Türkiye ile Yunanistan arasında çözülmesi beklenen bir dizi uyuşmazlıktan bahsetmek mümkündür. Yunanistan ile çözülemeyen başlıca sorunlar ise Ege Denizi üzerinde karasuları, kıta sahanlığı, muhtemel bir gelecekte gündeme gelebilecek olan münhasır ekonomik bölge sorunu, adaların aidiyeti ve silahsızlandırılmasına ilişkin sorunlar, Doğu Akdeniz üzerinde münhasır ekonomik bölge ve ilintili olarak kıta sahanlığı sorunu olmak üzere farklı başlıklar altında toplanmaktadır. İşte bu yazımızda yıllardır tartışılan ve çözülemeyen Ege Kıta Sahanlığı ve adaların silahsızlandırılması meselelerine dair tarihsel süreç hakkında bilgilendirme yapıldıktan sonra bahsedilen uyuşmazlıklara dair uluslararası hukuk bağlamında mahkemelerin yetkisi ve olası çözüm yolları incelenecektir.

Uluslararası hukuk, en sade tanımıyla, devletler arasındaki ilişkileri ele alır. Bu hukuk sisteminde iç hukuklardan farklı olarak hiyerarşik bir üst otorite bulunmaz; devletler, eşit egemen süjelerdir. Klasik uluslararası hukuk bu yapı üzerine inşa edilmiştir ve günümüzde de ana hatlarıyla bu yapı sürdürülmektedir.[1] Uluslararası hukukta eşit egemen yapılar olarak devletler, uyuşmazlıklarını bir tahkim veya yargı organı önüne götürmek konusunda serbesttirler; bu konuda zorlanmaları mümkün değildir.[2]

Uluslararası Adalet Divanı’nın yargı yetkisi tarafların rızaları üzerinde temellenmektedir. Divan, sadece rızası olan devletler üzerinde yargı yetkisi icra edebilir ve aynı şekilde, yargılamaya taraf olmayan üçüncü devletlere ilişkin hukuki meselelere dair kararlar veremez. Bu ilkelerin bir sonucu olarak, Divan, aslında rızası bulunmayan üçüncü bir devlet aleyhine dava açmış olan devletlerin aralarındaki davaya bakmayacaktır. Konu bakımından, yetki bakımından uzmanlaşmış mahkemelerden farklı olarak Divan, tarafların kendisine sunacağı herhangi bir meseleye bakmak konusunda yetki sahibidir. Dolayısıyla Uluslararası Adalet Divanı, deniz alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin davalara da bakabilir. [3]

Ege Denizi’ndeki kıta sahanlığı sınırlandırmasına dair uyuşmazlık, taraflar arasındaki görüşmelerin sonuçsuz kalması üzerine, tek taraflı olarak Yunanistan tarafından, 7 Ağustos 1976 tarihli bir dilekçeyle Divan’a sunulmuştur. Türkiye, Divan’a, davaya bakma konusunda yetkisinin olmadığını belirttiği bir dilekçeyi, diğer iddialarıyla birlikte 25 Ağustos 1976 tarihinde yollamış, Divan ise 19 Aralık 1978 tarihli kararında, Yunanistan’ın tek taraflı başvurusuyla önüne getirilen Ege Denizi Kıta Sahanlığı Davası’nda 2 olumsuz oya karşı 12 oyla Türkiye’nin Divan’ın yetkisine rızasının olmaması sebebi ile yargı yetkisinin bulunmadığına hükmetmiştir.[4]

EGE DENİZİ’NDEKİ BAŞLICA SORUNLAR [5]

1.Karasuları ve kıta sahanlığı ile bu alanların sınırlandırmalarını da kapsayan deniz yetki alanlarına ilişkin anlaşmazlıklar.

a) Karasuları

Türkiye ve Yunanistan arasındaki deniz sınırı henüz bir anlaşmayla belirlenmemiştir.

Şu anda, hem Türkiye hem de Yunanistan karasularının Ege Denizi’ndeki genişliği 6 deniz milidir. Türkiye’nin ve Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki sahillerinin coğrafi konumu birbirine yan yana ve aynı zamanda karşı karşıyadır, bu da bir sınırlandırmayı gerekli kılmaktadır.

Deniz alanlarının kesiştiği ya da bir noktada birleştiği yerlerdeki yakın ya da karşıt konumlar arasında bulunan deniz alanları sınırlarının anlaşmayla belirlenmesi gerekliliği uluslararası hukukun temel bir kuralıdır.

