1- Yargıtay 16. Ceza Dairesi oyçokluğu ile verdiği 09.05.2018 tarihli, 2018/386 E. ve 2018/1676 K. sayılı kararında; bilimsel atıflar yaparak ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarına yer vererek, istinaf mahkemelerinin Türk Yargı sistemine dahil olmasıyla kanun yolu yargılamasında yeni bir anlayışı benimseyen kanun koyucunun hem maddi olay ve hem de hukuki denetim yapmakla yetkili kıldığı istinaf başvurusunda, sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken (CMK m.273/4), incelemesi hukuki denetimle sınırlı (CMK m.294/2) tutulan temyiz yolunda, Mülga CMUK m.305’den farklı şekilde, re’sen temyiz tercihinden vazgeçerek, temyiz başvurusu yapılmasını ve temyiz edenin temyiz dilekçesinde hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini, yani temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğu (CMK m.294/1) öngörülmüş ve temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse, temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içerisinde sebepleri içeren bir ek dilekçe verilmesi gerektiği belirtilmiş (CMK m.295/1), temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermediği durumda, tıpkı başvurunun süresinde yapılmaması, hükmün temyiz edilemez olması veya temyiz edenin buna hakkının bulunmaması hallerinde olduğu gibi, usulüne uygun açılmış bir temyiz davasından bahsedilemeyeceğinden, temyiz talebinin reddedilmesi emredildiğinden (CMK m.298), CMK m.289’da öngörülen hukuka kesin aykırılık hallerinin ise, usulüne uygun açılmış bir temyiz davasının “sınırlı inceleme” ilkesinin bir istisnasını teşkil etmekle birlikte, şartları ve usulü açık bir şekilde ortaya koyularak gösterilen şekle uyulmaması sebebiyle kanun yolu başvurusunun reddedilmesinin hak arama hürriyetinin ihlali sonucuna yol açmayacağından bahisle, sanık müdafiinin usulüne uygun olarak kendisine tebliğ edilen hükmün gerekçe göstermeden temyiz ettiği ve CMK m.295/1 uyarınca yasal süresinde gerekçeli temyiz dilekçesini vermediği anlaşılmakla, CMK m.298 uyarınca oyçokluğu ile temyiz talebinin reddine karar verilmiştir.

Oyçokluğu ile verilen karara iki üye karşı oy yazmıştır.

Birinci karşı oy gerekçesine göre; Sonuç olarak; bir kere süresinde temyiz isteminde bulunulduktan sonra, Yargıtay'da incelemeye başlayıncaya kadar dilekçe veya dilekçeler verilmesine, bu dilekçelerde önceden belirtilmeyen yeni temyiz nedenleri belirtilmesinde herhangi bir engel yoktur. Yargıtay'ın incelemesine kadar verilen ek dilekçe ve gösterilen temyiz nedenleri de, Yargıtay tarafından incelenmeli ve denetlenmelidir. Elbette sözkonusu dilekçenin zamanında, tüm temyiz nedenlerini de gösterir şekilde hükmü veren mahkemeye verilmesi olması gerekendir. Yargıtay'ın incelemesi sırasında, temyiz dilekçesinde herhangi bir temyiz sebebinin yer almadığı anlaşılırsa, ancak o zaman temyiz isteminin reddedilmesi gerekir.

Bu cihetlerle, sayın çoğunluğun ‘temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermediği ve gerekçeli kararın tebliğinden itibaren süresi içerisinde gerekçeli temyiz dilekçesini sunmadığı anlaşıldığından, temyiz isteminin CMK'nın 298. maddesi uyarınca reddine dair’ düşüncesine katılmak mümkün olmamıştır”.

