“Sokak hayvanları” ifadesini kullanmak istemiyoruz. Ne demek “sokak hayvanları”? Sokaklarda yaşayan veya sokaklara terk edilmiş hayvanlar, düpedüz sahipsiz, kimsesiz bırakılmış, korumasız, güvenceden yoksun, yaşam hakları sürekli şekilde tehdit altında bulunan şanssız, kadersiz hayvanlardır. Kadersiz, bizim gibi nefes alıp veren, acı duyan, yaşayan canlılardır, varlıklardır.

Sahipsiz hayvanlar konusunda önce insani ve vicdani, sonra hukuki değerlendirme yapacağız. Çünkü hayvan hakları ve sahipsiz hayvanlarla ilgili iddia edilen sorunlar; öncelikle bireysel ve toplumsal bilinci, toplumsal kültürü, insan ve toplum vicdanını ilgilendiriyor. Hukuk kuralları, bu bilinçle ve kültürle şekillendirilmeli. Konu “yaşam hakkı” olunca hukuk; soğuk, mesafeli, duyarsız ve merhametsiz olamaz.

Son dönemlerde sahipsiz hayvanlara karşı yoğunluğu gittikçe artan tepkilere şahit oluyoruz. Bu tepkiler; ne yazık ki, hayvanların yaşam hakkını hiçe sayan, sadece insana odaklı, tabiri caizse insanı evrenin efendisi, diğer tüm varlıkları da hizmetçisi ve malı gibi gören tehlikeli bir boyuta evrildi. Yeri gelmişken şunu da belirtmeliyiz: “Bitkiler de canlı, o zaman onların da yaşam hakkı var, yemeyelim, koparmayalım, öldürmeyelim” gibi bir itirazı da, akıl ve bilim dışı buluyoruz. Tartışma konusu sahipsiz hayvanlar, tartışmanın odağı sahipsiz köpekler. İnsanla iletişim ve sevgi bağı kuran, hisleri olan, üzülen, ağlayan, hatta rüya gören varlıklardan bahsediyoruz.

Hayvanseverler ve sahipsiz hayvanlara (köpeklere) tepki gösterenler radikal şekilde kutuplaşmış haldeler. Bu iki grubun uzlaşma ihtimali zor gözüküyor. Hatta bu gruplar birbirlerine sözlü ve fiziksel şiddet uygulayabiliyorlar. Sahipsiz hayvana karşı tepkili olanların, gerçek dışı ve algı oluşturmaya yönelik çeşitli sözlerle sorunu dramatikleştirmeye ve toplumu kutuplaştırmaya çalıştığını da görüyoruz. Empati yoksunluğu ve benmerkezcilik var. Özellikle sahipsiz hayvanların sokaklarda yaşamalarına karşı olanların radikal düşünce ve beyanlardan ayrılıp, ılımlı olmaları gerekiyor. “Sizin çocuğunuza sahipsiz köpekler saldırsa, onları yine bu kadar savunur musunuz?” sorusu sorulabilir. Bu soruya; “sizin çocuğunuza bir insan saldırsa, tüm insanlar mı sorumludur, bedelini tüm insanlar mı ödemelidir?” cevabını veririz. Kaldı ki; burada insanı cezalandırırsın ama hayvana bedel ödetemezsin, çünkü cezalandırma caydırıcılığı amaçlar. Bir insan bir insana saldırıyorsa; bunu bilinçli şekilde yapar, muhakeme gücü vardır. Hayvan; içgüdü ile hareket eder, yaradılışı budur. Yaradılışından dolayı yaşam hakkı olmadığını ileri sürmek veya onu cezalandırmak mümkün müdür? Ayrıca; insan da aç kalıp şekeri düşünce agresifleşir, tahrik edilmişse karşılık verir. Hayvan da öyledir; aç kalırsa, şiddet görürse içgüdüsel tepki verebilir. Nasıl ki insanda psikolojik rahatsızlık olabiliyorsa, hayvanlarda da münferit şekilde davranış bozuklukları ve agresyon görülebilir. O zaman o hayvanı korumaya almak ve rehabilite etmek zorunda kalabiliriz. Ancak zalim olmadan, öldürmeden, aç ve susuz bırakmadan, empati kurarak. “Bununla mı uğraşacağız, öldürelim gitsin” derseniz, bu insancıl değildir. İnsan, muhakeme yeteneğine ve vicdana sahiptir. İnsan, yaradılışı itibariyle bilişsel olarak üstün durumdadır. Ancak bu üstünlük, yaşam hakkı konusunda hayvanları dezavantajlı duruma getirmeyi haklı kılmaz. Dünyayı, hem hayvanlar için ve hem de insanlık için daha iyi bir yere getirebilecek olan yine insandır. İnsan akılcı olmalı, vicdanlı olmalı, empati kurmalı ve bilişsel üstünlüğünü sadece kendisi için değil, doğa için de kullanmalıdır. Bütün hadise budur.

