PLANLAMAK

Kader bile en nihayetinde bir plandır, her şeyi bir ölçüye göre yaratan Tanrı’nın planı. Kader planı insana gaip olduğundan kadere iman edilir. Ancak ölçülebilen şeylere iman edilmez; onlar bilinir.  Ölçülebilen konular, planlanmak yerine inancın konusu yapılmaya çalışılıyorsa ortada bir zeka, kavrayış yahut bir ahlak problemi var demektir. 

Bilmek ile inanmanın; kader ile iradi olanın karıştırıldığı bir ortamda zekâ ile kurnazlığın karıştırılması da normaldir. Kurnazlık kalıcı çözüm getirmek yerine sorunu bir süreliğine öteleyerek anı kurtarır. Oysa zekâ, daima problemi çözmeye odaklıdır.

Geçici çözümlere gösterilen rağbetten ötürü mütemadiyen bir problem hali içerisinde yaşıyoruz. Uyanıklık yapıp sırf %5-10 depreme dayanıklılık maliyetinden kaçtığımızdan milli servetimizi sıfırdan şehirler inşa etmek için kullanmak zorunda kalıyorsak suçu kadere atıp boş yere günaha girmeyelim. Bu düpedüz bir toplumun kendinden çalması ya da kendini soymasıdır.

Plan yapmak en kötüsüne hazırlanmaktır ve plansızlığın maliyeti en temelde kaostur. Kaos da israf, can kaybı, yıkım ve en kötüsü bütün yardım çabalarını felç eden panik demektir. Plansızlığın bir neticesi olan ve yapacağını öngörememekten kaynaklanan panik hali kaybın miktarını felaketin boyutlarının çok ötesine taşır. 

Deprem sadece can kaybına ve ekonomik zarara yol açmaz; aynı zamanda bir ülkenin potansiyelini yerle bir ederek geleceğini de karartabilir. Kim bilir ülkeye çeşitli katkılar sağlayacak ne cevherleri ne yetenekleri kaybettik!

Zararı canla, parayla/malla ölçmeye alışmışız. Oysa plansızlığın yol açtığı zarar çoğu kez bizim ölçüm sistemimizin boyunu aşar. Mesela plansız büyüyen şehirlerimizin hiç ölçemediğimiz ama kesinlikle zarara yol açan yapılarını düşünelim. Her tanıdığı olana hesap edilmeden verilen fazla kat izni hem o şehri nefes alınamayacak ölçüde yüksek ve çirkin binalarla dolduruyor, hem de altyapısının  kaldırabileceğinden fazla insanı içine alarak o şehri yaşanmaz hale getiriyor. Trafik sıkışıklıklarında günde yarım saat ile bir saat arasında vakit kaybeden insanlar ortalama 70 senelik ömürlerinin belki de bir iki senesini işten eve, evden işe gitmek için yollarda harcıyorlar. Bu aslında o şehirde yaşayan herkesin ömründen çalmaktır. Plansız yapılaşma aynı zamanda o şehrin insanlarının manzaralarından, estetik beğenilerinden, oksijenlerinden, yaşam standartlarından çalmaktır.

 VATANDAŞSIZ PLANLAR

Planlar bizim geleceğimizi oluşturuyor ama ne yazık ki bu planlama süreçlerine vatandaşlar dahil olmuyor. Açıkçası zaten toplumun genelinde böyle bir beklenti ve talep de yok. Çünkü maalesef toplumsal hafızamızda böyle bir tecrübe yok. Geçmişte atalarımıza,  ”Bu bizim yaşamımızı düzenleyecek plan, gel, fikrini söyle ortak akılla bir yer kuralım,” denseydi bu görgü ve birikimle bugün biz de bu süreçlere katılımı normal, hatta elzem görüp bu yönde talepte bulunabilirdik. Ama babasına, dedesine kimsenin bir şey sormadığı, kendisine de bugüne kadar bir şey sorulmayan insanlara, ”Gel, geleceğimizi tasarlıyoruz, sen de katıl,” Desek; birçok vatandaş garipser ya da abartıp alakasız taleplerini birbiri ardına sıralamaya başlar.

