İngiltere’de Bağımsız Futbol Düzenleyicisi (IFR)

İngiliz futbolunda 2020’li yıllarda yaşanan finansal krizler, kulüp iflasları ve tartışmalı kulüp sahiplikleri neticesinde kapsamlı bir yönetim reformu ihtiyacı doğmuştur. Özellikle 2021 Taraftar Odaklı İnceleme Raporu’nun tavsiyeleri doğrultusunda, İngiltere hükümeti futbol kulüplerinin finansal sürdürülebilirliğini ve iyi yönetişimini sağlamak üzere bağımsız bir düzenleyici kurul oluşturma kararı almıştır. Bu kapsamda 2025 Futbol Yönetişim Yasası kabul edilerek Bağımsız Futbol Düzenleyicisi (Independent Football Regulator, IFR) resmen kurulmuş ve İngiliz futbolunda yeni bir dönemin kapısı aralanmıştır. IFR’nin temel misyonu, kulüplerin mali yapısını korumak ve güçlendirmek, finansal şeffaflığı tesis etmek ve futbolun köklü değerlerini (mirasını) muhafaza etmek olarak yasayla belirlenmiştir.

IFR, bağımsız bir kamu otoritesi olarak yapılandırılmıştır. Yönetim kurulunda lig veya kulüp temsilcileri bulunmamakta; bunun yerine hükümet tarafından atanan bağımsız üyeler ve bir başkan tarafından idare edilmektedir. Hükümet IFR’nin çalışmalarına doğrudan müdahale etmez; kurum, kendi belirlediği kurallar çerçevesinde özerk biçimde hareket eder. Finansmanı da denetlediği kulüplerden alınan bir düzenleyici ücret/aidat ile sağlanarak faaliyetleri için kaynak yaratır. IFR’nin düzenleme kapsamı, İngiliz futbolunun en üst beş ligindeki (Premier League’den National League’e kadar) toplam 116 profesyonel kulübü içermektedir. Bu sayede piramidin tepesinden tabanına kadar geniş bir yelpazede kulüp finansmanı ve yönetimi gözetim altına alınacaktır.

IFR’nin uygulamaya koyacağı iki ana araç dikkat çekmektedir: lisanslama rejimi ve güçlendirilmiş “Sahipler, Yöneticiler ve Üst Düzey Yöneticiler Testi”. Lisanslama sistemi, her kulübün IFR’den faaliyet izni (lisans) almasını gerektiren ve bu iznin devamını belirli şartlara uyuma bağlayan bir modeldir. Bu lisans çerçevesinde IFR; kulüplerin mali durumunu, kurumsal yönetim yapısını, taraftar katılım mekanizmalarını ve kulüp mirası olarak görülen değerlerin (örneğin kulüp adı, renkleri, tarihi stadyumu gibi unsurların) korunmasını yakından izleyecektir. IFR ayrıca liglerin ve federasyonun sporla ilgili diğer alanlardaki rolünü devralmaz; yalnızca finansal istikrar ve yönetişim konularında asgari standartları belirleyip uygulayarak, halihazırda liglerin yürüttüğü düzenlemeleri tamamlayıcı bir çerçeve oluşturur. Örneğin Premier League veya EFL, IFR’nin koyduğu asgari standartlarla çelişmemek kaydıyla ek finansal kurallar uygulamaya devam edebilecektir.

Owners & Directors Test’in Genişletilmesi

IFR’nin ilk ve en ses getiren girişimi, mevcut Owners & Directors Testini genişleterek Sahipler, Yönetim Kurulu Üyeleri ve Üst Düzey Yöneticiler Testi (ODSE) adıyla daha kapsamlı bir uygunluk denetimi getirmek olmuştur. Bu test, kulüpleri yöneten veya sahip olan kişilerin dürüstlük, bütünlük (integrity) ve finansal sağlamlık kriterlerine göre değerlendirilmesini öngörmektedir. İngiliz futbolunda yıllardır uygulanan “fit and proper person test” (uygun ve layık kişi testi) lig yönetimleri tarafından yürütülmekteydi; ancak geçmişte bazı “kötü niyetli veya ehil olmayan” sahiplerin (rogue owners) bu testleri aşarak kulüpleri finansal çöküntüye sürüklediği görüldü. Yeni düzenlemeyle IFR, bu uygunluk testini hem içerik hem de yaptırım boyutuyla güçlendirmektedir.

Yeni ODSE testi, kulüp sahibi olmak veya üst düzey yönetici pozisyonuna gelmek isteyen kişilerin geçmişini ve mali durumunu çok yönlü bir incelemeye tabi tutacaktır. Adayların sadece yerel değil uluslararası düzeydeki sabıka kayıtları, hukuki süreçleri ve itibarları da mercek altına alınacaktır. Bu kapsamda IFR, başvuran kişinin adının karıştığı yurtiçi ve yurtdışı davaları, soruşturmaları, hatta iddiaları dahi değerlendirme imkânına sahip olacak; gerekirse uluslararası kolluk kuvvetleri ve düzenleyici kurumlarla bilgi alışverişi yapacaktır. Ayrıca, bankacılık kayıtları ve finansal belgeler incelenerek kişinin servet kaynağının meşruluğu ve finansal kapasitesi doğrulanacaktır. Böylece, kulübü satın almak ya da yönetmek isteyen kişinin kaynağı belirsiz veya şüpheli fonlarla hareket etmesi önlenecek, yalnızca maddi olarak yeterli değil aynı zamanda temiz bir mali geçmişe sahip kişiler futbol ekosistemine dahil olabilecektir.

ODSE testinin etik uygunluk boyutu da büyük önem taşır. IFR, adayların geçmişte işlemiş oldukları suçlar veya karıştıkları skandallar bakımından bir değerlendirme yapacaktır. Özellikle dürüstlük ve ahlak dışı sayılan suçlar (örneğin yolsuzluk, dolandırıcılık, vergi kaçakçılığı gibi) ya da sporla ilişkili disiplin suçları (şike, doping organizasyonu vb.) açısından sabıkası olanlar, testte elenme riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Aynı şekilde, futbol sektörünün saygınlığını zedeleyebilecek, kulüplerin itibarını sarsabilecek nitelikteki ciddi etik ihlaller de (örneğin insan hakları ihlalleriyle anılan bir geçmiş, organize suçlarla bağlantı gibi) uygunluk değerlendirmesinde negatif etki yaratacaktır. Kısacası IFR, kulüp sahiplerinin ve üst yöneticilerin sadece finansal açıdan değil ahlaki açıdan da belli bir standardın üzerinde olmasını şart koşmaktadır.

