Basına yansıyan haberlerle Tiny House olarak adlandırılan mobil evlerin Edirne İl Özel İdaresi kararıyla yıkıma konu edildiklerini öğrenmiş bulunuyoruz.

Söz konusu mobil evler Karayolları Trafik Yönetmeliği kapsamında ‘tip onay belgesi’ bulunan, plakalı ve ruhsatlı olarak yasal bakımdan "Çekme Karavan" ile aynı niteliktedir. Bununla birlikte şikâyete ya da denetime konu olduklarında bu mobil evlerin Yapı Tatil Tutanağına konu edilerek “yapı” sayıldığını haklarında yıkım kararı alındığını ancak bazılarının “yıkıldığını” bazılarının da “yediemin otoparklarına götürüldüğünü” görmekteyiz.

Edirne İl Özel İdaresinden yapılan açıklamada şu ifadeler kullanılmıştır: “Tiny House adı verilen yapıların römork oldukları ve araç niteliğinde sayılmaları gerektiği, 3194 sayılı İmar Kanunu uyarınca yıkım kararı alınamayacağı yönünde bir algı oluşturulmaya çalışılmaktadır.”

Açıklamadan anlaşıldığı kadarıyla Edirne İl Özel İdaresi ‘Tiny House’ların Araç Niteliğinde olmadıkları konusunda hiçbir şüphe taşımamakta, bu yöndeki beyanları “algı oluşturmak” şeklinde nitelemektedir. Ne yazık ki mevcut yasal durum bu kadar açık ve basit değildir. Zira, öncelikle bu araçlar yetkili birimlerce verilen plakaya ve tip onay belgelerine sahiptirler. Ayrıca bu yeni bir durum da değildir. Onlarca yıldır özellikle tatil beldelerinde hayatın bir parçası haline gelen ekseriyetle beyaz renkli çekme karavanlar aynı şekilde tip onay belgesiyle ruhsatlandırılmaktadır. Temelde çekme karavanlarla aynı işleve sahip ‘Tiny House’ların hangi sınır aşıldıktan sonra yapı sayılacağına karar vermek o kadar da açık değildir. Bunun yanında Tiny House’lar da çok yeni uygulamalar değildir. Uzun süredir hukuki bir engelle karşılaşmadan kullanılan bu araçların birdenbire araç niteliğinden idari kararla hedef alınması idarenin işleyişi bakımından kaygı vericidir.  Son olarak bu araçların yasal izinler ve ruhsatlar çerçevesinde üretilmeye ve satılmaya devam ettiği de unutulmamalıdır.

RUHSATLI BİR “ARACA” RUHSATSIZ BİR “YAPI” MUAMELESİ YAPILABİLİR Mİ?

Bu soruyu cevaplamak için ruhsatların veriliş amaçlarına bakmak gerekmektedir. 18 Ocak tarihli Resmi Gazete’de Turizm Tesislerinin Niteliklerine İlişkin Yönetmeliğe yapılan ekleme ile “mobil evler”: “ilgili mevzuata uygun şekilde O2 sınıfı tip onay belgesine sahip, bir motorlu araç tarafından çekilmek üzere tasarlanmış, konaklama birimi şeklinde düzenlenmiş, içinde yaşam alanı, yatak ile banyo-tuvalet bulunan 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa tabi araç” olarak tanımlanmış bulunuyor.

Bu tanıma rağmen Belediyelere ve İl Özel İdarelerine göre “mobil evlerin” yalnızca kara yolunda bulunmalarına izin verilmektedir. Peki mutfağı, banyosu, yatak odası bulunan ve yönetmelikte “konaklama birimi” olarak tanımlanan bir araç sadece karayolunda gezdirilmek amacıyla imal edilmiş olabilir mi? Aynı tutumun çekme karavanlar için de gösterilmesi gerekmez mi?

Dolayısıyla herhangi bir römork, çekme karavan veya herhangi bir araç bakımından yasak olmayan bir “park etme” durumu hangi hukuki gerekçe ile mobil evler için yasaklanacaktır?

