İnsanlık tarihinden bu yana süregelen gerek akıl gerek duygu çatışmaları beraberinde düşmanlık kavramını getirmiştir. Düşmanlık kavramıyla suç olgusunun incelenmesi gerekliliği, çoğu düşünür açısından farklı değerlendirmelerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Dünden bugüne suç düzenlemelerine bakıldığında kanuni açıdan yapılan bu düzenlemeler gün geçtikçe temel hak ve hürriyetlere olan önemin artmasıyla daha kapsamlı, boşluk bırakmaya mahal vermeden, insan haklarının ihlal edilmesine yol açmayacak şekilde sistemleştirilmiştir. Bu durumdan bağımsız,  faili düşman olarak algılama düşünce sistemi dönem dönem ortaya atılmış ve bahsedildiği dönemlerin koşullarıyla beraber çeşitli değerlendirmeler sunmuştur.

A. Düşman Ceza Hukukunun Ortaya Koyuluş Süreci

Her dönemin şartlarının sosyolojik getirilerinin olduğu gibi , hukuki alanda da bir çok değişim , görüş ve taleplerin de olmasını sağlayan hususları yıllardır gözlemlenebilen hallerdendir. Alman ceza hukukçusu Prof. Günter JAKOPS tarafından ilk olarak 1985 tarihli makalesinde ‘Düşman Ceza Hukuku ‘ kavramı hukuk literatürüne giriş yapmıştır. Ardından mevcut dönemlerin getirdiği karmaşık ortam, terör eylemlerinin yoğunlaşması dolayısıyla, Düşman Hukuku kavramı çokça kullanılır hale gelmiş, üzerine düşünce sistemleri geliştirilmeye başlanılmıştır. Gerek Nazi dönemi Almanya’sı gerek 11 Eylül olaylarıyla beraber patlak veren yoğun terör eylemleri hukukçu bilim insanlarını düşman ceza hukuku kavramının olabilirliği konusunda ciddi düşüncelere sürüklemiştir.

B. Düşman Ceza Hukukundan Kasıt Ne?

Ortaya atılan bu kavrama göre temellendirmenin merkezine cezalandırma konulmaktadır. Düşman olarak nitelendirilen kişinin bir nevi fişlenmek suretiyle suç işleyeceği suç işlemeden sabit görülerek, bu bir ihtimal dahilinde dahi olsa bu ihtimalin meydana gelmesinin tehlike arz edeceği düşünülerek, kişinin cezalandırılması öngörülmektedir. Ceza hukuku sistematiği incelendiğinde kişinin işlediği suçun nitelendirilmesi aşamasından sonra nitelendirilen bu suçun ‘failin hangi eylemleri hangi aşamalardan geçerek sübut bulmuştur’ değerlendirmesine geçilir. İşte bu aşamada düşman ceza hukuku kavramı farklılık bulur. Ceza hukuku düzenlemelerinde failin hazırlık aşamasında kalmış hareketleri ceza bulmazken , en azından icra hareketlerine geçilmesi gerekliliği cezalandırma açısından mecburken, düşman ceza hukuku değerlendirmelerinde kişinin hazırlık hareketleri üzerinde durulmuş ve bu hazırlık hareketlerinin cezalandırılma için yeterli olacağı, düşman olarak nitelendirilen bu kişiler için cezalandırma sürecinin bu yönde işlemesi gerekliliğinden bahsedilmiştir.  Cezalandırılabilirliğin objektif koşulları; söz konusu eylemin kanunda düzenlenmiş haline uygun olması yani tipe uygunluk, hukuka aykırılık ve failin kusuru şeklinde sıralanmıştır. Gel gelelim bu düzenlemenin düşman ceza hukukunda görülemediği kusurun öneminin bulunmadığı failin toplum içerisinde yaratacağı tehlike açısından cezaya tabi tutulması ön plana alınmıştır.