Bu yeni testin bir diğer kritik yönü, uluslararası yaptırım listeleri ve mali suç bağlantılarıyla ilgili getirdiği sınırlamalardır. Özellikle son dönemde yaşanan siyasi gelişmeler, yaptırım uygulanan ülkelerle bağlantılı iş insanlarının futbol kulüplerine yatırım yapması konusunu gündeme getirmiştir. IFR çerçevesinde belirlenecek kriterler, Birleşik Krallık yaptırım listelerinde bulunan kişi ve kurumların, ya da BM/AB gibi uluslararası yaptırımlara tabi aktörlerin İngiliz futbolunda mülkiyet edinmesini engellemeye yöneliktir. Örneğin, ciddi uluslararası yaptırımlara maruz kalmış bir ülkenin egemen servet fonu veya o ülkeyle ilintili oligarklar, yeni test kapsamında otomatik olarak elenebilecektir. Bu sayede, ileride bir kulüp sahibinin savaş, terör, insan hakları ihlalleri gibi sebeplerle yaptırım kapsamına alınması durumunda İngiliz futbolunun zarar görmesi engellenecektir. Geçmişte Chelsea kulübünün Rus sahibi örneğinde görüldüğü üzere, yaptırım uygulanan bir ismin kulüp üzerinde kontrol sahibi olması ciddi kaos yaratmış, hükümet müdahalesiyle satış gündeme gelmişti. IFR, bu tarz durumları proaktif biçimde önlemeyi amaçlayarak yaptırım riskini baştan bertaraf etmeyi hedeflemektedir.

ODSE testinin teknik altyapısı, halihazırda liglerde uygulanan “sahiplik testi” kriterlerini genişletmekle birlikte, ilk defa yasal bir zemine dayandırılması bakımından da yenidir. Önceden Premier League veya EFL gibi kuruluşların kural setleri içinde yer alan uygunluk kriterleri, IFR ile birlikte ulusal yasa ve düzenlemelerle desteklenen bir kurumsal mekanizma haline gelmiştir. IFR, kulüp lisansı vermeden önce yeni sahibi ya da yöneticileri onaylayacak; lisans aldıktan sonra da eğer mevcut sahip hakkında sonradan ciddi endişe verici bilgiler ortaya çıkarsa bu lisansı iptal etmeye veya sahiplikten men etmeye yetkili olacaktır. Bu, pratikte IFR’nin mevcut bir kulüp sahibini görevden aldırabilmesi veya kulübü elden çıkarmaya zorlayabilmesi anlamına gelir. Geçmişte lig yönetimleri en fazla tartışmalı sahibin kulübünü ligden ihraç etme kartını kullanabiliyordu ki bu da kulübün kendisine büyük zarar veriyordu. IFR’nin getirdiği yenilik, kulübü ligden atmadan, doğrudan sahibi hedef alan yaptırımlar uygulayabilmesidir. Örneğin, IFR bir kulüp sahibinin aranan dürüstlük/şeffaflık kriterlerini karşılamadığını tespit ederse, o kişiye kulübü belirli bir süre içinde satması talimatını verebilecek ve satış gerçekleşene kadar kulübün yönetimine bir kayyum/trustee atayabilecektir. Bu yetki, İngiliz futbol tarihinde ilk kez bağımsız bir otoriteye tanınmış olup “sorunlu” sahiplerin sistem dışına çıkarılmasında güçlü bir araç olarak görülmektedir.

IFR bünyesinde ODSE testi kapsamında uygulanabilecek yaptırımlar hiyerarşisi de oluşturulmuştur. Bir ihlal veya uygunsuzluk tespit edildiğinde IFR doğrudan en ağır cezaya başvurmak yerine kademeli ve orantılı bir yaptırım politikası izleyecektir. İlk aşamada uyarı ve kınama (public censure) gibi itibar zedeleyici fakat düzeltme şansı tanıyan adımlar gelebilir. Sorun devam ederse veya daha ağır bir durum söz konusuysa kulübe yüksek para cezaları verilebilecektir (belirlenen üst sınır kulübün yıllık cirosunun %10’u düzeyindedir). Ayrıca IFR, kulüp yönetimine dışarıdan bir gözlemci veya geçici yönetici atanmasını dayatabilir; böylece kulüp idaresine profesyonel destek sağlanarak riskli kararların önüne geçilir. Nihai aşamada ise yukarıda değinildiği üzere sahibin kulüpten el çektirilmesi ve kulüp lisansının askıya alınması veya tamamen iptali gündeme gelebilir. Lisansı askıya alınan bir kulüp, gerekli düzeltmeleri yapana kadar lig müsabakalarına katılamama tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Bu uç senaryo, IFR’nin en son başvuracağı ağır bir yaptırımdır ancak caydırıcılığı yüksektir.

Özetle, İngiltere’nin hayata geçirmekte olduğu IFR modeli ve yeni Sahiplik Testi rejimi, kulüp sahiplik yapılarında tam bir finansal şeffaflık, yöneticilerde etik uygunluk ve uluslararası normlarla uyum sağlamayı amaçlamaktadır. Bu düzenlemeler, İngiliz futboluna dışarıdan gelecek yatırımcıların güvenilir ve meşru kaynaklara dayanan kişiler olmasını garantileyecek; kara para aklama, yolsuzluk, terörizmin finansmanı, yaptırım delme gibi riskleri asgariye indirecektir. IFR, bu hedeflere ulaşırken Birleşik Krallık’ın mevcut hukuk altyapısını da arkasına almaktadır. Nitekim Birleşik Krallık’ta yürürlükte olan 2002 tarihli Suç Gelirleri Yasası (Proceeds of Crime Act 2002) ve 2018 tarihli Yaptırımlar ve Kara Para Aklamayı Önleme Yasası (Sanctions and Anti-Money Laundering Act 2018), mali suçlar ve yaptırımlar konusunda sağlam hükümler içermektedir. IFR, sahiplik testini uygularken ve mali denetim yaparken bu yasalardaki mekanizmalardan faydalanabilecektir. Örneğin POCA 2002 uyarınca suç gelirleriyle edinilmiş mal varlıklarına el konulabilmekte ve kara para aklama fiilleri cezalandırılmaktadır; IFR, bir kulüp satın almak isteyen kişinin servetinin meşruiyetini sorgularken aslında POCA’ın öngördüğü suç gelirlerini men etme ilkesini futbol özelinde işletmiş olacaktır. Benzer şekilde, 2018 tarihli yaptırımlar yasası Birleşik Krallık’ın uluslararası yaptırımları iç hukukta uygulamasına imkân tanır; IFR de bu çerçevede, yaptırım listesinde olan ya da malvarlığı dondurma kararları bulunan şahısların futbol kulüplerine nüfuz etmesine engel olacaktır. Kısacası, IFR sistemi genel mali suç mevzuatı ile spor dünyası arasında köprü kurarak, bu alandaki yasal boşlukları doldurmayı ve etkin yaptırım risk yönetimini sağlamayı hedefler.