“Doğa düzeni” kavramı; intikamı, acımasızlığı, kötü davranmayı, sorunları çözmek yerine öldürmeyi, ihmali haklı kılmaz.

Özellikle sosyal medya üzerinden provokatif ve hayvana şiddeti özendiren paylaşımların, çağrıların son derece sakıncalı olduğunu, birçok hukuka aykırı paylaşımın sahiplerinin kime ait olduğu bilinmeyen “bot” hesaplar olması sebebiyle bulunamadığı görülmektedir. Sosyal medya mecraında bu hukuka, ahlaka ve vicdana aykırı paylaşımların önüne geçilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Kısırlaştırma:

Sahipsiz hayvanların nüfusunu kontrol altına almanın tek yolu; "kısırlaştır, aşıla, aldığın yere bırak". Tüm itirazlara rağmen, dengeyi sağlayabilmek ve insanın hışmına uğramamak için kısırlaştırma, hem gerekli, hem de hayvan sağlığı için önemlidir. Bu bilimsel bir gerçektir. Belediyelerin kısırlaştırma faaliyetlerinde de ciddi sorun var; yeterli dikkat ve özen gösterilmiyor, hayvanın iyileşmesi beklenmiyor, hemen salıyorlar, kısırlaştırma sonrası enfeksiyon kapan çok sahipsiz hayvan var. Hayvanlara elbette iyi davranmak önemlidir, fakat yeterli midir, hayır. Onlar da insanlar ve tüm canlılar gibi bakıma, gözetime ve korunmaya ihtiyaç duyarlar. Kimse, bunu doğal seleksiyonla veya hayvanları eşya gibi görerek açıklayamaz ve haklı konuma gelemez.

Ayrıca, belediyelerce kısırlaştırılan hayvanlar çoğu zaman alındıkları yerlere, yani doğal yaşam alanlarına da bırakılmıyorlar. Farklı bölgelere bırakılanlar da var, ormanlara bırakılan ve ölüme mahkum edilenler de var. Hatta kısırlaştırma bile yapılmadan doğal yaşam olanı olan bölgeden alınıp ormana atılan onlarca sahipsiz hayvan var. Buralara gönüllü vatandaşlar gidiyor, besleme yapıyor, yaralıları tedaviye alıyor; yani, Devletin bakamadığına vatandaş bakıyor, Devletin bir kenara attığı sahipsiz bir cana vatandaş sahip çıkıyor. Bu sadece gönüllü vatandaşların mücadelesi olmamalı, Devlet bu konuda özverili ve samimi davranmalı. Çevreye görüntü vermek ve kendisini duyarlı bir hayvansever göstermek veya hayvanlara acımak, güzel süslü püslü birkaç cümleden ibaret sözler ve yazılar karın doyurmuyor.