C. Temel Hak ve Özgürlükler Bağlamında Düşman Ceza Hukuku

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ikinci bölümde düzenlenen temel hak ve hürriyetler kişilerin belirlenmiş haklarını koruma altına almak, hak kayıplarını önlemek, kişilerin daha güvenilir bir toplumda yaşamasını sağlamak amacıyla getirilen düzenlemelerden oluşur. Düşman ceza hukukunun devreye girdiği hukuk sistemlerinde en çok eleştirilen alanlardan biri de temel hak ve özgürlüklerin ihlali yönünden oluşturabilecek tehlikeli adaletsiz durumlardır. Düşman hukukunun mevcudiyeti Anayasamızda düzenlenen hakların korunmasıyla ilgili hükümler başlığı altında geçen ‘kanuni hakim güvencesi’ ve suç ve cezalara ilişkin esaslar’ kısımlarında değinilen hususlar yönünden aykırılıklar teşkil edebilecektir. Kişinin suçunun sabit olduğu hallerde düşman kişi olarak görüldüğü için çok farklı muamelelerde bulunulması, veyahut kişinin korunan kişi dokunulmazlığı , maddi ve manevi varlığının sabit olmayan bir suç nedeniyle düşman kişi olarak ilan edilerek cezalandırılması söz konusu maddelere aykırılıkları da beraberinde getirecektir. Düşman ceza hukukunun dayandırılabileceği temel olan toplumun daha güvenilir bir hal alması durumuna, bahsedilen temel hak ve hürriyetlere aykırılıklar halinde umulduğunun tam tersine polis devleti niteliğinde baskıcı korkutan bir yönetimin hakim olacağından bahisle umut edilenin aksine bir durum ortaya çıkacaktır.

D. Ceza Hukuku İlkeleri Açısından Değerlendirmeler

Ceza hukukunun temel ilkelerinden biri olan kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi insan haklarını koruyucu bir temel üzerine kurulmuştur. Bu ilkede yapılacak en ufak esneklikler kişilerin bir çok hakkının ihlaline , en temel haklardan biri olan yaşam hakkının tehlike altına sokulmasına yol açacaktır. Yaşam hakkının tehlike altında olduğu bir toplum güvenilirlikten ziyade baskılara boyun eğen ve elbet bir yerde patlak verecek olan tamiri imkansız isyanlara sebep olacaktır. Avrupa insan hakları sözleşmesinde yapılan değerlendirmeler çerçevesinde kanunun öngördüğü şartlar dahilinde kanunun çizdiği suç sınırlarına dahil edilemeyecek kişilerin eylemlerinin tehlike olarak adlandırılarak bu kişilerin sert bir biçimde cezalandırılması, hakların korunması amacıyla oluşturulan sözleşme maddelerinin ihlaline sebep olacaktır.

Ceza hukukunda suça verilecek cezaların dayandırıldığı temeller hem mağdurları güvence altına alarak güvenilir bir toplumda yaşadıklarını onlara hissettirmek hem de mağduriyetlerini gidermekken bu hususun fail açısından da sonuçları vardır. Cezaların temelinde suçlunun topluma kazandırılması da büyük önem arz eder. Suçluları topluma kazandırmak için denetimli serbestlik, koşullu salıverilme , salıverilme sonucu suçluyu kamuya yararlı işlerde çalıştırma bu duruma gösterilebilecek en isabetli örneklerdendir. Düşman ceza hukuku çerçevesinde bakıldığında henüz suçun işlenmemiş olması halinde dahi kişinin cezalandırılmasıyla süre gelen süreçte kişilerin topluma kazandırmak amacını güden cezalandırma sisteminden uzaklaşıldığı görülür. Düşman kategorisine alınan kişinin ıslah olabileceği tekrar suç işlemeyeceği yönünde kesine yakın öngörülerde bulunulabilecek hallerde de kişinin bir kere düşman olarak nitelendirilmesinden kaynaklı verilen cezanın hafifletilemeyeceğinin kanıksanması büyük bir korku imparatorluğunu da beraberinde getirir.

