Yazı iki bölümden oluşmaktadır; önce “Marshall” filminin Savcısının esas hakkında mütalaasına, ardından da sanık Joseph Spell’in Avukatının esasla ilgili savunmasına yer verilecek, ardından ceza muhakemesinde “şüphe” kavramı değerlendirilecektir.

I. Gerçek hayattan sinemaya aktarılmış “Marshall” filminin sahnesinde karar duruşmasındayız:

Duruşmadan önce Yardımcı Avukat Marshall, savunmayı yapacak Avukat Friedman’a: Kalemini çıkar. Yapacağın kapanış konuşması şu…

Savcı: Kim doğru söylüyor? Kusursuz bir geçmişe sahip, iyi bir aileden gelen kadın mı, yoksa yoldan çıkan, sürekli suç işleyen bir ahlaksız mı? Öyle bir adam ki hayatının tamamı yalanlar üzerine kurulu. Bu terbiyeli, dindar, iyi bir üniversiteden mezun, zeki kadın, siyahi bir hizmetliyle kendi rızası ile ilişkiye girip sonra göle atlamış olabilir mi? Hangi sebeple acaba? Zevk için mi? Savunma sizi buna inandırmaya çalıştı, ama tabii ki hayır. Joseph Spell, Eleanor Strubing’e tecavüz etti, sonra da suçunun tek tanığını öldürmek için onu köprüden attı. Eğer onu serbest bırakırsanız, vahşi bir hayvanı özgür bırakmış olursunuz, aramızda rahatça gezer, yeni kurbanlar bulmaya çalışır, Connecticut eyaletinde yaşayan her bir kadının maddi ve manevi güvenliğini tehdit eder. Jüri olarak şeytani bir adamın ruhundaki karanlığa bizzat şahit oldunuz. Aynı zamanda büyük bir ayrıcalığa sahipsiniz. Çünkü sizin elinizde adaleti sağlama gücü var. Hem de hepimiz adına. Teşekkür ederim, Tanrı sizi korusun.

Hakim: Bay Friedman?

Avukat Friedman: Eleanor Strubing gibi bir kadın bunu rızasıyla… Hayır, Joseph Spell gibi bir adamı cesaretlendirerek onunla neden cinsel ilişkiye girer? Nedenini ben size söyleyeyim. Eleanor Strubing’in hikayesi son derece acıklı bir hikaye. İyi bir aileden gelen saygın bir kadın o. En iyi okullarda okumuş, kiliseye de gider, hiç sektirmeden, her Pazar, İncil’de denildiği gibi, Tanrı’nın kuzusu gibi tertemiz.

Kocası John ile birlikte Greenwich’e taşındı. Eşi çok seyahat eder, onu yalnız bırakır. Yeni bir kentte, arkadaşlarından ve ailesinden uzakta, büyük ama bomboş bir evde. Yalnızlığın acısı çok ağır gelir. Birkaç kadeh içer, kapı çalınır. Joseph’tir. Hiç beklemediği bir şeydir bu. Genç ve yakışıklı bir erkek. Bir anlık zayıflıkla, akşam aldığı alkolün de etkisiyle sağlıklı düşünemez. Yalnızlıktan tükenmiştir. Onu yatağına davet eder, acısını dindirebilmek için. Zaman ilerledikçe paniğe kapılır. Birinin görmesinden korkar. O evden çıkmalı, günahından mutlak surette kaçmalıdır. Peki ya hamileyse, hem de siyahi bir çocuğa? Peki ya kocası bunu öğrenirse ona kim bilir neler yapar? Bu korkuyla yaşaması mümkün değildir, bu utançla.

Sonra oraya gelirler, baraj gölüne. Kaçma fırsatıdır bu. Hem hayatından, hem de çaresizliğinden. Joseph ona engel olmaya çalışır, fakat kurtulmayı başarır. Arabadan koşarak çıkar ve kendini gölün sularına bırakır. Ancak suyun yüzeyine çarptığı an yıllardır aldığı eğitim devreye girer. Çünkü o bir yüzücüdür. Öyle kolay kolay boğulmaz.