Öldürme ve Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin Varlığı Tartışması:

Bir süre sahiplenilmeyen hayvanların uyutulması; insani ve vicdani olmadığı gibi, Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne de aykırıdır. Çünkü Beyannamenin 11. maddesine göre; “Zorunluluk olmaksızın bir hayvanın öldürülmesi yaşama karşı suçtur”. Hayvanın sahipsiz olması ve belirli bir süre içinde sahiplenilmemesi, öldürme için “zorunluluk” kriterini karşılamaz. Kaldı ki; kısırlaştırma ile üremeyi engellediğiniz zaman, orta vadede nüfusu kontrol alacaksınız, hal böyle iken hayvanları öldürmenin izahı olamaz. Devlet eliyle hayvanları öldürmeyi mümkün kılarsanız, insanlara da bu yönde cesaret verirsiniz.

İster Birleşmiş Milletler ve isterse sivil toplum örgütlerince uluslararası alanda yayımlanmış ve ilan edilmiş her beyanname bir taahhüttür. Beyannamelerde, uluslararası toplumun ulaşmayı hedeflediği amaçlar yazılıdır. Bu tür beyanname ve amaçlar, Dünyanın ve yaşamın bir parçası olan sokağa terk edilmiş sahipsiz hayvanlar ve köpekler için de geçerlidir.

Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 15 Ekim 1978 tarihinde Paris’te UNESCO Merkezi’nde törenle ilan edildiği, bu metnin 1989 yılında Hayvan Hakları Birliği tarafından tekrar düzenlenerek, 1990 yılında UNESCO Genel Direktörüne sunulduğu ve aynı yıl herkese açıklandığı konusunda sayısız kaynakta bilgi mevcuttur. Biz, bu Beyannamenin varlığı yokluğu tartışmasını biraz daha ileri götürmek istiyoruz.

1. Hayvanları ilgilendiren Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun’un gerekçesine, 15 Ekim 1978 tarihinde ilan edilen Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi girmiştir. Kanun gerekçesinin ilk üç cümlesi ise Beyannamenin varlığı tartışması bir tarafa, bu Beyannamenin yabancı ülke mevzuatlarına olan etkisine de değinmektedir; “Dünya, toplumsal, ahlaki ve vicdani açıdan, tüm hayvanların yaşamlarının güvence altına alınması yolunda önemli mesafeler katetmeye başlamıştır. Bu çerçevede 15 Ekim 1978 tarihinde Paris’te UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) merkezinde yayınlanan ‘Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi’ kabul edilmiştir. Katılmaya hazırlandığımız Avrupa Birliği üye ülkeleri ise anılan Beyanname’nin 14 üncü maddesi gereğince ülkelerinde hayvanları koruma açısından önemli adımlar atmışlardır. Almanya, İsviçre, Avusturya, Hollanda, İsveç gibi ülkeler hayvanları koruma kanunlarını çıkarmışlar, Almanya ise daha sonra yasada yaptığı değişikliklerle, bu korumanın kapsamını daha da genişletmiştir.

2. Sahipsiz hayvan karşıtları; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kayıtlarını ve Kanunun gerekçesini kabul etmeyerek, en hafif tabirle “TBMM’nin de kandırıldığını”, böyle bir Beyannamenin var olmadığını, var olmadığı halde Kanun gerekçesine alındığını ileri sürüyorlar.

3. Bu Beyanname var mı yok mu diye tartışan çok olmuş, öyle ki “biz UNESCO’nun sitesine baktık, bulamadık, hiçbir kaynakta da yok” diyen bile olmuş. Biz de bir daha bakalım; öyle ya hiçbir şey yoktan var olmaz, tarih yazmıştır, arşivler saklamıştır dedik. Neticede, farklı bir şey bulduk:

4. 17 Ekim 1978 tarihli The Times Gazetesi’nin “All animals are equal, Unesco has decided” başlıklı haber görseline aşağıda yer veriyoruz. The Times’ın 17 Ekim 1978 tarihli baskısının 6. sahifesinde yayımlandı[1].

