. Burada söz konusu olan vatandaşları gözetleyici bir zihniyeti temel almak yerine vatandaşları sosyal kurallara uyum için olabildiğince motive etmektir.

22 Kontrol işinde belirgin iki metot vardır: (1) Fiziki güç kullanımı-biricik vasıta olarak fiziki kontrolle insanların yönetimi, bir sosyal düzenin korunması olanaksız olduğundan daha ekonomik, daha fazla kişiliğe saygılı ve daha fazla düzen koruyucu bir metot olarak (2) Simgesel yol insanlıkça geliştirilmiştir. Bu bağlamda kamuoyu, gelenek, din, idealler, törenler, sanat, kişilik, aydınlanma, illüzyon ve sosyal değerler sıralanabilir. Ayrıca bk. Z. Bauman. “Freedom and Dependence” Thinking Sociologically Blackwell Publishers Ltd, Oxford,1999 pp.20-36: Kişinin özgürlük ve bağımlılığı arasındaki diyalektik, doğumla başlar ve ölümle sonlanır. Bu iki partner arasındaki oran kişinin veya bir grup kişinin toplumdaki yerinin göreceli konumunun bir göstergesidir. “Hali vakti” yerinde olan insanlarda yüksek derecede özgürlük ve düşük derecede bağımlılık var iken; karşıt konumdakilerde bunun tersi olmaktadır. Sosyalleşme süreci çocukluk döneminde başlar ve yaşam boyunca devam eder; bu süreçte özgürlük ve bağımlılık her zaman birbiri ile girift bir etkileşime girer ve oluşan denge zamanla değişir. Çocukluğun ilk dönemlerinde kişinin bağımlı olduğu grubu seçmekte özgürlüğü yok denecek derecede iken, zamanla ait olacağı çevreleri seçim olanağı genişlemektedir. Ne var ki, insanlar tam olarak özgür olmayıp; insanlar geçmişteki davranışların esiri olmaktadır. İşte bu sosyalleşme (ego/me) sürecinde oluşan kişilere özgü denge yelpazesinin bir ucunda id, öbür ucunda ise superego’su egemen kişilere tanık olunmaktadır. Ayrıca “Saldırganlığı Azaltma” için bk. J.L. Freedman /D. O. Sears/ J.M. Carlsmith Sosyal Psikoloji İmge Kitapevi,4.Bası, Mart 2003, ss.271-293. F.Ç.Akçabay, “Hukuka uymak ya da uymamak işte tüm mesele bu: Psikolojik hukuk yaklaşımı çerçevesinde hukuka uyma ve meşruluk ilişkisi” Prof. Dr. Adnan Güriz’e Armağan Ank., 2006. M. Foucault, modern toplumun giderek görünür cezayla değil, bireylerin beklenen davranışları içselleştirdiği görünmez normalleştirme süreçleriyle yönetildiğini savundu. Dolayısıyla toplumsal kontrol, bedenler, zaman, mekân ve bilgi sistemleri aracılığıyla her yerde var olabilir.

23 Soyal dayanışmanın göstergeleri STK, sendikalar, kadın örgütleri v.s. dir. Ayrıca bk. E. Fromm. The Sane Society, London: Routledge ve Kegan Paul, 1955. Konfüçyüs’e göre, toplumsal dayanışma, düzenleme ve ceza ile değil, örnek ve yerleşik ahlak ile gelişmektedir. Çin kültüründe Li ve Fa arasında bir ayrım vardır: Fa(hukuk) tatsız bir gereksinme iken Li (uygun davranışa özgü etik bir sistem) daha değerli ve daha yararlı bir sosyal kontrol metodudur. Ayrıca bk. Ali Çarkoğlu ve Prof. Ersin Kalaycıoğlu 2010 yılında bir “anomi” açıklaması Türkiye’nin sosyolojik karnesi: Anomik toplum, Ajans Haber. The Rising Tide of Conservatism in Turkey, 2009, ss.43-46: “Nüfusumuzun %85’i ‘kuralsızlık ortalaması’nı aşan tavırlar ve anlayışlar içinde!” Aynı otoyollar ve araçlara karşın ülkede sürücü hatası (kuralsızlık) yüzünden trafik kazaları ve ölümler daha fazla olmaktadır. Ayrıca bk. Emre Kongar. “Dolandırıcılık, kumar ve uyuşturucu niçin yaygınlaştı (Devlet ve ahlak ilişkileri)”, Cumhuriyet (28/12/2025), Taha Akyol. “Muhafazakâr adalet!” Karar (28/12/2025)