Uluslararası Bağlam

İngiltere’de başlatılan sahiplik reformu ve IFR modeli, aslında küresel ve bölgesel düzeydeki diğer spor yönetimi ve mali düzenleme çabalarıyla da uyumludur. Futbol kulüplerinin finansal ve yönetsel denetimine ilişkin prensipler bir süredir FIFA, UEFA ve Avrupa Birliği gibi üst kuruluşların normlarında yer almaktadır. IFR ve ODSE testi, bu uluslararası normların ulusal düzeyde somut ve daha ileri bir uygulaması şeklinde değerlendirilebilir. Bu bölümde FIFA’nın ve UEFA’nın ilgili düzenlemeleri ile AB mevzuatının getirdiği yükümlülükler ele alınarak, İngiltere’nin sahiplik reformu ile kesişim ve uyum noktaları ortaya konulacaktır.

Öncelikle, FIFA Kulüp Lisanslama Sistemi, dünya genelinde futbol kulüplerinin belirli asgari standartları karşılamasını amaçlayan temel bir çerçevedir. FIFA’nın üyelerine talimatı uyarınca her ülkenin futbol federasyonu (Türkiye’de TFF dahil) kendi ulusal kulüp lisans talimatlarını oluşturmuş ve uygulamaktadır. Kulüp lisanslama kriterleri; sportif, altyapısal, personel-idari, hukuki ve mali kategorilerde çeşitli şartlar içerir. Bu kriterler arasında kulüplerin mali tablolarının bağımsız denetimi, borçsuzluk (özellikle çalışanlara ve diğer kulüplere karşı vadesi geçmiş borç bulunmaması), asgari sermaye veya bütçe disiplini gibi unsurlar mevcuttur. Lisanslama sistemi her ne kadar doğrudan kulüp sahiplerinin kişisel uygunluğunu denetlemese de, “etik ve şeffaf kulüp yönetimi” felsefesini tabana yaymayı hedefler. Nitekim FIFA kulüp lisanslamasının amaç beyanında, üye kulüplerde dürüst, mali açıdan sorumlu ve şeffaf bir sahiplik ve yönetişim kültürünün teşvik edilmesi vurgulanmaktadır. İngiltere’nin IFR aracılığıyla getirdiği ODSE testi, işte bu kültürü bir adım öteye taşıyarak, kulüp sahiplerinin ve yöneticilerinin bizzat tek tek filtrelenmesini sağlamaktadır. Bu yönüyle IFR’nin yaklaşımı, FIFA lisans sisteminin amaçlarıyla paralel olup, onu güçlendirici bir ulusal uygulama sayılabilir.

Avrupa futbolunun yönetim organı UEFA da uzun yıllardır kulüplerin mali fair play ilkesine uygun hareket etmeleri için düzenlemeler getirmektedir. 2010’larda uygulanan Finansal Fair Play (FFP) düzenlemesi, kulüplerin “gelirinden fazla harcama yapmaması” prensibi üzerine kurulmuş ve belirli bir dönem içinde makul düzeyde mali zarar eden kulüplere yaptırımlar öngörmüştü. 2022 yılında UEFA, FFP’yi güncelleyerek Finansal Sürdürülebilirlik Regülasyonu (FSR) adıyla yeni bir çerçeve yürürlüğe soktu. FSR, kulüplerin mali istikrarını kalıcı olarak güvence altına almak için üç temel unsura odaklanmıştır: 1) Solvency (ödeme kabiliyeti) – kulüplerin kısa vadeli yükümlülüklerini yerine getirebilme ve negatif özkaynağa düşmeme şartı; 2) Stability (istikrar) – kulüplerin üç yıllık periyotlarda belirli bir toplam zarar limitini aşmaması; 3) Squad cost control (kadro maliyet kontrolü) – futbolcu maaşları ve transfer giderlerinin kulüp gelirlerinin belli bir oranını geçmemesi (kademeli olarak %70 sınırına çekilmektedir). Bu düzenlemeler, esasen kulüplerin borç batağına saplanmasını ve rekabeti bozan harcama çılgınlığını önlemeyi amaçlar. Finansal sürdürülebilirlik kuralları doğrudan “sahip” odaklı değil, “kulüp odaklı” olsa da, fiiliyatta kulüp sahiplerinin finansal sorumluluklarını disipline etmektedir. Zira bir kulübün harcama-limit ihlali yapmaması, denk bütçe tutturması veya sermaye artırması gerektiğinde, nihayetinde kulüp sahibinin bu kurallara uygun hareket etmesi ve gerektiğinde özkaynak katkısıyla kulübü desteklemesi beklenir. İngiltere’de IFR tarafından getirilen düzenlemeler, bu açıdan UEFA’nın çizdiği çerçeveyle tam uyum içindedir. Özellikle IFR’nin lisanslama kapsamında uygulayacağı denk bütçe ve sürdürülebilir harcama ilkeleri, UEFA kriterlerinin ulusal lig düzeyinde de karşılanmasına yardımcı olacaktır. IFR’nin “finansal sağlıklı kulüp” vizyonu, UEFA’nın mali fair play yaklaşımının ulusal ölçekte sürekli ve etkin denetimle tamamlanması anlamına gelir. Bu durum, İngiliz kulüplerinin uluslararası turnuvalarda mali kriterler nedeniyle ceza alma riskini de azaltacaktır; zira IFR gözetimi altında kulüpler finansal olarak daha kontrollü olacaklardır.

Avrupa Birliği’nin Kara Para Aklamayı Önleme Direktifleri (Anti-Money Laundering Directives) de spor endüstrisinde mali suçların engellenmesi bakımından önemli bir diğer çerçevedir. AB, üye devletlere yönelik 4., 5. Ve 6. Kara Para Aklama Direktifleri ile finansal sistemde şeffaflığın artırılmasını, suç gelirlerinin dolaşıma girmesinin zorlaştırılmasını ve terörizmin finansmanının engellenmesini amaçlayan kapsamlı kurallar getirmiştir. Bu kurallar arasında şirketlerin nihai gerçek faydalanıcılarının (ultimate beneficial owners) kayıt altına alınması, şüpheli işlem bildirim yükümlülükleri, yüksek riskli sektörlerde ilave özen yükümlülükleri gibi hükümler bulunmaktadır. Spor kulüpleri, özellikle büyük finansal hareketlere konu oldukları için, bu direktiflerin dolaylı etki alanına girebilirler. Örneğin AB direktifleri uyarınca bankalar, finansal kuruluşlar ve hatta noterler, spor kulüplerinin yaptığı yüklü işlemlerde karşı tarafın kimliğini, paranın kaynağını sorgulamak ve şüpheli bir durum varsa raporlamak durumundadır. Yine bazı AB ülkeleri, spor sektörüyle ilgili yolsuzluk ve aklama risklerini tespit ederek mevzuatlarına spor kulüpleri için özel hükümler eklemiştir. İngiltere her ne kadar AB’den ayrılmış olsa da, küresel standartlara uyum açısından benzer prensipleri benimsemektedir. IFR’nin sahiplik testinde uygulayacağı sıkı finansal şeffaflık ve kaynak takibi, esasında AB’nin öngördüğü kara para aklamayı önleme ilkeleriyle örtüşmektedir. Kulüp sahiplerinden istenen mali saydamlık, paravan offshore şirket yapılarını veya kaynağı belirsiz fonları futbol ekosisteminden uzak tutacaktır. Bu da AB direktiflerinin hedeflediği şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkelerinin İngiliz futbolunda hayata geçirilmesi anlamına gelir.

