Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160 ila 174. maddelerini incelediğimizde, cumhuriyet savcısının soruşturmanın başı ve beyni, kolluğun amiri olduğu konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. “Yargı görevi yapan”  kavramı altında cumhuriyet savcısı, yargılamaya soruşturucu ve iddiacı olarak katılsa da, ana amacı hukuka uygun yol ve yöntemlerle maddi hakikate ulaşmak ve ulaşılmasını sağlamaktır. “Hukuk devleti” ilkesi bu anlamda, suça konu eylem ve bu eylemin kim tarafından işlendiği konusunda maddi hakikate ve adalete ulaşılmasını hedefler. Ancak bu hedefe; asla keyfi yollar, yetki gaspı veya yetkinin aşılması suretiyle varılamaz.

Kanunlarca tanımlanan her suç, fail tarafından işlendiğinde bir başkasının hak veya hürriyetine tecavüzü gündeme getirebilir. Bu tecavüz bazı durumda doğrudan doğruya, bazı durumda dolaylı olabilir. Bu haksız müdahale; cinsel saldırı, insan öldürme, hırsızlık ve konut dokunulmazlığını ihlal gibi suçlarda doğrudan doğruya olabileceği gibi, zimmet, rüşvet ve Devlete karşı suçlarda dolaylı gerçekleşebilir.

Tüm bu hallerde, ana hedef düzeni korumak olsa da, bu koruma düzen için düzeni değil, kişi hak ve hürriyetleri için düzenin sağlanmasını kapsar. Hukukun varlık sebebi de düzen olmakla birlikte, amaç kişi hak ve hürriyetlerinin korunmasıdır. Toplumsal mutabakatın akdedilme nedeni de bu korumaya dayanır.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yargı faaliyetinde yer alan cumhuriyet savcısı, ceza soruşturması konusunda geniş yetkilerle yetkilendirilmiş ve kovuşturma aşamasında da Kanunda sayılan yetkilerini kullanabileceği ifade edilmiştir. Kanun incelendiğinde soruşturmanın amiri, beyni, yani yönlendiricisi ve adli kolluğun bağlı olduğu kişi tartışmasız cumhuriyet savcısıdır. Bu sebepledir ki, cumhuriyet savcısının şüpheliyi gözaltına alma ve delilleri değerlendirme yetkileri cumhuriyet savcısına tanınmıştır. Bir hukukçu olarak cumhuriyet savcısı, yürüttüğü soruşturmada yönlendirilen değil, yönlendiren olmak durumundadır.

Türk Hukuku’na bakıldığında ise, bilirkişilik ve Adli Tıp Kurumu alanında yaşanan sorunların adli kolluk bakımından da aynen devam ettiği görülecektir. Biz; cumhuriyet savcısı, memur veya kamu görevlisi derken, kamu adına hareket etmediğini söylemedik. Cumhuriyet savcısının “yargı görevi yapan” ve “hukukçu” sıfatları ile hareket edip, basit şüphe ile başlayan ceza soruşturmasının hukuka uygun yol ve yöntemlerle devam ettirmesi, gerek iddiaya konu suç ve gerekse fail veya failleri anlamında yeterli veya kuvvetli şüpheye ulaşabilmesi, neticede suçun ve failinin karanlıkta kalmayıp, hakkında düzenlenen iddianame ile mahkemenin önüne çıkarılmasını sağlaması gerekir. Adaletin ilk tecellisi kısmen de olsa bu şekilde sağlanır. Elbette masumiyet/suçsuzluk karinesi soruşturma aşamasında da varlığını koruyacaktır. Elbette savcı, soruşturmanın amiri olarak yargılamanın bir tarafıdır. Adı üzerinde savcı, itham sisteminin bir gereği olarak soruşturma ve iddia makamında yer alır. Ancak savcı; hukukun, düzenin ve adaletin temsilcisi sıfatıyla yer aldığı yargılamada etkinliğini ve tarafsızlığını korumalıdır. Bir başka ifadeyle savcılar, büyük adliye binalarının küçük odalarında oturan memurlar olarak kabul edilemez. Savcılar, adaletin şeklen yerine geldiğinin gösterileceği birer vasıta olarak da görülemez.

