Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 18/02/2022 Tarihli ve E:2019/5, K:2022/1 Sayılı Kararı, 04/11/2022 Tarihli Resmi Gazete’de yayınlandı

Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu, “İfa Zamanı Gelmemiş Bir Alacak İçin Açılmış Davada, Mahkemece İfa Zamanının Henüz Gelmediği Gerekçesiyle Davanın Usulden Reddine Karar Verilmesi Gerektiği”ne karar verdi.

T.C.

YARGITAY

İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME BÜYÜK GENEL KURULU

Esas Numarası: 2019/5

Karar Numarası: 2022/1

Karar Tarihi: 18.02.2022

İFA ZAMANI GELMEMİŞ BİR ALACAK İÇİN AÇILMIŞ DAVA ERKEN AÇILMIŞ DAVA NİTELİĞİNDE OLDUĞUNDAN BU DAVANIN AÇILMASINDA HUKUKİ YARARIN BULUNMADIĞI

MUACCEL OLMAYAN BİR ALACAK İÇİN AÇILMIŞ DAVADA MAHKEMECE İFA ZAMANININ HENÜZ GELMEDİĞİ GEREKÇESİYLE DAVANIN USULDEN REDDİNE KARAR VERİLMESİNİN GEREKTİĞİ

ÖZETİ: İçtihadı birleştirmenin konusu ifa zamanı gelmemiş bir alacak için açılmış davanın usulden mi yoksa esastan mı reddedileceğine ilişkindir. İfa zamanı gelmemiş (vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel) bir alacak için açılmış dava, erken açılmış dava niteliğinde olduğundan, bu davanın açılmasında henüz hukukî yarar bulunmamaktadır. O nedenle, Hukuk Muhakameleri Kanunu’nun ilgili maddesinde dava şartları arasında sayılan hukukî yararın bulunmadığı durumda, davanın esastan değil, Hukuk Muhakameleri Kanunu’nun ilgili maddesi gereği usulden reddine karar verilmesi gerekir.

I. GİRİŞ

A. İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME KONUSUNDAKİ BAŞVURU

14.05.2018 tarihli dilekçe ile; henüz ifa zamanı gelmemiş (vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel) bir alacak için açılan davalar hakkında mahkeme tarafından ne şekilde ve nasıl hüküm kurulması gerektiği, buradan varılacak sonuca göre yargılama giderleri kapsamında olan avukatlık ücretinin (vekâlet ücretinin) tayininde nispi vekâlet ücretine mi yoksa tarifeye göre maktu vekâlet ücretine mi hükmedileceği konusunda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ile Yargıtay Hukuk Daireleri arasında görüş ve uygulama farklılığı bulunduğu, dava şartı ve vadenin ifanın tamamlayıcı unsuru olduğu, borç ilişkisinde hukuka aykırılık veya borca aykırılığın kural olarak ifa zamanı geldiğinde tartışılabileceği, bu nedenle borcun ifasının imkânsız hâle geldiğinin vadeden önce belli olması veya borçlunun vadeden önce borcu ödemeyeceğinin anlaşıldığı durumlar hariç olmak üzere, ifa zamanı gelmemiş bir alacak için alacaklının ifayı talep etme hakkı bulunmadığı, buradan hareketle dava açmakta hukukî yararın olmadığı, ifanın tüm unsurları tamamlanmadan açılan davanın usulden reddiyle birlikte davalı lehine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği belirtilerek Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Yargıtay Hukuk Daireleri arasındaki içtihat ve uygulama farklılığı nedeniyle içtihatların birleştirilmesine karar verilmesi talep edilmiştir.

B. YARGITAY BİRİNCİ BAŞKANLIK KURULUNUN KARARI VE İÇTİHADI BİRLEŞTİRMENİN KONUSU

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 26.09.2019 tarihli ve 288 sayılı kararı ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Yargıtay Hukuk Daireleri arasında, “Henüz ifa zamanı (vadesi) gelmemiş (müeccel) bir alacak için açılmış bir davada, mahkeme tarafından ne şekilde ve nasıl hüküm kurulacağı ve verilecek kararın niteliğine göre yargılama giderlerinden olan avukatlık (vekâlet) ücretinin tayininde davalı yararına maktu mu yoksa nispi mi vekâlet ücreti verileceği” konusunda görüş aykırılıkları ve farklı uygulamaların olduğu sonucuna varıldığından raportör üye görevlendirilmiş ve aykırılığın içtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca giderilmesine oy birliğiyle karar verilmiştir.

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 01.02.2022 tarihli ve 26 sayılı kararı ile İçtihadı Birleştirme Kararının konusu “İfa zamanı gelmemiş (vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel) bir alacak için açılmış davada mahkemece ifa zamanının henüz gelmediği gerekçesiyle usulden mi yoksa esastan mı ret kararı verilmesi gerektiği ” şeklinde oy birliğiyle düzeltilmiştir.

C. GÖRÜŞ AYKIRILIĞININ GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU KARARLAR

1- İfa zamanı gelmemiş bir alacak için açılmış davada esastan ret kararı verilmesi ve dolayısıyla yargılama giderlerinden olan vekâlet ücretinin tayininde davalı yararına nispi vekâlet ücreti verilmesi gerektiği yönündeki kararlar:

- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları; 13.11.2013 tarihli ve 2013/19-220 E., 2013/1573 K.; 13.11.2013 tarihli ve 2013/19-331 E., 2013/1562 K.; 13.11.2013 tarihli ve 2013/19-332 E., 2013/1563 K.; 30.04.2014 tarihli ve 2014/19-227 E., 2014/565 K.;

30.04.2014  tarihli ve 2014/19-262 E., 2014/566 K.; 30.04.2014 tarihli ve 2014/19-595 E., 2014/567 K.; 30.04.2014 tarihli ve 2013/19-1375 E., 2014/563 K.; 30.04.2014 tarihli ve 2013/19-1437 E., 2014/564 K.; 30.04.2014 tarihli ve 2013/19-1609 E., 2014/562 K.;

05.11.2014  tarihli ve 2014/19-763 E, 2014/856 K.; 05.11.2014 tarihli ve 2014/19-952 E., 2014/857 K.; 13.03.2015 tarihli ve 2014/19-1158 E., 2015/1026 K.; 13.03.2015 tarihli ve 2014/19-1267 E., 2015/1027 K.; 16.09.2015 tarihli ve 2014/19-93 E., 2015/1777 K.;

16.09.2015    tarihli ve 2015/19-172 E, 2015/1778 K.; 29.11.2017 tarihli ve 2017/19-1305 E, 2017/1469 K.

- Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesi Kararları; 26.03.2014 tarihli ve 2014/2601 E., 2014/5830 K,; 14.04.2014 tarihli ve 2013/9398 E., 2014/7175 K.; 14.04.2014 tarihli ve 2013/9399 E., 2014/7176 K.; 27.05.2015 tarihli ve 2014/10405 E., 2015/7777 K.;

02.07.2015    tarihli ve 2015/5477 E. 2015/9757 K.; 28.09.2015 tarihli ve 2015/7136 E., 2015/11412 K.; 19.09.2016 tarihli ve 2016/2991 E., 2016/12498 K.; 09.11.2016 tarihli ve 2016/4203 E., 2016/14485 K.; 08.03.2017 tarihli ve 2016/4989 E., 2017/1889 K.

2- İfa zamanı gelmemiş bir alacak için açılmış davada mahkemece usulden ret kararı verilmesi ve dolayısıyla hükmedilecek vekâlet ücretinin maktu olması gerektiği yönündeki kararlar:

- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları; 25.05.2011 tarihli ve 2011/11-186 E., 2011/352 K.; 12.02.2014 tarihli ve 2013/14-385 E., 2014/100 K.

- Yargıtay 4. Hukuk Dairesi Kararları; 26.03.2014 tarihli ve 2013/18492 E., 2014/5135 K.

- Yargıtay 8. Hukuk Dairesi Kararları; 13.11.2014 tarihli ve 2014/3304 E., 2014/20720 K.; 24.03.2015 tarihli ve 2015/1730 E., 2015/6658 K.; 17.12.2015 tarihli ve 2014/15405 E., 2015/22723 K.; 24.01.2017 tarihli ve 2015/9786 E., 2017/676 K.; 21.02.2017 tarihli ve 2015/11794 .„ 2017/2293 K.

- Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Kararları; 03.04.2014 tarihli 2012/6631 E., 2014/11355 K.; 24.02.2015 tarihli 2013/12200 E., 2015/7904 K, 07.04.2015 tarihli 2014/1248 E, 2015/13464 K.; 07.04.2015 tarihli ve 2014/1288 E, 2015/13467 K.;

29.04.2015    tarihli ve 2015/9637 E, 2015/15694 K.; 12.05.2015 tarihli ve 2014/4143 E., 2015/17462 K., 16.11.2015 tarihli ve 2014/19368 E., 2015/32300 K., 01.03.2016 tarihli ve 2014/28404 E, 2016/4394 K, 15.03.2016 tarihli ve 2014/30288 E, 2016/6176 K.,

18.10.2016    tarihli ve 2015/4824 E, 2016/18167 K, 16.02.2017 tarihli ve 2015/7563 E, 2017/1975 K.; 12.06.2017 tarihli ve 2017/21929 E., 2017/10221 K.

- Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Kararları; 13.04.2012 tarihli ve 2011/7152 E., 2012/6038 K.; 29.11.2016 tarihli ve 2015/14852 E, 2016/9205 K.; 24.04.2017 tarihli ve 2015/15132 E., 2017/2380 K.

- Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesi Kararları; 09.04.2014 tarihli ve

2013/3196 E, 2014/2493 K.; 15.12.2014 tarihli ve 2014/1557 E., 2014/7257 K.

- Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesi Kararları; 15.06.2015 tarihli ve

2014/12857 E., 2015/20531 K.; 12.05.2016 tarihli ve 2015/8007 E., 2016/14600 K.;

14.02.2017    tarihli ve 2015/14185 E., 2017/2197 K.

- Yargıtay (Kapatılan) 23. Hukuk Dairesi Kararları; 05.02.2015 tarihli ve

2014/7205 E, 2015/603 K.; 13.04.2015 tarihli ve 2014/5805 E, 2015/2541 K.; 29.09.2015 tarihli ve 2014/10497 E, 2015/6090 K.; 23.01.2017 tarihli ve 2015/6431 E, 2017/108 K.;

04.05.2017 tarihli ve 2015/2785 E, 2017/1326 K.; 10.12.2014 tarihli ve 2014/5957 E., 2014/8004 K.; 10.12.2015 tarihli ve 2015/3099 E, 2015/8028 K,; 02.12.2014 tarihli ve 2014/5948 E, 2014//7778 K.; 13.05.2014 tarihli ve 2014/388 E., 2014/3744 K.; 18.11.2014 tarihli ve 2014/6981 E., 2014/7334 K.

D. İÇTİHADIN BİRLEŞTİRİLMESİ TALEBİYLE İLGİLİ HUKUK GENEL KURULU VE İLGİLİ YARGITAY DAİRELERİNİN GÖRÜŞ ÖZETLERİ

İçtihatların birleştirilmesi talebinin ön değerlendirmesi safhasında kararları arasında içtihat aykırılığı bulunan Hukuk Genel Kurulu ile Özel Dairelerin görüşlerine başvurulmuştur.

1. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi Görüş Yazısında Özetle;

İfa zamanı gelmemiş (vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel) bir alacak için açılan davada mahkemece ne şekilde ve nasıl hüküm kurulacağı, buradan varılacak sonuca göre yargılama giderlerinden vekâlet ücretinin davalı yararına maktu mu yoksa nispi mi tayin edileceği konusunda daireler arasında farklı içtihatların olduğu belirtilerek talep edilen içtihadı birleştirmeye ilişkin olarak yapılan değerlendirmede; konu ile ilgili Yargıtay Hukuk Dairelerinin ve Hukuk Genel Kurulunun pek çok kararı bulunmakla birlikte, bu kararlarda genel olarak davanın zamansız açılmış olması hâlinde dava şartı yokluğu sebebiyle davanın usulden reddine ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin (A.A.Ü.T.) 7/2. maddesinde yazılı olduğu şekilde maktu vekâlet ücretine karar verilmesi gerektiği, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin yerleşik uygulamasının da bu yönde olduğu, talepte birbirinden farklı olduğu iddia edilen içtihatlar sunulmuş ise de esasen bu kararların değişik konularda verilen, dava sebebi ve somut olayların özelliklerine göre farklı kararlar olduğu, içtihatların birleştirilmesine gerek bulunmadığı bildirilmiştir.

2. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi Görüş Yazısında Özetle;

Vadesi gelmemiş alacak için açılan davanın reddi hâlinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 114/1-h, 115/1,2. ve A.A.Ü.T. nin 7/2. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde; hukukî yarar dava şartı olduğundan, davanın hukukî yarar yokluğu nedeniyle usulden reddedilmesi durumunda davalı taraf lehine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği bildirilmiştir.

3. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Görüş Yazısında Özetle;

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1. maddesinde hukukî yararın dava şartı olarak düzenlendiği, 115/2. maddesinde dava şartı eksikliğinin tespiti hâlinde davanın usulden reddine karar verileceğinin öngörüldüğü, bu düzenlemeler kapsamında örneğin; feshe bağlı kıdem, ihbar tazminatının tahsili istemlerinde davanın açıldığı tarihte fesih olayı gerçekleşmemiş ise açılan dava erken dava olarak nitelendirilip davanın usulden reddine karar verildiğinden A.A.Ü.T. nin 7/2. maddesi uyarınca davalı taraf lehine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği bildirilmiştir.

4. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Görüş Yazısında Özetle;

Henüz muaccel olmamış alacak için açılan davada nasıl hüküm kurulacağı, vekâlet ücretinin nasıl takdir edileceği hususunda Özel Dairenin görüşünün ve istikrarlı uygulamasının, HMK’nın 114/1-h ve 115/2. maddeleri gereğince dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine ve kendisini vekille temsil ettiren davalı yararına maktu vekâlet ücretine karar verilmesi şeklinde olduğu bildirilmiştir.

5. Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesi Görüş Yazısında Özetle;

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h ve 115/2. maddeleri uyarınca, vadesi henüz gelmemiş bir alacağın tahsili için dava açılması hâlinde, alacaklının bir hukukî yararının bulunmadığı kabul edilerek dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmesi ve bir vekil ile temsil edildiği takdirde davalı yararına A.A.Ü.T, nin 7/2. maddesi gereğince maktu vekâlet ücretine hükmolunması gerektiği bildirilmiştir.

6. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesi Görüş Yazısında Özetle;

Müeccel (muaccel olmayan veya henüz vadesi gelmemiş) alacağın, taraflarca kararlaştırılan ödeme günü gelmemiş veya henüz taraflarca ödeme günü kararlaştırılmamış veya doğumu ya da talep edilebilmesi için kararlaştırılan şartın gerçekleşmemiş olması durumlarında söz konusu olabileceği gibi, Özel Dairenin görev alanına giren bayilik sözleşmelerinde sürenin Rekabet Kurulu tarafından kısaltılması nedeniyle, kısaltılan süreye ilişkin önceden verilen bedelin iadesi istenildiğinde de söz konusu olabileceği, bu nedenle kısaltılan süreye ilişkin önceden ödenen bedelden doğan sebepsiz zenginleşme tazminatının tahsili için açılan davaların henüz sözleşmenin usulüne uygun feshedilmediği gerekçesiyle reddine ilişkin kararların esastan ret niteliğinde olduğu ve dolayısıyla ücreti vekâletin nispi olarak belirlenmesi gerektiğinin benimsendiği, keza bir alacağın doğumu ya da talep edilebilmesinin taraflarca şarta bağlanması durumunda da alacağın dava konusu yapılması hâlinde mahkemece şartın gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi gerekeceğinden böyle bir davanın reddine karar verilmesinin esastan ret niteliğinde olduğu, diğer taraftan muaccel olmayan bir alacağın tahsili için başlatılan takip nedeniyle hem açılan menfi tespit davasının hem de itiraz üzerine açılan itirazın iptali davalarının reddine ilişkin kararların da esastan ret niteliğinde olduğu, zira bu tür davalarda takip tarihi itibariyle alacaklının talep edilebilir (muaccel) alacağının olup olmadığının tespiti yapıldıktan sonra karar verilebileceği, doktrin ve uygulamada da “zamansız açılan dava” olarak isimlendirilen böyle davaların reddine dair verilen kararların esastan ret niteliğinde olduğu ve dolayısıyla nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiğinin benimsendiği, Daire görüşünün de bu yönde olduğu, bu görüşün Hukuk Genel Kurulunca da (HGK’nın 29.11.2017 tarihli ve 2017/19-1305 E., 2017/1469 K.) benimsendiği, böyle hâllerin HMK’nın 114/1-h maddesinde dava şartı olarak düzenlenen “hukukî yarar” kapsamında değerlendirilmediği, yine vadesi gelmemiş alacaktan dolayı ihtiyati haciz istenebileceğini düzenleyen İcra İflas Kanunu’nun 257/2. maddesinin de bu görüşü desteklediği bildirilmiştir.

7. Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesi Görüş Yazısında Özetle;

Vadesi gelmemiş alacak için açılan davanın hukukî yarar yokluğu nedeniyle usulden reddedilmesi hâlinde, HMK’nın 114/1-h, 115/1,2 ve A.A.Ü.T. nin 7/2. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, hukukî yarar dava şartı olduğundan davalı taraf lehine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği bildirilmiştir.

8. Yargıtay (Kapatılan) 23. Hukuk Dairesi Görüş Yazısında Özetle;

Bir hakkın henüz istenebilir hâle gelmediği durumlarda, açılan davanın erken dava olarak nitelendirildiği, bir davanın erken dava olup olmadığının her davanın özelliğine göre değerlendirileceği, bu nedenle belirtilen konuda genel bir kural koymanın mümkün olmadığı, davanın zamanından önce açıldığına yönelik değerlendirmenin kanundan kaynaklanabileceği gibi olayın kendisinden veya Yargıtay uygulamalarından kaynaklanabileceği, örneğin; kooperatif üyesinin, kooperatiften çıkma payı alacağının, genel kurul toplantı tarihinden bir ay sonra muaccel hâle geldiği, bu ödemelerin kooperatifçe üç yıl süreyle ertelenebileceği, kooperatiften çıkan ortağın bu sürelere uymadan açtığı davaların erken dava olması nedeniyle davanın reddine karar verilmekle birlikte kendisini bir avukat marifetiyle temsil ettiren davalı kooperatif lehine maktu vekâlet ücretine hükmedildiği, yerleşik uygulamanın da bu yönde olduğu bildirilmiştir.

9. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Görüş Yazısında Özetle;

Muacceliyetin; ifanın alacaklı tarafından istenebilir hâle gelmesini, muaccel bir borcun ise borcun ifa edilebilir hâle gelmesini ifade ettiği, müeccel yani henüz vadesi gelmemiş borçta ise borcun ifa edilebilir olması ve ifa edilmesinin talep edilebilmesi için belli bir sürenin geçmesi gerektiği, tarafların borcun muacceliyetini bir vadeye (ecele) bağlayabilecekleri, bu durumda vade gelene kadar borcun talep edilemeyeceği, henüz ifa zamanı (vadesi) gelmemiş bir borcun talep edilmesi hâlinde, davanın hukukî yarar yokluğu nedeniyle usulden reddedileceği, borçlunun borcunu ifa etmeyeceğini vadeden önce beyan etmesi, borcun ifasının imkânsızlığının vadeden önce belli olması hâllerinin bunun istisnası olduğu, Yargıtay Hukuk Dairelerinin kararlarında alacağın muaccel olmadan açılması hâllerinde “erken açılmış dava", “dava şartı yokluğu”, “dava ön şartı gerçekleşmemesi”, “hukukî yarar yokluğu” gibi gerekçelerle davanın reddi gerektiğinin kabul edildiği belirtilmiştir.

Bununla birlikte, içtihadı birleştirme talebinde bulunanın dilekçesine eklediği içtihatlardan da anlaşılacağı üzere, Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin erken açılan davanın reddi veya sözleşme henüz ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin geri istenemeyeceğine ilişkin ret kararlarında mahkeme tarafından yapılan değerlendirmenin işin esasına yönelik olduğu, bu nedenle nispi vekâlet ücreti verilmesi gerektiğinin benimsendiği, bu kararlara mahkeme tarafından verilen direnme kararlarının Hukuk Genel Kurulunca yapılan incelenmesi sonucunda, nispi vekâlet ücreti verilmesi gerektiği yönünde çok sayıda karar bulunduğu gibi, maktu vekâlet ücreti verilmesi gerektiği yönünde de çok sayıda karar bulunduğu belirtilerek, buna göre Hukuk Genel Kurulunda direnme kararlarına karşı yapılan temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde maktu vekâlet ücreti verilmesine yönelik kararlar verildiği gibi nispi vekâlet ücreti verilmesine yönelik kararların da bulunduğu, bu konuda birbiriyle çelişen kararlar verildiğinin anlaşıldığı ve içtihatların birleştirilmesi gerektiği bildirilmiştir

II. ÖN SORUN

İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu, Yargıtay Birinci Başkanlığınca belirlenen konuyu görüşmek üzere 18.02.2022 tarihinde toplanmış, raportör üye tarafından hazırlanan rapor okunduktan sonra işin esasına geçilmeden önce içtihatların birleştirilmesine karar verilebilmesi için, içtihat aykırılığına konu kararların devamlılık arz etmesinin gerektiği belirtilerek içtihatların birleştirilmesine gerek olup olmadığı noktasında bir ön sorun bulunup bulunmadığı tartışılmış; içtihat aykırılıklarının bulunduğu, bu aykırılıklar devamlılık arz etmese dahi mevcut kararların uygulamada karışıklığa yol açabileceği değerlendirilerek, içtihatların birleştirilmesi gerektiğine, ön sorun bulunmadığına oy çokluğuyla karar verilmiştir.

III. İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KONUSU İLE İLGİLİ KAVRAM, KURUM VE YASAL DÜZENLEMELER

A. İFA

I. Genel Olarak

Türk Borçlar Kanunu ifa kavramını tanımlamış değildir. İfa, borçlanılan edimin konu, zaman ve yer olarak tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesi, alacaklının tatmin edilerek borcun sona erdirilmesidir. Her borç veya borç ilişkisi, ifa edilmek amacıyla kurulur. Bu anlamda ifa, borcun amacıdır; ifa ile borç amacına ulaşır. Çünkü bu suretle alacaklı alması gerekeni almış; borç ilişkisi amacına ulaşmıştır. Tam ve doğru, gereği gibi bir ifa ile borç sona erer; alacaklı tatmin edilir; borçlu borcundan kurtulur. Borcun tam ve doğru bir şekilde ifasına, borcun gereği gibi ifası denir. Borcun gereği gibi ifası, borçlanılan edimin, ifa tarz ve unsurlarına (modalitelerine), yani ifanın taraflarına, yer ve zamanına, miktar ve niteliğine uygun olarak eksiksiz bir şekilde yerine getirilmesidir. Bu şart ve unsurlara uygun olmayan bir ifa, ifa olarak tanımlanamaz. Bu takdirde “borcun ifa edilmemesi” söz konusu olur (Eren, Fikret/Dönmez, Ünsal: Eren Borçlar Hukuku Şerhi, Ankara 2022, Cilt III, s. 1909-1910; Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2008, s. 867).

Borçlunun yerine getirmekle, yani ifa etmekle yükümlü olduğu borç konusu borcun kaynağına göre değişir. Ancak kaynağı ne olursa olsun her borç ilişkisinde ifanın konusu olan edim, verme, yapma veya yapmamaya ilişkin olabilir. Haksız fiillerden ve sebepsiz zenginleşmeden doğan borçlarda ifa, verme borcu dışında, yapma ya da yapmamaya da ilişkin olabilir. Bunlar arasında, verme borçları ifanın en yaygın konusunu oluşturur. Verme borçları arasında ise, para borçları en yaygın borç türüdür. Bu nedenle, çoğu zaman ifa yerine u ödeme” ya da “tediye” kavramı kullanılmaktadır (Kılıçoğlu, Ahmet: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2012, s. 522).

