I- Giriş

Bu yazımızda ele alacağımız hukuki sorun; sulh ceza hakimliğinin soruşturma aşamasında, Cumhuriyet savcısı tarafından talep edilen hususlarla ilgili fiil ile bağlı olarak mı, yoksa yalnızca sevk maddesi kapsamında bir inceleme yapabileceği konusuna ilişkin olacaktır.

II- Sulh Ceza Hakimliği

Sulh ceza hakimliği soruşturma evresinin bir süjesi olup, bu evrede soruşturmayı yürüten savcılık makamının talebi üzerine karar verebilmekte ve Ceza Muhakemesi Kanunu m.267 uyarınca itiraz kanun yoluna açık bu kararlar “hakimlik kararı” olarak nitelendirilmektedir.

Sulh ceza hakimi kural olarak soruşturma evresinin bir süjesi olsa da CMK m.162 hariç Cumhuriyet savcısının talebi üzerine harekete geçmekte olup, kendi yargı çevresinde kalan işlemleri yapmakla yükümlüdür ve bu kapsamda sulh ceza hakimi; Cumhuriyet savcısı tarafından talep edilen istemin hukuka uygunluğunu denetleyip, bu talepler hakkında karar vermekle yükümlü olmakla birlikte, görevi kapsamına, genel itibariyle arama, elkoyma ve tutuklama başta olmak üzere kanun koyucu tarafından gösterilmiş koruma tedbirleri hakkında karar alması girmektedir. Sulh ceza hakimliğinin soruşturma evresindeki görev alanı esas olarak koruma tedbirlerine ilişkin olduğundan, sulh ceza hakiminin özgürlükler hakimi olarak nitelendirildiği de görülmektedir[1]. Esasen her iki isim de hatalı olup, sulh ceza hakimliği yerine sorgu hakimliği adı daha uygundur.

III- Sulh Ceza Hakimi Kararını Verirken Suça Konu Fiille mi Nitelendirme ile mi Bağlıdır?

CMK m.225/1 uyarınca kovuşturmayı yürüten görevli ve yetkili mahkeme; Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenen ve davanın yol haritası niteliğinde bulunan iddianamede gösterilen fiil ve faillerle sınırlı olarak karar verebilmektedir. Bu hüküm gereğince; kovuşturmayı yürüten mahkeme iddianamede gösterilen hukuki nitelendirme ile bağlı olmaksızın iddianamede gösterilen fiil ve faille bağlı olarak hüküm kurmakla yükümlüdür ki, CMK m.225/2 hükmü de mahkemenin kovuşturma aşamasında hukuki nitelendirme ile bağlı olmadığını ortaya koymaktadır. Bu hususu örnek üzerinden açıklamak gerekirse; Cumhuriyet savcısının iddianamede yer verdiği fiilin güveni kötüye kullanma suçunu oluşturduğundan bahisle TCK m.155’in tatbikini istemesine rağmen mahkeme, iddianamede açıklanan fiilin güveni kötüye kullanma suçu teşkil etmeyip, TCK m.141’de düzenlenen hırsızlık suçu kapsamında kaldığı kanaatine varabilir ve hukuki nitelendirmede değişiklik yaparak, güveni kötüye kullanma suçu yerine hırsızlık suçundan sanığın mahkumiyetine karar verebilir.

Yazımızda esas ele almak istediğimiz husus; CMK m.225’de düzenlenen ve yukarıda izah ettiğimiz kuralların kıyasen soruşturma evresinde sulh ceza hakimliği tarafından verilecek kararlarda da dikkate alınabilmesinin mümkün olup olmadığıdır.

