I. Giriş

Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü; 17.11.2021 tarihli ve 2019/38857 başvuru numaralı Gurbet Çoban başvurusunda ileri sürülen, idari para cezasına ilişkin itiraz sürecinde deliller değerlendirilirken kolluk tutanağına aksi ispat edilemeyecek seviyede üstünlük tanınması nedeniyle adil/dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını değerlendirmiştir.

II. Başvuru Süreci

Tekel büfe sahibi olan ve perakende alkollü içecek satma ruhsatı bulunan başvurucu; kolluğa internet üzerinden gönderilen bir ihbarda, 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu’nun 6. maddesinin 5. fıkrasının son cümlesinde yer alan “Alkollü içkiler, 22:00 ile 06:00 saatleri arasında perakende olarak satılamaz.” hükmüne aykırı olarak alkollü içecek sattığının belirtilmesi üzerine idari para cezası yaptırımına tabi tutulmuştur.

İhbar üzerine kolluk görevlileri tarafından üç tutanak düzenlenmiştir. Kolluk görevlileri ihbar üzerine işyerine gitmiş Tespit ve Fotoğraflama Tutanağı düzenleyerek, tutanakta saat 22:55 sıralarında işyerine H.Ö isimli bir şahsın girdiğini ve montunun içerisine bir adet alkollü içecek ile bir adet de sigara alarak çıktığını tespit etmişlerdir.

Kolluk görevlileri bu tespit sonrası, H.Ö isimli şahsın aracını durdurmuş ve o sırada Bilgi Alma Tutanağı düzenlemiştir. İki polis memuru ile H.Ö’nün imzasının bulunduğu bu tutanakta, H.Ö’nün başvurucunun işyerinden bir adet alkollü içecek ile bir adet sigarayı 51 TL bedelle aldığının kabul ettiği görülmüştür. Kolluk görevlileri aynı sırada; alkollü içecek ile sigaranın fotoğrafını çekerek, bu fotoğrafları Tespit ve Fotoğraflama Tutanağının içine almışlardır.

“İhbar Araştırma, Takip, Tarassut, Denetim ve Tespit Tutanağı” adlı belgede; başvurucunun eşi olan H.Ç’nin imzasının da bulunduğu olayda mevcut olan son kolluk tutanağının ise üst kısmında, H.Ö’nün bir adet sigara ve bir adet alkollü içeceği toplamda 51 TL bedelle satın aldığına ilişkin beyanına yer verilmiş, buna karşılık başvurucunun eşi olan H.Ç ise tutanağa “Ben 22:00 ile 06:00 arasında herhangi bir alkollü içki satışı yapmıyorum. 15.01.2018 gece saat 22:00’dan sonra satış yapmadım.” beyanını düşmüştür.

Düzenlenen tutanakları Balıkesir İl Emniyet Müdürlüğü’nün, Tarım Orman Bakanlığı Tütün ve Alkol Daire Başkanlığına iletmesi sonrası, başvurucuya anılan idare tarafından yukarıda yer verdiğimiz 4250 sayılı Kanunun ilgili hükmüne aykırılık sebebiyle, aynı Kanunun 7. maddesinin 1. fıkrasının (e) bendi uyarınca 42.076 TL idari para cezası verilmiştir.

Başvurucu idari para cezasına karşı; anılan tarihte alkol satışı yapmadığı ve eşinin, denetim ve uyarı amacıyla düzenlenen tutanağı imzalamasına rağmen yasak olan saatte alkol satmadığına ilişkin beyanı da düştüğü, H.Ö nezdinde düzenlenen tutanağın işyeri önünde değil, işyerine 2,5 veya 3 kilometre ötede bir mesafede düzenlenmesinin usulsüz olduğu, H.Ö’de bulunan biranın kendi işyerinden alındığının belli olmadığı, tutanaklarda içki satışı iddiasının her türlü şüpheden uzak bir biçimde ortaya koyulamadığı, komşusu olan Y.H’nin bu ihbarı arkadaşına yasak olan saatte başvurucu tarafından içki satışı yapılmaması nedeniyle öfke ile yaptığı ve eğer Y.H dinlenirse olayın gerçeğinin anlaşılacağı, ceza tutarının iktisadi yönden kendisini zora sokacak derecede yüksek olduğu gerekçeleriyle Balıkesir 1. Sulh Ceza Hakimliği’nde itiraz yoluna başvurmuştur.

