I. Giriş

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının tanınması ile birlikte İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin Türkiye aleyhine verdiği ihlal kararlarının sayısında ciddi bir düşüş yaşanmıştır. AYM, 31.12.2021 tarihi itibariyle toplam 25.857 başvuruda en az bir hakkın ihlal edildiğine karar vermiştir. İHAM’ın 1959 ila 2020 yıllarında İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne taraf bütün devletler hakkında en az bir hakkın ihlal edildiğine karar verdiği toplam başvuru sayısının 20 binin altında olduğu dikkate alındığında, AYM’nin 9 yıllık performansının oldukça etkileyici olduğu ve çok sayıda hak ihlalinin İHAM’dan önce AYM tarafından tespit edildiği söylenebilir.

Bununla birlikte, hak ihlallerinin tespiti konusunda AYM’nin gösterdiği başarının bütün haklar bakımından aynı düzeyde olmadığı görülmektedir. Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi Anayasanın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkıdır. Nitekim AYM istatistiklerine göre, 31.12.2021 tarihi itibariyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ihlalleri toplam ihlaller arasında sadece % 1'lik bir yer (257 ihlal) tutmaktadır. İHAM tarafından verilen toplam ihlal kararlarında (47 devlet bakımından) bu oran %13,34'tür. İHAM 2020 yılı itibariyle Türkiye'ye karşı toplam 787 kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ihlali tespit etmiştir. Bu sayı, Türkiye aleyhine verilen ihlal kararlarının yaklaşık % 15,5'ine karşılık gelmektedir. Türkiye, Rusya’nın ardından sözkonusu hakkı en çok ihlal eden ikinci devlet konumundadır.

II. AYM’nin iki yıllık performansı

AYM’nin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı konusundaki gerçek performansını gösteren en önemli veri ise, AYM tarafından incelendikten sonra İHAM önüne giden ve İHAM'ın hak ihlali tespit ettiği başvurulardır. Aralık 2019 ila Aralık 2021’de İHAM 15 önemli başvuruda AYM tarafından tespit edilemeyen veya tespit edilmesine rağmen giderilemeyen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ihlali saptamıştır. Bu başvuruların birçok ortak noktası bulunmaktadır. Öncelikle, bu başvurularda ileri sürülen şikayetlerin 15 Temmuz darbe girişimiyle veya bunun ardından ilan edilen olağanüstü hal sürecinde yaşananlarla ilgili olduğu belirtilmelidir. Başvurucuların çoğu siyasetçi, gazeteci, yazar, iş insanı, yüksek yargı üyesi gibi tanınırlığa sahip veya hakim/savcı gibi özel güvencelerden yararlanan kişilerdir. Öte yandan eski hakimler/savcılar tarafından yapılanlar dışında birçok başvuruda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanında ifade özgürlüğü hakkının da ihlal edildiği saptanmıştır. Bu başvurularda İHAM tarafından tespit edilen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ihlalleri konularına göre şu şekilde tasnif edilebilir:

1. “Yasanın öngördüğü usule uygun olmayan” tutuklamalar (İHAS m.5/1)

İHAS m.5/1’e göre kişi ancak yasanın öngördüğü usule uygun olarak özgürlüğünden yoksun bırakılabilir. Bir tutuklama kararının bu koşulu sağlayıp sağlamadığı bireysel başvuru incelemesi kapsamında AYM ve İHAM tarafından denetlenmektedir. İHAM bu denetimi yaparken tutuklama tedbirinin ulusal mevzuata uygun olarak gerçekleşip gerçekleşmediğini incelemekte ve yeri geldiğinde iç hukuk kurallarını ulusal mahkemelerden farklı şekilde yorumlayabilmektedir.