İkinci karşı oy gerekçesine göre; Somut olayda sanık müdafiinin hükmü, 21.11.2017 tarihli dilekçesi ile hükmün bozularak, sanığın beraatına ve tahliyesine karar verilmesini belirtmek suretiyle temyiz ettiği anlaşılmaktadır. Sanık müdafiinin temyizi hükmü temyiz ediyorum’ ibaresinden ibaret değildir. Mahkumiyet hükmünün beraat şeklinde bozulmasını temyiz nedeni olarak bildirilmiştir. Almanya Yüksek Mahkemesi'nin emsal teşkil edebilecek içtihatları nazara alındığında temyiz nedeni var kabul edilmesi gerekir. Bu halde CMK'nın 289 maddesi uyarınca bir inceleme yapılması zorunludur. Ancak başkaca usul hukuka dair hukuka aykırılık halleri somut olarak belirtilmediğinden usul hukukuna dair temyiz inceleme başlığı açılmayacak, fakat sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerektiğine dair temyiz nedenine göre hükümde maddi hukuk yönünden hukuka aykırılık bulunup bulunmadığı yönünden temyiz incelenmesi yapılması gerekecektir.

Sanık müdafiinin temyiz dilekçesindeki 'sanığın beraatına karar verilmesi gerektiğine' yönelik temyiz nedenine istinaden maddi hukuk yönünden temyiz nedeni niteliğinde olduğunun kabulüyle hükmün CMK'nın 289. maddesi ve ayrıca maddi hukuk yönünden incelenmesi gerektiği görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermediğinden, CMK'nın 298. maddesi gereğince reddine dair düşünceye katılmak mümkün bulunmamıştır”.

Burada sorun; somut sebep ve gerekçe belirtmeksizin hükmü temyiz eden veya mahkumiyet hükmü yerine beraat kararı verilmesi gerektiğinden bahisle temyiz talebinde bulunan tarafın temyiz başvurusu esastan incelenebilir mi, yoksa usulüne uygun temyiz talebinde bulunulmadığından bahisle reddi mi gerekir?

Konu ile ilgili hükümler CMK m.288, m.289, m.294, m.295 ve m.298’de yer almaktadır.

“Temyiz nedeni” başlıklı CMK m.288’de; temyizin ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanılabileceği, hukuka aykırılığın da bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması olabileceği açıklamasına yer verilmiştir.

“Hukuka kesin aykırılık halleri” başlıklı CMK m.289’da; temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmese dahi toplam dokuz bent halinde sayılan sebeplerden birisinin varlığı halinde hukuka kesin aykırılığın olduğunun kabul edileceği belirtilmiştir.

“Temyiz başvurusunun içeriği” başlıklı CMK m.294’de; temyiz edenin, hükmün neden dolayı hükmün bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermesinin zorunlu olduğu ve bu sebebin de ancak hukuki yöne ilişkin olabileceği ifade edilmiştir.

“Temyiz gerekçesi” başlıklı CMK m.295/1’de; temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse, temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içerisinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine temyiz nedenlerini içeren bir ek dilekçe verilmesi gerektiği öngörülmüştür.

“Temyiz isteminin reddi” başlıklı CMK m.298’e göre; süresinde temyiz başvurusunda bulunulmadığını, hükmün temyiz edilemez olduğunu, temyiz edenin buna hakkı olmadığını veya temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerinin yer almadığını tespit eden Yargıtay, temyiz istemini reddeder.

Burada iki sorun dikkat çekmektedir.

Birincisi; sadece “kararı temyiz ediyorum”, “sanık hakkında beraat kararı verilmesini istiyorum”, “beraat kararının bozulmasını istiyorum”, “mahkumiyet kararının bozulmasını istiyorum”, “beraat kararı yerine mahkumiyet kararı verilmesini istiyorum” veya “mahkumiyet kararının bozularak beraat kararı verilmesini istiyorum” veya benzeri talepleri içeren, ancak somut sebep ve gerekçe taşımayan, yani çoğunluk kararında belirtildiği şekilde, temyiz sebebi gösterilmeyen temyiz dilekçesi usule uygun kabul edilerek, temyiz kanun yolu incelemesi yapılabilir mi?