Özetlemek gerekirse, İngiltere’deki sahiplik reformu, FIFA’nın küresel düzeydeki lisanslama vizyonu, UEFA’nın finansal sürdürülebilirlik kuralları ve AB’nin kara para aklama ile mücadele standartları ile uyumlu bir gelişmedir. Hatta IFR modeli, bu standartları bir adım ileri götürerek daha kurumsal ve yaptırımı güçlü bir uygulama sağlamaktadır. Bu model, diğer ülkelere de örnek teşkil edebilecek niteliktedir. Nitekim pek çok Avrupa ülkesinde kulüp sahiplerinin aşırı borçlanma veya etik dışı uygulamalarla kulüpleri zarara uğratması sorunları yaşanmaktadır. Avrupa futbol ailesi içinde, bağımsız bir düzenleyici tarafından denetlenen ve lisansa tabi bir kulüp yapısı, gelecekte ulusüstü tartışmalarda da gündeme gelebilir. AB’nin doğrudan spor konusunda düzenleme yapma yetkisi sınırlı olsa da, üye devletler kendi içinde İngiltere’nin deneyimini inceleyerek benzer mekanizmaları hayata geçirmeyi değerlendirebilir. Sonuçta amaç, daha temiz, şeffaf ve sürdürülebilir bir futbol ekosistemi oluşturmaksa, IFR’nin prensipleri evrensel değer taşımaktadır.

Türkiye’de Mevzuat ve Uygulama

İngiltere’deki bu gelişmeler, Türk spor kamuoyu ve otoritelerince de yakından takip edilmelidir. Türk futbol kulüplerinin yıllardır süre gelen mali problemleri, borç krizleri ve yönetişim zafiyetleri göz önüne alındığında, benzer bir reform ihtiyacının Türkiye için de geçerli olduğu açıktır. Bu bölümde Türkiye’nin mevcut hukuki altyapısı kısa bir biçimde değerlendirilecek; 7405 sayılı Spor Kulüpleri ve Spor Federasyonları Kanunu başta olmak üzere spor kulüplerine ilişkin yeni mevzuatın neler getirdiği incelenecektir. Ayrıca 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun, Türk Ticaret Kanunu (TTK), Sermaye Piyasası Kanunu (SPK) ve MASAK yükümlülükleri gibi genel düzenlemelerin spor kulüplerine etkisi ele alınacaktır. Nihayetinde Türk futbol kulüplerinin sahiplik ve denetim yapısı analiz edilerek, mevcut riskler ve reform ihtiyaçları ortaya konulacaktır.

7405 sayılı Spor Kulüpleri ve Spor Federasyonları Kanunu: Yeni Spor Yasası

Türkiye, uzun yıllar boyunca spor kulüplerinin hukuki statüsünü ve mali yapısını düzenleyen çağdaş bir yasadan yoksundu. Kulüpler genellikle dernek statüsünde faaliyet gösteriyor, bazıları sportif faaliyetlerini yürütmek üzere şirketler kuruyor veya mevcut şirketlerle işbirliği yapıyordu. Bu da belirsizlikler ve denetim zafiyetleri doğuruyordu. Nihayet 22 Nisan 2022 tarihinde TBMM’de kabul edilen ve 26 Nisan 2022 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 7405 sayılı Spor Kulüpleri ve Spor Federasyonları Kanunu (kamuoyunda “Yeni Spor Yasası” olarak da anılıyor) bu alandaki büyük boşluğu doldurdu. 7405 sayılı Kanun, spor kulüplerinin kuruluşundan işleyişine, borçlanma esaslarından yöneticilerin sorumluluğuna kadar pek çok konuda özel hükümler getirerek, adeta spor kulüpleri için terzi usulü bir hukuk rejimi tesis etti.

Yasanın getirdiği en önemli yeniliklerden biri, “spor kulübü” ve “spor anonim şirketi” kavramlarını hukuken tanımlaması ve ayrı tüzel kişilikler olarak tescile bağlamasıdır. Kanun, Gençlik ve Spor Bakanlığı bünyesinde tutulacak bir sicile kayıt şartı öngörerek, spor kulübü olarak faaliyet göstermek isteyen derneklerin Bakanlık tarafından tescil edilmesini zorunlu kıldı. Aynı şekilde, doğrudan şirket statüsünde bir spor kulübü kurmak da mümkün hale geldi; 6102 sayılı TTK’ya göre anonim şirket kurup Bakanlık tescilini alanlar “spor anonim şirketi” vasfını kazanabileceklerdir. Bu düzenleme, mevcut köklü kulüplerin dernekten şirkete dönüşmesini zorunlu kılmamış, ancak yeni kurulacak kulüplerin anonim şirket olabilmesine kapı açmıştır. Ayrıca Türkiye Futbol Federasyonu gibi spor federasyonlarına, belirli liglere katılım için kulüplerin şirketleşmiş olmasını şart koşma yetkisi tanınmıştır. Nitekim geçmişte TFF başkanlarınca dile getirilen “Süper Lig’deki tüm kulüpler şirketleşecek” yönündeki söylemler, yasayla birlikte hukuki zemine oturmuştur. Halihazırda yasa, var olan dernek statüsündeki spor kulüplerine şirketleşme mecburiyeti getirmemiş olsa da, sisteme yeni giren aktörlerin doğrudan şirket olarak yapılanabilmesi Türk futbolunun orta vadede daha kurumsal bir yapıya evrilmesine zemin hazırlamaktadır. Daha açık ve özlü bir biçimde ifade etmek gerekirse her ne kadar yasa spor kulüplerine dernek veya anonim şirket olarak örgütlenme imkânı verse de, profesyonel futbol düzeyinde faaliyet gösteren kulüpler için anonim şirketleşme, TFF talimatları ve uygulamadaki gereklilikler nedeniyle fiilen zorunlu hale gelmiştir diyebiliriz.