İHAM 16.04.2019 tarihli Alparslan Altan kararında, “suçüstü hali” kavramının Yargıtay tarafından makul olmayacak ölçüde geniş yorumlandığını ve eski AYM üyesi olan başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bakımından sahip olduğu yasal güvencelerden yoksun bırakıldığını kaydetmişti[1]. Nitekim Yargıtay, silahlı terör örgütü üyeliği suçunu kesintisiz (temadi eden) bir suç olarak kabul edip, bu suçu işlediği yönünde kuvvetli şüphe bulunan hakim/savcıların “suçüstü halinde” bulunduğunu ve bu nedenle genel hükümlere dayanılarak tutuklama yapılabileceğini kabul etmişti. AYM ise, suçüstü kavramının bu şekilde yorumlanmasının takdir hatası veya keyfilik içermediğini belirterek bu içtihadın devam etmesini sağlamıştı[2]. Dahası AYM 31.10.2019 tarihli Genel Kurul kararında, suçüstü halinin varlığını darbe teşebbüsünün kendine özgü koşullarıyla açıklamış ve temadi eden suç argümanının yanında başka argümanlara da dayanmıştı[3].

Buna karşın İHAM, Baş ve Tercan kararlarında AYM’nin aksi yönünde değerlendirmelerde bulunarak Alparslan Altan kararındaki tespitlerini yinelemiş ve “suçüstü hali” kavramının böylesine geniş yorumlanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sağladığı güvenceleri anlamsız kılacağını belirtmiştir[4]. Bu iki kararın ardından aynı hukuki sorunu tekrar ele alan AYM Genel Kurulu eski pozisyonunu korumuş ve ulusal hukuk kurallarının yorumu konusunda ulusal yargı organlarının İHAM’a nazaran daha uygun bir konumda olduğunu ifade etmiştir[5]. Böylece AYM, İHAM kararlarının bağlayıcılığını tartışma konusu yapmamakla birlikte, ilk kez açıkça İHAM’ın belirli bir konudaki yorumunu benimsemeyeceğini ifade etmiştir. Bunun ardından İHAM bir kısmı yüksek yargı mensubu olan 427 eski hakim/savcı tarafından yapılan başvuruları birleştirerek 23.11.2021 tarihinde verdiği Turan ve diğerleri kararında bütün başvurucular açısından ilk tutuklama kararının iç hukukta öngörülen usule aykırı olarak verildiğini tespit etmiştir[6]. İHAM öte yandan, AYM ve Hükümet tarafından dile getirilen, silahlı terör örgütüne üyeliğin kişisel bir suç sayıldığını, bu nedenle 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu kapsamına giren kişiler bakımından özel güvencelerin her halükarda uygulanmayacağı tezini dikkate almamıştır. Nitekim İHAM, kendisine sunulan tutuklama kararlarında görev suçu/kişisel suç ayrımı bakımından net bir değerlendirme yapılmadığını ve esasen suçüstü halinin düzenlendiği m.94’e dayanılarak başvurucuların Kanunda yer alan özel güvenceden yoksun bırakıldıklarını gözlemlemiştir. Suçüstü halinin bulunduğunu desteklemek amacıyla AYM tarafından geliştirilen tezler de İHAM’ı ikna etmemiştir. İHAM’a göre, AYM’nin yorumu “suçüstü” kavramını CMK m.2/j’de yer alan tanımın ötesine taşımaktadır.

2. “Makul” suç şüphesine dayanmayan tutuklamalar (İHAS m.5/1-c)

Kişinin suç işlediği yönünde şüphe bulunması kişi hakkında tutuklama kararı verilebilmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur. Bu koşul Anayasa m.19’da kişinin “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti”, CMK m.100’de “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller” ve İHAS m.5/1-c’de “kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebepler” biçiminde ifade bulmaktadır. Kullanılan sözcükler farklı olsa da tutuklama ve adli kontrol tedbirleri için aranan şüphenin AYM ve İHAM kararlarında ilkesel olarak "objektif bir gözlemciyi ikna edecek düzeyde" bir şüphe olduğu kabul edilmektedir. İHAM terminolojisinde buna “makul şüphe” denilmektedir. Bu kavramın, Türk Ceza Yargılaması Hukukunda kabul edilen şüphe derecelendirilmesinden bağımsız olarak kullanıldığı ve iç hukukta tutuklama için aranan kuvvetli suç şüphesinin yerine geçmeyeceği önemle belirtilmelidir.

