T.C.

Yargıtay

6. Ceza Dairesi

2022/3882 E., 2024/10830 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Ceza Dairesi

SAYISI : 2020/1766 E., 2021/2968 K.

SUÇLAR : Nitelikli yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, tefecilik,

suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, suç örgütüne üye olmak

HÜKÜMLER : İstinaf başvurularının esastan reddi kararı, temyiz isteminin reddi

TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : Ret, onama

Bölge Adliye Mahkemesince verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:

Sanık ... müdafii ile sanık ... müdafiinin duruşmalı inceleme taleplerinin, 7079 sayılı Kanun'un 94 üncü maddesi ile değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (5271 sayılı Kanun) 299 uncu maddesinin birinci fıkrası gereği takdîren reddine karar verilmekle, gereği düşünüldü;

I-) Sanık ... Hakkında Suç Örgütüne Üye Olmak Suçundan Kurulan Hükme Yönelik Yapılan İncelemede;

Suç örgütüne üye olmak suçundan, 5271 sayılı Kanun’un 286 ncı maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde yer verilen; “İlk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adlî para cezalarına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararları”nın temyiz incelemesine tabi olmadığına ilişkin düzenleme ile incelemeye konu suçun, aynı Kanun’un 286 ncı maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında da bulunmadığı dikkate alındığında, sanık ... müdafinin temyiz isteminin, 5271 sayılı Kanun’un 298 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca, Tebliğname’ye uygun olarak REDDİNE,

II-) Sanıklar ..., ... ve ... Haklarında Suç Örgütüne Üye Olmak ve Tefecilik Suçlarından, Sanık ... Hakkında Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurmak ve Tefecilik Suçlarından, Sanık ... Hakkında Suç Örgütüne Üye Olmak Suçundan, Sanık ... Hakkında Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurmak Suçundan Verilen 28.12.2021 Tarihli Ek Karara Yönelik Yapılan İncelemede;

Hükmolunan cezaların miktarı ve türü gözetildiğinde, 5271 sayılı Yasa'nın 286/2-a maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adli para cezalarına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararının temyizi mümkün olmadığından, Adana Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesince verilen temyiz istemlerinin reddine ilişkin 28.12.2021 tarihli ek kararda bir isabetsizlik görülmediğinden, bu karara yönelik sanık ... ve müdafii ile sanıklar ..., ..., ..., ... ve ... müdafilerinin temyiz istemlerinin reddiyle, temyiz isteminin reddine dair ek kararın; Tebliğname'ye uygun olarak ONANMASINA,

III-) Sanık ... Hakkında Suç Örgütüne Üye Olmak ve Tefecilik Suçlarından Verilen 05.01.2022 Tarihli Ek Karara Yönelik Yapılan İncelemede;

Hükmolunan cezaların miktarı ve türü gözetildiğinde, 5271 sayılı Yasa'nın 286/2-a maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adli para cezalarına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararının temyizi mümkün olmadığından, Adana Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesince verilen temyiz isteminin reddine ilişkin 05.01.2022 tarihli ek kararda bir isabetsizlik görülmediğinden, bu karara yönelik sanık ... müdafiinin temyiz isteminin reddiyle, temyiz isteminin reddine dair ek kararın; Tebliğname'ye uygun olarak ONANMASINA,

IV-) Sanıklar ..., ..., ..., ..., ..., ... Haklarında Mağdur ...'a Karşı Nitelikli Yağma ve Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma Suçlarından, Sanıklar ... Ve ... Haklarında Mağdur ...'ye Yönelik Nitelikli Yağma Suçundan, Sanık ... Hakkında Tefecilik Suçundan Kurulan Hükümlere Yönelik Yapılan İncelemede;

İlk Derece Mahkemesince sanıklar haklarında verilen hükümlere yönelik istinaf incelemesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen kararın; 5271 sayılı Kanun'un 286 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz edilebilir olduğu, 260 ıncı maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz edenlerin hükümleri temyize hak ve yetkilerinin bulunduğu, 291 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz istemlerinin süresinde olduğu, 294 üncü maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz dilekçelerinde temyiz sebeplerine yer verildiği, 298 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz istemlerinin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmekle, gereği düşünüldü:

5271 sayılı Kanun'un 288 inci maddesinin, ''Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır.'', aynı Kanun'un 294 üncü maddesinin, ''Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır. Temyiz sebebi ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabilir.'' ve aynı Kanun'un 301 inci maddesinin, "Yargıtay, yalnız temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile temyiz istemi usûle ilişkin noksanlardan kaynaklanmışsa, temyiz başvurusunda bunu belirten olaylar hakkında incelemeler yapar.'' şeklinde düzenlendiği de gözetilerek, sanık ... müdafii, sanık ... ve müdafileri, sanık ... müdafii, sanık ... müdafii, sanık ... müdafileri, sanık ... müdafii ve sanık ... müdafiinin temyiz dilekçelerinde belirttikleri sebeplere yönelik olarak yapılan incelemede;

Sanıkların mağdur ...'a yönelik nitelikli yağma eylemleri bakımından; sanıkların mağdura ait cep telefonunu mal edinme kastı ile değil nitelikli yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının icrasını kolaylaştırmak amacıyla aldıkları anlaşılmakla; cep telefonunun yağma suçunun konusunu oluşturmadığından sanıklar haklarında koşulları oluşmadığı halde etkin pişmanlık hükümleri uygulanmak suretiyle eksik ceza tayini, aleyhe temyiz bulunmadığından bozma sebebi yapılmamıştır.

Oluş ve dosya içeriğine göre, sanıklar ..., ..., ..., ..., ..., ... haklarında Mağdur ...'a karşı nitelikli yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının, sanıklar ... ve ... haklarında mağdur ...'ye yönelik nitelikli yağma suçunun, sanık ... hakkında tefecilik suçunun yasal unsurlarının oluştuğu ve sanıklar haklarında kurulan hükümlerde, eleştiri dışında herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmıştır.

Ayrıca dosyada 5271 sayılı Kanun'un 289. maddesinde sayılan hukuka kesin aykırılık hâllerinin herhangi birinin varlığı da tespit edilememiştir.

Yapılan yargılamaya, dosya içeriğine göre, Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin, 15.11.2021 tarihli ve 2021/2305 Esas, 2021/2814 Karar sayılı kararında sanık ... müdafii, sanık ... ve müdafileri, sanık ... müdafii, sanık ... müdafii, sanık ... müdafileri, sanık ... müdafii ve sanık ... müdafiince öne sürülen temyiz sebepleri ile re’sen incelenmesi gereken konular yönünden 5271 sayılı Kanun'un 288 inci ve 289 uncu maddeleri kapsamında yapılan temyiz incelemesi sonucunda, hukuka aykırılık görülmediğinden aynı sayılı Kanun'un 302 nci maddesinin birinci fıkrası gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, TEMYİZ İSTEMLERİNİN ESASTAN REDDİ İLE HÜKÜMLERİN ONANMASINA,

V-) Sanık ... Hakkında Mağdur ...'ye Yönelik Nitelikli Yağma Suçundan Kurulan Hükme Yönelik Yapılan İncelemede;

Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında istikrarla vurgulandığı üzere; "Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada "suçsuzluk" ya da "masumiyet karinesi" olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede "in dubio pro reo" olarak ifade edilen "şüpheden sanık yararlanır" ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikle ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkumiyeti; herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı ve hiçbir şüphe veya başka türlü oluşa imkân vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir." Ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet kararının verilebilmesi için suç oluşturan fiilin sanık tarafından işlendiğinin hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak, herkesi inandıracak şekilde kanıtlanması ve şüphenin masumiyet karinesinin gereği olarak sanık lehine değerlendirilmesi gerektiği (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 38/4. maddesi, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi 6/2. maddesi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 11. maddesi) anlaşılmıştır.

Yine suç örgütü nedeniyle sorumluluğu düzenleyen 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun (5237 sayılı Kanun) 220/5. fıkrası; "Örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır." hükmünü içermektedir. Madde gerekçesi ise; "Maddenin beşinci fıkrasında, örgüt yöneticilerinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılması gerektiği kabul edilmiştir. Örgüt yapısı içinde, kendisine suç işlemek gibi örgütün amacına uygun bir görev verilen kişi bu görevini yerine getirmezse, hemen yerine bir diğeri rahatlıkla ikame edilebilmektedir. Bu nedenle, örgütün yöneticisi konumunda olan kişiler, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak sorumlu tutulmalıdırlar..." şeklindedir.

Dairemizin yerleşik uygulamalarında da dikkat çekildiği üzere ilgili madde ve gerekçesi nedeniyle adeta kusursuz sorumluluk gibi sadece örgüt yöneticisi olması mahkumiyet için yeterli kabul edilmez. Örgüt üyesi olduğu iddia ve kabul edilen kişilerin yöneticinin izni dahilinde en azından bilgisi dahilinde örgüt adına ve örgüte yarar sağlamak amacıyla örgüt faliyeti kapsamında işledikleri suçlardan sorumluluk kabul etmeli ve 5237 sayılı Kanun’un 220/5. maddesi uyarınca cezalandırma yoluna gidilmektedir.