Yukarıda da söyledik. Cumhuriyet savcısı, bir ceza soruşturmasının beyni ve yönlendiricisidir. Kolluk cumhuriyet savcısına bağlıdır. Kolluk, cumhuriyet savcısının emir, talimat ve yönlendirmeleri ile hareket etmek zorundadır. Kolluk, savcıyı yönlendiremez, sadece savcıya yardımcı olabilir. Ceza Muhakemesi Kanunu da bu hususu net bir şekilde ortaya koymuştur. Herkesin aklına, bunda bir sorun olmadığı, yazılı hukuk sistemine bağlı Türk Hukuku’nda bu hususun net bir şekilde Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160 ila 166. maddelerinde ifade edildiği söylenebilir. Evet şeklen böyledir. Ancak gerçek, savcının aktif olarak soruşturmalara katılıp yönlendirmesine izin vermemektedir. Çünkü bu bir imkan meselesidir. Savcılığa bağlı adli kolluk teşkilatının olmadığı ve adli tıp teşkilatının zayıf olduğu yerlerde, şeklen, yani kağıt üstünde savcının soruşturmanın amiri ve yönlendiricisi olduğu söylenebilir.

Uygulamaya baktığımızda, birçok önemli soruşturmanın kolluk tarafından yürütülüp yönlendirildiğini, savcıların ise soruşturma evresinde yapılacak işlem, tasarruf ve alınacak kararların onay veya talep makamı olarak görüldüğünü tespit etmekteyiz. Bu uygulama tümü ile yanlış ve hukuka aykırıdır. “Hukuk devleti” ilkesi kapsamında, itham sisteminin benimsenmesi ve bir hukukçu olarak iddia makamının yer alması usulüne aykırıdır. Savcının bir ceza soruşturmasında amir olarak varlık sebebi, bir suçun işlenip işlenmediğinin ve kim tarafından işlendiğinin tespiti konusunda vereceği emir, talimat ve yapacağı incelemelerle, gerek suç ve gerekse faille ilgili yeterli şüpheye bir an önce ulaşmak ve buna ulaşılamadığı durumda soruşturmayı kapatmaktır. Savcı; tüm tasarrufları adli kolluk vasıtasıyla yapmalı, topladığı, önüne getirilen delilleri ve istekleri değerlendirmeli, kendisine bağlı hareket eden, başkaları ile bilgi paylaşmayan ve soruşturmanın gizliliğini koruyan kolluğu da denetleyip yönlendirmelidir. Çünkü savcı, hukuka uygunluğun takipçisi ve sağlayıcısıdır. Savcı, bir soruşturma kapsamlı olsun veya olmasın bir soruşturmanın kaderini kolluğa terk edemez.

Belirtmeliyiz ki, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Adli kolluk ve görevi” başlıklı 164. maddesinde yazılı metinde adı olup fiilen kurulmayan adli kolluk teşkilatlanmasına gidilmedikçe, savcının bir hakim olmadığı, memur da olmadığı, soruşturma işlem, tasarruf, talep ve kararlarının inceleme ve imza makamı niteliği de taşımadığı kabul edilmedikçe, yani savcının bir ceza soruşturmasına başladıktan sonra koruma tedbirleri dahil delil toplama ve değerlendirmenin amiri olduğu anlayışı benimsenmedikçe, Kanun ne yazarsa yazsın uygulamanın bozuklukları devam edecektir. Elbette savcının, kollukla istişarede bulunması, çalışması ve bir amir olarak makamının da adli kolluk teşkilatının bulunduğu yerde olmasının bir sakıncası yoktur. Bu sebeple, savcının aktif olması, soruşturmada kendisine yardımcı olma niteliğini haiz personel ve adli kolluğun varlığını savunmaktayız. “Adalet mülkün temelidir” derken, ceza soruşturmaları bakımından bu temelin savcı ile başlayacağı gözardı edilmemelidir.

Nihayetinde; itham sisteminin belirlediği yargılama faaliyeti içerisinde bulunan hakim, savcı ve avukatın birer yargı süjesi olarak farklı fonksiyonları varsa da tümünün amacı, hukuka uygun yol ve yöntemlerin kullanılması suretiyle maddi hakikate ve adalete ulaşılması olmalıdır. Bu birlik ve dayanışma sağlanmayıp da yıllardır dert yandığımız adli kolluk ve adli tıp teşkilatlanmaları ile ilgili taleplerimizi bir ses olarak gündeme taşıyamadığımız sürece, yasama ve yürütme organları ile idari makamların bundan endişe duyacaklarını ve yargı sorunlarını çözeceklerini zannetmek ve beklemek hayalperestlik olacaktır. Bunu üzülerek söylüyorum, fakat gerçek budur.

Aynen İtalya’da olduğu gibi. Önleyici kolluk olarak polis ve jandarma olsa da, savcılara bağlı ve savcılık binalarda bulunan ayrı bir adli kolluk teşkilatlanmasına gidilmelidir. Savcı veya adli kolluğun amiri konumunda olan görevli kişi, gerekli olduğu her durumda görevi önleyici kolluk olan polis ve jandarma ile iletişime geçebilir, yardımlaşabilir ve bilgi paylaşabilir.




(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)