İfadan, borçlanılan edimin niteliğine göre de bazen “edim fiilinin yerine getirilmesi” bazen de “edim sonucunun yerine getirilmesi” anlaşılır. Bu anlamda olmak üzere örneğin hizmet sözleşmelerinde ifa, edim fiilinin, satış ve eser sözleşmelerinde ise edim sonucunun yerine getirilmesine yöneliktir. Örneğin, hekim veya avukatlar, mesleki kuralara göre hareket etme, bilim ve mesleki gerekler doğrultusunda belirli bir davranışta bulunma suretiyle borçlarını ifa ederlerken, bir satış sözleşmesinde satıcı, malı göndermesi ile (edim fiili) değil, gönderilen malın alıcının mülkiyet ve zilyetliğine geçmesi hâlinde (edim sonucu), borcunu ifa etmiş olur (Eren/Dönmez, Cilt III, s. 1910; Eren, s. 867; Gündoğdu, Fatih: Borca Aykırılık Hallerinden Kusurlu İfa İmkansızlığı ve Hukukî Sonuçları, İstanbul 2014, s. 79).

İfa, borcu sona erdiren ve dolayısıyla alacak hakkını ortadan kaldıran bir olay olup, hukukî niteliği itibariyle bir defi değil, bir itirazdır. Borç ilişkisinden dolayı birden fazla borç doğmuşsa, ifa sadece konusu olan borcu sona erdirir. Bu durumda, ifa ile borç ilişkisinden doğan bütün borçlar son bulmaz. Buna göre ifa, dar anlamda borcu sora erdirir. İfanın borç ilişkisini sona erdirebilmesi için ise, bu ilişkiden doğan tüm aslî ve fer’î borçların ifa edilmesi gerekir. Örneğin, taksitle yapılan bir satım sözleşmesinde, bir kısım taksitlerin ödenmesi sadece o taksit borçlarını sona erdirir, fakat aradaki satım sözleşmesi ilişkisini sona erdirmez. İfanın satım sözleşmesinden doğan ilişkiyi sona erdirebilmesi için, bundan doğan bütün taksit borçlarının fer’ileriyle birlikte tamamen ifa edilmesi gerekir (Kılıçoğlu, s. 522).

2. İfa İlkeleri

İfanın konusu edimden ibarettir. Edim, nasıl borcun konusunu teşkil ediyorsa, ifanın da konusu olmaktadır. Diğer söyleyişle, borçlu neyi borçlanmışsa onu ifa etmelidir. O hâlde borçlu, kural olarak, alacaklısına borçlandığı şeyden başka bir şey vererek borcundan kurtulamaz. Bu hususa “edime uygun ifa ilkesi” denilmektedir (Akman, Sermet/Burcuoğlu Halûk/Altop Atillâ:, Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1995, s. 761).

Sözleşme hükümlerine bağlı kalan taraflar, borçlanan tarafın sözleşmeye sadık kalacağına güvenirler. “Dürüstlük kuralına uygun ifa ilkesi" sadece borçlu yönünden değil, alacaklı yönünden de geçerlidir. Alacaklı alacağını dürüstlük kuralına aykırı olarak talep edemez. Dürüstlük kuralına uygun ifanın hukukî dayanağı 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesidir (Antalya, Gökhan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2019, Cilt V, s. 44).

Edimin bölünmeksizin tam olarak ifa edilmesi kuralı ise “bütünlük ilkesi”ni ifade eder. Borcun ifası sadece nitelik bakımından uygun ifayı değil, aynı zamanda nicelik olarak da uygun ifayı İfade eder. Edimin bir bütün hâlinde ifası gereklidir (Antalya, Cilt V, s. 45). Borcun konusu, mahiyeti itibariyle bölünebilir cinsten olsa bile aynı ilke geçerlidir. Bu kural para borçları için olduğu kadar diğer borçlar için de uygulanır. Zaten edimin bölünmesi mümkün değilse, örneğin bir atın, bir koltuğun, bir masanın teslimi söz konusu ise kısmi ifadan bahsedilemez (Akman/Burcuoğlu/Altop, s. 764).

Bu husus 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 84. maddesinde “Borcun tamamı belli ve muaccel ise, alacaklı kısmen ifayı reddedebilir.

Alacaklı kısmen ifayı kabul ederse borçlu, borcun kendisi tarafından ikrar olunan kısmını ifadan kaçınamaz" şeklinde düzenlenmiştir.

B. İFA ZAMANI

1. Genel Olarak

Türk Borçlar Kanunu’nun 90-98. maddeleri ifa zamanını düzenlemektedir. Bu maddelerden 90-94. maddeler özellikle sürelerin belirlenmesine, borcun muacceliyetine, 95. madde sürenin uzatılmasına, 96. madde erken ifaya, 97-98. maddeler ise iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde karşılaşılan özel sorunların çözümüne ayrılmıştır.

Türk Borçlar Kanunu’nun zamana ilişkin hükümleri, düzenleyici hüküm niteliğinde olduklarından, taraflar bunların aksini kararlaştırabilirler. Bu takdirde taraflarca kararlaştırılan zamana ilişkin kurallar, kanundaki hükümlerden önce uygulanırlar. Buna karşılık taraflar ifa zamanıyla ilgili bir anlaşma yapmamışlarsa, Kanun’un ifa zamanına ilişkin hükümleri uygulanır. TBK’nın 90-96. madde hükümleri her türlü borç ve edimin ifasında uygulanır. Hatta bu hükümler, aksine bir düzenleme olmadıkça, zaman faktörünün rol oynadığı bütün hukukî fiillerde uygulama alanı bulur.

Türk Borçlar Kanunu’nun “İfa zamanı taraflarca kararlaştırılmadıkça veya hukuki ilişkinin özelliğinden anlaşılmadıkça her borç, doğumu anında muaccel olur” şeklindeki 90. maddesine göre, borç doğumu anında muaccel olur ve ilke olarak hemen ifası talep edilebilir. Hemen ifanın zaman yönünden anlamı, borçlunun edimi yerine getirmek için dürüstlük kuralına göre ihtiyaç duyduğu zamanın göz önünde tutulması ve buna göre belirlenmesidir (Eren, s. 907; Eren/Dönmez, Cilt III, s. 2042).