Son dönemde AYM’nin incelemesinden geçtikten sonra İHAM’a sunulan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin şikayetlerin tamamına yakınında Strazburg Mahkemesi başvurucuların suçluluğu hakkında makul şüphe bulunduğunun yeterli ölçüde gösterilemediği gerekçesiyle ihlal kararı vermiştir. Bunlardan ikisi özellikle burada anılmalıdır.

İHAM 20.07.2021 tarihinde verdiği Akgün kararında, başvurucunun adının aktif ByLock kullanıcılarının bulunduğu kırmızı listede yer almasının, tek başına, terör örgütü üyeliği suçundan tutuklama kararı vermek için gerekli olan makul suç şüphesinin bulunduğuna işaret etmeyeceğine karar vermiştir[7]. Oysa AYM Aydın Yavuz ve diğerleri[8] kararından bu yana aksi yönde bir değerlendirme yapmakta ve bu gerekçeyle verilen tutuklama kararlarının temelsiz veya keyfi olmadığına karar vermektedir.

İHAM Atilla Taş ve Tezcan kararlarında makul suç şüphesine dayanak olarak gösterilen bilgilerin tutuklama kararı verildikten sonra dosyaya girdiğini tespit etmiş ve sözkonusu bilgilerin geriye dönük olarak makul şüphe değerlendirilmesinde dikkate alınamayacağını ifade etmiştir[9].

3. İlgili ve yeterli gerekçe gösterilmeden gerçekleştirilen veya devam ettirilen ve makul süreyi aşan tutuklamalar (İHAS m.5/1-c ve m.5/3)

İHAM 2016 yılında verdiği Buzadji/Moldova[10] kararına kadar, ilk tutuklama kararının verildiği an ile tutuklamanın kanuniliğinin yetkili mercii tarafından denetlendiği an arasında bir ayrım yapmakta ve ilk aşamada makul suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin gösterilmesini yeterli görmekte idi. Buzadji kararı ile birlikte, tutuklama kararları üzerinde uyguladığı denetim bakımından daha yüksek bir standart benimseyen İHAM, artık ilk tutuklama kararı verilirken dahi, makul şüphenin varlığının yanında, tutuklama nedenlerinden en az birisinin bulunduğunun somut şekilde ortaya koyulmasını beklemektedir. Bu husus, katalog suçlara yapılan göndermenin ilk tutuklama kararı verilirken tek başına yeterli olmayacağı anlamına gelmektedir.

Buzadji kararı sonrası İHAS m.5/1 ve 5/3’te yer alan güvenceler kısmen iç içe geçmiştir. Bu nedenle İHAM incelediği somut olayda makul suç şüphesinin bulunmadığını tespit ettikten sonra (uzun tutukluluk şikayeti olmadıkça) ayrıca tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığını her zaman incelememektedir[11].

Tuncer Bakırhan kararında Mahkeme başvurucunun şikayetlerini yalnızca tutuklamaya ilişkin kararların gerekçesi bakımından incelemiş ve başvurucunun tutuklanmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilirken yeterli gerekçe gösterilmediği nedeniyle İHAS m.5/3’ün ihlal edildiğine karar vermiştir[12]. İHAM Bul kararında da aynı sonuca ulaşmıştır[13].

Bunun dışında, uzun tutukluluk şikayetlerinin bulunduğu Tercan ve Selahattin Demirtaş (No. 2) başvurularında, İHAM başvurucuların tutukluluk hallerinin devamına karar verilirken uygun ve yeterli gerekçe gösterilmediğine kanaat getirerek ve tutukluluk süresini gözönüne alarak m.5/3’ün ihlal edildiğine hükmetmiştir[14].

