Ülkemizin sosyal sorunları bitmek bilmiyor. Bunlardan ikisi, net bir şekilde çocukları, gençleri ve kadınları tehdit etmektedir.

İlki bilinen adı ile “bonzai”, yani “sentetik kannabinoid” adlı uyarıcı ve uyuşturucu maddedir. Bu yeni nesil uyuşturucu ve uyarıcı maddeye, esrar kullanıcıları ile his ve duyu peşinde koşanların, bunun yanında deneme amaçlı uyuşturucu kullanmak isteyenlerin yöneldiği görülmektedir.

Esrardan daha kuvvetli etki bırakan bu maddenin, son zamanlarda yaygınlaştığı, esas olarak uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin geçiş güzergahı olan Ülkemiz insanları, özellikle çocuklar ve gençler tarafından tüketildiği, bu tüketimin insan sağlığı ve hayatı bakımından telafisi mümkün olamayacak tehlikelere ve zararlara yol açtığı tespit edilmiştir. Bu nedenle, bonzaiye “ölüme götüren yeni zehir” adı verilmiştir.

Çocukları ve gençleri bağımlı hale getiren bonzaiye karşı etkin denetimlere başlandığı ve tedbirlerin alındığı bilinmektedir. 28 Haziran 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla, uyuşturucu ve uyarıcı madde ile ilgili işlenen suçların ceza ve infazları ciddi şekilde artırılmıştır.

Sadece işlenen suçları ve faillerini tespit edip cezalandırmak değil, uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin kullanımını da engellemek, yani çocuklarımızı ve gençlerimizi bu kötü alışkanlıktan uzak tutabilmektir.

Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir. Devlet; aileyi, çocukları ve gençleri koruyup gözetir. Bu koruyup gözetme, bazı tedbir ve yasakları da beraberinde getirir. Bu tedbir ve yasaklar, kamu otoritesinin gücüne güç katmak yerine insanı korumak için kabul edilir.

Anayasa m.58’e göre, istiklal ve Cumhuriyetimiz gençlere emanet edilmiştir. 58. maddenin ikinci fıkrasına göre, “Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır”.

Devlet, son zamanların ciddi bir uyuşturucu ve uyarıcı madde illeti olan, çocukların ve gençlerin sağlığını ve hatta yaşamını tehdit eden bonzaiye karşı daha etkin tedbirleri almak zorundadır. Bu tedbirler, yalnızca kolluk yöntemlerinden ibaret olamaz. Toplumun ve ailelerin bilinçlendirilmesi, meselenin ciddiyetinin kamuoyunun bilgisine sunulması, bonzainin yol açtığı tehlike ve zararların gündemde tutulması, toplum ve ailelerin çocuklara ve gençlere sahip çıkmasının sağlanması, uyuşturucu veya uyarıcı maddelere karşı alınacak tedbirlerden birkaçını oluşturur.
 
Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın ve gençlerimizin her türlü tehdit, tehlike ve zarara karşı korunması için başta Devlet ve beraberinde toplum ile aileler, gereken her türlü fedakarlığı yapmak, duyarlı olmak ve kimseyi kınayıp ayıplamadan bu illetin pençesine düşen insanlarımıza sahip çıkmak zorundadır.
 
İkinci büyük sosyal sorunumuz, kadına karşı devam eden cebir ve şiddettir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi 09.06.2009 tarihli Opuz-Türkiye kararı ile ilk kez, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 3. maddesinde tanımlanan işkence, insanlık dışı ve kötü muamele yasağı bakımından kadının cinsiyet olarak dezavantajlı olduğunu tespit etmiştir. Kadınların aile yaşamında gördükleri fiziksel şiddet bu kararla; işkence, insanlık dışı ve kötü muamele yasağının ihlali sayılabileceği kabul edilmiştir.
 
Ancak Türk Hukuku’nda, kadına şiddetin önlenmesinde hangi caydırıcı ceza kuralı kabul edilse yetersiz kalmakta, özellikle iktisadi sorunlar ile eğitim-öğretim düzeyi ve “erkek egemen” anlayışının bir sonucu olarak kadına uygulanan şiddet devam etmektedir. Bu sosyal sorunun çözülebilmesi için; Anayasa ve kanunlar gözden geçirilmeli, ancak esas olarak bu meseleden sorumlu Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın etkinliği ve yetkileri artırılmalı, toplumsal duyarlılık güçlendirilmeli, kalıcı ve etkin tedbirler alınmalıdır. Konu ile ilgili hukuk kuralları da kağıt üzerinde kalmayıp süratle uygulanmalıdır.
 
Bizce alınması gereken tedbirlerden en önemlisi, cebir ve şiddete muhatap olma ihtimali bulunan kadının önceden korunması, çevresinin denetlenmesi ve kadına şiddet uygulama ihtimali bulunan insanın uzaktan kontrol altına alınıp, kadına şiddet uygulama aşamasına dönüşebilecek yakınlaşmada önce uyarılıp uzaklaştırılması, bunun mümkün olmaması durumunda şiddet uygulama ihtimali bulunan insanın durdurulmasıdır. Şiddet uygulanma ihtimali kaçınılmaz hale geldiğinde veya şiddet uygulandığında, korunan kadının buton yardım ile polis veya kendisini korumakla görevli kolluğu çağırmasının bir anlamı olmayacaktır.
 
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un, kadına şiddetin önlenmesinde ciddi bir adım olduğu, ancak yetersiz ve teoride kaldığı, özellikle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın, Adalet Bakanlığı’na bağlı Denetimli Serbestlik Daire Başkanlığı’nın yetki ve etkinliğine sahip seviyeye getirilmesi gerektiği, 6284 sayılı Kanunun tatbikinde yaşanan yetki karmaşasına ve kopukluğa son verilmesi gerektiği tartışmasızdır.
 
Yapılması gereken; şiddete maruz kalma ihtimali bulunan kadının korunması için, aynı denetimli serbestlik sisteminde olduğu gibi uzaktan elektronik takip sisteminin kurulması, örneğin şiddete muhatap olabilecek kadının bulunduğu yerlerin tespiti yapılarak, kadına şiddet uygulama ihtimali bulunan insanın bu alanlara 600 metreden daha fazla yaklaşmasının önlenmesi, bu önlemin ihlali halinde önce ihlal edenin uyarılması, gerekli tedbirleri alabilmesi için kadının da bu durumdan haberdar edilmesi ve ihlale devam edilmesi halinde en yakın kolluk tarafından şiddet kullanacak kişiye müdahale edilip koruma alanı ihlaline son verilmesidir.
 
Elbette bu tedbir; her durumda uygulanacak bir seyahat özgürlüğü sınırlaması olarak kullanılmamalı, daha önce kadına şiddet kullanan veya kullanmaya teşebbüs eden veya bu sebeple takip edilen kişiler ile kadını vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden veya malvarlığı itibariyle büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehdit eden kişilere karşı, şiddetin muhatabı olan veya olma ihtimali bulunan kadını korumak amacıyla uygulanmalıdır.
 
Son söz; normlar hiyerarşisinin tepesinde yer alan ve hepimizi bağlayan Anayasa m.10’a göre, cinsiyet ayırımı gözetilmeksizin herkes eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler, “eşitlik” ilkesine aykırılık olarak değerlendirilemez. İşte burası sözün bittiği ve uygulamanın başlayacağı yerdir. Herkes üzerine düşeni yapmalıdır.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)