Tarım ve Orman Bakanlığı başvurucu tarafından ileri sürülen gerekçelere, alkol satışının tutanakla ispatlandığı, resmi belge niteliğindeki tutanağın aksinin ancak aynı değere sahip bir tutanakla ispatlanabileceği şeklinde yanıt vermiş, itirazı inceleyen Hakimlik yasak saatte alkol satışı yapıldığının iki zabıt mümzii ve H.Ö tarafından imzalanan tutanakla sabit olduğu, tutanağın aksini ispat edecek delil gösteremediği gerekçeleriyle başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucu ret sonrası benzer gerekçelerle Balıkesir 2. Sulh Ceza Hakimliği’ne başvurmuş, ancak Balıkesir 2. Sulh Ceza Hakimliği, Balıkesir 1. Sulh Ceza Hakimliği’nin verdiği kararın usule ve hukuka uygun olduğunu belirterek itirazı kesin olarak reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucu 18.11.2019 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur.

III. İlgili Hukuk

4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu’nun 6. maddesinin 5. fıkrasına göre; “Alkollü içkiler, 22:00 ila 06:00 saatleri arasında perakende olarak satılamaz”.

Anayasanın “Hak arama hürriyeti başlıklı 36. maddesinin 1. fıkrasına göre; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”.

Anayasanın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” başlıklı 38. maddesinin 4. fıkrasına göre; “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”.

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin 1. fıkrasının ilgili kısmı ve 2. fıkrasına göre; “Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklarının … esası konusunda karar verecek olan … bir mahkeme tarafından … görülmesini isteme hakkına sahiptir…

Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır”.

IV. Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi; olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisinin takdir edeceğini belirterek, başvurucunun iddialarını suçsuzluk/masumiyet karinesi ışığında silahların eşitliği kapsamında incelemiştir.

Anayasa Mahkemesi; Anayasanın 36. maddesinde düzenlenen adil/dürüst yargılanma hakkının suç isnadı boyutuyla somut olayda uygulanabilirliğine ilişkin değerlendirmesinde, somut olayda idari para cezası yaptırımını gerektiren fiil kabahat olsa da, daha önceki kararlarında açıkladığı gibi başvuruya konu cezai sürecin herkes için bağlayıcılığı olan genel bir etkiye yol açması, kamu gücü kullanan kamu otoritesi tarafından yürütülmesi, bu sürecin cezalandırıcı ve caydırıcı bir amacının bulunması ve cezanın miktarı sebebiyle suç isnadı niteliğinde olduğunu ve Anayasa ile İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin ortak koruma alanında yer alan adil/dürüst yargılanma hakkının suç isnadı boyutuyla somut olay bakımından uygulanabilir olduğunu ifade etmiştir.

Anayasa Mahkemesi; başvurunun açık dayanaktan yoksun olmadığını ve kabul edilmezliğe karar verilmesini gerektirecek başka bir neden tespit edilemediğinden, “silahların eşitliği” ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir.

Gurbet Çoban başvurusunda Anayasa Mahkemesi; hakkaniyete uygun yargılanma hakkının unsurlarından birisinin “silahların eşitliği” ilkesi olduğunu, bu ilke gereği davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olacağını, suçsuzluk/masumiyet karinesi sebebiyle suçluluğu ispat külfetinin iddia makamına ait olduğunu ve kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemeyeceğini, suç isnadı içeren bir karinenin aksinin başvurucu tarafından yargılama sırasında ispatının mümkün olması gerektiğini, karinenin aksine yönelik iddiaların hakim tarafından incelenmesinin ve karinenin, suçsuzluk/masumiyet karinesini ihlal edici boyuta ulaşmayarak kişi otomatik olarak suçlu haline getirmemesi gerektiğini belirtmiştir.