Hayatına son verme isteği geçtiğinde, tek kaçış yolu onu suçlamak olur. Böylece bir hikaye yazar. Bir ağ misali, çaresiz yalanlardan, türlü tutarsızlıklardan, mantıksızlıklardan, makul şüphelerden örülü bir ağ. Savcılık, iddiasını makul şüphenin ötesine geçecek şekilde kanıtlamak zorunda. Hiçbir şüphe kalmamalı. Tek bir çığlık atılmamış, hem de gece boyunca, şüpheli. Dört telefon da kullanılmamış, şüpheli. Birkaç adım ötesindeki polise seslenmemiş, şüpheli. Köprünün üstünde hiç taş yok, şüpheli. Yani şüphe, şüphe, şüphe, şüphe. Bu şüphe dostlarım, her şeyden ağır basıyor. İşte bu nedenledir ki, Joseph Spell’i suçsuz bulmalısınız.

Bunları esas hakkında savunmasında açıklayan sanık müdafii, yaptığı savunmanın sonunda şüpheleri sıralarken masada duran su dolu bardağa şüphe sayısınca mürekkep damlatır, su bulanır ve şüphenin yenilmesi ile elde edilmesi gereken berraklık kaybolur.

İddia ve savunma üzerine Hakim: Jüri heyetinin değerli üyeleri, tarafların iddialarını duydunuz. Artık değerlendirme yapmak üzere jüri odasına çekilebilirsiniz. Duruşmaya ara verilmiştir.

Jüri: Jüri olarak sanık Joseph Spell’in beraatına karar verdik.

II. Ceza Muhakemesinde Şüphe

Şüpheyi ikiye ayırıyoruz, sanığın lehine ve aleyhine olan şüphe. Nitekim 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.160/2, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delillerden bahsetmiştir.

Peki “şüphe” nedir? Sadece bir insanın, bir başka insan hakkında duyduğu kaygı veya sübjektif zan ve tahmine bağlı inanç mıdır?

Ceza muhakemesinde “şüphe” kavramı; bir suçun, bir veya birkaç fail tarafından işlenip işlenmediğini gösteren her türlü emare, iz, işaret, bulgu veya somut delildir. Şüphe; soruşturma başlatmak, koruma tedbiri uygulamak ve iddianame düzenlemek için varlığı şart olan bir kavramdır, fakat mahkumiyet için yeterli değildir. Şüphe, sanık lehine de aleyhine de yenilebilir. Şüphenin sanık aleyhine yenilmediği durumda lehine yenilip yenilmediğine bakılmaksızın sanığın beraatına karar verilmelidir.

Şüphe elbette sanığın lehinedir, fakat soruşturmanın başlangıcı itibariyle aleyhe elde edilen şüpheden hareket edilip, bir suçun şüphelisi denilmek suretiyle fail hakkında soruşturma başlatılabilir. Bu anda şüphe; şüphelinin aleyhine olup, hakkında soruşturma açılmasına, koruma tedbirlerinin tatbikine, hatta adli kontrol veya tutuklama gibi kuvvetli koruma tedbirlerinin uygulanmasına yol açabilir. Suçun şüpheli tarafından işlendiğini ortaya koyan ve yeterli şüpheyi sağlayan deliller olması halinde de Cumhuriyet savcısı tarafından iddianame düzenlendiğini görürüz.

Şüphe, soruşturmanın başlatılmasında ve kovuşturma aşamasına geçilmesinde şüphelinin aleyhinedir. Şüphenin soruşturmada şüpheli lehine olabilmesi için, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısının duyduğu şüphenin somut deliller ışığında basit şüpheden yeterli şüpheye geçmemesi, yani yeterli şüphe aşamasına ulaşmaması gerekir, çünkü basit şüphenin yeterli şüpheye geçemediği, hatta azaldığı veya ortadan kalktığı veya CMK m.158/6’da olduğu gibi basit şüphenin bile ilgili hakkında ortaya koyulamadığı durumda soruşturma açılmasına da gerek görülmez. Şüphenin şüpheli lehine geliştiği durumda ise, elbette Cumhuriyet savcısının iddianame düzenleme mecburiyeti olmaz ve şüphelinin kovuşturulmasına yer olmadığına dair karar verir.