Belirtmeliyiz ki; Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenen ve yol haritası niteliğinde olan iddianamede, şüphelinin yargılanmasını talep ettiği sevk maddelerinin şüpheliye isnat edilen suça konu fiile uymaması durumunda mahkeme, iddianamede anlatılan fiili farklı bir hukuki nitelendirmeye tabi tutabilecektir. Nitekim yukarıda detaylı olarak açıkladığımız üzere, Ceza Muhakemesi Kanunu; mahkemenin, Cumhuriyet savcısının iddianamede belirttiği maddelerle bağlı olmadığını, iddianamede açıklanan fiilin sevk maddesinde gösterilenden farklı bir suçun unsurlarını oluşturduğu kanaatine vardığında, suçun vasfını değiştirmesine imkan verdiğini ve bu durumun sonucunun şüphelinin, hem lehine ve hem de aleyhine olabileceğini örnekle ifade etmeliyiz. Cumhuriyet savcısı tarafından TCK m.157’ye göre dolandırıcılık fiilinden cezalandırılması talep edilen şüphelinin fiilinin, mahkeme tarafından TCK m. 155 kapsamında güveni kötüye kullanma suçunun unsurlarını oluşturduğu kanaatine varıldığında suçun vasfı failin lehine değişmiş olacaktır. Diğer bir örneğe göre; Cumhuriyet savcısı tarafından TCK m.102 uyarınca cinsel saldırı suçundan cezalandırılması talep edilen şüphelinin, iddianamede açıklanan fiilinin mahkeme tarafından TCK m.105 kapsamında cinsel taciz suçunun unsurlarını oluşturduğuna kanaat getirildiğinde, suçun vasfı sanığın lehine değişecektir. Hukuki nitelendirme değişiklikleri sanığın lehine veya aleyhine olabilir, ancak her durumda CMK m.226 uyarınca sanığa ve müdafine ek savunma hakkı verilmelidir.

Bir görüşe göre; CMK m.225/1’de yer alan, “Hüküm, ancak iddianamede gösterilen fiil ve faili hakkında verilir.” prensibinin, her ne kadar kovuşturma evresinde asliye ceza mahkemesi veya ağır ceza mahkemesi tarafından dikkate alınması gereken bir kural olduğu bilinse de, bu hükmün Ceza Muhakemesi Hukukunda kıyas yasağına giren hallerden olmadığı, bu nedenle soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısının sulh ceza hakiminden talep etmek durumunda olduğu hususlarda da kıyasen uygulanabileceği söylenebilir.

Bir diğer görüşe göre; sulh ceza hakimliğinin soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısının talebiyle sınırlı olarak karar verilebileceği, sulh ceza hakiminin soruşturma aşamasında re’sen karar verme yetkisinin bulunmadığı, bunun ancak Cumhuriyet savcısı tarafından “taleple bağlılık” ilkesi kapsamında gerçekleşebileceği ve dolayısıyla Cumhuriyet savcısının sevk ettiği suçlarla ilgili örneğin bir tutuklama kararı verilmesi değerlendirildiğinde sulh ceza hakiminin önüne gelen fiil yanında Cumhuriyet savcısının fiile yönelik olarak yaptığı hukuki vasıflandırma ile de bağlı olması gerektiği, suça konu edilen fiilin farklı bir suç kapsamında ele alınarak, istemden farklı bir suç çerçevesinde tutuklama kararı verilemeyeceği ileri sürülebilir.

Konuyu ayrıntılı olarak açıklamak için detaylı örnek vermek gerekirse; suça konu eylemin Cumhuriyet savcısı tarafından TCK m.188/1 kapsamında uyuşturucu veya uyarıcı madde imal, ithal veya ihraç etmek olarak değerlendirilip şüphelinin bu hükümler uyarınca tutuklanması talep edildiği durumda, sulh ceza hakimi tarafından somut olayın özelliklerine göre bu durumun TCK m.188/3 kapsamında uyuşturucu veya uyarıcı madde satışından dolayı tutuklama kararı verilmesini gerektirmiştir. Bu örnekte; Cumhuriyet savcısının olayın gelişimi çerçevesinde bulunduğu nitelendirme, sulh ceza tarafından değerlendirilerek, bu suçun aslında TCK m.188/3’e uyduğu, dolayısıyla şüphelinin sevk maddesi ile bağlı olmaksızın imal, ithal veya ihraçtan değil, uyuşturucu veya uyarıcı madde ticaretinden tutuklanmasına karar verilmiştir.