İkincisi ise; yukarıda verilecek cevap olumsuz olduğunda, acaba hukuka kesin aykırılık hallerini, yani mutlak temyiz/bozma sebeplerini gösteren CMK m.289’da sayılan hallerden birisinin varlığından bahisle temyiz incelemesi yapılıp, tespit edilen hukuka kesin aykırılık sebebi gereğince bozma kararı verilebilir mi?

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi 7. Ek Protokolü’nün 2. maddesi gereğince kabul edilen ceza davalarında iki dereceli yargılanma hakkı ile birlikte yürürlüğe giren istinaf kanun yolu, bir başka kanun yolu olan temyiz kanun yoluna re’sen gidilmesinin önüne geçmiş ve temyizde hukukilik denetiminin “sebeple sınırlılık” kuralı gereğince yapılması usulünü getirmiştir.

Konu ile ilgili yukarıda yer verdiğimiz hükümler incelendiğinde; temyiz nedeninin hükümde bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması olabileceğinin, hukuka nisbi aykırılıkların yanında, sınırlı sayıda kabul edilen hukuka kesin aykırılık hallerinin hükmün esasına etkili olup olmadığına bakılmaksızın mutlak bozma sebebi sayılacağının, temyiz başvurusunda bozma nedeninin gösterilmesinin zorunlu olduğunun ve bu sebebin hükmün ancak hukuki yönü ile ilişkin olabileceğinin, temyiz gerekçelerinin belirtilen yasal sürede gösterilmesinin gerekliliğinin ve temyiz sebepleri içermeyen temyiz dilekçesinin reddedileceğinin açıkça belirtildiği görülmektedir.

Esasen hükümler net olup; temyiz nedeninin hukuka aykırılık olabileceği, hukuka aykırılık hallerinin, işin esasına etkili olup olmadığına göre dikkate alınan nisbi ve her durumda dikkate alınan kesin aykırılık olarak ayrıldığı, temyiz başvurusunda hükmün hukuki yönüne ilişkin bozma sebebinin mutlaka gösterilmesi gerektiği, temyiz sebebi içermeyen temyiz dilekçesinin reddedileceği tartışmasızdır.

Bu şartlarda; “kararı temyiz ediyorum”, “sanık hakkında beraat kararı verilmesini istiyorum”, “beraat kararının bozulmasını istiyorum”, “mahkumiyet kararının bozulmasını istiyorum”, “beraat kararı yerine mahkumiyet kararı verilmesini istiyorum” veya “mahkumiyet kararının bozularak beraat kararı verilmesini istiyorum” veya benzeri talepleri içeren, ancak somut sebep ve gerekçe taşımayan ibarelerin geçerli ve usule uygun temyiz sebebi olarak görülmesi ve buna göre temyiz başvurusunun esastan incelenmeye alınması mümkün değildir. Gerçekten de temyiz kanun yolunda hukukilik denetimi ile sınırlı inceleme yapılsa da Ceza Hukuku ve Ceza Yargılaması Hukuku gibi önemli bir kamu hukuku alanında, en azından bir temyiz iradesini gösteren başvuru yapıldıktan sonra “sebeple sınırlılık” kuralını bu derece sert uygulayıp, Yargıtay’ın önüne giden dosyaları incelememesi, maddi hakikate ulaşılmasından öte “adalet” ve “hukuka uygunluk” kavramları açısından rahatsız edicidir. Ancak normatif anlayışın benimsendiği yazılı hukuk sisteminde, iki dereceli yargılama sistemine geçildikten sonra temyiz kanun yoluyla ilgili benimsenen yasal düzenleme tartışmasız biçimde temyiz sebebinin temyiz başvurusunda net bir şekilde gösterilmesini ve incelemenin de bu gösterilen sebeplerle sınırlı yapılmasını emretmektedir. Bu yasal düzenleme değişmedikçe, Anayasa m.138/1 gereğince Kanunu gözardı edebilmesi ve onun yerine geçmek suretiyle uygulama geliştirmesi kabul edilemez.