Anayasa Mahkemesi belirttiği bu ilkelerin başvuruya uygulanması bakımından yaptığı değerlendirmesinde; yargılama sırasında başvurucunun da iddiaları sunma ve tutanağın içeriğinin güvenilirliğine dayanılabilirliğine şüphe düşürme imkanının bulunduğunu, ancak başvurucunun iddia ve savunmalarını sunma imkanı elde etmesinin “silahların eşitliği” ilkesi bakımından önem taşımasına rağmen ilkenin devlete yüklediği yükümlülüklerin ifası için tek başına yeterli olmayacağını, mahkemenin bu iddialara ciddiyetle yaklaşması ve yargılamayı hassasiyet içinde yürüttüğünü göstermesi gerektiğini, buna rağmen başvurucunun iddia ettiği ihtimale de yeterli derece şans tanındığının tespit edilemediği, idari işlemlerin hukuka uygunluk karinesinden yararlanması kuralına işlemin veya tutanağın içeriğinin hukukiliğinin veya gerçekliğinin tartışıldığı bir yargılamada dayanılamayacağını, dayanıldığı takdirde yargılamada bireyin Devlete karşı dezavantajlı konuma düşeceğini, tutanak içeriğinin aksini ispat bakımından başvurucunun herhangi bir delil sınırlamasına tabi tutulmasının mümkün olmaması gerektiğini, bunun “delil serbestisi” ilkesine aykırılık teşkil edeceğini, başvurucu tarafından itiraz yolunda öne sürülen iddiaların olayla ilgisiz olmadığını, buna rağmen iddialarının hakimlik tarafından değerlendirilmediğini, bu durumun maddi olayın tespiti bakımından bir eksiklik oluşturduğunu belirterek, tutanağın gerçekliği karinesinin aksinin ispat edilebilir olduğunu, ancak başvurucunun aksini ispat etmek için ileri sürdüğü iddiaların değerlendirmeye bile alınmadığını, bu durumun başvurucunun otomatik olarak suçlu sayılmasına sebebiyet verdiğini, başvurucuya savunma imkanı verilse bile Hakimliğin kamu görevlilerince düzenlenen tutanağa üstünlük tanıyan yaklaşımının başvurucunun savunma yapmasını anlamsız hale getirdiğini ve başvurucuyu kamu otoritesi karşısında dezavantajlı konuma düşürdüğünü ifade etmiş ve bu gerekçelerle, Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

V. Değerlendirmemiz

Anayasanın 36. maddesinde düzenlenen adil/dürüst yargılanma hakkı; herkesin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesinde belirtilen haklar çerçevesinde yargılanma hakkına sahip olduğunu, kişinin iddiaları bilip anladığı dilde öğrenme, bağımsız ve tarafsız yargılanma hakkına sahip olduğu mahkeme huzuruna çıkarak savunma yapıp, makul sürede yargılanmasının sağlanmasını ifade eder. Bu hakkın bir bileşeni olarak kabul edilen İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/3-d’de düzenlenen, Ceza Yargılaması Hukukunun önemli ilkelerinden “silahların eşitliği” ilkesine göre, bir suçla itham edilen herkes; “İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme” hakkına sahiptir. Bu prensip; iddia eden taraf kadar sanığın da tanık dinletme, iddia edenin tanıklarına soru sorma ve değerlendirmede bulunma hakkına sahip olduğunu ve bu hakkın kısıtlanamayacağını anlamına gelmektedir.

Başvuruya konu olayda, bir kabahate ilişkin olarak verilen idari para cezasının olması, ceza yargılamasının bulunmaması, açıkladığımız ilkelerin ve esasların başvuruya konu olayda gözardı edilmesine sebebiyet vermemelidir. Bu nedenle; Anayasa Mahkemesi’nin kararında uygulanabilirlik yönünden yaptığı değerlendirmede, başvuruda geçen yaptırımın adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında suç isnadı niteliğinde sayılması gerektiği yönündeki kararına katılmaktayız. Buradan hareketle bu ilkelerin ve esasların sadece ceza davasında değil, başvuru konusu olayda olduğu gibi bir kabahat dolayısıyla idari para cezası yaptırımına tabi tutulan ve sonrasında 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinde düzenlenen idari para cezasına karşı sulh ceza hakimliğine yapılan itirazda bulunulması hakkını kullanan kişiye ilişkin sulh ceza hakimliğinin yapacağı değerlendirme sürecinde de uygulanması gerektiğini düşündüğümüzden, bu hususta Anayasa Mahkemesi’nin değerlendirmesine katılmaktayız.