7405 sayılı Kanun’un belki de en radikal ve önemli bölümü, mali disiplin ve yöneticilerin sorumluluğuna ilişkin hükümleridir. Kanun, spor kulüpleri ve spor AŞ’lerin finansal yapılarının güçlendirilmesini ve aşırı borçlanmanın önlenmesini temel hedeflerden biri olarak ortaya koymuştur. Bu amaçla getirilen en dikkat çekici kural, “denk bütçe zorunluluğu” olmuştur. Denk bütçe ilkesi, kabaca, bir faaliyet dönemi içinde kulübün giderlerinin gelirlerini aşmamasını ifade eder. Kanun, spor kulüplerine ve şirketlerine gelir-gider dengesini gözetme yükümlülüğü getirirken, zarar edilmesine tamamen yasak koymamış ancak zararın belirli bir sınır içinde tutulmasını şart koşmuştur. Bu sınır ve uygulama esasları, çıkarılacak ikincil düzenlemelerle netleşecektir; ancak yasada, uluslararası spor kuruluşlarının düzenlemeleri de dikkate alınarak kademeli bir denk bütçe uygulamasının hayata geçirileceği belirtilmiştir. Örneğin, UEFA’nın finansal sürdürülebilirlik kriterleri göz önüne alınarak ilk etapta belli oranlarda açık tolere edilip, birkaç yıl içinde tam denk bütçeye geçiş öngörülmüştür. Kanun, sadece denk bütçe şartı koymakla kalmayıp, borçlanma işlemlerine de sınırlar getirmiştir. Spor kulüplerinin finansal risk yaratacak ölçüsüz borç altına girmelerini engellemek adına, borçlanma tutarlarının kulübün özkaynak veya gelirlerine oranla belirli limitleri aşamayacağı hükme bağlanmıştır. Ayrıca kulüp yöneticilerinin, kulübü temsilen kefalet vermeleri veya kulüp malvarlığını teminat göstererek üçüncü kişilere borç oluşturacak işlemler yapmaları da sıkı şartlara tâbi kılınmıştır.

7405 sayılı Kanun’un belki de en yenilikçi tarafı, yönetici sorumluluğunu kurumsal ve bireysel düzeyde somut şekilde düzenlemesidir. Kanunun ilgili maddelerine göre, spor kulübü veya spor AŞ’lerin başkan ve yönetim kurulu üyeleri, kulübün mali yükümlülüklerini ve bütçe disiplinini kasıt veya ihmalle ihlal etmeleri halinde, kulübe ve alacaklılara karşı verdikleri zarardan şahsen sorumlu olurlar. Dahası, denk bütçe kuralının ağır ihlali gibi durumlarda, yöneticilere ceza hukuku anlamında yaptırım uygulanması da öngörülmüştür. Kanunda, bütçe ve harcama ilkelerine aykırı fiiller neticesinde kulübün zararına neden olan yöneticiler için bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngören hükümler bulunmaktadır. Bu hüküm, spor kulübü yöneticilerini doğrudan şahsi yaptırımla muhatap kılarak Türkiye’de ilk kez bu alanda güçlü bir caydırıcılık mekanizması yaratmıştır. Böylece, geçmişte sıkça rastlanan “yönetimler değişir, borçlar kulüpte kalır” anlayışına son verilmeye çalışılmış, TTK’daki yönetici sorumluluğu ilkeleri spor alanına uyarlanarak Türk spor tarihinde ciddi bir eşik aşılmıştır.

Ayrıca kanun, kulüplerin mali şeffaflığını artırmak amacıyla bağımsız denetim zorunluluğu getirmiştir. Tüm spor kulüpleri ve spor anonim şirketleri, her mali yıl sonunda finansal tablolarını Kamu Gözetimi Kurumu tarafından yetkilendirilmiş bağımsız denetim kuruluşlarına denetletmek mecburiyetindedir. Denetim raporları ve mali tablolar ilgili mercilere (Gençlik ve Spor Bakanlığı’na ve gerektiğinde TFF’ye) sunulacak, bu sayede kulüplerin mali durumu şeffaf biçimde izlenebilecektir. Ayrıca kulüpler, yıl sonu itibariyle gelir-gider gerçekleşmelerini, kâr-zarar ve bilanço bilgilerini kamuya ilan etmek durumundadır. Halka açık spor şirketleri ise hem bu yasaya hem sermaye piyasası mevzuatına tâbi olduklarından, borsaya bildirim ve kamuya açıklama yükümlülükleri de devam edecektir.

Özetle, 7405 sayılı Kanun Türk spor kulüpleri için kurumsal yönetim ve mali disiplin alanında köklü değişiklikler getirmiştir. Denk bütçe zorunluluğu, borçlanma limitleri, yöneticilerin mali sorumluluğu ve bağımsız denetim gibi unsurlar, Avrupa’daki finansal fair play yaklaşımının ulusal hukukta vücut bulması olarak değerlendirilebilir. Ancak, bu yasa bağımsız bir düzenleyici otorite oluşturmak yerine, denetim yetkisini Gençlik ve Spor Bakanlığı’na vermiştir. Kanuna göre Bakanlık, spor kulüpleri ve şirketlerinin faaliyetlerinin mevzuata uygunluğunu denetleyebilir; gerektiğinde ihtar, idari yaptırım veya mahkeme yoluyla fesih isteme gibi yetkileri kullanabilir. Bu durum, İngiltere’deki IFR modelinden temel bir farklılığı işaret etmektedir: Türkiye’de denetim görevi hükümetin bir parçası olan bakanlık eliyle yapılırken, İngiltere bağımsız bir kurul yaratmıştır. Bu farkın uluslararası spor normları açısından da önemli bir sonucu olabilir; zira FIFA ve UEFA statüleri, devletlerin federasyon ve kulüp işlerine aşırı müdahalesine sıcak bakmamaktadır (bu tip durumlar “hükümet müdahalesi” olarak algılanıp yaptırımlara yol açabilir). Nitekim 7405 sayılı Kanun çıktığında bazı hukuki yorumlarda, bakanlığa tanınan geniş denetim ve ceza verme yetkilerinin FIFA’nın özerklik ilkesiyle çelişebileceği yönünde eleştiriler yapılmıştır. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’de belki ileride İngiltere tarzı gerçekten bağımsız ve sektörden özerk bir spor düzenleyicisine ihtiyaç duyulabileceği gündeme gelebilir. Şu an için Gençlik ve Spor Bakanlığı, kanunun uygulayıcısı konumundadır ve henüz bu yetki kullanımının FIFA nezdinde bir krize yol açtığı görülmemiştir; ancak denge dikkatle gözetilmektedir.

Türk Futbol Kulüplerinin Sahiplik Yapısı: Dernek-Şirket İkilemi ve Mevzuatın Etkisi

Türk futbolunun en üst düzeyinde yer alan kulüplerin (özellikle Süper Lig’dekilerin) sahiplik ve örgütlenme yapısı, Avrupa’daki çoğu örnekten farklı ve bir anlamda çift katmanlı bir modeldir. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzonspor gibi köklü kulüpler, bir yandan dernek (kulüp derneği) statüsüne sahipken diğer yandan futbol şubelerini ve ticari faaliyetlerini yürüten ayrı anonim şirketler kurmuşlardır. Örneğin Galatasaray Spor Kulübü Derneği, kendi bünyesindeki futbol takımını ve ticari haklarını Galatasaray Sportif Sınai ve Ticari Yatırımlar A.Ş. adlı halka açık şirkete devretmiş ve bu şirketin çoğunluk hissedarı konumundadır. Benzer şekilde Beşiktaş JK Derneği, Beşiktaş Futbol Yatırımları A.Ş.’nin; Fenerbahçe SK Derneği de Fenerbahçe Futbol A.Ş.’nin hakim ortağıdır. Bu yapı, özünde kulübün kontrolünün dernekte (yani üye genel kurulunda) kalmasını sağlarken, sermaye piyasalarına açılmak ve dış kaynak temin etmek için şirket yapısını kullanma amacını taşır. Dernekler Türk hukukunda kar amacı gütmeyen ve üyelik yapısına dayalı varlıklardır; halka arz veya yatırımcı ortak alamazlar. Oysa anonim şirketler, hisse senedi ihraç edebilir, borsada işlem görebilir ve kâr amacı güder. 2000’lerin başından itibaren Türk kulüpleri bu ikili modeli benimseyerek, hem üyelik temsili demokrasi geleneğini korumuş hem de sermaye piyasalarından fon sağlama imkanına kavuşmuştur.