24 Kıtlık(scarcity) cazibe kaynağı olmaktadır. Bu bağlamda sansür girişimlerinin geri teptiğine, her zamankinden fazlaca bir istemin yasaklanan meyve için oluştuğu görülmektedir. ABD’deki içki yasağı yalnızca insanlardaki likör iştahını kabartarak ender bulunan nesneyi sağlayan illegal kuruluşların doğuşuna neden oldu. Pornografi savaşçıları da aynı etkiye neden olarak yasaklanmış kitap/mecmuaya ilgiyi artırdılar. Kuşkusuz, sansür/yasağın kalkması sonrası söz konusu nesneye olan ilgi de azalma göstermektedir. Bk. T.Millon ve M.J. Lerner (Eds.) Personality and Social Psychology, John Wiley ve Sons.Inc. 2003, ss.415-416.

25 Ayrıca bk. D. Koğacıoğlu. Gelenek Söylemleri ve İktidarın Doğallaşması: Namus Cinayetleri Örneği, http://research. sabanciuniv.edu/5862/1/feministyaklasimlardicle.doc Aynı kaynaklar (arazi, su, yiyecek, yakıt) için rekabet halinde olan gruplar arasında ihtilaf ve düşmanlıklar oluşabilir. İşe toplam sıfır olan(zero-sum/win-lose) durumlar, rekabetçi davranış modellerinin oluşmasını etkilemektedir (Yazarın notudur). Ayrıca bk. Yargıtay CGK’nun 14/06/2011 tarih ve 1-138/130 sayılı kararı.

26 Bk. R. Keleş ve A. Ünsal. Kent ve Siyasal Şiddet, Ank., 1982; P.L.Berger. “Sosyal Kontrol” Invitation to Sociology: A Humanistic Perspective, Harmondsworth: Penguin, pp.83-94. Mustafa T. Yücel. https://hukukihaber.net/Hukuk-Düzeni-ve-Sosyal-Kontrol

27 Tonya Belediye Başkanı...bir kişinin öldürülmesi olayına karışanların ailesiyle birlikte ilçeden çıkarılması için Belediye Meclisine karar aldırdı. Başkan, kararın toplumsal baskıyı amaçladığını, suç işlemenin önüne bu yolla geçmeyi hedeflediklerini söyledi: “Suçlu İlçeden Atılacak” Hürriyet (14/09/2001) s.23.

28 Bk. R. Homel.Policing and Punishing and Drinking Driver: a Study of General and Specific Deterrence Sprizger-Verlag, 1988; M.T. Yücel. Türk Ceza Siyaseti ve Kriminolojisi, Ank., 2007. Ayrıca bk. To Build a Better Criminal Justice System-25 Experts Envision the Next 25 Years of Reform (The Sentencing Project) Eds. M.Mauer ve K.Epstein, 2012 www.senten- cingproject.org

29 Ulvi Saran. “Haraç talebiyle 13 kez saldırıya uğrayan ve bacağından vurulan kişi” Karar (18/03/2025). Ulvi Saran. “Sistemin ilkelerini ve kurallarını neden sürekli ihlal ediyoruz?” Karar (21/01/2025). Taha Akyol, ‘Normsuzluk’ krizi” Karar (15/09/2024). Salih Cenap Baydar. “Anomiye düşen, sembollere sarılır” Karar (5/03/2024). Anomik bir kent analizi için bk. Tolga Şardan “Kanaması durdurulamayan yara: Esenyurt” T24 (1/08/2023).

10 En iyimizin öyle kusurları

En kusurlunun öyle meziyetleri var ki,

Kusur dediğimiz bizim

Sakın kusur görmek olmasın!

Aydınlanma çağı’ndan bir İskoç deyimi