Maden faciasında en az 300 insanımızı kaybettik. Ortaya çıkan bu vahim tablonun hiçbir açıklaması ve savunulabilir yanı gözükmüyor. Neresinden bakarsak bakalım ve ne söylersek söyleyelim, işçi sağlığı ve güvenliği konusunda tam manası ile sınıfta kaldığımızı ağır bir darbe yiyerek öğrendik.

Yine herkes kendi açısından konuşuyor, kimse kendisinde hata bulmuyor, kimse çıkıp da “şunu da yanlış yaptık” demiyor, herkes başkasını suçluyor, kendisini rahatlamaya ve aklamaya çalışıyor. Yapılan bazı eleştiriler ve savunmalarda, meselenin farklı veya ilgisiz noktalardan değerlendirildiğini görüyoruz. Ancak zaman geçiyor, “bu da unutulur”, yine “biz bildiğimizi okuruz” mu diyeceğiz? Gerçek bu kadar net ve acımasız çarpmış, örtü kalkıp hatalarımız net ortaya çıkmışken, kimi, neyi savunacağız veya örtbas edeceğiz? Sadece kendimizi kandırırız, kimseyi değil.

10, 20, 30, 40, 50, 60, 70, 80, 90, 100 değil en az 300 insanımızı kaybettik. 300 üreten insan ne demektir? Bu kadar sayıda insanla yer teslim alır, geleceği tesis edersin. Esasında yüzümüze vuran da kaybedilen insan sayısının ağırlığıdır. Sayı önemli değilmiş! Her bir insan “can”, “hayat” demek. Onların gelecekleri, gençlikleri, hayalleri gitti ve ocaklarına tarifi mümkün olmayan acıları düştü. Ne yani bu ağır tablo “kader” veya “kaza” diye mi açıklanıp, gözardı mı edilecek? Ne yani cansız bedenlerini gömüp rahat mı edeceğiz, huzurla gözlerimizi mi kapatacağız, “hayat devam ediyor” mu diyeceğiz? Hayır demeyeceğiz, dememeliyiz.
Hatayı kimse de aramayalım. Hata bizde, hepimizde, mühürlenmiş gözlerimizde, duymaz olmuş kulaklarımızda. Artık gözlerimizi ve kulaklarımızı açmamızın vakti geldi. “Bir musibet bin nasihatten iyidir” diyeceğiz, insan odaklı yasaları çıkarıp eylem planlarını yapmalıyız. Durumu idare edip “önce iş yürüsün insan hayatına sonra bakarız” veya “örtbas ederiz” mantığını terk etmeliyiz. Yoksa yalnızca her yıl acıyı bir gün hatırlayıp yolumuza devam eder ve yeni acıların yaşanacağı zamanı beklemeye devam ederiz.

Müneccim olmaya gerek yok, önlem almazsak, sosyal ve hukuki şartları iyileştirmezsek, insanımızı tehlikenin kucağında bırakmaya devam ederiz. “Artık yeter” demeliyiz. Kamu otoritesi; “yaşam hakkı”, “sosyal hukuk devleti” ve “eşitlik” ilkeleri adına bu işe el atmalı, sivil toplum örgütleri yapıcı desteklerini vermeli ve Millet bu sürecin takipçisi olup sahip çıkmalıdır. Görmediğimiz zaman sorunun olmadığını, başkaları için yaşamın devam etmediğini zannetmeyelim.
Gördük, Soma ve civarında yaşayan insanların, işçilerin sorunları tüm çıplaklığı ile bize yansıdı. Acı olan ise, ağır bir tablo bunların farkına varabilmemiz. Şimdi sorunlara sahip çıkmanın vakti gelmiştir.

Acı olayın gerçek sebebinin ve sorumlularının gözardı edileceğini, maddi vakıanın ortaya çıkarılmayacağını, adalete ulaşılmayacağını kimse zannetmesin.  Burası “muz cumhuriyeti” veya “keyfi devlet” anlayışının hakim olduğu bir ülke değildir. Bu Ülkenin kural ve kaideleri vardır. Hukuk devleti, hukuka aykırılıkların ve suçların işlenmesini önlemeyi, kişi hak ve hürriyetlerinin zarar görmeksizin korunmasını hedefler. Ancak suç işlenmişse, bunun hesabını yargı eliyle sorar ve sormalıdır. Çünkü her nimetin bir külfeti vardır. Herkesin hak, yetki, ancak bir o kadar da sorumluluk ve yükümlülükleri vardır. Kimse, hukuk devletinde keyfi hareket edemez.

Bir de ağız alışkanlığı olsa gerek, “kaza” veya “iş kazası” kavramlarının kullanıldığını görüyoruz. Yaşanan bir felakettir. Ancak bu vahim tabloya “kaza” tanımlaması ile yaklaşılamaz. “Ceza Hukukunda “kaza” kavramı, kusurluluğu ortadan kaldıran bir sebep olarak bilinir. Şu an ortaya koyulan iddia, bu anlamda bir “kaza” olmayıp “suça konu eylem” olarak tanımlanmalıdır.

Konu hakkında ceza soruşturması başlamıştır. Amaç, maddi hakikati bulmak, adalete ulaşmaktır, yoksa olayın üstünü örtmek, sorumluları saklamak veya zamana bırakıp unutulmasını beklemek değildir. Milletimizi derin acı ve kedere boğan bu olayla ilgili süratli ve etkin bir soruşturma sürecinin devam ettiğine, somut tespitlerin yakın zamanda ortaya koyulacağına inanıyoruz. Bunun aksini düşünmek bile vicdanları sızlatır.

Zaman; acıları sarma, ancak bir o kadar da şapkayı önüne koyup “ben nerede yanlış yaptım” sorusunu kendimize sorma zamanıdır.
Türk Milleti’nin başı sağolsun.
     
          
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)