Bu çift katmanlı sahiplik yapısının hukuki sonuçları ve avantaj-dezavantajları bulunmaktadır. Birincisi, şeffaflık ve hesap verilebilirlik açısından halka açık şirket yapısı önemli bir artıdır. Zira Borsa İstanbul’da işlem gören spor şirketleri, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) düzenlemelerine tabidir. SPK mevzuatı uyarınca bu şirketler üçer aylık dönemlerle finansal tablolarını kamuya açıklar, yılsonunda bağımsız denetimden geçmiş bilanço ve gelir tablolarını yayınlarlar. Önemli yönetim kararlarını, yatırımcıyı ilgilendiren özel durumları Kamuyu Aydınlatma Platformu (KAP) aracılığıyla duyurmak zorundadırlar. Yönetim kurulu seçimleri, genel kurul toplantıları gibi süreçler de SPK ve Türk Ticaret Kanunu hükümlerine uygun yürütülür; azınlık hissedar hakları gözetilir. Bu çerçevede bakıldığında, Türkiye’nin büyük kulüplerinin mali verileri belirli ölçüde kamuya açık ve denetim altındadır. Bu durum, tamamen kapalı devre yönetilen özel kulüplere kıyasla bir güvence mekanizması sağlar. Örneğin, Galatasaray Sportif A.Ş.’nin borç miktarı, gelirleri, giderleri, yapılan sermaye artırımları gibi bilgiler düzenli olarak açıklanır ve SPK’nın izleme alanındadır. Dolayısıyla bu şirketlerde bariz bir mali usulsüzlük ya da kaynağı belirsiz para akışı olması durumunda, SPK ve diğer denetim mercileri devreye girebilir.

Öte yandan, kulübün dernek ayağı bu denetim yükümlülüklerinin dışında kalabilmektedir. Dernekler Kanunu ve 7405 sayılı Spor Kulüpleri Kanunu uyarınca, kulüp dernekleri de yıllık mali raporlarını bakanlığa sunmakla yükümlü olsa da, bunların kamuya açık biçimde paylaşılması zorunlu değildir. Uygulamada büyük kulüpler her yıl genel kurullarında mali tablolarını üyelerine sunup onay alırlar, ancak bu tablolar genel kamuoyu tarafından detaylı incelenmez. Derneklerin ticari faaliyeti büyük ölçüde futbol şirketi üzerinden yürüdüğü için, dernek kasasındaki para akışı sınırlı olabilmektedir. Yine de, dernek düzeyinde üyelerden alınan aidatlar, bağışlar veya amatör şubelere yönelik harcamalar gibi kalemler bulunmaktadır. Bu gelir-gider kalemleri halka açık olmadığından, tam şeffaflık sağlandığı söylenemez. Ayrıca asıl kontrol gücü dernek yönetiminde olduğu için, halka açık şirketin stratejik kararları nihayetinde dernek yönetimi tarafından belirlenmektedir. Örneğin futbola yapılacak yatırım bütçesi, transfer harcamaları gibi konularda nihai söz sahibi dernek başkanı ve yönetim kuruludur; Sportif A.Ş. ise operasyonel bir araç konumundadır. Bu durum, ikili yönetişim yapısından kaynaklanan bir karmaşıklık yaratabilir. Bir tarafta SPK regülasyonuna tabi bir şirket, diğer tarafta dernek mevzuatına tabi bir kulüp vardır. Teorik olarak SPK kuralları yatırımcıyı korur ve şirketin mal varlığının dernek çıkarı için hoyratça kullanılmasını engeller. Mesele SPK bağlamında ve bilhassa “ilişkili taraf” kavramı ve başta ilgili kurumsal yönetim tebliğleri çerçevesinde değerlendirildiğinde mevcut tablo SPK tarafından kulüplerin dernek–şirket ilişkilerinde yapılan tüm transferleri ilişkili taraf işlemi olarak kabul edilip bunların şeffaflıkla KAP’ta açıklanmasını şart koşuluyor diyebiliriz. (Ayrı ve geniş bir yazının konusu olması itibariyle bu kadarıyla yetiniyoruz.) Bu da fiilen çıkar çatışması risklerine dikkat çekilmesi anlamına geliyor. Yine de uygulamada bu yapıların profesyonel yönetim ilkelerini tam olarak yerleştirdiğini söylemek zordur. Zira şirket yöneticileri çoğunlukla dernek yönetiminden seçilmekte, şirket genel kurullarında dernek çoğunluğu bulunduğundan dış yatırımcıların söz hakkı sınırlı kalmaktadır.

Türk kulüplerinin mevcut yapısının mali şeffaflık düzeyi ve hukuki denetim mekanizmaları incelendiğinde, 7405 sayılı Kanun’un getirdikleriyle birlikte önemli bir iyileşme görülmektedir. Artık dernek statüsündeki kulüpler de gençlik ve spor il müdürlükleri vasıtasıyla denetlenebilmekte, bakanlık gerekli gördüğünde kulüpten mali raporlar ve bilgi talep edebilmektedir. Halka açık olmayan kulüpler (örneğin Anadolu kulüplerinin birçoğu dernek veya şirkettir ama halka açık değildir) için de bağımsız denetim mecburiyeti geldiğinden, onların da mali tabloları güvenilir denetime tabi olacaktır. Bu gelişmeler, mali saydamlık ve hesap verebilirlik kültürünün Türkiye’de de yerleşmesi adına önemlidir. Ancak öte yandan, terörizmin finansmanı ve kara para aklama riski gibi hususlarda mevcut yapının hala zayıf halkaları mevcuttur.