Burada sorun, belki ikinci mesele ile ilgili gündeme gelebilir. Ortada bir temyiz başvurusu yoksa, zaten 15 yıl hapis ve üzerinde cezaları içeren hükümlerin başvuru olmasa dahi istinaf kanun yolunun denetiminden geçmesi kuralı (CMK m.272/1) temyizde benimsenmediğinden, temyiz edilmeyerek kesinleşen istinaf kanun yolundan geçmiş hükümlerde varsa hukuka aykırılıklar varlığını korumaya devam edecektir. Burada mesele; sadece temyiz idaresini içeren, fakat kanun koyucunun ve yukarıda yer verdiğimiz Yargıtay kararının aradığı şekilde somut sebebe yer vermeyen temyiz dilekçesi, her durumda reddedilir mi, yoksa hukuka kesin aykırılık hallerinin tahdidi olarak sıralayan CMK m.289’la sınırlı incelemeye tabi tutulmalı mıdır?

Birinci karşı oy yazısında; bir defa temyiz isteminde bulunulduktan sonra, Yargıtay’da incelemeye başlanıncaya kadar her türlü temyiz nedeni gösterilebilmelidir ki, ancak Yargıtay’ın incelemesi sırasında temyiz incelemesinde herhangi bir temyiz sebebinin yer almadığı anlaşılırsa reddinin mümkün olacağı ifade edilmiştir. Bu görüş; CMK m.295/1’in lafzına aykırıdır. Her ne kadar görüş CMK m.298’de tanımlanan temyiz isteminin reddi sebeplerinden olan “temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermediğini saptarsa” ibaresini esas alsa da, konu CMK m.294/1 ve m.295/1’den bağımsız ele alınamaz. Çünkü her iki hüküm de açık bir şekilde temyiz başvurusunda ve süresinde hükmün hukuki yönüne ilişkin temyiz sebeplerinin gösterilmesi zorunluluğu öngörülmüştür. Bu sebeple; temyiz incelemesi başlayıncaya kadar, başta sadece temyiz iradesini ortaya koyan başvurucunun dilediği şekilde temyiz sebebi bildirebilmesi usulü doğru değildir.

İkinci karşı oy yazısında; mahkumiyet kararı yerine sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerektiğine dair temyiz başvurusu yapan tarafın bir temyiz sebebi gösterdiğinin kabul edilerek, CMK m.289’da sayılan hukuka kesin aykırılık halleri ile Maddi Hukuk, yani Ceza Yargılaması Hukuku (Usul Hukuku) yönünden değil, Ceza Hukuku ile ilgili inceleme yapılmasının zorunlu olduğu, aksi halde sanığın beraatına karar verilmesi gerektiğine dair temyiz nedenine istinaden Maddi Hukukla sınırlı temyiz nedeni niteliğinin reddedildiği durumda, CMK m.289’a ve ayrıca konunun Maddi Hukuk yönü temyiz incelemesinden yoksun bırakılacaktır ki, bu tür bir kabul CMK m.289’a aykırı olacağı ifade edilmiştir.

Kanaatimizce; temyiz kanun yoluna başvurulması mutlaka bu yönde usule uygun bir talebin yapılmasına bağlıdır. Kanun koyucu, temyiz talebi olmaksızın kendiliğinden incelemeye tabi istinaf kanun yolundan çıkmış bir hüküm istisnasına yer vermemiştir. Öncelikle ortada bir temyiz talebi olmalı ve CMK m.298 uyarınca temyiz talebini içeren kararın temyiz edilemez olmamalı, temyiz edenin temyize hakkı olmalı ve temyiz dilekçesi temyiz sebeplerini içermelidir ki, bunlardan birisinin eksikliği halinde temyiz istemi reddedilecektir.

Sadece temyiz iradesini içeren bir başvuru usule uygun mudur veya yukarıda yer verdiğimiz ibarelerden birisi temyiz sebebi sayılır mı?