Bu görgü toplumda yok diye oturup ağlayacak veya ilerde bir gün nasıl olsa buralarda da oluşur diye bekleyecek halimiz yok. Aksine derhal bu birikimi oluşturmaya bir yerlerden başlamamız şart. O yüzden böyle konularda ilgili her vatandaşa sorup cevabına da sabırla kulak vereceğiz ki o da dengesini bulup öğrenebilsin. Siyasetçilerin çarçur ettikleri paranın, kendi parası olduğunu idrak edebilsin. Tebaa değil vatandaş olduğunu, kendi geleceğinde söz hakkı bulunduğunu hissedebilsin. 

HER İMAR PLANI BİR SANAT ESERİDİR

Planıyla meşhur şehirler var dünyada, şehirler çok güzel planlanabiliyor. Ancak şehir planlamak alelade bir iş değil; büyük ve teknik bir kurgu, bir bakıma sanat eseri inşa etmektir. Ve bir sanat eserini yapan sanatçıya müdahale etmemek gerekir; oysa ülkemizde şehir planlama sanatının icrasına sanatçının yanında neredeyse bütün yerel siyasetçi ve bürokratlar ve hatta esnaflar karışmaktadır. Bu yüzden mükemmelen yapılan planlar dahi bu konuda hiç eğitim almamış, plana baktığında detayları değerlendirmek bir yana sadece çizgileri gören, dünyayı kaba inşaat seviyesinde algılayan kişilerce yerel meclislerde delik deşik edilebiliyor. Bu müdahalelerle “ebelemece” oynar gibi hiçbir incelemeye girişmeden parsellerin üzerine dokunulup kat sayısı arttırılıyor.

Ancak bu planlar herkesi ilgilendiren şehrin gelecek 15-20 yılını gösteren katılım ve ortak akılla şekillendirilmesi gereken çizimler. Şehir planlama esnafla yerel siyasetçinin kol kola girip yapabileceği bir iş değil. Zaten olayın ciddyetini kavrayanlar yeterli bilgilerinin olmadığı böyle hayati bir meseleye karışmaya ve karanlık tarafa geçmeye yeltenmiyor.

İMAR PLANLARINDA DENGE

İmar planlarının; teknik, hukuki, siyasi yönleri bulunmaktadır. Bu üç yönünün de eşit bir şekilde dengeye getirilmesi gerekir. İmar planlarının oylamayla meclisten geçmesi bir meşruiyet sağlaması bakımından güzeldir ama bu durumda da bir denge oluşturulmalıdır. Yerel siyasette bu konuda hiçbir eğitimi olmayan, plan raporlarını yorumlamayı dahi bilmeyen kişilere şehir plancılarından daha fazla yetkiyle istedikleri değişiklikleri yapabilme imkânı verilmesi, şehir planlamadaki en büyük problemdir.

Şehir plancılarının idarelerle ya memuriyet ya da sözleşme ilişkisi var, çok da bağımsız değiller. Gördüğümüz kadarıyla da iş siyasilere kaldığında; toplum hayatını doğrudan etkileyen hayati unsurları anlık menfaatler ve oy için kullanmaktan çekinmiyorlar.  Bu da plan dâhilinde yürümesi gereken teknik işlerin siyasetçilere bırakılmaması gerektiğini gösteriyor.

Şehir planlama mevzuatına göre binaların kat oranından dış cephe rengine, kullanılacak malzemesine kadar unsurların planla belirlenmesi mümkün. Planlama ve tasarlama işine pek kıymet vermediğimizden depremden sonra bile şehirlerimizi nasıl planlayacağımızı, teknik ve estetiğin birleştiği şehirleri nasıl inşa edeceğimizi konuşamıyoruz. O halde belki de öncelikle şehirlerimizi neden planlayamadığımıza odaklanmamız daha faydalı olacaktır.