Bununla birlikte, Ege Denizi örneğinde, sahillerin karşıt olduğu alanların yanı sıra sahillerin bitişik olduğu bölgelerde de karasuları çerçevesinde Türkiye ve Yunanistan arasında herhangi bir deniz sınırı mevcut değildir.

Karasularının 12 deniz miline çıkarılması, Ege Denizi’ndeki çıkar dengelerini Türkiye’nin aleyhine orantısız bir şekilde değiştirecektir. Şu anda, sahip olduğu birçok ada sebebiyle, Yunanistan’ın karasuları Ege Denizi’nin %40’ını oluşturmaktadır. Karasularının 12 deniz miline çıkarılması durumunda bu oran %70’e yükselmektedir. Bu durumda açık deniz büyüklüğü %51’den %19’a düşerken, Türkiye’nin karasuları da Ege Denizi’nin %10’undan daha az kalmaktadır.

b) Kıta Sahanlığı

Ege’deki deniz yetki alanları ile ilgili bir başka temel sorun Türkiye ve Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı sınırının belirlenmesi konusudur.

Ege’de Türkiye ve Yunanistan’a ait kıta sahanlığının sınırları henüz belirlenmemiştir. Şu anda ne Türkiye ne de Yunanistan Ege’de 6 deniz mili mesafesindeki karasularının ötesinde, sınırlandırılmış bir deniz yetki alanına sahip değildir.

Tartışmanın esas konusu, “Ege Denizi kıta sahanlığının Türkiye ve Yunanistan arasında, iki kıyı devletinin 6 deniz mili olan karasularının ötesindeki alanların da sınırlandırılmasıdır”.

2. 1923 Lozan ve 1947 Paris Antlaşması çerçevesinde Doğu Ege Adaları’nın silahsızlandırılmış statüsünün Yunanistan tarafından sistematik bir şekilde ihlal edilmesi.[5]

Doğu Ege Adaları, 1923 Lozan Antlaşması ve 1947 Paris Antlaşması da dahil olmak üzere birtakım uluslararası antlaşmalarla silahsızlandırılmıştır.

Halen yürürlükte olan ve dolayısıyla Yunanistan’ı yasal olarak bağlayan bu uluslararası anlaşmalar, Doğu Ege Adalarının silahlandırılmasını yasaklamakta ve bu maksatla Yunanistan’a yasal yükümlülükler ve sorumluklar da getirmektedir.

Bununla birlikte Yunanistan, Türkiye’nin itirazlarına rağmen uluslararası hukuk çerçevesinde ahdi taahhütlerini ve antlaşmalardan doğan yükümlülüklerini ihlal ederek 1960’lardan beri adaları silahlandırarak Doğu Ege Adalarının silahsızlandırılmış statüsüne aykırı hareket etmektedir. Günümüzde ise Atina Yönetimi adaları silahlandırmak için turist feribotlarını kullanıyor. Asker çıkarmaları bu feribotlarla belirli periyotlarla ancak düzensiz biçimde yapılıyor. Söz konusu askerlerin büyük bölümü ise özel harekat eğitimi almış Yunan ordusu mensuplarından oluşuyor. Uluslararası Hukuk nezdinde sorun yaşamamak için de sivil gemi, tekne ve yatları kullanıyorlar.

Yunanistan’ın sistematik bir şekilde adaların silahsız statüsünü ihlal etmesi ve Doğu Ege adalarının tamamına tahkimat dahil olmak üzere her türlü askeri mühimmat sevkiyatı yaparak adaları silahlandırması ise Türkiye’ye, Lozan Barış Antlaşması’nın, adalar üzerinde egemenliği düzenleyen maddelerini sona erdirme hakkı verebilir. Bu durum Türkiye’ye, sayıları yaklaşık 18’i bulan Doğu Ege Adaları üzerindeki egemenlik meselesinin Yunanistan ile tekrar müzakere edilmesini talep etme hakkı da verecektir. Zira Türkiye ve Yunanistan’ın taraf olduğu Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin 60. maddesi, gerek iki taraflı bir antlaşmanın gerekse çok taraflı bir antlaşmanın taraflarından birisinin antlaşmayı esaslı bir şekilde ihlal etmesi (material breach) durumunda, bu ihlalden zarar gören tarafın, ihlal eden devlete karşı antlaşmanın yürürlüğünü kısmen ya da tamamen askıya alma ya da sona erdirme hakkının bulunduğunu öngörmektedir.[6]

Belirtilen şartlardan en önemli olanının, söz konusu ihlalin, “antlaşmanın konu veya amacının gerçekleştirilmesi için elzem olan bir hükmünün ihlali” olması şartı olduğu ifade edilebilir. Yunanistan’ın ise özellikle 1974 Kıbrıs Barış Harekatından sonra Doğu Ege Adalarını alenen silahlandırması antlaşmayı esaslı bir şekilde ihlal ettiği anlamını taşımakta ve bu bağlamda da Türkiye’ye antlaşmanın yürürlüğünü kısmen ya da tamamen askıya alma yahut da sona erdirme hakkını vermektedir.