Bir temyiz başvurusunun usule uygun sayılabilmesi için, başvurucunun somut olarak hukuki içerik taşıyan bir temyiz sebebine dilekçesinde yer vermesi gerektiği tartışmasızdır. Bu durumda, soyut bir temyiz beyanı veya mahkumiyetin veya beraat kararının bozulmasına dair bir talep “somut hukuki sebep” olarak nitelendirilemez. Çünkü bu beyanların hiçbirisi, kanun koyucunun temyizde aradığı “neden” sorusuna cevap vermemektedir. Şimdi burada bir diğer sorun, acaba temyiz dilekçesine veya beyanında gösterilmese de CMK m.289’da yer alan hukuka kesin aykırılık hallerinden birisinin veya birkaçının varlığı halinde yine de, diğer hükümlerde belirtilen usule uygun bir temyiz dilekçesinin varlığı, buna göre de somut nedenin belirtilmediği temyiz dilekçesinin her durumda reddedileceği söylenebilir mi? Bizce bu söylenemez. Her ne kadar konu ile ilgili hükümleri bir bütün olarak ele alıp değerlendirip sonuca ulaşsak bile, CMK m.289’da sayılan ve işin önemine binaen hukuka kesin aykırılık halleri olarak kabul edilen sebeplerin varlığı veya yokluğu incelemesinin yapılması, eğer ortada süresinde ve temyizi mümkün olan bir hükme karşı temyiz başvurusu olduğunda gözardı edilemez. Çünkü kanun koyucu CMK m.289/1’de net olarak “temyiz dilekçesi veya beyanın gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hallerde hukuka kesin aykırılık varsayılır:” hükmüne yer vermiştir.

Sonuç olarak;  Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin konu ile ilgili oyçokluğu ile verdiği karara kısmen katıldığımı, ilk karşı oy gerekçesine katılmadığımı, ikinci karşı oy gerekçesine de kısmen katıldığımı, ortada süresinde ve temyizi kabil bir karara karşı temyiz iradesini gösteren bir başvuru olduğunda yalnızca CMK m.289 ile sınırlı temyiz incelemesi yapılabileceği, bunun dışında mevcut yasal düzenleme karşısında başka bir incelemeye gidilemeyeceğini, aksi halde gerek CMK’nın gerek yasal düzenlemelere ve gerekse Anayasa m.138/1’e aykırılık oluşacağını ifade etmek isterim.

2- İlk derece mahkemesi ile istinaf mahkemesinin amacı; uyuşmazlığı çözüp ka­rar vermek, Yargıtay’ın amacı ise, derece mahkemelerinin verdiği kararların hukukilik denetimini yapmaktır. İstinaf bir “derece mahkemesi” olup görevi, hem ilk derece mahkemesinde yapılan tahkikatı denetlemek ve hem de maddi vakıayı yeniden inceleyerek yeni bir hüküm kurmaktır. Dolayısıyla istinaf aşamasında; sadece yerel mahkeme kararının hukukilik denetimi değil, maddi vakıa incelemesi de yapılmaktadır. Bu açıdan istinaf incelemesi, ne ilk derece yargılamasının ve ne de temyiz kanun yolunun özelliklerini taşır. Bölge adliye mahkemeleri; CMK m.280/1-c uyarınca davanın yeniden görülmesi gerektiği kanaatine vardığında, maddi vakıa mahkemesi gibi hareket edecek, Yargıtay da bölge adliye mahkemeleri tarafından verilen kararların hukukilik denetimini yapacaktır. Bu nedenle; ikinci derece mahkemesi olan bölge adliye mahkemeleri, ne ilk derece mahkemesi ne de Yargıtay gibi hareket etmeli, kendine özgü fonksiyonunun gerektiği şekilde yargılama yaparak, kararlarını da fonksiyonunun öngördüğü şekilde gerekçelendirmeli, yani verdiği kararlar, gerek şekil ve gerekse içerik bakımından ilk derece mahkemesi ve temyiz kararlarından farklı olmalıdır.