5. Böyle bir Beyanname vardır, kayıtlar bunu doğrulamaktadır. Bu Beyannamenin Birleşmiş Milletler Teşkilatından mı, Teşkilata bağlı olan UNESCO tarafından mı hazırlanıp yayımlanıp yayımlanmadığı, bağlayıcılığı tartışmaları da yersizdir. Bu Beyanname, hayvan hakları konusunda ulaşılması gereken ideallerin belgesidir. Bu Beyanname ve içeriği; herkes için geçerli olmalı, benimsenmeli ve içinde geçen hedeflere uluslararası toplumun tüm süjeleri tarafından ulaşılmaya çalışılmalıdır.

Diyelim ki bu Beyanname yok, ne olacak, hayvanları öldürmek serbest mi olacak, hayvanların hakları olmayacak mı?

Unutmayalım; hayvanseverlerin lobisi olmaz, hayvanseverlik herkes için geçerlidir, sahipsiz hayvanlarla ilgili yaşanan sorunlar olabilir, çözümü bir plan program dairesinde kısırlaştırma seferberliğidir, hayvanları koruyup kollamaktır, Devletin, belediyelerin daha fazla sorumluluk almasını sağlamaktır, fakat öldürmek, yok etmek asla değildir.

Dünya hepimizin, her insan gibi her hayvan da köpek de nefes alır, acı çeker, rüya görür, sebebi olduğumuz sorunlar, kabulü mümkün olmayan, yanlış ve insani olmayan yöntemlerle çözülemez.

Dünyada kaç milyar insan var. Beslenme ve su ihtiyacı için kaynakların tükeneceği endişesi yok mu? Var. Böyle bir endişe varsa; yeterli kaynak kalmayacak diye insanlar “uyutulsun”, “öldürülsün” denilebilir mi? Denilemez. İnsan nüfusunu azaltalım diyebilir misiniz? Diyemezsiniz. İnsan da canlı, hayvan da canlı. Hayvanlar niye öldürülsün? “Uyutma” sözcüğünü de kabul etmiyoruz. Bunun adı, öldürmek. Uyutma sözcüğü; öldürme gerçeğini romantikleştirme, bu gerçeğin sarsıcılığını hafifletme çabasının ürünü olup, aynen öldürme anlamını taşıyan “itlaf” sözcüğünün, öldürmenin acımasızlığını yumuşatamayacağında olduğu gibi.

Şu şekilde önerileri duyuyoruz: Sahipsiz, birilerinin nitelendirmesi ile sokak hayvanlarını bir kez itlaf edelim, yani öldürelim, beyaz bir sahife açalım, sonra belirlenmiş plan ve program çerçevesinde yolumuza devam edelim, bu hem insanların ve hem de hayvanların iyiliği içinmiş! Hayır, bu bir çözüm değil. İnsani ve vicdani değil, bizim toplumda sahipsiz köpeklerin öldürülmesi konusunda alışkanlık yapabilir, en kötüsü de insanlar kendisini öldürmeye haklı ve yetkili görür.

Sonuç olarak; kutuplaşmaya son verelim, uzlaşı ile çözülebilecek bir sorunu içinden çıkılmaz hale getirmeyelim.

Mezarlık alanlarının olmaması:

Beyanname m.13/1’e göre, hayvanın ölüsüne de saygı gösterilmelidir. Bugün bırakalım sahipsiz hayvanları, sahipli hayvanlar öldüğünde insanlar yaşamlarını birlikte geçirdiği bu canları defnedecek yer bulamıyor. Parka, bahçesine bile defnedemiyor. Şikayet ediliyorlar, cenazenin defnedildiği yerden alındığına dair haberlere bile tanık oluyoruz. Ücret karşılığı hayvan mezarlığı hizmeti verilen örnekler de var. Ancak bunların da kapasitesi sınırlı olduğu gibi, birçok insan için bu yerlere erişilebilirlik çok zordur.

Deney:

Hayvanlar üzerinde yapılan deneylere alternatif yöntemlerin geliştirildiği bir çağda yaşıyoruz. Belki eskiden tıbbi ve bilimsel amaçlarla mecburiyet vardı diyebiliriz, oysa şu an için böyle bir mecburiyetten söz edilmesi mümkün değildir. Ne gerekçe ile olursa olsun, hayvanlar üzerinde deney yapılmasına karşıyız.