Kural bu iken, aynı madde içeriğinde istisna da düzenlenmiştir. Buna göre, borç bir vade veya süreye bağlanmışsa, edim bu vadede veya süre içinde ifa edilmelidir. Süreye bağlı borçlarda ifa zamanı ya tarafların anlaşmalarına ya da hâl ve şartlara yahut bir kanun hükmüne göre belirlenir. Yeri gelmişken; vade ifa fiilinin gerçekleştirileceği belirli bir zaman birimi veya kesiti olarak tanımlanırken, sürenin belirli bir zaman aralığını ifade eden bir kavram olduğunu belirtmekte fayda vardır.

İfa zamanı mutlak veya nispi olarak tayin edilebilir. İfa zamanının mutlak olarak tayini belli bir zaman ölçüsüne dayanır ve bir tarih, bir takvim günü esas alınır. İfanın nispi tayininde ise bunun aksine kesin bir gün tespit edilmez, daha çok bir olay veya durum göz önünde bulundurulur.

Vade ile ilgili bir başka ayrım olağan vade, belirli vade ve kesin vade kavramları arasında söz konusudur. Belirli vade, borcun muaccel olduğu zamanı ve bunun yanında borcun ifa edilmemesi hâlinde alacaklının ihtarına gerek olmaksızın mütemerrit duruma düşeceği zamanı ifade ederken, kesin vade söz konusu olduğunda borçlu ihtara gerek olmaksızın mütemerrit olur. Olağan vade ise, borcun muaccel olduğu, alacaklının edimini talep edebildiği, borçlunun da bunu ifa etmek zorunda olduğu tarihi anlatan bir kavramdır ve bu tür vadeye bağlı işlemler "ihbara bağlı olan işlemler” olarak adlandırılır. Burada borçlu vadenin gelmesiyle kendiliğinden mütemerrit olmaz.

Temerrüt kavramı ise, en kısa tanımıyla, alacaklı tarafından talep edilebilir (muaccel) hâle gelmiş bir borcun ifasındaki gecikmedir ve kural olarak, bu tür (muaccel) bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarı ile temerrüde düşer. Bu husus TBK’nın 117. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş olup ikinci fıkra hükmüne göre ise ‘‘Borcun ifa edileceği gün, birlikte belirlenmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde bulunmak suretiyle belirlemişse, bu günün geçmesiyle ” borçlu mütemerrit olacaktır.

Temerrüt için aranan ihtar hukukî işlem benzeri fiil mahiyetinde olup, alacaklının alacak miktarını belirterek borçludan borcun ifasını istemesi, ifayı kabule hazır olduğunu bildirmesi anlamına gelir. İhtar kural olarak şekle tabi olmayıp, yapılmadığı itirazı vakî olursa aksinin ispatı, niteliği gereği alacaklıdan beklenir.

İfa zamanı alacaklının borçludan edimin ifasını isteyebileceği, gerektiğinde bu amaçla dava açabileceği, borçlunun da edimin ifa zorunda olduğu zamanı (borcun muacceliyeti) ifade ettiği gibi, bir başka yönden de borcun borçlu tarafından ifa edilebileceği anı (borcun ifa edilebilirliği) gösterir.

Bu anlamda ifa zamanına ‘‘borcun muacceliyeti" veya "borcun muaccel olduğu zaman" denir. Muacceliyet, borç ve alacağın bir niteliğidir. Alacak hakkı borç ilişkisi kurulduğu anda doğduğu hâlde, talep hakkı, ancak borcun muaccel olduğu anda doğar.

2- Muaccel borç - Müeccel borç

Muaccel borç, borcun ifa edilebilir ve dolayısıyla ifası istenebilir hâle gelmesini ifa eder. TBK’nın 90. maddesine göre, taraflarca vade kararlaştırılmamışsa ve işin mahiyetinden de aksi anlaşılamıyorsa her borç doğduğu anda muaccel olur. Süreye bağlanmamış borç doğumu ile muaccel olur; yani istenebilir. Dolayısıyla, böyle bir borçlu tarafından hemen ifa edilebileceği gibi, alacaklı tarafından da derhal ifası istenebilir.

İki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde her iki tarafın da borçlarını aynı anda ifa etmeleri aranır. İki tarafı da borç altına sokan bir sözleşmede ifayı isteyen kişi, sözleşmenin şartları veya mahiyeti gereğince özel bir vadeden yararlanma hakkına sahip bulunmadığı sürece kendi borcunu ifa etmiş veya ifasını teklif etmiş olmak zorundadır (TBK m. 97). Aksi takdirde karşı taraf bunu ifadan kaçınmak için savunma olarak ileri sürebilir ki, buna “ödemezlik def’i” adı verilir. Örneğin, taşınmaz satış vaadinde, satış bedelini ödeme borcunu yerine getirmemiş olan vaat alacaklısı karşı tarafı ifaya zorlayamaz.

İfasının talep edilebilmesi ve ifa edilebilir olabilmesi için, belirli bir sürenin geçmesine bağlı olan borçlara "müeccel borç” adını alır. Borcun ifası için geçmesi gereken bu süreye "vade” denir. Süreye bağlı borç yani müeccel borç, vadede belirtilen sürenin geçmesiyle muaccel olur, yani istenebilir (Antalya, Cilt V, s. 87).

Bu noktada muaceliyet ile alacağın vadesi kavramlarının da birbirinden farklı olduklarının altını çizmek gerekir. Zira vade, borçlunun borçlandığı edimi yerine getirmek zorunda olduğu zaman dilimini ortaya koyar. Muacceliyet ise sadece alacaklının edimi talep ve dava hakkına paralel olarak borçlunun edimi yerine getirmek zorunda olduğu anın ifadesidir. O hâlde vade, taraflarca saptanmış gelecekteki muacceliyet günü veya süresini ifade eder (Ateş, Derya; Borçlunun Temerrüdünde Aynen İfa, İstanbul 2021, s. 66).

3- İfa Zamanının Önemi

İfa zamanının borç ilişkisinde birçok açıdan önemi vardır. Bunlar; temerrüt bakımından, zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması bakımından, takas bakımından, borçlunun ifa zamanından önce ifaya zorlanamaması ve ifaya yetkili olmaması bakımından şeklinde sayılabilir.