Yukarıda açıklandığı üzere, istinaf ve temyiz kanun yolları birbirinden farklıdır. Her ne kadar Anayasa Mahkemesi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi temyiz kanun yolu denetimi yapan Yargıtay’ın tatbikatta “formül karar” olarak bilinen, somut gerekçenin yer almadığı ve yalnızca denetiminden geçirdiği kararı onadığına ilişkin soyut sözlere yer veren kararlarının gerekçeli karar hakkını ihlal etmediğini belirtmekle birlikte (bu görüşe de katılmamakla beraber), en azından bu kabulü iki dereceli yargılama sisteminde yalnızca hukukilik denetimi değil, esas olarak maddi vakıa da inceleyen istinaf kanun yolunda bölge adliye mahkemeleri için de geçerli sayılabilmesi fikri benimsenemez.

Uygulamada maalesef dosya üzerinden yaptıkları incelemelerle istinaf taleplerini reddeden bölge adliye mahkemeleri ceza dairelerinin, dosya ve dilekçelerde yer alan istinaf sebeplerine hiç değinmeden, yalnızca ilk derece mahkemesinin kararını isabetli bulduğunu ifade eden cümlelere yer vermek suretiyle “formül karar” usulünü izlediği görmekteyiz. Temyizde benimsenen bu usulün istinaf kanun yolunda kullanılması ve tarafların ilk derece mahkemesinin kararının hukuka aykırılığına ilişkin sebeplerine cevap verilmemesi sanığın dürüst yargılanma hakkı[1] kapsamında kabul edilen gerekçeli karar hakkını net bir ihlalidir. Belirtmeliyiz ki karşı olduğumuz usul, somutluk içeren ve daha önceden belirlenmiş ilke gerekçelerin kararda yazılması olmayıp, hiçbir somut gerekçe içermeyen ve başvuru sebeplerine cevap vermeyen kararlardır. Bizce; sadece istinaf kanun yolunda değil temyiz kanun yolunda da başvurucunun (sanığın) gerekçeli karar hakkı korunmalıdır.

Bölge adliye mahkemesi kararlarında; formül, matbu veya görü­nüşte gerekçeler değil, açık, somut ve tam gerekçelere yer verilmeli ve gerçek anlamıyla “gerekçeli karar” niteliği taşıyan kararlar yazılmalıdır. Karar; sadece ilk derece mahkemesinin kararının hukukilik denetimini veya genel değerlendirmesini içermemeli, tarafların gerekçeli başvuru dilekçelerine cevap vermelidir. Bu noktada bölge adliye mahkemesinin; bir bütün olarak dosyayı incelediğini, yerel mahkeme kararını denetlediğini, maddi vakıa incelemesi yaptığını ve delilleri tartıştığını gösteren, özellikle dosya üzerinden yapılan incelemelerde tarafların beyanlarına hukuki ve fiili dayanaktan yoksun olmayacak şekilde cevaplandıran gerekçeli kararlar yazması elzemdir. Gerekçenin; hem yargılamanın taraflarına ve hem de kararı veren ilk derece mahkemesine cevap verecek somutlukta olması, “kanunilik” ve “hukuk devleti” ilkeleri açısından büyük önem taşır. Aksi halde istinaf kanun yolu; ilk derece mahkemesi tarafından cezalandırılmasına karar verilen sanığın, hakkında verilen mahkumiyet kararını üst bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını kullandığı bir yargılama mercii değil, yargılama sürecinde adaletin tecellisine katkısı beklenenden az olan ve yargılamayı da uzatan bir külfete dönüşecektir.

Son olarak; sadece hukukilik denetimi değil maddi vakıa incelemesi yapan istinaf kanun yolunda duruşma açılması istisna olarak görülmemeli, mümkün olduğu kadar duruşmalı inceleme tercih edilmeli, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre CMK m.102’ye göre yapılacak azami tutukluluk süresi hesabında dikkate alınmalı, yani bu maddede gösterilen usule göre tutukluluğun devamına veya uzatılmasına karar verilmelidir.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

------------------------

[1] İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6 nedeniyle, ceza davalarında katılanın/müdahilin dürüst yargılanma hakkı olmadığı, bu hakkın sadece sanığa ait olduğu fikri benimsendiğinden, dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası sadece sanık yönünden incelenmektedir.