Bu konu hakkında yakın zamanlarda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da Atina'nın adaları silahlandırmasına ilişkin olarak "İhlalden vazgeçmezlerse adaların egemenliği tartışılır. " ifadesini kullanmıştı. Görüleceği üzere Türkiye, Yunanistan’ın Doğu Ege’de bulunan ve hukuken silahlandırmaması gereken adaları silahlandırmasına ve muhtemel hukuki sonuçlarına dair son yıllarda daha sert resmi açıklamalar yapmak durumunda kalıyor. Üst perdeden yapılan bu sert açıklamaların ise yukarıda kısaca bahsedildiği üzere Türkiye bakımından meşru müdafaa kapsamında değerlendirileceği ve Viyana Antlaşmalar Hukuku bağlamında adaların egemenliğinin Türkiye tarafından yeniden tartışmaya açılabileceği noktasında bir karşılığı bulunmaktadır.

Diğer taraftan Yunanistan, 1993’te Uluslararası Adalet Divanının zorunlu yargı yetkisini kabul ederken, “ulusal güvenlik çıkarları” ile ilgili askeri önlemlerden kaynaklı hususlara ilişkin olarak Divanın zorunlu yargı yetkisine çekince koymuştur. Yunanistan bu şekilde adaların silahlandırılmasına ilişkin bir tartışmanın Uluslararası Adalet Divanı’na gitmesini engellemeyi hedeflemiştir. Bu durum, Yunanistan’ın anlaşma yükümlülüklerini ihlal ettiğinin Yunanistan tarafından zımnen kabul edilmesi anlamına gelmektedir.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Ege Denizi kıta sahanlığı sorununun Uluslararası Adalet Divanı’na götürülmesi tarafların rızasına bağlı bir konudur.[7] Bu konu hakkında Yunanistan tarafından tek taraflı olarak 1976 yılında açılmış olan dava Türkiye’nin Uluslararası Adalet Divanı’nın yetkisine rıza göstermemesi sebebi ile yetkisizlikle sonuçlanmış olmasına rağmen her iki ülke tekrar meselenin halli için yargısal yola müracaat edebilmelerinin yanında uyuşmazlığın diplomasi ve 1982 Sözleşmesi’ndeki öncelikli usul olan anlaşma yoluyla çözülmesi yönündeki çabaları da sürdürerek meseleyi diplomatik yollardan da çözüme kavuşturabilirler. Bu noktada son olarak Viyana Antlaşmalar Hukuku bağlamında silahlandırmaya dair kuralların Yunanistan tarafından sistematik bir şekilde ihlali, Türkiye’ye Lozan Barış Antlaşması’nın, adalar üzerinde egemenliği düzenleyen maddelerini sona erdirme hakkı verebilir. Bu durum Türkiye’ye, sayıları yaklaşık 18’i bulan Doğu Ege Adaları üzerindeki egemenlik meselesinin Yunanistan ile tekrar müzakere edilmesini talep etme hakkı verecektir.

KAYNAKÇA :

[1] Hakkı Hakan Erkiner, Devletin Haksız Fiilden Kaynaklanan Uluslararası Sorumluluğu (On İki Levha 2010)

[2] Ibid

[3] Uluslararası Adalet Divanı Statüsü, md. 36/1, Kuran ve diğerleri (n 15) 36

[4] Oellers-Frahm (n 7) 5-7; Aksar (n 33) 275.

[5] https://www.mfa.gov.tr/baslica-ege-denizi-sorunlari.tr.mfa

[6]https://kriterdergi.com/dosya-savunma-ve-guvenlik/dogu-ege-adalarinin-silahlandirilmasi-ve-egemenlik-tartismasi-turkiye-icin-yeni-bir-hukuki-yol

[7] Hakkı Hakan Erkiner- Mehmet Emin Büyük, Türk-Yunan İlişkileri Kapsamında Kıta Sahanlığı Uyuşmazlığının Çözüm Yeri Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı Olabilir mi?