Borçlunun temerrüdü için, borcun ifa zamanının gelmiş olması, yani borcun muaccel olması gerekir. TBK’nın 117/1. maddesine göre “Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer". Burada açıkça ifade edildiği gibi, borçlunun temerrüde düşmesi için borcun “muaccel" olması zorunludur. Borçlunun vaktinden önce ifada bulunmaya yetkili bulunduğu hâllerde, alacaklının temerrüdü bakımından da ifa zamanı önem taşır. Borçlu, borcunu ifaya hazır olduğu hâlde, alacaklı bunu kabulden kaçınırsa temerrüde düşmüş olur. O hâlde, alacaklının temerrüdü için de, borcun ifa zamanının gelmiş olması zorunludur (Kılıçoğlu, s. 533).

Türk Borçlar Kanunu’nun 149/1. maddesine göre; “Zamanaşımı, alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar". O hâlde, borç ilişkisinden doğan alacak hakkının tabi olduğu zamanaşımı süresi, buna ilişkin borcun muaccel olmasıyla birlikte işlemeye başlar; bu sürenin tamamlandığı anda, borç zamanaşımına uğrar. Buna göre, borç için öngörülen zamanaşımı süresi, borç ilişkisinin doğduğu anda değil, bu ilişkiden doğan borcun muaccel olduğu (ifa zamanının geldiği) andan itibaren işlemeye başlayacaktır.

Borcun ifa zamanı belli ise, alacaklı borçluyu vaktinden önce ifada bulunmaya zorlayamaz. Alacaklı, edimin bir kısmından vazgeçmek suretiyle de böyle bir yetkiye sahip değildir. Oysa borçlu erken ifada bulunabilir. Bu husus TBK’nın 96. maddesinde; “Sözleşmenin hükümlerinden veya özelliğinden ya da durumun gereğinden tarafların aksini kastettikleri anlaşılmadıkça borçlu, edimini sürenin sona ermesinden önce ifa edebilir. Ancak, kanun veya sözleşme ya da âdet gereği olmadıkça borçlu, erken ifada bulunması sebebiyle indirim yapamaz" şeklinde düzenlenmiştir.

C. DAVA ŞARTLARI

Dava şartları, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli olan şartlardır. Bir başka deyişle, mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllere, dava (yargılama) şartları denir. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hâllere, olumlu dava şartları denir (örneğin görev, hukukî yarar gibi); yokluğu gerekli hâllere ise olumsuz dava şartları denir (örneğin kesin hüküm gibi) (Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2014, s. 244; Görgün, Şanal/ Börü, Levent/Kodakoğlu, Mehmet: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2021, s. 258-259).

Dava şartlarının önceden belirlenmesi, davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olur. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) dava şartlarını müstakil (bağımsız) bir kurum olarak düzenlememiştir. Fakat mahkemeye başvuruda elde edilecek menfaatin bulunması gerektiği birkaç düzenlemede açıkça zikredilmiştir (HUMK m. 82/1, 427). Buna karşılık, HMK’nın 114. maddesinde dava şartlarının neler olduğu belirtilmiş, 115. maddesinde de dava şartlarının incelenmesi düzenlenmiştir.

Belirtildiği üzere, dava şartlarının sıralandığı HMK’nın 114. maddesi;

“(1) Dava şartları şunlardır:

a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.

b) Yargı yolunun caiz olması.

c) Mahkemenin görevli olması.

ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması.

d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.

e) Dava takip yetkisine sahip olunması.

f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması.

g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması.

ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi.

h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.

ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması.

i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması.

(2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır. ”

Dava şartlarının incelenmesini düzenleyen HMK’nın 115. maddesi ise;

"(1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.

(2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.

(3) Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez ” şeklindedir.

Dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hâkim tarafından kendiliğinden (re’sen) gözetilir; taraflar bir dava şartının noksan olduğu davanın görülmesine (esastan karara bağlanmasına) muvafakat etseler bile, hâkim davayı usulden (mesmu olmadığından) reddetmekle yükümlüdür (Kuru/Arslan/Yılmaz, s. 244; Atalı, Murat/Ermenek, İbrahim/ Erdoğan, Ersin: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2019, s. 326).

Dava şartları üçe ayrılabilir:

a) Mahkemeye göre;

*Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması,

* Yargı yolunun caiz olması, Mahkemenin görevli olması,

*Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması,

b) Taraflara göre;

*Davada iki tarafın bulunması,

*Taraf ehliyeti,

*Dava ehliyeti,

*Dava takip yetkisi,

*Kanunî temsilcinin gerekli niteliğe sahip olması,

*Davaya vekâlet ehliyeti ve geçerli vekâletname,

*Davacının yatırması gerekli gider avansının yatırılmış olması,

*Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi,

c) Dava konusuna (müddeabihe) göre;

*Davacının dava açmakta hukukî yararının bulunması,

*Aynı davanın daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte (derdest) olmaması,

*Kesin hüküm bulunmaması.

Dava konusuna (müddeabihe) ilişkin dava şartı olan hukukî yarar kavramı, mahkemelerin dilekçelerle istilasına karşı geliştirilmiş "dava filtreleri”nden biri olarak değerlendirilebilir (Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, s. 30).

D. HUKUKÎ YARAR

Davacının dava hakkına sahip olması, dava açabilmesi için yeterli değildir. Bundan başka, davacının dava açmakta hukukî bir yararının bulunması gerekir; yani, dava hakkı hukukî yarar ile sınırlıdır. Buna hukukî korunma (himaye) ihtiyacı da denir. Yani davacının mahkemeden hukukî korunma istemesinde, korunmaya değer bir yararı olmalıdır, aksi hâlde devletin mahkemelerini (davası ile) gereksiz yere uğraştıramaz.

Hukukî yarar dava açıldığı anda var olmalıdır; ilerideki (müstakbel) bir yarar yeterli değildir. Bu nedenle, muaccel olmayan (müeccel) alacak için dava açılamaz; açılırsa, dava hukukî yarar yokluğundan (usulden) reddedilir. Fakat bu, alacağın muaccel hâle gelmesinden sonra yeniden dava edilmesine engel değildir. Aynı şekilde, açıldığı sırada belli olmayan, şüpheli veya ileride doğacağı beklenen bir yarar da hukukî yarar sayılmaz (Kuru/Arslan,/Yılmaz, s. 244; Tanrıver, Süha: Medeni Usul Hukuku, Cilt I, Ankara 2016, s. 456).