PLANLAYICILARI PLANLAMAK

Milli eğitimin amacı bir ülkenin hangi meslek gruplarından ne kadar profesyonele ihtiyacı olduğunu planlamak ve buna göre bir yapı oluşturmaktır. İhtiyaçtan fazla şehir plancısı, ziraat, inşaat mühendisi… üretiyoruz, bu insanları ne yapacağız? Gerçekten bu kadar mühendise vs. ihtiyacımız var mı, yoksa ihtiyaç fazlası mezunları ülke  olarak ihraç mı edeceğiz? Hemen hemen her fakülte ve bölümde her an artan bir mezun enflasyonu yaşanıyor. Muhtemelen şu an ülkede binlerce şehir plancısı bulunuyor ancak hala şehirler gereği gibi planlanamıyor. 

Bir mesleğe çok fazla talep olunca arz da kıymete biniyor. Müracaatlar çoksa işverenler en az verip en çok çalıştırabileceğini, lafını dinletebileceğini seçiyor. Bu da rekabeti bozuyor, çünkü rekabet de nihayetinde bir güç ve özerklik meselesidir.

Planlamacı ya da süreçteki diğer personel pozisyonunu kaybederse kendi yerini alabilecek yüzlerce kişinin hazırda beklediğini biliyor. O zaman da işte bağımsızlığını ve özerkliğini kaybediyor. İnsanlar işsiz kalmayacağından, başlarına bir şey gelmeyeceğinden emin olacak kadar mesleklerinde yetkin ve sahalarında uzman olsalar rahatlıkla akıllarına yatmayan uygulamalara itiraz edebilir ve bağımsız kararlar alabilirler. Kişi işten ayrılırsa rahatlıkla başka bir iş bulabileceğini bilse o zaman daha dürüst, içinden geldiği gibi davranabilir. 

Bu şekilde meslekler saygınlığını kaybediyor. İhtiyaç fazlası üniversite mezunları ya işsiz kalıyor ya da yıllarca eğitimini aldığı alandan farklı bir işi yapmak zorunda kalıyor. Diploma ve uğrunda harcanan her şey boşa gidiyor. Nitekim bu da plansızlığın başka bir maliyetini teşkil ediyor.

Türkiye’de 81 ilde yaklaşık 200 üniversite var fakat bunların çoğu gerçek manada üniversite değil. Çünkü içine birkaç akademisyen koyduğunuz bir binanın kapısına ”üniversite” yazan bir tabela asmakla üniversite olunmuyor. 

Üniversitenin şehirlerini zenginleştireceğini düşünenler “her ile bir üniversite” fikrini çok sevdiler; üniversite öğrencilerini ekonomiyi hareketlendirecek unsurlar olarak gördüler. İllerdeki üniversitelerden sonra ilçeler de, seçmeni ve esnafı mutlu etmek için fakülteler ve meslek yüksek okullarıyla dolduruldu.

Üniversitelerin tarihine baktığımızda aralarında 1000 küsur yıllık olanlar dahil  ekonominin hareketli olduğu yerlerde kurulduğunu ve kuruldukları yerleri bir kültür merkezine dönüştürdüklerini görüyoruz. Misyonuna aykırı şekilde ekonomiyi hareketlendirmek maksadıyla her ile üniversite açıldığında maalesef o illerin bir bilgi ve kültür merkezi olamadıkları da bir gerçek. Ama yine de o üniversiteleri faal tutabilmek için doldurmak lazım geliyor. Bunun için kontenjanlar patlıyor, taban puanlar düşüyor. Netice de Milli Eğitim plan projeleri kaçınılmaz olarak iflas ediyor. 

PLANLAYAMAMAK VE OLAN PLANI BOZMAK

En son 2018’de İmar Barışı yaşanan ülkemizde eğer bu son deprem felaketi yaşanmasaydı yeni bir imar barışının gelmesi an meselesiydi. Depremin belki de tek hayırlı sonucu şimdilik imar barışını meçhul bir geleceğe atması oldu. Maalesef bu kapsamı çok geniş tutulan imar barışları, her ne kadar iyiniyetli  düzenlenmiş bile olsalar, bugün yaşadığımız bu devasa şehirleşme sorununu çözmekten uzaktır.