Barınak Koşulları:

Yatırım yapılmalı, bütçe ayırılmalı ve barınakların koşulları iyileştirilmeli. Barınak görevlilerinin eğitimi, psikolojik yeterliliklerinin teste tabi tutulması, düzenli kontrolleri ve denetimleri şart. Bunlar şimdilik hayal gibi gözüküyor.

Öneri:

Tüm yükü belediyelere ve tüm yoğunluğu kalabalık barınaklara bırakmakta fayda yok, bunu artık görmemiz gerekiyor. Bir plan ve program dahilinde, denetime açık sivil toplum örgütleri ile birlikte mahallelerde, köpek bakımevleri kurulabilir. Böylece mahalle sakini gönüllüler de; o sokakta veya mahallede yaşayan hayvanlara daha kolay ulaşabilir, onların günlük bakımına destek olabilir. Mahalle bakımevleri kurulursa; hayvan nüfusu, ilçe ve il belediyelerinin barınaklarından daha az olur. Nüfus az olunca, kontrolü ve bakımı da daha kolay olur. İlçe ve illerin yoğunluğunu, mahallelere bölmek gerekir. Yine de bu öneriyi kesin bir kararlılıkla sunmak esasen mümkün değil. Bir sokakta yıllardır yaşayan, o sokakta ikamet eden insanlar veya esnaf tarafından bakımı yapılıp beslenen, kimseye zararı olmayan bir hayvanı mahalle veya belediye barınaklarına kapatmak da akla ve vicdana uygun değil.

“Sürü Halinde Dolaşıyorlar, Saldırganlar” Şikayetleri:

İster sahipli veya sahipsiz bir hayvandan, isterse bir başka insandan zarar gören büyük küçük tüm insanlar için üzülmeyen olabilir mi? Hayvana ve onun haklarına sahip çıkan bir birey, insanı görmezden gelebilir mi? Sahipsiz köpek karşıtları sosyal medyada o kadar radikal ve saldırgan bir tutumla hayvanseverlerin üzerine geliyor ki; sahipsiz hayvanların korunmasını destekleyen insanların, yaralanan insanlar için elbette üzüntü duyduklarını, ancak sorunun sahipsiz köpekleri öldürerek çözülemeyeceğini bile ifade edecek mecalleri kalmıyor. Sonra olay bir anda, “sahipsiz köpekleri toplayın, öldürün!” ile “sahipsiz köpeklere dokundurtmayız” şeklinde iki ayrı uca gidiyor.

Bu canların hepsi saldırgan değil; bu konuda genelleme yapılamaz, sahipsiz hayvanların tümüne tehdit gözü ile bakılamaz. Bu ayırımı iyi yapmak lazım. Kurunun yanında yaş da yanıyor. Hepsini topluyorlar. Bu şekilde olmaz. Sokakta şiddet gören, aç kalan bir hayvan saldırganlaşabilir. Davranış bozukluğu olan sahipsiz hayvanları korumaya almak ve rehabilite etmek zorunlu görünebilir. Ancak bu durum istisnai olmalıdır; her şikayet edilen sahipsiz köpek bulunduğu ortamdan koparılmamalıdır, hayvanın davranış bozukluğu olup olmadığı sınırlı bir süre ile gözetim altında tutularak gözlemlenmeli, böyle bir bozukluk yoksa yaşadığı ortama geri bırakılmalı. Mahalle bakımevleri kurulması, sahipsiz köpeklerin gruplaşma sorununa da katkı sağlar. Burada önemli olan, mahalle bakımevlerinin de barınaklar gibi hayvanlara eziyet merkezi haline gelmemesidir.