E. Ceza Hukukunda Hümanist Anlayışın Hakim Olmasıyla Düşman Ceza Hukukunun Çatışması

Hümanizm insanı, insana verilen değeri, insanlığın mühimliğini temel alan fikri bir yaklaşımdır. İnsanın temele oturtulduğu ve ilgili tüm hallerin insanın iyiliği yönünde çözümlendiği bu düşünce sisteminde ahlak da önemli bir yer edinir. Hümanist düşünce ahlak-hukuk ilişkisinin de birbirinden bağlantısız kavramlar olmadığını vurgular. Günümüz insan haklarına saygılı hukuk sistemlerinde de görüldüğü gibi hümanist sistemde de ceza hukukunun amacının önleme, ıslah, adaletin sağlanması şeklinde maddeleştirildiğini görüyoruz. İnsanın doğrudan cezalandırılmasına odaklanan düşman ceza hukukunda hümanist görüşün hakim olması pek de mümkün görülmezken, önleme amacının başlı başına bir madde olarak ele alınarak düşman cezalandırılmasının önleme amacını güttüğü yönünde savunma yoluna gidilmesi, diğer bütünleyici hususların ön planda tutulmaması, insancıl bir sistemin de varlığından söz ettirmez.

F. Düşman Kim?

Düşman ceza hukukunda en önemli kavram düşmandır. Cezalandırılacak kişinin eyleminin sabit olması değil eylemi gerçekleştirebilme ihtimalinin olması yeterli görülür. Bu durum da beraberinde bu eylemi kim gerçekleştirebilir düşman sınıfına dahil edilebilecek kişilerin özellikleri neler olmalı şeklindeki bir çok soruyu getirir. 11 eylül terör olayları ve Nazi Almanya’sında çoğunlukla görülen bu anlayış elbette ki devletin düşman olarak nitelendireceği kişiler bağlamında geçerli olacaktır. Terör eylemlerinde örgüt üyesi teröristler günümüz ceza hukuku anlayışında kanunda düzenlenen suçların içine dahil edilebilecek eylemlerinden dolayı yine kanunda korunan insan hakları çerçevesinde hem toplumda adaleti sağlamak hem de suçluyu ıslah mantığıyla cezalandırılmaktadır. Herhangi bir düzenlemeyle düşman ceza hukuku sisteminin de hukuka dahil edilmesi halinde söz konusu düşman kavramının sınırlarının çizilmesi büyük önem arz edecek büyük problemler yaratacak, belki de suç işlemeyecek gönüllü vazgeçme eylemini gerçekleştirebilecek faili tehlikeliliğinden dolayı cezaya tabi tutacaktır. Suç işlememiş yanlış isnatlar neticesinde tehlikeli düşman olarak nitelendirilecek kişilerin cezalandırılmalarından sonra düşman olmadığının anlaşılması da toplumda büyük infiallere yol açacaktır. Kaldı ki hakikaten hukukta sınırları belirlenecek düşman kategorisine dahil edilebilecek bir fail kendisine verilecek cezaların sertliği ve kişisel haklarının ihlal edildiğinden yana itirazlarda bulunamayacak mıdır ? Bu sertlikte bir düzenlemenin düşman kategorisine alınmış kişinin haklarını da korumayacağı öngörülmesi zor bir durum değildir. İnsan haklarına önem veren şekilde düzenlenmiş yasalar faili suçu sabit olana kadar suçsuz kabul ederken , ‘tüm suçluların serbest kalması bir suçsuzun cezalandırılmasından daha iyidir’ ilkesiyle hareket edilirken, suçlunun suçunun sabit olmasında dahi bir çok insancıl hakkının olduğu savunulurken , tüm bu insan hakları hukukunun bir kenara itilmesi düşman ceza hukukunun hakim olduğu hukuk sistemlerinin kaçınılmaz sonucudur.  Düşman ceza hukukunun hukuk sistemine dahil edilmesi halinde elbette ki verilecek cezalar ve hangi durumların tehlike arz edip cezalandırılması gerektiği belirtilecektir. Ancak her ne yapılırsa yapılsın hak ihlallerinin önüne geçmek mümkün olmayacaktır.