Kovuşturma aşamasında ise bu iş terse döner, yani bu defa şüphe sanık lehinedir. Şüphe tereddüttür, fakat kamu davasının ve koruma tedbirlerinin devamı için neden sayılsa bile, mahkumiyetin dayanağı yapılamaz. Çünkü adli kontrol veya tutuklama tedbirlerinde aranan kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delil şartı, bu şüphenin dahi yenilip sanığın iddianameye konu edilen suçu işlediğine dair aleyhine şüpheyi yüzde yüz yenmeye elverişli somut delillerle ortaya koyulamadığı durumda, elbette bu şüphe sanık lehine değerlendirilmek zorundadır.

İddia makamının; sanığın lehine olacak şüpheleri aleyhine yenmesi, yani sanığın iddiaya konu suçu işlediğine dair şüpheyi yüzde yüz yenecek deliller ortaya koyması gerekir. Türk Ceza Muhakemesi Hukukunda maalesef şüphenin sanık aleyhine kullanıldığı görülmektedir. Oysa şüphe sanık lehinedir.

Şüphe, tereddüt veya kararsızlık demektir. Bu tereddüt veya kararsızlık giderilemediği takdirde, şüpheden sanık yararlanır. Basit şüphe ile soruşturma başlar, makul şüphe ile arama ve elkoyma tedbirlerine başvurulur, kuvvetli şüpheyi gösteren somut delillerle adli kontrol veya tutuklama tedbirleri uygulanır, yeterli şüphe ile iddianame düzenlenip kamu davası açılır, hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilmiş somut delillerle şüphe sanık aleyhine yenilmişse mahkumiyet kararı verilir, aksi halde şüphe sanık lehinedir, tereddüt/kararsızlık giderilmediğinden sanığın beraatına karar verilir. İddia eden iddiasını, hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilmiş somut delillerle ve şüpheyi sanık aleyhine yüzde yüz yenecek şekilde ispatla yükümlüdür.

Esasen burada karışıklık, “şüphe” kavramının Ceza Muhakemesi Hukukunda yanlış kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Şüpheli veya sanık aleyhine delil durumu sırasıyla basit şüphe, makul şüphe, yeterli şüphe, kuvvetli şüphe ve sıfır/yenilmiş şüphe olarak düzenlendiğinde sıfır/yenilmiş şüphe çelişkili ve karışık bir duruma sebebiyet vermektedir. Halbuki burada bahsedilen “şüphe” değil, “ihtimal” olsa bu karışıklık yaşanmaz. Soruşturma aşamasında soruşturulan kişiye “şüpheli” denildiğinden ve başta CMK m.160 olmak üzere her yerde “şüphe” kavramından bahsedildiğinden, bu kavramın sadece soruşturmanın yürütülmesinde değil, kovuşturma şartı olan iddianamenin hazırlanmasında, şüphelinin ve hatta duruşmada sanığın aleyhine kullanıldığı, hem soruşturma ve hem de kovuşturma aşamalarında tatbiki mümkün olan adli kontrol ve tutuklama tedbirlerinde gözönünde bulundurulması gereken “kuvvetli şüphe” kavramının varlığının da şüphelinin veya sanığın aleyhine değerlendirildiği görülmektedir. Oysa şüphenin varlığı; davanın esası ve kovuşturmanın tamamlanması bakımından sanığın lehinedir, yani şüphe giderilememişse mahkumiyet kararı verilemez. Burada geçen “şüphe” kavramının varlığı ve devamı, geçmişte soruşturma açılması veya koruma tedbirlerinin tatbiki ile dava aşamasına geçilmesinde sanığın aleyhine olsa da, kovuşturmada bu şartlar değişir ve sanık aleyhine yenilmemiş, lehine gelişmiş şüphe ve giderilememiş tereddüt/kararsızlık onun beraatına karar verilmesini gerekli kılar. Bu nedenle, kovuşturma aşamasında şüphenin sanık lehine olacağı kabul edilmiştir.