Yeni Yasal Düzenlemeler:

2004 yılına ait 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda 2021 yılında yapılan değişiklikler, hayvan hakları için çok büyük beklentilerin olduğu bir düzenleme idi. Ne yazık ki, hayvan refahı için sadece göstermelik değişiklikler yapıldığını söylemek zorundayım.

- Hayvana karşı işlenen suçlar için cezaların alt sınırı çok düşük belirlenmiş olup, caydırıcılıktan, uslandırıcılıktan ve ödeticilikten uzaktır. Kanun, Belediyelere ve kamu görevlilerine hukuki ve cezai sorumluluklar getirmeli ve suçun mağduru olan hayvanların sahipli olup olmamasına göre ayırım yapmamalıdır.

- Kanuna eklenen 28/A’nın 8. maddesi; sahibi tarafından işlenen suçlar da dahil olmak üzere, bu maddede belirtilen suçların işlenmesi halinde soruşturma yapılmasını Tarım ve Orman Bakanlığı’nın il veya ilçe müdürlükleri tarafından cumhuriyet başsavcılığına yazılı başvuruda bulunulmasına bağlı olduğunu, bu başvurunun muhakeme şartı niteliğinde olduğunu, suçüstü halinde ise genel hükümlere göre soruşturma yapılacağını düzenliyor. Hayvan sahipli ise, sahibinin şikayeti yeterli görülüyor. Sahipsiz hayvana karşı işlenen bir suçun somut, belgeli, kayıtlı olduğu durumda, doğrudan soruşturmaya başlanılamaması, bu konuda idarenin yazılı başvurusunun zorunlu kılınması isabetli değil. Suçüstü her zaman mümkün olmayabilir, hayvana karşı suç işlendiğini gören kişi o anda duruma müdahale edemeyebilir veya derhal yetkililere bildiremeyebilir.

- Tehlikeli ırklarla ilgili Geçici m.3’de; kısırlaştırma, sahiplenme, kayıt altına alma işlemleri için verilen süre yetersizdi. Birçok insan da bu ırklardan köpeklerini kaderine terk etti. İnanılmaz bir trajedi yaşandı, bunları hepimiz gördük. Sağlık sorunları nedeniyle kısırlaştırma operasyonuna alınamayacak köpekler dikkate alınmadı.

- Kanaatimizce sakıncalı olan bir diğer hüküm, Kanunun “Tanımlar” başlıklı 3. maddesinin (f) bendi. Bu hükümde “sahipsiz hayvan”; “barınacak yeri olmayan veya sahibinin ya da koruyucusunun ev ve arazisinin sınırları dışında bulunan ve herhangi bir sahip veya koruyucunun kontrolü ya da doğrudan denetimi altında bulunmayan evcil hayvanlar” şeklinde tanımlanıyor. Bu hükmün sakıncası; hayvanın fiilen bulunduğu yere göre sahipsiz olarak tanımlamaya elverişli olması, yani kanun koyucu diyor ki, kişinin evinin ve arazisinin sınırları dışında bu hayvanı bulursak, yanında sahibi de yoksa, bu canlı benim irademe göre sahipsiz hayvandır, gerekirse barınağa götürebilirim. O zaman; sahipli bir köpek bahçesinin iki adım önüne, evinin dışına çıksa tehlike altında demektir.

- Kanunun Ek-1. maddesinde; tedavisi ve rehabilitasyonu tamamlanan sahipsiz hayvanların alındıkları ortama geri bırakılacağına dair açık düzenleme olmasına rağmen, birkaç ay önce, etki tepkiye dayanan bir talimatla binlerce sahipsiz hayvan toplatıldı. Dolayısıyla işin diğer yüzü şu; mükemmel bir kanun da yapsanız, uygulayamıyorsanız o kanunun bir anlamı kalmıyor.

Bir sosyal hak olarak “Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” başlığı altında düzenlenen Anayasanın 56. maddesi; herkesin, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu, Devletin herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlama yükümlülüğü olduğunu düzenliyor. Fakat, bu hüküm sadece insan odaklı. Anayasamızda hayvan haklarını koruyan hüküm yok; sadece Anayasa m.45 ve 169’da insanlar yararına hayvancılık hakkında düzenleme var. Olması gereken hüküm; “Devlet, çevrenin ve hayvanların korunması amacıyla gerekli tedbirleri alır”. Bu veya benzeri bir hüküm, Anayasada olmalıdır.