G. Düşman Ceza Hukuku’nun Toplum-Birey Psikolojik Değerlendirmesi

Birey psikolojisi aynı çevre içerisinde yaşadığı toplum olarak adlandırılabilecek çevre ile bağlantılı ilerler. Aynı toplum içerisinde yaşayan insanlar her daim birbirleriyle etkileşim halinde oldukları, iletişim devamlılığı sağlandığı için sosyal, kültürel, ekonomik, hukuki alanlarda da birey için gerçekleşen hususlar dolaylı olarak topluma da yansıyacaktır.

İnsan psikolojisi çevresel değişim faktörlerinden etkilenen bir yapıya sahiptir. Kişilerin her anlamda korunması, huzurlu bir çevrede yaşamalarının sağlanması sosyal devlet anlayışının gereklerindendir. Tüm bu gereklilikler çerçevesinde insanların yaşam hakları, kendilerini toplum içerisinde güvenilir hissetmeleri mühimdir. Güvenli hissetmeyen insan kendini yaşadığı topluma ait hissetmez, kendini yaşadığı topluma ait hissetmeyen insan da toplumun gelişim göstermesi için çaba harcamak yerine, geriye gitmesi, olumsuzluklar ülkesi yaratmak için elinden geleni yapar.

Düşman ceza hukukunun devreye girmesiyle düşman olarak isimlendirilen kişilerin kin gütmek dışında herhangi bir ıslah olma çabasında olmayacağı da açıktır. Bir çok araştırmalar suçlara çok sert cezaların verildiği ülkelerde söz konusu suçların işlenmesinin önüne geçilemediğinin tespitlerini sunmuşlardır. Bu nedenle insan psikolojisi yapılan eylem sonrası verilecek cezanın büyüklüğüne odaklanmamaktadır. Kişiyi düşman safhasına getirecek hususların tespiti ve bunlar üzerine insancıl, eğitimsel, rehabilite anlamında çalışmaların yapılması söz konusu düşman kavramını da ortadan kaldıracaktır.

Düşman kavramının kullanımı dahi bir birliktelik halinde yaşayan insanların ayrıştırılması , sınıflandırılması, dışlanması durumlarına yol açacaktır. Bir kere düşman sayılmış kişinin ceza süreci toplum içerisinde ömür boyu devam edecek, hem fiziksel açıdan toplum içinde kenara itilecek hem de psikolojik açıdan yalnızlaştırılacaktır. Bir insanın her ne suç işlemiş veyahut her ne tehlikeye sahip olursa olsun sadece insan olmasından bile kaynaklı böyle bir yalnızlaştırma içine sokulması yıllarca süregelen insan haklarının oturtulmaya çalışılmasının karşısında atılmış geriye götürücü bir adımdır.

H. DEĞERLENDİRME

Tüm bu anlatımlar ışığında insanlık için en önemli bütünleştirici unsur adalettir. Justinianus’un da dediği gibi; ‘hak edene hak ettiğini hak ettiği miktarda hak ettiği zamanda ver.’ Elbette ki suç işleyen adalet gereği, toplum huzurunun sağlanması gereği, cezasız bırakılmayacaktır, ancak bilinmelidir ki suçluları yalnızca cezalandırmak toplumun huzurunu kontrol altına almaz. Mühim olan suçluyu veyahut düşmanı topluma tekrardan yararlı bir birey olarak kazandırabilmektir. Bunun yolu da kişiyi ayrıştırmaktan değil mağduru da gözeterek faile doğrunun ne olduğunu anlatabilmekten ve bunu hayatında uygulayabilmesi , yanlışlarından arınmış bir şekilde toplum içerisinde kendine yer edinebilmesinden geçer.

Düşmanlıktan uzak, insan haklarına saygılı, insanı temele alan ve adaletin aydınlattığı yolda ilerlendiği müddetçe, toplum için, toplumda yaşayan her birey için huzurlu , güvenli bir ülkenin kapıları daima insanlığa açık olacaktır.

Stj. Av. Zeynep YAYLALI