4. Tutukluluk incelemesinin duruşmalı yapılmaması (İHAS m.5/4)

İHAM; Baş kararında, başvurucunun tutukluluğunun kanuniliği hakkındaki incelemenin, soruşturma aşamasında yaklaşık bir yıl iki ay boyunca duruşmasız yapılması nedeniyle İHAS m.5/4’ün ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır[15].

5. Tutukluluğun kanuniliği incelemesinin süratle yapılmaması (İHAS m.5/4)

Tutukluluğun kanuniliği incelemesinin süratle yapılmadığı yönündeki şikayetlerde İHAM, AYM önünde geçen süreyi de İHAS m.5/4 kapsamında değerlendirmektedir. Ancak bu sürenin uzun olup olmadığına karar verirken daha esnek bir tutum sergilemektedir. Mahkeme, aralarında Mehmet Altan ve Şahin Alpay kararlarının da bulunduğu birçok kararında başvurucuların AYM'ye sundukları şikayetlerin süratle incelenmediğine, ancak OHAL koşullarında bunun kabul edilebilir olduğuna kanaat getirmişti. Daha yakın tarihli Ilıcak (No.2) kararında İHAM, AYM önünde geçen 15 ay 2 günlük süreyi yine OHAL koşullarına atıfla “makul” bulmuştur. Mahkeme, Kavala kararında ise OHAL koşullarının AYM'ye sınırsız bir serbesti tanımadığını vurgulanmış ve ilk kez AYM önünde geçen süre (16 ay 24 gün) nedeniyle İHAS m.5/4 kapsamında ihlal kararı verilmiştir.

6. Soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması (İHAS m.5/4)

İHAM tarafından incelenen birçok başvuruda, tutuklu bulunan başvurucular kısıtlılık kararı nedeniyle soruşturma dosyasına erişememekten yakınmışlardır. İHAM bazı başvurularda bu şikayetleri dayanaktan yoksun bulmuşken, Ahmet Hüsrev Altan ve Öğreten ve Kanaat başvurularında İHAS m.5/4’ün ihlal edildiğine karar vermiştir[16].

7. Siyasi amaçlarla gerçekleştirilen tutuklamalar (İHAS m.18 ve m.5)

İHAM, Kavala ve Selahattin Demirtaş (No. 2) kararlarında ilk kez Türkiye'nin İHAS m. 18'i ihlal ettiğini tespit etmiştir. Sözleşmede öngörülmeyen bir amaçla hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını yasaklayan bu madde son derece istisnai durumlarda uygulanmaktadır. İHAM bu kararların birincisinde, başvurucunun sürecin başından itibaren siyasi amaçlarla özgürlüğünden yoksun bırakıldığını ve ikincisinde başvurucunun tutukluluk halinin devamında siyasi amaçların baskın geldiğine kanaat getirmiştir.

İHAM, aralarında Sabuncu ve diğerleri, Şık (No.2) ve Ahmet Hüsrev Altan başvurularının[17] da bulunduğu başka başvurularda da İHAS m.18'in ihlal edilip edilmediğini incelemiştir. Bazı başvurularda ise; m.5/1 kapsamında tespit ettiği ihlale gönderme yaparak, m.18 bakımından ayrı bir inceleme yapmaya gerek görmemiştir.

İHAM, Kavala kararında tespit ettiği ihlallerin giderilmesi için başvurucunun derhal serbest bırakılması gerektiğini belirtmiştir. Başvurucunun tahliye edilmemesi nedeniyle Avrupa Konseyi Türkiye’ye karşı “ihlal prosedürü” başlatılmasına karar vermiştir.