Bu durumun yanı sıra; yine Anayasa Mahkemesi’nin kararında yer verdiği, “silahların eşitliği” ilkesinin kişinin yalnızca kendisine yöneltilen iddiaların aksini ispatı için delil veya tanık ileri sürebilme imkanı ile sınırlı olmadığı, mahkemenin bu talepleri kabul edip, değerlendirip bu iddialara da şans tanıması gerektiğine yönelik değerlendirmesinin de isabetli olduğunu düşünmekteyiz.

Bu tespitler haricinde, olayda Anayasa Mahkemesi’nin kararında yer vermediği ve değerlendirmediği bir husus açısından daha ihlalin olduğunu belirtmek isteriz. Anayasanın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” başlıklı 141. maddesinin 3. maddesinde yer alan; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” hükmü gereği hiçbir istisna olmaksızın tüm mahkeme kararlarının gerekçeli olması zorunludur.

Başvuruya konu olayda; Hakimlik, başvurucunun tutanağın aksini ispat edecek delil gösteremediğini vurgulamış, başvurucunun itirazını reddederken Bilgi Alma Tutanağını esas almasına rağmen başvurucunun bu tutanağa ilişkin olarak ileri sürdüğü iddiaları, yine başvurucunun tutanakta H.Ö’nün imzasının bulunması sebebiyle dinlenmesi gerektiğine yönelik talebi değerlendirilmemiş ve gerekçelendirmemiştir. Bu hususlar; Anayasa Mahkemesi’nin kararında belirttiği gibi maddi olayın tespiti bakımından eksiklik arz etmesinin yanında, gerekçeli karar hakkının da ihlali niteliğindedir.

Serbest, yani vicdani delil sistemi gereği sulh ceza hakimliği, delilleri vicdani kanaati ile takdir edebilecektir. Somut olaya konu davada kanuni delil sistemi olmadığından, sulh ceza hakimliğinin delillerin değerlendirilmesi bakımından herhangi bir delil veya delillerle sınırlı olarak değerlendirme yapacağı söylenemez. Ancak her ne kadar somut olayda serbest delil sistemi uygulanacak olsa da, serbest delil sisteminde hakim karar verirken tümü ile serbest değildir. Hakimin delil değerlendirme serbestliğinin sınırını, gerekçeli karar hakkı oluşturmaktadır.

Başvuruya konusu olayda sulh ceza hakimliği başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaları, delilleri değerlendirip tanığı dinlese idi, delil değerlendirmesi aşamasında kolluk tutanağına itibar ettiğini belirterek bunu hukuki olarak gerekçelendirse idi, “silahların eşitliği” ilkesinin ve gerekçeli karar hakkının ihlali sözkonusu olmayabilirdi. Ancak başvurucunun ileri sürdüğü delilin ve iddiaların bir kısmının hiç değerlendirilmemiş olması, diğer bir kısmının ise kolluk tutanağına sanki kesin delilmiş gibi karine bağlanarak, serbest delil sistemine aykırılık oluşturacak biçimde, başvurucunun tutanağın aksini ispat edecek delil gösteremediğinden bahisle hukuka aykırı gerekçe ile reddedilmesi gerekçeli karar hakkının ihlali niteliğindedir.

Netice olarak; Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararın birey ve otorite arasındaki güç dengesine yönelik isabetli bir karar olduğunu, ancak başvuru konusu olayda adil/dürüst yargılanma hakkının “silahların eşitliği” ilkesi ile birlikte diğer bir unsuru olan gerekçeli karar hakkı bakımında da ihlalin gerçekleştiği kanaatinde olduğumuzu ifade etmek isteriz.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Cem Serdar

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)