Mali Suç Riskleri: Kara Para Aklama ve Terörizmin Finansmanı Tehdidi

Futbol sektörü, yüksek meblağların döndüğü ve nakit akışlarının yoğun olduğu bir alan olduğundan, hem dünyada hem de Türkiye’de suç gelirlerinin aklanması için cezbedici bir hedef olabilmektedir. Türkiye’de bu konuda en kapsamlı değerlendirmelerden biri, Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) tarafından 2020 yılında hazırlanan “Spor Kulüpleri Sektör Araştırma Raporu” ile yapılmıştır. MASAK raporu, özellikle futbol kulüplerinin son yıllarda giderek artan gelir hacimleri ve transfer piyasasındaki astronomik rakamlar nedeniyle yüksek riskli sektörler arasına girdiğini vurgulamıştır. Raporda suç örgütlerinin ve “aklayıcıların”, geleneksel finansal sistem yerine spor kulüplerini kullanarak suç gelirlerini gizlemeye çalıştıkları belirtilmiştir. Bunun temel nedeni, futbol sektöründe para hareketlerinin çok büyük boyutlara ulaşması ve bazı işlemlerin şeffaflık eksikliği barındırabilmesidir. Örneğin, yüksek bonservis bedelli oyuncu transferleri, karmaşık menajer ödemeleri, dostluk maçı veya hazırlık kampı adı altında yapılan ödemeler, sponsor gelirleri gibi kalemler suistimale açık görülebilmektedir. MASAK, uluslararası gözlemcilere atfen, bahis şikesi, şüpheli sponsorluklar ve aşırı yüksek oyuncu ücretleri üzerinden kulüplerin suç gelirlerini sisteme sokmakta araç olarak kullanılabileceğine dikkat çekmiştir.

Türkiye’de 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Kanunu ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Kanunu (MASAK Kanunu) uyarınca, bankalar başta olmak üzere finansal kuruluşlar ve belirli iş kolları, kara para aklama ve terör finansmanıyla mücadele kapsamında sıkı yükümlülüklere tabidir. Bu yükümlüler, şüpheli işlem tespiti halinde MASAK’a bildirim yapmak, müşterilerini tanımak (KYC prosedürleri) ve riskli gördükleri işlemlerde ek tedbir almak zorundadır. Spor kulüpleri ise doğrudan bu kapsamda “yükümlü” olarak sayılmamıştır; yani bir banka veya finans kurumu gibi MASAK’a aktif raporlama yapmakla yükümlü değillerdir. Bu durum, MASAK raporunda da eleştirel bir şekilde ele alınmıştır: Kulüpler kendi yaptıkları işlemlerde bir usulsüzlük olduğunu fark etseler bile, bunu kendilerinin ihbar etmesi pratikte beklenemez. Bu nedenle rapor, spor kulüplerinin belirli büyüklükteki işlemlerinin üst bir kurum aracılığıyla MASAK’a iletilmesi önerisinde bulunmuştur. Örneğin, tek seferde 20 bin TL üzeri nakit işlemlerde kimlik tespiti yapma ve raporlama yükümlülüğü gibi ek şartlar getirilmesi tavsiye edilmektedir. Ayrıca finansal kuruluşlara, spor kulüpleri ve yöneticileriyle yaptıkları işlemleri yüksek riskli işlem kategorisinde değerlendirmeleri, bu işlemlere ilişkin ilave inceleme ve tedbir uygulamaları önerilmektedir. Bu sayede, eğer bir kulüp vasıtasıyla yasa dışı kaynaklar sisteme sokulmak istenirse, banka ve mali denetçiler bunu fark ederek gerekli bildirimi yapabilecektir.

Türk futbol kulüplerinin mevcut yapısı düşünüldüğünde, büyük kulüplerin halka açık şirket olmaları ve yoğun kamuoyu denetimine maruz kalmaları, suç gelirlerinin aklanması veya terör finansmanı amacıyla kullanılma riskini bir nebze azaltmaktadır. Örneğin Galatasaray, Fenerbahçe gibi kulüplerin finansmanı sürekli medyanın ve taraftarların takibi altındadır; büyük meblağlı bir para girişi çıktısı olduğunda dikkat çeker. Ayrıca bu kulüplerin gelirlerinin önemli kısmı yayın geliri, bilet, lisanslı ürün, sponsorluk gibi kayıt altındaki kalemlerden oluşur. Yine de risk tamamen yok değildir. Özellikle daha alt liglerdeki veya mali yapısı zayıf kulüplerde, şeffaflık eksikliği nedeniyle illegal fonların kulübe sokulması ve oradan farklı yollarla çıkarılması mümkün olabilir. Örneğin nakit sponsorluk ödemeleri, “bağış” adı altında para transferleri, gerçekte oynanmayan bir oyuncu transferi için kağıt üzerinde yüksek bonservis bedeli gösterilmesi gibi senaryolar, kulüp yöneticileri kötü niyetliyse veya göz yumarsa kullanılabilecek yöntemlerdir. Hatta bazı durumlarda, mali darboğaza giren kulüplerin kim olduğu belirsiz yatırımcılara satılması veya devredilmesi riski vardır ki bu, kara para aklama organizasyonlarına fırsat tanıyabilir.

6415 sayılı Terörizmin Finansmanı Kanunu kapsamında, terör örgütlerine maddi destek sağlayanlara ağır cezalar öngörülmektedir. Spor kulüpleri doğrudan bu tip faaliyetlerin aktörü olarak gündeme gelmemiş olsa da, terör örgütü mensuplarının kulüp gelirlerine sızması veya kulüp üzerinden fon transfer etmesi teorik bir ihtimal olarak düşünülmelidir. Özellikle 2010’larda bazı terör örgütlerinin (örneğin FETÖ) spor kulüplerine nüfuz etme girişimleri olduğu biliniyor; bu kapsamda terörizmin finansmanı suçu açısından tetikte olunması gerektiği anlaşılmıştır. Bu risklere karşı, MASAK ve emniyet birimleri mali istihbarat alanında kulüpleri de radarına almıştır. Ancak burada yine ortaya, IFR gibi ihtisaslaşmış bir spor denetim otoritesi ihtiyacı çıkmaktadır. Şu anda Türkiye’de bir futbol kulübünün potansiyel sahibi veya başkan adayı, eğer ağır ceza hükümlüsü değilse veya yasaklı değilse, kulüp üyeleri tarafından seçilebilir ya da bir alt ligde kulübü devralabilir. Bunu önleyen spesifik bir “uygunluk testi” mekanizması bulunmamaktadır. Sadece 7405 sayılı Kanun’un spor federasyonlarına bıraktığı bir yetki ile, federasyonlar gerekli görürse kulüp yöneticileri için belirli nitelikler veya engel haller koyabilir. Örneğin TFF, kendi talimatlarında, şike suçundan hüküm giymiş kişilerin kulüplerde resmi görev alamayacağı gibi kurallar belirleyebilir. Ancak genel anlamda mali suçlar ve etik dışı durumlar için kapsamlı bir tarama zorunluluğu şu anki yapıda yoktur.