8. AYM tarafından tespit edilen ihlaller için hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olması (İHAS m.5/1)

İHAM Bulaç ve Murat Aksoy kararlarında,[18] başvurucuların kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği yönündeki şikayetlerinin AYM tarafından kabul edildiğini ve tespit edilen ihlalin giderilmesi için başvuruculara tazminat ödendiğini ancak AYM tarafından belirlenen tazminat miktarlarının kendi içtihadıyla kıyaslandığında yetersiz kaldığını ifade etmiştir. Başvurucuların mağdur statüsünün bu nedenle devam ettiğine işaret eden İHAM, AYM’nin inceleyerek ihlal tespit ettiği şikayetleri kendisi de incelemiş ve İHAS m.5/1’in ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.

9. Hukuka aykırı tutuklama nedeniyle tazminat ödenmemesi (İHAS m.5/5)

İHAM Ahmet Hüsrev Altan kararında İHAS m.5/5 kapsamında da hak ihlali tespit etmiştir. Başvurucunun hukuka aykırı şekilde özgürlüğünden yoksun bırakıldığının iç hukukta tanınmadığını ve dolayısıyla başvuruya herhangi bir tazminat ödenmediğini belirten Mahkeme İHAS m.5/1 ve m.5/4’le bağlantılı olarak m.5/5’in ihlal edildiğine karar vermiştir.

III. Değerlendirmemiz

İHAM’ın son iki yıl içinde tespit etmiş olduğu kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ihlalleri AYM ve İHAM uygulamaları arasında ciddi bir standart farkı olduğunu göstermektedir. Soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluğun kanuniliği incelemesinin süratle yapılmaması veya tutukluluk incelemesinin duruşmalı yapılmaması gibi İHAS m.5/4 ve Anayasa m.19/7 kapsamına giren birtakım şikayetlerin iki Mahkeme tarafından farklı şekilde değerlendirilmesi, 15 Temmuz darbe girişimi ve OHAL koşulları gözönüne alındığında, bir ölçüde kabul edilebilir görülebilecektir. Nitekim AYM birçok kararında olağan koşullarda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlaline yol açacak durumların OHAL koşullarında farklı değerlendirilebileceğini belirtmektedir. İHAM ise; kimi kararlarında AYM’nin tespitlerine katılmakta, kimi kararlarında ise saptadığı ihlallerin OHAL koşullarında dahi tolere edilemeyeceğini ifade etmektedir. Hiç kuşku yok ki diğer ihlaller gibi m.5/4 kapsamında tespit edilen ihlaller de önemlidir. Bunların tekrarlanmaması için ulusal yargı organlarının gerekli tedbirleri alması gerekmektedir. Ancak kanaatimizce bu tür ihlaller ciddi yapısal sorunlardan veya derin görüş ayrılıklarından kaynaklanmamaktadır.

Buna karşın İHAS m.5/1 ve m.5/3 kapsamında tespit edilen ihlaller için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Tutuklamanın yasada öngörülen usule uygun olarak yapılıp yapılmadığı, makul suç şüphesinin bulunup bulunmadığı ve tutukluluğa ilişkin kararların ilgili ve yeterli gerekçe içerip içermediği hususları olağan ve olağanüstü koşullarda farklı değerlendirilmemelidir. Dolayısıyla bu alanlardaki sorunlar sürekli hak ihlallerine yol açabilecek niteliktedir.

İHAM’ın “suçüstü hali” kavramının CMK’nin lafzına aykırı ve aşırı geniş şekilde yorumlandığı yönündeki tespiti son derece önemlidir. Nitekim yine İHAM’ın altını çizdiği gibi ulusal yargı organları tarafından benimsenen bu yorum hakim ve savcılarla veya OHAL dönemiyle sınırlı olmayıp başta milletvekilleri olmak üzere Anayasanın ve kanunların özel güvenceler sağladığı kişileri keyfi tutuklamalara karşı korumasız bırakabilecektir[19]. Buna rağmen AYM art arda verdiği Genel Kurul kararlarıyla mevcut pozisyonunu koruyacağını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu koşullarda, AYM’ye bireysel başvuru yolunun benzer şikayetler açısından etkili bir iç hukuk yolu olmaktan çıktığı düşüncesi ileri sürülebilecektir.

