Özellikle seçimler yaklaşırken Türkiye’nin bitmeyen tartışması “seçim sistemi” yine tartışılmakta ve öneriler sunulmaktadır. Kimisi kendi açısından, kimisi de objektif olarak temsili demokrasinin vazgeçilmezi ve siyasi partilerin yaşam kaynağı olan seçim önerilerini ortaya koymaya devam etmektedir.

Temsili demokraside esas olan, toplumu oluşturan tüm bireylerin iradesinin ülke yönetimine katılımının sağlanmasıdır. Bu anlayış esas olmakla birlikte, ideal olarak bu amaca ulaşılabilmesi de mümkün gözükmemektedir. Bu sebeple, mümkün olduğu kadar tüm bireylerin iradelerinin ülke yönetimine yansıdığı bir seçme ve seçilme sistemini benimsemek gerekir. Bu seçim sistemi, özellikle egemenliğin kayıtsız ve şartsız sahibi olan milletin temsilcileri sıfatını haiz milletvekillerinin belirlenip parlamentoya gönderilmesinde önem taşır.

Normlar hiyerarşisinin üstünde bulunan Anayasada seçim sistemi ile ilgili genel ölçütleri belirleyen bir hükmün olmadığını görmekteyiz. Sadece Anayasa m.67/6’da, “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir.” hükmüne yer verilerek, seçimin tüm usul ve esasları kanunlara bırakılmıştır. Anayasa, bir taraftan temsilde adaleti savunurken, diğer taraftan da yönetimde istikrarın gözetilmesini istemiştir. Bu şekilde Anayasa, koalisyon hükümetlerinden ziyade tek parti iktidarının önemine işaret etmiştir.

Kanaatimizce temsili demokraside, çoğunlukçuluk yerine, çoğulculuk hedeflenmeli, tek parti iktidarı uğruna toplumun bir kısmının oylarının heba olmasına yol açılmamalıdır. Demokraside, kimsenin iradesine ipotek konulamayacağı gibi, iradenin yönetime doğru biçimde yansıması sağlanmalıdır.

Bu nedenle, seçimlerle ilgili bir hükmün Anayasaya eklenmesi ve kanunları bağlayan bu yeni hüküm vasıtasıyla Seçim Kanunu’nda değişikliğe gidilmesi isabetli olacaktır. Eklenecek bu hükme göre, “Siyasi partilerle ilgili seçim barajı, genel seçimlerde Ülke genelinde, ara seçimlerde seçim yapılan çevrelerin tümünde, geçerli oyların yüzde beşinden fazlası olarak kabul edilemez. Her siyasi parti, milletvekili adaylarını yapacağı önseçimle belirler. Seçim barajı ve aday önseçimi ile ilgili usul ve esaslar kanunla düzenlenir”.

Ülke seçim barajının kalkması gerektiğine inanmakla birlikte, ilk aşamada en azından seçim barajının yüzde beşe çekilmesinin isabetli olacağını düşünmekteyiz. Milletvekili adaylarının, siyasi partilerin genel merkezlerinden değil, her siyasi partinin üyesi olan kişiler tarafından belirlenmesi usulü kabul edilmelidir. Temsili demokrasi, kendisini sadece seçimde değil, o seçime giden yolda ve seçilecek adayların belirlenmesinde de hissettirmelidir. Siyasi partisine gönül vermiş insanlar, kendi tercihlerini parlamentoya gidecek adaylara da yansıtabilmelidir. Siyasi parti genel başkanının veya birkaç idarecinin tercih ve isteklerinin, seçimde aday olacak ve seçilecek insanların tespitinin hakimi olmaması gerekir.

Bağımsız milletvekilliğine karşı olduğumu, tüm milletvekillerinin siyasi partilerden aday olması gerektiğini düşündüğümü ifade etmek isterim. Kanaatimce, toplam çıkarılacak milletvekili sayısı her ilin nüfusuna göre belirlenmelidir. Bu kapsamda her il, bir seçim bölgesi olmalı ve yedi coğrafi bölgede de her bölgenin en büyük nüfusa sahip olan ili, büyüklüğü ve nüfusu ile orantılı biçimde kısımlara ayrılabilmelidir. Nüfusun milletvekili sayısına bölünmesi suretiyle elde edilecek sayı ile en az oyla çıkarılacak milletvekili sayısına ulaşılmalı ve partilerin aldığı oylara göre milletvekili dağılımı yapılmalıdır. Her siyasi partinin aldığı oya göre milletvekilleri tespit edildikten sonra kalan oyların en çoğunu alan parti, o ilde boşta kalan milletvekilliği varsa o milletvekillini de çıkarmış kabul edilecektir.

Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin, temsili demokrasiden ve en isabetli seçim sisteminin belirlenmesinden öte bir sorunu olduğunu görmekteyiz. Bir zamanlar paranoya olarak gözüken ve insanların hayal bile edemeyeceklerini düşündükleri Ülkenin birlik ve beraberlik, üniter yapının devamı sorunu kendisini ciddi şekilde göstermeye başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Yeni Anayasa ve seçim sistemleri meselesinden önce, toplumun bir kesimine yansıtılan ve demokrasinin sadece nimetlerinden faydalananların dayatmaya çalıştığı özerklik, yani otonomi isteğini dikkate almalı ve bu soruna ciddiyetle eğilmelidir. Bu isteğin kabul edilebilir bir yanı olmamakla birlikte, tartışılamayacağını düşündüğümüz birçok mesele gündeme bugün nasıl oturmuş ise, sözde silahlı güçle dayatma yapacağına inanlar, dış desteği yanlarında hissedenler, Ülkenin üniter yapısını yıpratmak ve bozmak amacıyla önce özerklik ve sonrasında da tam bağımsızlık taleplerini dile getirmeyi sürdürüp, uluslararası sözleşmelerde yer bulan “halkların kendi kaderlerini tayin hakkı/self determinasyon” kavramını kendilerine hukuki dayanak yapmaya çalışacaklardır. Bu niyet ve isteğin; seçim sistemi, kişi hak ve hürriyetleri, birlik ve bütünlüğün korunması ile bir paralelliği ve uyumu olamaz. Devlet, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine aykırı olan bu gelişmeyi kabul edemez. Ancak kimse açıkça dile getirmek istemese de, Yeni Anayasa çalışmalarının tıkanma nedenlerinden birisi de bu sorundur.

Son söz; belediye başkanlığı adaylıkları açıklanan bakanların görevlerinden ayrılmaları, seçim yarışının eşitliği ve dürüstlüğü için gereklidir. Aynı zamanda milletvekili olan bakanın, belediye başkanı adayı olan milletvekilinin istifasının gerekli olmadığından bahisle görevinden ayrılmasında zorunluluk olmadığı ileri sürülse de, yürütme organında yer alan bakanlık ile yasama organında görev alan milletvekilliği sıfatlarının farklı olduğu tartışmasızdır. Kamu kudretini etkin bir şekilde kullanma yetkisine sahip bakanın, merkez ve taşra teşkilatlarına emir ve talimat verme yetkisi olduğu gözardı edilmemelidir. Belediye başkanı adayı olan bir bakanın yetkisini kötüye kullanmayacağı, her iki sıfatın farkını gözetip birbirine karıştırmayacağı söylense de, bu temenniye bağlı kalınamaz. Demokratik hukuk toplumu, herhangi bir sorunun doğmasını beklemeksizin, eşitliği ve dürüstlüğü bozabilecek somut tehlikeleri önlemek, kişiye ve duruma bağlı olmaksızın gerekli hukuki güvenceleri öngörüp tedbirleri almakla yükümlüdür. Aksi halde aynı mantıktan hareketle, merkez-yerel idareler ayırımının kaldırılarak, belediye başkanı seçildikten sonra da bakanın istifa etmeyip, hem bakanlık ve hem de belediye başkanlığı yapabileceği gibi tuhaf bir sonuca gitmek, hatta bunu savunmak mümkün hale gelebilir. Unutulmamalıdır ki emsale dönüşen, birçoğu da sübjektif gerekçeler taşıyan hukuki hatalar, yalnızca hukuk kurallarını ihlal etmekle kalmayıp, düzeni sağlayan ve sistemi koruyan hukuki güvencelerinin özünün zedelenmesine yol açabilmektedirler.



(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)