Davanın açıldığı sırada var olmayan “hukukî yararın’' dava sırasında tamamlanması, mahkemenin “hukukî yarar" eksikliğinin tamamlanmasını beklemesi söz konusu olamaz. Çünkü, hukukî yarar dava şartı eksikliği ilgili tarafa belli bir süre verilerek taraf eylemi ile tamamlanabilecek bir dava şartı değildir. Örneğin; muaccel olmayan bir alacak için açılmış bir alacak davasında davacının davayı açmakta güncel bir yararı bulunmadığından, alacak muaccel oluncaya kadar süre verilemez veya dava ertelenemez. Yine, hukukî yararı bulunmayan davacıya hâkim tarafından süre verilerek talep sonucunu hukukî yararı olan başka bir talep sonucuna dönüştürmesi beklenemez. Hukukî yarar eksikliği belli bir süre verilerek giderilebilecek dava şartı değildir. Olsa olsa mahkeme hukukî yarar eksikliğinden ötürü davayı reddetmeden hukukî yarar eksikliği tamamlanabilir. Ancak davacıya talebini hukukî yararı olan talep sonucuna dönüştürmesi için süre verilemez. Böyle bir süre verilmesi, hâkimin davayı aydınlatma ödevi ile de ilgili değildir. Zira talep sonucunun değiştirilmesi iddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi kapsamına girer. Hâkim, davacının talep sonucunun değiştirilmesi için süre veremez. Dava açıldığı anda mevcut olmayan bir hukukî yarar dava sırasında tamamlanırsa, bu takdirde dava reddedilmemeli ve esastan incelenmelidir (Pekcanıtez, Hakan/ Atalay, Oğuz/ Özekes, Muhammet: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2015, s. 250-251; Pekcanıtez, Hakan: Medeni Usul Hukuku, Cilt II, İstanbul 2017, s. 948).

Hukukî yararın bulunması dava şartı, sadece dava açılırken değil, nihai karar verilinceye kadar mevcudiyetini devam ettirmelidir. Bu dava şartının eksikliğinin taraflarca ileri sürülmesi veya re’sen mahkemece tespiti üzerine davanın usulden reddine karar verilmesi gerekir (Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder/Ayvaz Taşpınar, Sema/ Hanağası, Emel: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2020, s. 316; Budak, Ali Cem/Karaaslan, Varol: Medeni Usul Hukuku, İstanbul 2021, s. 176; Postacıoğlu, İlhan: Medeni Usul Hukuku, İstanbul 1975, s. 204; Karslı, Abdurrahim: Medeni Muhakeme Hukuku, İstanbul 2012, s. 466; Alangoya, Yavuz: Medeni Usul Hukuku Esasları, İstanbul 2000, s. 170-178).

Dava şartı yokluğundan dolayı davanın usulden reddi kararına karşı, nihaî karar olması nedeniyle kanun yoluna başvurulabilir (HMK m. 341). Böyle bir karar, ancak ilişkin olduğu dava şartının yokluğu hakkında kesin hüküm teşkil eder (HMK m. 303). Bu nedenle, dava şartı yokluğundan reddedilen dava, noksan dava şartı tamamlandıktan sonra yeniden açılabilir ve davalı bu yeni davaya karşı kesin hüküm itirazında bulunamaz. Çünkü ilk karar, davanın esası hakkında verilmiş olmayıp, yalnız belli bir dava şartının yokluğuna ilişkindir. Bu dava şartı sonradan tamamlandığında davanın esası hakkında inceleme yapılmasına bir engel kalmamış demektir (Kuru/Arslan/Yılmaz, s. 255).

IV. GEREKÇE

İçtihadı birleştirmenin konusu ifa zamanı gelmemiş bir alacak için açılmış davanın usulden mi yoksa esastan mı reddedileceğine ilişkindir.

Temel hak ve özgürlüklerden hak arama özgürlüğünün bir tezahürü olan dava hakkı; insan haklarına saygılı bir hukuk devletinde herkese tanınmış olan ve bu çerçevede herkesin haklarını ve hukuken korunan menfaatlerini gerçekleştirmek veya korumak amacıyla mahkemeye başvurmasına imkân sağlayan bir haktır. Ancak bir davanın esasına ilişkin karar verilebilmesi için hukuken korunmaya değer bir menfaatten söz edilebiliyor olması gerekmektedir. Hukuken korunmaya değer bir menfaatin bulunmadığı, dolayısıyla dava açmakta hukukî yararın olmadığı durumlarda ise hukukî yararın bir dava şartı olması nedeniyle davanın esasına girilemez.

İfa zamanı gelmemiş bir alacak için açılan davada hukukî yararın bulunup bulunmadığı hususunda ise davacının hukukî yararından söz edilemeyeceği, keza ifa zamanından önce borcun ifasının talep edilemeyeceği, dolayısıyla alacaklının bu durumda doğmuş ve güncel bir menfaatinin bulunmadığı kabul edilmelidir.

Taraflarca kararlaştırılmamış veya işin mahiyetinden aksi anlaşılmıyorsa her borç doğduğu anda muaccel olur (TBK m. 90). Ancak taraflar ifa zamanını açık veya örtülü olarak belirleyebilir, bu süreyi daha sonra uzatabilir, değiştirebilir ya da kaldırabilirler. Her halükârda borcun istenebilir hâle gelebilmesi için muaccel olması, yani kararlaştırılmış ifa zamanının gelmiş olması gerekmekte; alacaklı, ancak borcun muaccel olmasıyla borçludan ifayı isteyebilmekte ve ifanın yerine getirilmemesi hâlinde borçluyu dava edebilir hâle gelmektedir.

Yukarıdaki açıklamalardan da görüleceği üzere; ifa zamanı gelmemiş (vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel) bir alacak için açılmış dava, erken açılmış dava niteliğinde olduğundan, bu davanın açılmasında henüz hukukî yarar bulunmamaktadır. O nedenle, HMK’nın 114/1-h bendinde dava şartları arasında sayılan hukukî yararın bulunmadığı durumda, davanın esastan değil, HMK’nın 115/2. maddesi gereği usulden reddine karar verilmesi gerekir.

V. SONUÇ

İfa zamanı gelmemiş (vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel) bir alacak için açılmış davada, mahkemece ifa zamanının henüz gelmediği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiğine dair, 18.02.2022 tarihinde oy birliğiyle karar verilmiştir.

legalbank.net