Netice itibariyle;

İddia makamı; iddiasını yeterli şüphenin ötesine geçecek şekilde, yüzde yüz kanıtlamak zorunda olup, suçu sanığın işlediğine dair hiçbir şüpheye yer bırakmamalıdır. Şüphe devam ederse, bu durum sanık lehine olur ve sanığın beraatına karar verilmelidir. CMK m.223/5 konuyu böyle düzenlemiştir ve CMK m.223/2-e de bu nedenle vardır. Bunun adına itham sistemi denir. Ceza muhakemesinde “şüphe” kavramını böyle görmeli ve anlamalıyız. Aksi halde, şüpheyi kovuşturma aşamasında veya karara varırken pekala sanığın aleyhine değerlendirmek suretiyle davayı mahkumiyetle sonuçlandırmak mümkün olabilir.

Ceza muhakemesi; mahkumiyet veya beraat kararı verilmesini, sadece toplanan ve duruşmaya sunulan delilleri değerlendiren hakimin vicdanına bırakmamıştır. Anayasa ve kanunlarda ilke ve esaslar ile muhakeme şartlarını belirleyen kanun koyucu, iddianın somut delillerle ispatlanmasını şart saymış ve bunun karar gerekçesinde somut hukuki ve fiili sebeplere yer verilerek gösterilmesini aramıştır. Gerçi davanın sonuna ve hükme kadar kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin varlığı nedeniyle devam eden adli kontrol veya tutuklama tedbirinin birden bir kenara bırakılıp, şüphenin sanık aleyhine yenilmediği ve lehine kaldığından bahisle beraat kararı verildiğini görmekteyiz ki, bu durumda “nasıl olup da birdenbire kuvvetli şüphenin kaybolup gittiği” sorusu akla gelebilir.

Ceza muhakemesinin özellikle koruma tedbirleri yönü ile iyi sınavlar vermediğini görmekteyiz ve bu sorun hukukumuzda kronikleşti. Sorunun çözümü yönünde yapılan yasal düzenlemeler; maalesef toplumsal baskıya, siyasi mülahazalara ve istenmeyen müdahalelere bağlı olarak olumlu sonuçlar vermemektedir.

Bazen çok kuvvetli de olsa yenilmemiş şüphe ile karşılaşılır ve bu durumda şüphe sanığın lehine olacağından, dava beraatla sonuçlanmalıdır. Şüphe ile gerçek arasında ince bir çizginin olduğuna dair iddia pek doğru değildir. Çünkü maddi hakikate ulaşmak, şüphe ile gerçek arasında bulunan ince çizgiyi çok aşan bir tespiti içermelidir. Bu anlayışla; suçlunun bulunamayacağı ve mahkumiyet kararı verilemeyeceği, adaletin yerine gelmeyeceği ve suçu işleyenin cezasız kalacağı ileri sürülse de, bu iddiaya katılmak mümkün değildir. Adaletin tecellisi, lehte veya aleyhte gerçeğe varılmakla sağlanır. Ancak gerçeğe ulaşılması bazen sanığın aleyhine olabilecekken, gerçeğin tereddütlü kalması her durumda sanık lehine dikkate alınıp uygulanmalıdır.

Masum/suçsuz kesinlikle cezalandırılmamalı, fakat suçlu da affedilmemelidir. Ama suçlunun affedilmeyeceğine dair kabulün dayanağı şüphe olamaz, sadece somut delillerle şüphe sanık aleyhine yenildiğinde mahkumiyet gündeme gelir.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)