Önemle belirtmeliyiz ki; sulh ceza hakimi, Cumhuriyet savcısının sevke konu ettiği fiille ve şüpheli ile bağlı olup, fiilin hukuki nitelendirmesinde serbesttir. Buna göre; Cumhuriyet savcısının adli kontrol veya tutuklama için yazdığı sevk yazısında sulh ceza hakimine sunduğu fiil ve faille bağlı olan hakim, bu fiilin hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Ayrıca; bunun bir önemi de yoktur, çünkü önemli olan, şüphelinin ne ile suçlandığı ve şüpheli hakkında ne talep edildiğidir. Cumhuriyet savcısı adli kontrol veya sevk yazısında; suça ve talebine konu fiilin ne olduğunu, fiil ve fail yönünden adli kontrol veya tutuklama tedbirinin tatbikini gerekli kılan kuvvetli şüpheyi gösteren somut delillerin ne olduğunu göstermelidir. Cumhuriyet savcısının suça ve talebe konu fiilin hukuki nitelendirmesinin, sulh ceza hakimini bağlayan bir yanı yoktur. Hakimi; adli kontrol veya tutuklama tedbiri talebini gösteren Cumhuriyet savcısının sevk yazısında yer verdiği hukuki nitelendirme, yani suçun adıyla bağlı tutmak, Anayasa m.138’de yer alan hakim bağımsızlığına da aykırıdır.

CMK m.225/1’de öngörülen “fiil ve faille bağlılık” kuralı, soruşturma aşamasında da kıyasen uygulanmalıdır, çünkü adli kontrol talebinin tutuklamaya sevk ve sorgu işlemi olduğu ve bunun da bir yargısal faaliyet niteliği taşıdığı gözönünde bulundurulmalıdır. Kaldı ki, hakim bağımsızlığı ve tarafsızlığı çerçevesinde Cumhuriyet savcısının talebinde yer alan hukuki nitelendirme ile sulh ceza hakiminin bağlı olduğuna dair bir yasal düzenleme mevcut değildir. Sulh ceza hakimi; nasıl Cumhuriyet savcısının adli kontrole sevki sonrasında bu sevkle bağlı olup tutuklama kararı veremeyecekse, bir hukuki mesele olan fiilin hukuki nitelendirmesinde ise serbesttir.

Netice olarak; suça konu fiilin Cumhuriyet savcısı tarafından hangi madde ile nitelendirildiği, CMK m.225/2 kapsamında ele alındığında hakimin bu sevk maddesi ile bağlı olmayacağı, sulh ceza hakiminin verdiği kararların da “hakimlik kararı” olduğu ve bu kararların kovuşturma evresinde mahkeme tarafından verilen yargı kararları niteliğinde olduğu kıyasen değerlendirilerek, adaletin tecellisi ve ileride adil/dürüst yargılanmanın gerçekleşebilmesi amacıyla sulh ceza hakiminin sevk maddesi ile bağlı olmadığını, ancak fiille bağlı olduğunu belirtmek gerekir. Her ne kadar aksi görüşler olsa da sulh ceza hakiminin sadece Cumhuriyet savcısının talebi ile bağlı kalmasının ve taleplerin sadece kabul veya reddine karar vermesinin, sulh ceza hakiminin herhangi nitelendirmede bulunmamasının muhakemenin özüne aykırı düşeceğini, Anayasa m.138 kapsamında hakimin bağımsızlığına halel getireceğini ve hakkaniyetli bir yargılamanın gerçekleşemeyeceğini ifade etmeliyiz. Sulh ceza hakimi; nasıl Cumhuriyet savcısının adli kontrole sevki sonrasında bu sevkle bağlı olup tutuklama kararı veremeyecekse, bir hukuki mesele olan fiilin hukuki nitelendirmesinde ise serbesttir. Süreç, CMK m.225’de öngörüldüğü gibi işlemelidir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Tamer Berk Bayraklı

-----------

[1] Centel - Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 12.Bası, İstanbul, 2015, s.141.