AYM, suç şüphesinin mevcut olup olmadığını değerlendirirken İHAM’a göre oldukça esnek ve yüzeysel bir denetim uygulamaktadır. Gerçekten de AYM, tutuklama kararını veren merciin suç şüphesinin varlığına ilişkin değerlendirmesinin temelsiz veya keyfi olup olmadığını sorgulamakla yetinmektedir. Bu sınırlı denetim nedeniyle kişilerin sosyal medya paylaşımları, yazıları, konuşmaları, yaptıkları haberler, katıldıkları toplantılar gibi aslında temel hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetleri suç şüphesine dayanak oluşturan somut belirtiler olarak kabul edilmektedir. İHAM ise, bu konuda daha titiz bir inceleme yapmakta ve tutuklama kararlarında belirtilen eylemlerin kişiye isnat edilen suçla doğrudan bir bağının bulunup bulunmadığını irdelemektedir. Bunun sonucunda AYM’nin süzgecinden geçen birçok tutuklama kararı İHAM önünde hak ihlaline yol açmaktadır. Üstelik çoğu zaman aynı başvuruda iki Mahkemenin ulaştığı sonuçlar taban tabana zıt olmaktadır. Sözgelimi AYM’nin Erdal Tercan kararında başvurucunun tutukluluğun kanuniliğine ilişkin şikayetleri Genel Kurul tarafından oybirliği ile kabul edilemez bulunmuşken, aynı şikayetler karşısında İHAM oybirliği ile ihlal kararı vermiştir.

AYM ve İHAM kararları arasındaki derin ayrışma Kavala ve Selahattin Demirtaş başvurularında çok daha çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmıştır. AYM’nin ihlal bulmadığı bu başvurular İHAM önünde diğer birçok maddenin yanı sıra İHAS m.18’in de ihlaline yol açmıştır.

AYM’nin suç şüphesinin değerlendirilmesi konusundaki “çekingen” tutumu, ileride başka hak ihlallerine yol açacak en önemli faktör olarak gözükmektedir. Bu tutumun arkasında, Mahkemenin derece mahkemelerinin yerine geçerek davanın esasına girdiği yönündeki eleştirilerin bulunduğu düşünülebilir.

Bu eleştirilerin kimi zaman “yetki gasbı” ithamına kadar ileri gittiği ve hatta buna AYM’nin kapatılması gerektiği söylemlerinin eşlik ettiği bilinmektedir. Bize göre, asıl eleştiri konusu yapılması gereken husus ise tam aksine AYM’nin tutukluluğa ilişkin şikayetlerde yeterli derinlikte bir inceleme yapmamasıdır. AYM’ye bireysel başvuru yolunun açılmasının amacı Türkiye’nin İHAM önünde aldığı ihlallerin önlenmesidir. Yukarıda çizilen tablo kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bakımından bu sonuca ulaşılamadığını göstermektedir. Bunun ötesinde AYM’ye bireysel başvuru, uluslararası insan hakları standartlarının iç hukuka aktarılması bakımından önemli bir işlev görmektedir. Suç isnadına bağlı olarak kişinin özgürlükten yoksun bırakılması için makul düzeyde bir suç şüphesinin varlığının aranması uluslararası bir standarttır. Daha da önemlisi; birçok anayasanın aksine 1982 Anayasası açıkça kişinin “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti” bulunmasını, tutuklama tedbirinin uygulanması için zorunlu saymıştır. Dolayısıyla AYM’nin, önüne gelen somut vakalarda bu şartın sağlanıp sağlanmadığını kontrol etmesi doğrudan Anayasadan kaynağını alan bir yetki ve aynı zamanda görevdir. Ancak tutuklama tedbiri ile ilgili Anayasanın ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun kabul ettiği tüm isabetli ve hürriyetçi hükümlere rağmen, uygulamanın ilk tutukluluk, tutukluluğun devamı ve uzatılması konularında iyi sınav verdiği söylenemeyeceği gibi, uygulamada bir standardın oluşturulamadığı, aynı kararda birden fazla tutuklu bakımından aynı ve basmakalıp gerekçelere yer verildiği, “değişen durum”, “lehe değişen durum” veya uzayan tutuklulukta da “eklenen yeni sebebin olmayışı”, adli kontrol tedbirinin tutukluluk yerine düşünülmesinde ciddi sıkıntıların yaşandığı, derece mahkemeleri ile Yargıtay’ın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının korunması konusunda yetersiz kaldığı, çifte standarda yol açabilecek kararlar verildiği, tüm bunların ise iç hukukun bir yargı istisnası olan ve sürekli “süper temyiz mahkemesi değilsiniz” veya “yetki gasbı yapıyorsunuz” ithamları ile karşılaşan AYM’yi zorladığı görülmektedir.