5237 sayılı Kanun’un 220/5. maddesinin gerekçesi bu sorumluluğu açıklamaktadır. Elbette bu durumda örgüt yöneticisinin somut olayda örgüt üyesi ve işlenecek amaç suç üzerinde hakimiyet, kontrol, bilgi ve yönlendirme güç ve yetkisinin olması halinde uygulama alanı bulacaktır. Bu alanı daraltma değildir. En azından müdahale edip suçun işlenmesinin önüne geçebilecek bilgi ve etkisinin olmasının veya yönlendirebilme konusuna yeterli hakimiyeti bulunması ya da örgütün üzerinde genel bir etki gücünün ya da bölgesel de olsa (onay makamı) konumunun olması aranmalıdır. Bu da kanunun gerekçesinde açıkça vurgulanmıştır. (Suç örgütü) hiyerarşisi, devamlılığı, disiplini olan ve devlet içinde devlet olmayı hedefleyen toplumu etkileyen düzeni geniş çapta bozan suç işleyen kendine göre kurumsallaşmış karmaşık bir yapılanma ağını kapsar.

Suç işlemek için örgüt kurmada bir veya birkaç suç işlendikten sonra daha programlanmış suçları işlemek için örgüt devam eder. Örgüte iştirak eden failler işlenen suçtan dolayı iştirak gereği cezalandırılır, yani katkıda bulunana uygulanır. Örgüt kurucuları kendi başlarına veya başkaları ile anlaşma yapılmasını başlatandır. Faaliyeti ile örgütün doğmasına sebebiyet vermektedir. Örgüt yönetenler ise üst pozisyonda kollektif faaliyeti kısmen veya tamamen düzenleyen, koordine edenlerdir. Bazen bir suç örgüt yöneticisi bizzat veya başka örgüt ile müşterek fail olarak suç işlediğinde 5237 sayılı Kanun’un 37. maddesi, azmettirmesinde ise 5237 sayılı Kanun’un 38. maddesinin tatbiki düşünülür. Örgüt yöneticisi katılmayıp, örgüt mensuplarının örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen tüm suçlarında ise 5237 sayılı Kanun’un 220/5. maddesine göre sorumludur.

Suç örgütü mensubunun ceza sorumluğunun belirlenmesinde elbette 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinde gösterilen sınırlar ve unsurlar üzerinden hareket edilmelidir ama suçlar bakımından anılan yasanın 37 ile 41. maddelerinde kurduğu sistemi tabiki gündeme gelecektir. Suç örgütü yöneticisi bizzat veya bir başka örgüt mensubu ile müşterek fail olarak suç işlediğinde ya da bir örgüt mensubuna talimat vererek suç işlemeye azmettirerek örgüt yönetici olmanın sağladığı üstünlük nedeniyle azmettirici olmakla birlikte (fail) sayılıp cezalandırılması gerektiğinde örgüt yöneticisi 5237 sayılı Kanun’un 37 ve belki de azmettirici 5237 sayılı Kanun’un 38. maddesine göre ceza alacaktır. Bu durumda 5237 sayılı Kanun’un 220/5. maddesinin uygulama alanı bulunmayacaktır. Çünkü bir suçtan iki defa ceza verilmesi mümkün değildir.

Örgüt yöneticisi bizzat, azmettiren olarak katılmadığında örgüt mensuplarının örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen tüm suçlardan örgüt yönetici örgüt ve örgüt mensupları üzerinde kurduğu hakimiyet, kontrol, talimat, hiyerarşi ve emir-komutanın bir sonucu olarak uygulanır. Bu hükümle farazi bir azmettirme düşünülmüştür. 5237 sayılı Kanun’un 220/5. maddesinin gerekçesi bu sorumluluğu açıklamaktadır. Elbette bu durumda örgüt yöneticisinin somut olayda örgüt üyesi ve işlenecek amaç suç üzerinde hakimiyet, kontrol, bilgi ve yönlendirme güç ve yetkisinin olması hâlinde uygulama alanı bulacaktır. Bu alanı daraltma değildir. En azından müdahale edip suçun işlenmesinin önüne geçebilecek bilgi ve etkisinin olmasının veya yönlendirebilme konusuna yeterli hakimiyeti bulunması ya da örgütün üzerinde genel bir etki gücünün ya da bölgesel de olsa (onay makamı) konumunun olması aranmalıdır. Bu da kanunun gerekçesinde açıkça vurgulanmıştır. (Suç örgütü) hiyerarşisi, devamlılığı, disiplini olan ve devlet içinde devlet olmayı hedefleyen toplumu etkileyen düzeni geniş çapta bozan suç işleyen kendine göre kurumsallaşmış karmaşık bir yapılanma ağını kapsar. Örgüt suçlarında bir unsur fikir alış verişinde bulunup paylaştıkları, plan ve program yapıp eylem hazırlığı yaptıkları zeminin de bu özelliği ile yerleri olmalıdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 3.4.2007 gün, 2006/253, 2007/80 sayılı kararında bu husus vurgulanmaktadır.