Mevcut hali ile Anayasa m.56’dan anlaşılan; “evimin önüne çıkamıyorum, sürü halinde sahipsiz ve saldırgan köpekler var” diyen insanın da korunması, Devletin yükümlülükleri arasında bulunuyor. Ancak Devlet bu yükümlülüğü yerine getirirken, hayvanlara zulmediyor. İşin gerçeği bu. Anayasanın 56. maddesinin 2. fıkrası; çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek konusunda, hem Devlete ve hem de vatandaşlara ödev yüklüyor. Çevreye, doğaya, hayvanlara en büyük zararı insan veriyor. Medeniyet; bencillikle, cehaletle, topluma ve çevreye karşı saygısızlıkla, duyarsızlıkla olmaz. Sahipsiz hayvanlar konusunda da vicdanlı, merhametli, akılcı, sağduyulu olunacak, empati yapılacak. Bu işin başka türlü çözümü olmaz. Her bireyden bunları elbette bekleyemeyiz, işte bu durumda Devlet işe el koyacak ki, sahipsiz hayvan, hem ağır yaşam koşullarından, hem de bilinçsiz ve kötüniyetli insanlardan korunacak. Sahipsiz hayvanlara karşı tepki çığırtkanlığı yapanlara izin vermeyecek. Vicdanlı, merhametli, hayvansever insanların duygularını incitmeyecek. Toplamak, öldürmek çözüm değil. Nüfus planlaması, kısırlaştırma, bakımevleri ve barınakların koşullarının iyileştirilmesi, denetlenmesi, sahiplenmenin teşvik edilmesi tek çözümdür.

Son olarak; çevremizi doğamızı biz insanlar kirletiyoruz, mesele temizlemek değil kirletmemek, Anayasadan, kanun, kitaptan bahsedecek değiliz, vicdanınıza sesleniyoruz, sigara kutusu, ıslak mendil, peçete, plastik ve cam şişeler, cips paketleri aklınıza gelmeyecek çöpü, pisliği bırakmak da neyin nesi? “Belediye temizler” demek de ne demek? Sokak hayvanları adını koyup da hayvanlara zulmetmek de nedir? Medeniyet, bir toplumun topluluğun çevresinden tuvaletlerinin temizliğinden, hayvanlarının durumundan, park ve bahçelerinin temizliğinden belli olur, medeniyet budur, medeniyette bencillik yok, medeniyette görgüsüzlük yok, cahillik yok, kendini düşünme yok, önce toplumu düşünme, kamu malına saygı gösterme var. Diğer insanların, hayvanların hak ve hürriyetlerine saygı gösterme var. Evim temiz olsun, sokak ve caddeler pislik içinde kalsın, bu bizim kültürümüze ve medeniyetimize yakışmıyor.

Mevcut şartlarda Avrupa’ya gitme hayali kuran insanlar, gençler var. Biz Avrupa'ya gidip oranın hassasiyetine uyum sağlayıp buraya döndüğünde “ya burası Türkiye diyen” zihniyeti de anlamıyoruz. Orada bulunmaktan hoşnut olduğunuz doğayı, çevreyi, temizliği, medeniyeti, yeşilliği, güzelliği ve hukuk düzenini burada oluşturabiliriz. Bunun için, hukuku tavizsiz uygulamalı ve demokraside ahbap çavuş ilişkisine son verilmelidir. Liyakat ve eşitlik dahil her şeyin temeli adalettir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Beyza Başer Berkün

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

------------------

[1] https://archive.org/details/NewsUK1978UKEnglish/Oct%2017%201978%2C%20The%20Times%2C%20%2360434%2C%20UK%20%28en%29/page/n5/mode/1up?view=theater