Özgürlük güvenlik denklemi arasında sıkışmış ve siyası içerikli dosyalarda ister istemez kendisini baskı altına hisseden AYM açısından işlerin kolay gitmeyeceği görülmektedir. Ancak bu durum, siyasi içerikli olmayan ve günlük hayatta her an yaşanabilecek suça konu fiillere bağlı tutuklulukları ve adli kontrol tedbirlerini olumsuz etkileyebilmektedir.

IV. Sonuç

İHAM, Sözleşmenin ikincilliği ilkesine ve ulusal makamların takdir marjına her geçen gün daha fazla gönderme yapmakla birlikte kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin şikayetleri titiz bir biçimde incelemekten imtina etmemektedir. Hatta son yıllarda İHAM’ın bu hak için daha yüksek bir koruma standardı öngören kararlara imza attığı söylenebilir. Bunda, Rusya Federasyonu, Ukrayna, Azerbaycan, Moldova, Gürcistan ile Türkiye Cumhuriyeti’nden gelen ve birbirine benzer şikayetler içeren başvuruların büyük etkisi bulunmaktadır. Bu devletlere karşı yapılan başvurularda tespit edilen hak ihlalleri, tutuklama tedbirinin birçok durumda siyasal çoğulculuğu, sivil toplumu ve medyayı baskı altına almayı hedefleyen bir cezalandırma aracına dönüştüğü yönünde tespitler içermektedir. Venedik Komisyonu’nun ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinin bu tespitleri destekleyen çok sayıda görüş ve raporu bulunmaktadır.