Yargıtay 6. Ceza Dairesi'nin 14.03.2018 günlü, 2015/1931 Esas, 2018/2093 Karar sayılı ilâmında da belirtildiği üzere; "Suç örgütü kavramı, suç örgütüne üyelik, iştirak ve suç örgütüne yardım etme kavramlarına yönelik bilgiler ışığında; suç işlemek amacıyla örgüt kuran ve suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olan sanıkların, devamlılık içeren kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacı ile bir araya gelip aralarında sıkı veya gevşek hiyerarşik bir bağın bulunduğuna, hiyerarşik yapılanmayı gösteren emir komuta zinciri ile altlık üstlük ilişkisinin varlığına ve adı geçen sanıkların faaliyetleri ile örgütün doğmasına veya üst pozisyonda kollektif faaliyeti kısmen veya tamamen düzenleyip koordine ederek örgütüne yarar sağlama maksadıyla eylemlerini gerçekleştirdiklerine ilişkin kesin, inandırıcı kanıtların karar yerinde açıklanıp tartışılması gerekir. (Örn: Yargıtay 6. Ceza Dairesi'nin 23.12.2015 gün, 2014/4531, Esas, 2015/46343 Karar sayılı ilamı, Yargıtay 6. Ceza Dairesi'nin 27.10.2016 gün, 2013/16528, Esas, 2016/6448 Karar sayılı ilamı)

Tüm bu bilgiler ışığında yapılan yargılama ve tüm dosya kapsamına göre; sanık ...'in suç örgütü yöneticisi olduğu anlaşılsa da; örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlarda 5237 sayılı Kanunu'nun 21. maddesi gereğince sorumlu tutulabilmesi bakımından en azından asgari düzeyde eylemden bilgisinin olması gerekmekle, söz konusu eylemden haberdar olmaması halinde sırf örgüt yöneticisi olması sebebiyle kendisine kusursuz sorumluluk yüklenemeyeceği, sanığın hiyerarşik yapılanma dahilinde emir komuta zinciri ve altlık üstlük ilişkisi içerisinde eyleme katıldığına dair somut delil bulunmadığı gibi, olayın başlangıcı ve gelişimi aşamasında sanığın eyleme katıldığına dair mağdur ve diğer sanıklar tarafından soyut bir iddia da dahi bulunulmadığı göz önüne alındığında; somut olayda mağdur ...’a yönelik nitelikli yağma suçu bakımından, sanık ...'in örgüt üyesi olan ...'a emir ya da talimatı bulunduğuna dair dosyada her türlü şüpheden uzak somut delil bulunmadığının anlaşılması karşısında; şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince sanık ... hakkında beraat kararı verilmesi gerektiği gözetilmeden, 5237 sayılı Kanun'un 220/5. maddesi delaletiyle cezalandırılmasına karar verilmesi, hukuka aykırı görülmüştür.

Yukarıda açıklanan nedenle sanık ... müdafinin temyiz istemi yerinde görüldüğünden Adana Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesinin, 11.11.2021 tarihli ve 2020/1766 Esas, 2021/2968 Karar sayılı Kararının 5271 sayılı Kanun’un 302 nci maddesinin ikinci fıkrası gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA,

VI-) Sanık ... Hakkında Mağdur ...'ye Yönelik Nitelikli Yağma Suçundan Kurulan Hükme Yönelik Yapılan İncelemede;

Diğer temyiz sebepleri yerinde görülmemiştir.