Bu durum, Türkiye’nin özellikle FATF (Mali Eylem Görev Gücü) standartlarıyla uyumu bakımından bir eksiklik olarak değerlendirilebilir. FATF, üye ülkelere sadece finans sektörü için değil, yüksek meblağlı işlemlerin döndüğü diğer sektörler için de risk temelli önlemler almalarını tavsiye eder. Futbol sektörü de bu kapsama girmektedir. Nitekim Türkiye 2021’de gri listeye alınırken, kara para ve terör finansmanıyla mücadelede bazı zafiyetler olduğu vurgulanmıştı. Spor sektörü spesifik olarak anılmasa da, MASAK raporunda belirtilen hususlar bu zafiyetin bir parçasıdır.

Sonuç ve Değerlendirme: Türkiye için IFR Benzeri Bir Modelin Gerekliliği

Yukarıdaki incelemeler ışığında, İngiltere’nin uygulamaya koyduğu bağımsız futbol düzenleyicisi IFR modelinin, mali şeffaflık ve suçla mücadele açısından ileri bir örnek teşkil ettiği görülmektedir. Türkiye, 7405 sayılı Kanun ile önemli adımlar atmış olsa bile, Avrupa’daki düzenlemelere tam hukuki uyum ve spor endüstrisinde uluslararası standartların yakalanması konusunda kat etmesi gereken mesafeler vardır. Özellikle bağımsız denetim ve yaptırım mekanizmaları konusunda, bir IFR benzeri kurumsal yapının eksikliği hissedilmektedir.

İngiltere’nin IFR’yi kurmasındaki temel saiklerden biri, spor yönetiminde çıkar çatışmalarını ve ihmal edilen denetimleri ortadan kaldırmak idi. Türkiye’de halihazırda denetim fonksiyonu Gençlik ve Spor Bakanlığı ile TFF arasında paylaşılmış durumdadır. Ancak TFF, kulüpler birliğinin de etkili olduğu, kulüp temsilcilerinin yer aldığı bir federasyondur; dolayısıyla kulüplere karşı yaptırım uygulama konusunda çekinceler olabilmektedir. Bakanlık ise devlet otoritesi olarak devrede olsa da, spor yönetimi uzmanlığı veya sürekli izleme kapasitesi açısından sınırlı kalabilir, ayrıca siyasi etki riskini barındırır. IFR benzeri bağımsız bir kurul ise, ne kulüplerin ne de hükümetin kontrolünde olmayan, sadece yasa ile çizilen çerçeveye hesap veren bir yapıda olacağından, kararlarında tarafsız ve cesur olabilir. Örneğin Türkiye’de bağımsız bir futbol düzenleyicisi olsa, bir kulübün mali kriterleri ihlal ettiğini tespit ettiğinde veya sahibi/yöneticisi hakkında ciddi suç iddiaları bulunduğunda, hem kulübe hem ilgili kişiye gerekli müeyyideleri tereddütsüz uygulayabilir. Mevcut yapıda ise benzer bir kararı almak, çeşitli çekincelerle mümkün olamayabilir.

Ayrıca IFR modelinin getirdiği lisanslama rejimi, Türkiye için de değerlendirilmeye değerdir. Gerçi TFF, UEFA’nın öngördüğü şekilde yıllık kulüp lisanslaması yapmaktadır; ancak bu lisanslar daha dar kapsamlı ve büyük ölçüde UEFA’ya katılım odaklıdır. Ulusal bir IFR benzeri yapı, Süper Lig ve alt liglerdeki kulüplerin tamamını kapsayacak sürekli bir lisanslama ve denetim getirebilir. Bu lisans kulüplere, mali saydamlık, iyi yönetişim, taraftar katılımı, altyapı yatırımı gibi konularda hedefler ve yükümlülükler koyabilir. Böyle bir yaklaşım, Türk futbolunun gelişimi için de ivme sağlayacaktır. Zira son yıllarda kulüpler düzeyinde yaşanan finansal çöküşler (örneğin bir zamanların köklü kulüplerinden Eskişehirspor, Mersin İdman Yurdu gibi kulüplerin borç batağına saplanıp alt liglere düşmesi veya faaliyetlerinin durma noktasına gelmesi) yapısal sorunlara işaret etmektedir. Bağımsız bir düzenleyici, sadece ceza vermekle kalmayıp, erken uyarı ve yönlendirme rolü de oynayarak kulüplerin mali olarak raydan çıkmasını önleyebilir.

Türkiye, uluslararası spor camiasının saygın bir üyesi olarak, hukuki uyum ve en iyi uygulamaları takip etme yükümlülüğüne de sahiptir. UEFA ve FIFA nezdinde güvenilirlik, sadece sportif performansla değil, yönetişim kalitesiyle de ölçülmektedir. Bu nedenle, 7405 sayılı Kanun ile başlayan reform sürecinin devam ettirilmesi ve gerekirse yeni kurumsal düzenlemelerle pekiştirilmesi yararlı olacaktır. IFR benzeri bağımsız bir kurum modeli, elbette Türkiye’nin kendi şartlarına uyarlanarak tasarlanmalıdır. Örneğin, Türk futbol kültüründe kulüplerin üyelerince yönetilmesi ve camiaların söz sahibi olması önemli bir değerdir; bağımsız düzenleyici, bunu yok saymadan, aksine taraftarların ve camiaların çıkarını koruyan bir rol üstlenebilir. IFR’nin İngiltere’de yaptığı gibi, taraftarların sesini duymak ve kulüp mirasını korumak da görevleri arasında olabilir. Böylece kulüpler hem mali disipline kavuşur hem de geleneksel kimliklerini korurlar.

Sonuç olarak, İngiltere’nin Bağımsız Futbol Düzenleyicisi (IFR) ve güçlendirilmiş sahiplik testi uygulaması, futbol kulüplerinin sahiplik yapılarında mali şeffaflık, etik uygunluk ve uluslararası yaptırımlara riayet konularında yeni bir standart getirmiştir. Bu standart, kara para aklama ve terör finansmanı gibi ağır mali suçlara karşı da önleyici bir kalkan oluşturmaktadır. Türkiye, kendi mevzuatında gerçekleştirdiği son düzenlemelerle önemli adımlar atmıştır ancak Avrupa’daki en güncel gelişmelere tam uyum ve bunların ötesine geçecek bir denetim mekanizması kurma ihtiyacı devam etmektedir. IFR benzeri bağımsız bir spor düzenleyicinin oluşturulması, Türk futbolunun uzun vadeli sürdürülebilirliği, uluslararası itibarı ve mali suçlardan arındırılması için değerlendirilmeli; sportif başarı hedefinin yanında kurumsal başarı hedefi de gündeme alınmalıdır. Böylece hem ulusal mevzuat Avrupa standartlarına yaklaşacak hem de futbolun ülke genelinde güven veren, temiz ve adil bir rekabet alanı olması sağlanacaktır.

>> Spor Hukuku Yazıları - I

Futbolcu Alacaklarında Görevli Yargı Yeri Sorunu

---

>> Spor Hukuku Yazıları – II

Sofia Yakushina Vakası ve Uluslararası Atletizmde Yetiştirme Tazminatı Tartışması