Mevcut yasal düzenlemelere göre mobil evlerin bulundurulamayacağı, duramayacağı, park edemeyeceği tek yer araç park etmenin yasak olduğu yerlerdir.

Anlaşıldığı kadarıyla mobil evler imar mevzuatını dolanmanın bir aracı olarak görülmeye başlanmıştır. Bu durumda yetkili makamlar mobil ev uygulamasını imkânsız hale getirmek için bu araçların imar mevzuatına tabi bir yapı sayma yoluna gitmektedirler. Böylece imar mevzuatına uygun bir şekilde inşa edilmiş bir yapı olmadıklarından bahisle bu araçlar hakkında yapı tatil tutanağı tutulmakta, buna bağlı olarak da yıkım kararı alınmaktadır. Ancak sahibi tarafından araç muayenesine götürülüp muayeneden geçebilecek olan bir aracın “yapı” sayılmasını izah etmek hayli zordur. Üstelik uygulamada yıkım kararı verildikten sonra söz konusu araçların yediemin otoparkına götürülmesi bu uygulamanın tuhaflığını bir kez daha göstermektedir. Zira bir yapının “otoparka” çekilmesini anlamak zordur.

Mobil evlerin imar mevzuatını dolanmak için kullanılıp kullanılmadığı bambaşka bir meseledir. Eğer böyle bir tespit ve bu tespitin gerektirdiği düşünülen önlemler söz konusuysa yasal düzenlemeler marifetiyle çeşitli sınırlamalar yahut yasaklar getirmek mümkündür. Ancak şuandaki sorun idarenin yetkili makamlarınca ruhsatlandırılmış araçların herhangi bir açık ihlal olmamasına rağmen mevcut mevzuatın ve mantık kurallarının zorlanarak mevcut hak sahiplerinin hukuki ve maddi zarara uğratılmasından ibarettir.

SONUÇ

Eğer belediyelerin ve il özel idarelerinin bu tutumu istikrar kazanacak olursa konuyla ilgili sorunların gereksiz bir karmaşa yaratacağını öngörmek hiç de zor değil. Eğer mobil evlerin fiilen kullanımıyla ilgili bazı sorunlar varsa bu sorunlu alanlar dikkatle tespit edilip genel ve dayanaksız bir yasaktan ziyade tutarlı ve yapıcı bir düzenleme ortaya çıkarılmalıdır. Zira mevcut durumda bir mobil ev sahibinin mobil evini herhangi bir vasıftaki boş arazisine koyması bile mümkün değilmiş gibi duruyor. Dolayısıyla farklı vasıflardaki araziler için farklı düzenlemelerin süratle yapılması gerekiyor. Mobil evlerin taşınabilirliği göz önünde tutularak kalıcı yapılara oranla daha hoşgörülü yaklaşılması gerekiyor. Bunun yanında mobil evlerin kişisel kullanım kapsamında mı kaldığı yoksa işletme amacıyla mı bulundurulduğu dikkate alınmak zorunda. Ancak yine geçicilikleri dikkate alınarak işletmelerin çevreye verdiği olası zarar değerlendirilirken mobil evlerin kalıcı yapılara nispetle daha çevreci olabileceğini unutmamak gerekiyor.

Kesinlikle gözden kaçırılmaması gereken husus mevcut mobil evlerin Karayolları Trafik Kanununa tabi araçlar olarak ruhsatlandırılmış olmasıdır. On binlerce mobil ev üretilmiş ruhsatlandırılmış, satılmış ve kullanılmaktayken herhangi bir yasal dayanağı olmaksızın idarenin bu araçlara fiili bir yasak getirmesi, yıkımlarına karar vermesi, kullanımını engellemesi hukuki öngörülebilirliği tümüyle ortadan kaldırmaktadır.  Bu belirsizlik ve hukuki dayanaksızlık ortamında idarenin bu tasarrufları anlamsız bir maddi kayba yol açmaktadır. Konuyla ilgili özel ve kapsamlı bir düzenleme ihtiyacı olduğu açıktır. Ancak bu ihtiyaç bahane edilerek hukuka aykırı bir şekilde yurttaşların malvarlıklarına zarar vermek savunulamaz.