Ancak;

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.02.2014 günlü ve 2013/678-2014/98 sayılı kararında ayrıntıları belirtildiği üzere; 5237 sayılı Kanun'un, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun (765 sayılı Kanun) 308. maddesindeki "kendiliğinden hak alma" suçuna benzer bağımsız bir suç tipine yer verilmemiş, onun yerine kanunda belirtilen bazı suçların bir hukuki ilişkiye dayanan alacağın tahsili amacıyla işlenmesi halinde failin daha az ceza ile cezalandırılması öngörülmüş, bu bağlamda hırsızlık suçunda 144, yağma suçunda 150/1, dolandırıcılık suçunda 159, belgede sahtecilik suçunda 211. maddeler düzenlenmiştir. Buna göre, 765 sayılı Kanun'un 308. maddesinde adliye aleyhine işlenen bir suç olarak koruma altına alınan eylemlerin bir kısmı, 5237 sayılı Kanun'un 150/1. maddesiyle malvarlığına ilişkin bir suç haline dönüştürülmüştür. Bu düzenlemeye göre, hukuki ilişkiye dayanan bir alacağın tahsili amacıyla cebir veya tehdit kullanılması halinde eylem yağma suçunu oluşturmakla birlikte, bu özel düzenleme nedeniyle fail kasten yaralama ve/veya tehdit suçundan cezalandırılacaktır. Böylece, hukuki ilişkiye dayanan bir alacağın tahsili amacıyla hareket edilmiş olması daha az ceza verilmesini gerektiren bir hal olarak kabul edilmiş, başka bir anlatımla failin saikine önem verilmiştir.

Bu madde hükmünün uygulanabilmesi için fail ile mağdur arasında alacak ... doğuran herhangi bir hukuksal ilişkinin bulunması gereklidir. Bu hukuki ilişkinin, ilgili kanunda belirtilen şekil şartına uygun olarak kurulmuş olması zorunlu olmayıp, hukuk düzenince kabul edilebilir meşru bir ilişki olması yeterlidir. Başka bir anlatımla, şekil şartına uyulmadan kurulan bu ilişkinin ilgili kanun hükümleri uyarınca Özel Hukuk alanında hukuki sonuç doğurmayacak olması, ceza hukuku alanında dikkate alınmasına engel olmayacaktır. Burada önemli olan şekil şartına uyulsun veya uyulmasın meşru bir hukuki ilişkinin bulunup bulunmadığı ve bu hukuki ilişkiye dayanan alacağın tahsili amacıyla hareket edilip edilmediğidir.

Alacak iddiasının varlığını kabul için mutlaka alacak davası açılıp ıspatının beklenilmemesi gerekir. Çünkü Cezanın delil anlayışı ile Hukukun delil anlayışı ve kabulü farklıdır. Hukukta şekli gerçeklik hakimdir. Daha ziyada iddia ve ıspata dayanan delil sistemi geçerli olup taraflarca ileri sürülmeyen iddia ve delillerin davanın kabulunde esas alınamayacağı bir gerçekliktir. Oysa Cezada maddi hukuka dayanan bir kabul söz konusudur. Taraflar idda etmese, savunmasa bile maddi gerçeklik her türlü delil incelenip kabulde esas alınmaktadır. Bu nedenle mutlaka hukuka göre ıspat şartı aranmamaktadır.

Dosyaya yansıyan ifadeler ve delillere göre taraflar arasında hukuki bir ilişki ve alacak-borç miktarı konusunda bir tartışmanın varlığı anlaşılmaktadır. Bu durum bile hukuki ilişkiden ... alacağın kabulü için yeterli olabilir. Bu kabulde sadece şikâyetçinin "borcum yok" demesi de tek başına yeterli olmayacaktır. Şikâyetçi herhangi bir borcum yoktur dese bile dinlenen tanıklar, yazışmalar vs ile sanıklar ile şikâyetçi arasında hukuki bir ilişki olduğunu ve bu ilişki nedeniyle bir araya gelip hesap yaptıklarını anlaşamadıklarını vs gösterir nitelikte ise şikâyetçinin borcum yok demesine itibar edilmeyip hukuki ilişkinin varlığı kabul edilmelidir.

Ayrıca şüpheden sanık yararlanır kuralı ceza yargılamasının en temel kurallarındandır. Yargıtayda yıllardır istikrarlı şekilde bu durumu uygulamaktadır. Hukuki ilişkinin ve borcun varlığı konusunda gerçekten şüpheli bir durum ortaya çıkmış ise şikayetçi yok dese bile sanık lehine yorumlamak uygun olacaktır.