Diğer yandan, son yıllarda kişi hürriyeti ve güvenlik hakkıyla bağlantılı olarak İHAS m.18’in ihlal edildiğine dair kararların sayısında önemli bir artış görülmektedir. İlk önce Azerbaycan’a, sonrasında ise Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı başlatılan ihlal prosedürünün arkasında da İHAM’ın ihlal kararlarına ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin ısrarlı taleplerine rağmen sonlandırılmayan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ihlalleri bulunmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti “ahde vefa” ilkesi gereğince yargı birliğinin istisnası olan İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin ihlal kararlarının gereklerini yerine getirmelidir, fakat bu konuda siyasi içerikli bazı dosyalar bakımından sorunlar yaşandığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk Yargısının ihlal kararlarının gereklerini yerine getirmek konusunda isteksiz davrandığı ve buna da gerekçe olarak ihlal kararlarının hukuki olmadığı yönünde eleştiriler getirdiği bilinmekle birlikte, ihlal kararları ve bu kararlara konu olan başvurucular bakımından “eşitlik” ilkesi gereğince ayırım yapılamayacağından, “hukuk devleti” ilkesine göre tutuklu aleyhine yeni gelişme ve somut delil yoksa ihlal kararının gereğinin yerine getirilmesi gerektiği tartışmasızdır. Aksi halde Avrupa Konseyi tarafından Türkiye Cumhuriyeti’ne yaptırım tatbikinin ihtimali gündeme gelecektir. Türkiye Cumhuriyeti bunu göğüsler mi, göğüslemez mi? Hukukun evrensel ilke ve esaslarından taviz vermiş olur mu, olmaz mı? Yoksa bu durum birilerinin savunduğu gibi “dik duruş” ve “siyasi içeriklere karşı gelme” olarak mı değerlendirilir bilinmez ama İHAM kararlarını bağlayıcı kabul eden Türk Hukuku’na ve Türk Yargısına zarar vereceği izahtan varestedir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bu tablonun dışına çıkması için İHAM tarafından belirlenen asgari standartların iç hukukta eksiksiz şekilde hayata geçirilmesi gerektiği açıktır. Bu bakımdan AYM’ye büyük sorumluluk düşmektedir. AYM’nin bu yükün altından kalkacak içtihat birikimine ve değişim kapasitesine sahip olduğu konusunda şüphe bulunmamaktadır. Nitekim AYM geçmişte İHAM içtihadının da ötesine geçerek, temel hak ve özgürlüklerin ulusal düzeyde daha güçlü bir korumadan yararlanmasına imkan tanıyacak kararlar vermiştir. AYM’nin performansı değerlendirilirken bu hususların gözönünde bulundurulması ve hak ve özgürlükleri güçlendiren tutumunun desteklenmesi önemlidir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Dr. Erkan Duymaz

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

---------------------

[1] Alparslan Altan/Türkiye, B. No: 12778/17, 16/04/2019.

[2] Erdal Tercan [GK], B. No: 2016/15637, 12/4/2018, § 141-145..

[3] A.B. [GK], B. No: 2016/22702, 31/10/2019, § 91-94.

[4] Baş/Türkiye, B. No: 66448/17, 03/03/2020; Tercan/Türkiye, B. No: 6158/18, 29/06/2021.

[5] Yıldırım Turan [GK], B. No: 2017/10536, 4/6/2020, § 117-119.

[6] Turan ve diğerleri/Türkiye, B. No: 75805/16 (...), 23/11/2021.

[7] Akgün/Türkiye, B. No: 19699/18, 20/07/2021.

[8] Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 267.

[9] Atilla Taş/Türkiye, B. No: 72/17, 19/01/2021, § 131; Tercan/Türkiye, B. No: 6158/18, 29/06/2021, § 155.

[10] Buzadji/Moldova [BD], B. No: 23755/07, 05/07/2016.

[11] Örn., Alparslan Altan/Türkiye, B. No: 12778/17, 16/04/2019, § 150.

[12] Tuncer Bakırhan/Türkiye, B. No: 31417/19, 14/09/2021.

[13] Bul/Türkiye, B. No: 48072/19, 30/11/2021 (Komite kararı).

[14] Tercan/Türkiye, B. No: 6158/18, 29/06/2021; Selahattin Demirtaş (No.2) [BD]/Türkiye, B. No: 13405/17, 22/12/2020.

[15] Baş/Türkiye, B. No: 66448/17, 03/03/2020.

[16] Ahmet Hüsrev Altan/Türkiye, B. No: 13252/17, 13/04/2021; Öğreten ve Kanaat/Türkiye, B. No: 42201/17 ve 42202/17, 18/05/2021.

[17] Sabuncu ve diğerleri/Türkiye, B. No: 23199/17, 10/11/2020; Şık/Türkiye (No.2), B. No: 36493/17, 24/11/2020; Ahmet Hüsrev Altan/Türkiye, B. No: 13252/17, 13/04/2021.

[18] Bulaç/Türkiye, B. No: 25939/17, 08/06/2021; Murat Aksoy/Türkiye, B. No: 80/17, 13/04/2021.

[19] Tercan/Türkiye, B. No: 6158/18, 29/06/2021, § 140.