Plansızlığın açgözlülük, tamahkarlık ve hırsa bakan yüzünü eleştirmekte hiç bir beis yok. Lakin çaresizliğe bakan yüzüne kim ne diyebilir? Bu gün binaların deprem riski taşıyıp taşımadığını tespit edemiyoruz. Ne devlet bu bina sahiplerini bu incelemeye zorlayabiliyor, ne ev sahipleri böyle bir incelemeye sıcak bakıyor, ne de borç harç kendine bir ev almış dar gelirli vatandaşlar daha kredi ödemeleri bitmeden nasıl sonuçlanacağını bilemedikleri bir kentsel dönüşüm macerasına girmek istiyor. İçinden çıkamadığımız bir sorun yumağının içinde düğümlenip kalmış durumdayız.

Cumhuriyetin 100. yılında plansız büyüyen şehirlerin geldiği bu noktada şehirleri yeniden planlayamadiğimiz gibi mevcut planları uygulamakta bile yetersiz kalıyoruz. Çocukluğumuzda 60 milyonlarda anılan nüfusumuz bu gün 80 milyonu aşmış durumda ve hala artıyor.

Bizi bu çıkmazdan çıkaracak yegane yol toplumun ihtiyaçlarını tespit edip bu İhtiyaçların nasıl sürdürülebilir şekilde karşılanacağını planlamak ve bu planları tavizsiz uygulamaktır. Üniversiteyi bitirdikten sonra tanıdıkla devlette iş bulanlar hiçbir derde çare olamıyor. Tüm bunlar için işinin ehli profesyonellere ihtiyaç var.

Aslında kıymetli olan elbette bütün bu facialar yaşanmadan şehirlerimizi daha yaşanılır ve insani mekanlar haline getirecek düzenlemeleri ve planlamaları yapmaktır. Ülke olarak böyle büyük felaketlere önceden hazır olmak bizi büyük bir israftan kurtaracaktır. İsraf dediğimizde kastettiğimiz bir ülkenin sadece insanlarını, parasını ve mülkünü kaybetmesi değil; aynı zamanda o ülkenin enerjisini, emeğini, zamanını ve umudunu boşa harcamasıdır. Kuşkusuz bir sorunu baştan engellemek, sonradan onarmaktan her zaman daha ucuza mal olacağı gibi ayrıca daha az yorucu ve daha az üzücüdür.

Telafi etmektense önlemenİn önemİ konusunu işlediğimiz ”Önleyici adalet” Konulu çalışmamız için bakınız: (https://www.hukukihaber.net/onleyici-adalet)

İLGİLENENLER İÇİN EK :

PARSELASYON

İmar planı yapıp yapılaşmaya uygun, yani yapı ruhsatı verilebilecek parseller üretme yetkisi, istisnaları saymazsak yerel yönetimlerdedir. Yerel yönetimler, imar planlarını kolaylıkla hazırlasalar dahi, imar parseli üretmekte yavaş kaldıklarını görüyoruz. 

Normal koşullarda; planın ana hatlarıyla işlendiği nazım imar planından sonra planın uygulanması için gerekli detayları içeren uygulama imar planı yapılır. Uygulama imar planını takip eden kısa bir süre içerisinde  18. madde uygulaması olarak da bilinen parselasyon işleminin yapılması gereklidir. Bu yapılmazsa parselasyona zorlama davası açılabilir. İdeal ve hukuki olan budur. Ancak bir çok belediye hem maliyet, hem de yeterli donanım olmaması sebebiyle, İmar Kanunu 18. madde uygulamalarını pek tercih etmemektedir. Bunun yerine imar parselleri, sahiplerinin müracaatları üzerine ifraz/tevhit uygulamaları ile yapılmaya çalışılmaktadır. Bunlar  parsel bazında yapılabilen bölgesel uygulamalardır. Planın tamamını değil, sadece uygulandığı kısmını dikkate alır.

Parselasyonda kadastro parsellerinden  tüm kesintiler yapıldıktan sonra kalan kısım için yapılaşmaya uygun eşit ölçülerde parseller verilir. Kamuya terklerde dengesizlik olmaz; umumi hizmet alanları, o alanda bulunan tüm taşınmazlardan eşit bir şekilde karşılanır.  Bu da hem Anayasa’nın eşitlik ilkesine uygundur, hem de parsel maliklerinde adalet duygusu oluşturur. Üstelik parselasyonla umumi hizmet alanları kamunun eline bedelsiz olarak geçtiği için yol, park gibi sosyal donatı alanları daha çabuk bir şekilde yapılır. 