Bir de alacak zamana yayılmış ve sürekli alıp vermeden kaynaklanan bir alacak ise kuruşu kuruşuna alacak miktarını tespit etmek mümkün olamayacağından, sanığın alacağını almak için hareket ettiği ve aldığı kanaati oluşturacak bir değeri de uygulamak için kabul etmelidir. Yani borçlu kanunen alacağı olduğu ve onu aldığı kastıyla hareket etmiş ise sonradan hesaplanan alacak-borç arasında çok fahiş bir fark olmadığı takdirde 5237 sayılı Kanun'un 150/1. fıkrası uygulanmalıdır. Yine alacak miktarının, asıl alacağın yanında faizi de kapsaması gerekmektedir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2013/1-452 E. 2013/612 K., Yargıtay 6. C.D. 2022/3916 E. 2024/1482 K. sayılı ilamları)

Kısaca özetlersek taraflar arasında soyut ve kendini kurtarmaya yönelik hukuki alacağı isteme iddiasını aşan boyutta bir hukuki ilişki olduğu anlaşılabiliyorsa bunun ispatı hukuki kaidelerine göre ayrıca değerlendirilecektir. Ancak dosyaya yansıyan tüm verilere göre ciddi şekilde ortaklık ve alacak iddiası olduğu, kuru bir iddianın ötesinde ise sanığın eyleminin sabit görülmesi halinde 5237 sayılı Kanun'un 150/1. maddesinde düzenlenen alacağının tahsil amacıyla cebir tehdit hükmünün uygulanması gerekir. Burda bir hukuk mahkemesi gibi ıspat şartı aranmamalıdır.

Bu genel anlatımdan sonra somut olay değerlendirildiğinde;

Oluş ve dosya içeriğine göre, sanık ... ile mağdurun suç tarihi öncesinde resmi ortak oldukları ve aralarında dosyaya yansıyan zamana yayılmış ticari alışverişler bulunduğu, sanığın mağdurdan ortaklık sebebiyle yaklaşık 300.000,00 TL kadar alacaklı olduğunu ancak araya uzlaşmacıların girmesiyle borcun 50.000,00 TL olarak geri ödenmesi konusunda anlaştıklarını beyan ederek suçlamayı kabul etmediği, mağdurun ise soruşturma aşamasındaki beyanında; sanık ...'ya ortaklık sebebiyle borçlu bulunduğu hususunu kabul ettiği ve diğer sanıklar ... ve ...'a 50.000,00 TL ödeme yapmayı kabul ederek borcu üstlendiği, bu noktadan sonra söz konusu borca mahsuben sahibi olduğu iki araçtan; ... plaka sayılı 2005 model Renault Clio aracını piyasa değeri 22.000,00 TL olmasına rağmen 12.000,00 TL üzerinden, 31 PT 045 plaka sayılı 2011 model Gelly marka aracı ise piyasa değeri 17.500,00 TL olmasına rağmen 10.000,00 TL üzerinden değerlerinin çok altında bedellerle sanıklara devretmek zorunda kaldığını, ayrıca sanıklara elden 6.500,00 TL ödeme yaptığını beyan ettiği, diğer sanıklar ... ve ...'un ise araçların rayiç bedel karşılığında alınmış olduğunu savunmuş olmaları karşısında; öncelikle mağdur ile sanık ... arasındaki alacak miktarının mümkün olduğunca tespitine çalışılması ve akabinde suça konu mağdura ait 2 (İki) adet aracın sanıklara devir tarihindeki değerleri uzman bilirkişi marifetiyle belirlenerek, suç tarihindeki ekonomik koşullar gözetilerek, sanık ...'nın mağdur ...'ten alacaklı olduğu gerçek alacak miktarını makul sayılabilecek düzeyde aşıp aşmadığının duraksamaya yer vermeyecek şekilde tespit edildikten sonra sanık ...'nın eyleminin 5237 sayılı Kanun'un düzenlenen yağma suçunda daha az cezayı gerektiren hal başlıklı 150/1. maddesi kapsamında kalıp kalmadığı hususunun değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ve yeterli olmayan gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması, hukuka aykırı görülmüştür.

Yukarıda açıklanan nedenle sanık ... müdafiinin temyiz istemi yerinde görüldüğünden Adana Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesinin, 11.11.2021 tarihli ve 2020/1766 Esas, 2021/2968 Karar sayılı Kararının 5271 sayılı Kanun’un 302 nci maddesinin ikinci fıkrası gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA,

Dava dosyasının, 5271 sayılı Kanun’un 304 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca İskenderun 1. Ağır Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilâmının bir örneğinin ise Adana Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine,

17.10.2024 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.