Uygulama imar planı bulunan ama parselasyon uygulaması yapılmayan yerlerde gerçekleştirilen ifraz/tevhit uygulamaları, münferit uygulamalar olduğu için imar parseli üretmek oldukça uzun bir süreç almaktadır. Ayrıca (parselasyon işlemlerinin aksine) ifraz/tevhit uygulamaları tamamen maliklerin harekete geçmelerine (yani maliklerin istemlerine) bağlıdır. Parselasyon yapılmadığı durumda bir çok parsel atıl kalırken, tek tek başvuranlar da birbirinden bağımsız ve uyumsuz bir yapılaşma gerçekleştirmektedir. Bu şekilde ruhsat verilen yerlerin bazılarının, plan bütünlüğü bozulduğu için, daha sonra madde 18 uygulaması yapılırken kamulaştırıp yıkılmaları gerekmekte ve bu da kamu zararına yol açmaktadır..

Netice itibarıyla söylemek gerekirse idarelerin parselasyon işlemlerini yeterince tercih etmemeleri, bunun yerine ifraz/tevhit tercih etmeleri, bölgede imara uygun parsel üretiminin sınırlı sayıda kalması sonucunu doğurmaktadır. Bu durum arz talep dengesini bozduğu için bir yandan imar parsellerinin fiyatlarının oldukça yüksek olmasına neden olduğu gibi bir yandan da kaçak/ruhsatsız yapılaşmanın önünü açmaktadır. 

Kaçak yapılaşmanın en önemli sonuçlarından bir tanesi de deprem dayanıklılığı açısından gerekli standartları sağlamayan pek çok yapının inşa edilmiş olmasıdır. İmar parseli fiyatlarının yüksekliği nedeniyle artan maliyetlerin bir kısmı, kaçak ve deprem standartlarına uygun olmayan yapılaşma sonucunu doğurmaktadır.

Başka bir ifade ile imar planları yapıldıktan sonra yasal süresi içinde parselasyon (18. madde) uygulaması yapıldığı takdirde kaçak inşaat eğilimi azalacağı gibi arsa fiyatlarının düşük olması nedeniyle konut maliyetlerinde de düşüş yaşanacaktır. 

 PARSELASYON NASIL YAPILIR?

Parselasyon işlemi esnasında, uygulamaya dâhil edilen parsellerden bir kısmı umumi ve kamu hizmetlerinde (yol-okul-hastane gibi yerlerde) kullanılmak üzere kesilir. Buna düzenleme ortaklı payı (DOP) kesintisi denir. Parselasyona giren taşınmazın % 45’e kadarı DOP olarak kesilebilir. Kalan kısmı parselasyon havuzuna atılır ve parselasyon planında belirlenen parsellerin büyüklüğünce parçalara bölünür. Yeni parseller bir plan dahilinde oluşturulduğu için cetvelle çizilmiş gibi ve nizami bir bütünlükte olur.

Örneğin 10 dönüm tek tapu kadastro parseli olan birinin parselasyon işlemi sırasında DOP oranı % 40 ise bu parselden 4.000 m2 DOP kesilecek ve parsel sahibine 6.000 m2 imar parseli verilecektir. Eğer imar planına göre o etapta yapılaşmak için belirlenen asgari parsel büyüklüğü 500 metrekareyse 10.000 metrekarelik tek tapusuna karşılık, DOP kesildikten sonra 12 tane 500 m2 tapu alacaktır. Ve bu parselasyon sonucunda oluşan parseller plan gerektiriyorsa, eski parselin bulunduğu yerden başka bir yerde dahi belirlenebilecektir. Böylece uygulama yapılan bölgede bir bütün olarak tasarlanmış çok sayıda imar parseli oluşmasını sağlayarak düzenli ve ruhsatlı yapılaşmanın önü açılacaktır.