1-)Genel Olarak

Ceza muhakemesinin amacı, bir takım deliller vasıtasıyla maddi gerçeğin araştırılarak, gerçeğin hiçbir duraksamaya, şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkarılmasını sağlamaktır. Öyle ki; suç olarak tanımlanan bir eylemi işlediği iddia edilen bir kimsenin söz konusu eylemi gerçekleştirdiği kesin ve inandırıcı bir takım delillerle ispat edilmedikçe, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m.38/4 ve AHİS m.6/2’de de yer verilen ve evrensel ceza muhakemesi ilkelerinden olan masumiyet karinesi gereği kişi suçlu sayılamayacaktır. Maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için bir takım delillere başvurulacak ve ispat faaliyetleri yürütülecektir. İspat faaliyetleri yürütülürken, ispat hukukuna egemen olan temel ilkeler söz konusu olup bu ilkelere riayet edilmesi gerekmektedir. Söz konusu ilkeler; delillerin serbestçe değerlendirilmesi (vicdani delil sitemi) ilkesi, maddi gerçeğin araştırılması ilkesi, delillerin doğrudanlığı (vasıtasızlık) ilkesi ve şüpheden sanık yararlanır ilkesidir. Bu ilkeleri kısaca açıklamakta yarar görmekteyiz:

a-)Delillerin Serbestçe Değerlendirilmesi İlkesi: Ceza muhakemesinde mahkeme delilleri hiçbir tesir altında kalmadan serbestçe takdir edecektir. Bu ilke vicdani delil sistemi olarakta ifade edilmektedir. Mevzuatımıza baktığımızda Türk Ceza Muhakemesi Hukuku bakımından da vicdani delil sisteminin benimsendiği görülmektedir. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m.138/1 “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler” diyerek, 5271 sayılı CMK m.217/1 “Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir” diyerek ve yine aynı yasanın 225/2. maddesi “Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir” diyerek hâkimin delilleri serbestçe değerlendirebileceğine dikkat çekilmiş ve vicdani delil sisteminin benimsendiği kabul edilmiştir.

Yargıtay CGK’nin 29.11.2005 tarih, 2005/7-144 E.-2005-150 K. sayılı içtihadında delillerin serbestçe değerlendirilmesine ilişkin şu ifadeler yer almaktadır: “Ceza yargılaması hukukumuzda delillerle ilgili geçerli ilke, "delil serbestisi" prensibidir. Bu nedenle, ceza yargılaması hukukunda, medeni yargılama hukukundan farklı olarak, her şey delil olarak kabul edilebilir… Ancak hem "delil serbestisi" hem de "delillerin yargıçların kanaatine göre takdir edilmesi" ilkelerinin belli sınırları bulunmaktadır. Bunlardan biri de, mahkemenin, ancak hukukun izin verdiği yöntemlerle elde edilen delilleri dikkate alabilecek olmasıdır. Başka bir deyişle, hukuk düzeninin yasakladığı yöntemlerle toplanan deliller mahkemece dikkate alınamazlar. Temel hak ve hürriyetlere yasadışı müdahale suretiyle elde edilen delillerin davalarda hükme esas alınmasının hukuka aykırı sayılması ise, çağdaş hukuk sistemlerinin bazılarında içtihadi ilkeler, kimilerinde de pozitif hukuk normları sayesinde mümkün olabilmektedir…”

İstikrar kazanmış yargı kararlarında vurgulandığı ve doktrinde de ifade edildiği üzere; ceza muhakemesinin amacı usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak biçimde kesin olarak belirlenmesidir. Maddi gerçeğe ulaşılmasında kullanılan araç delillerdir. 5271 Sayılı CMK'nin "Delilleri takdir yetkisi" başlıklı 217. maddesinin 2. fıkrasındaki: "Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir" şeklindeki hükümle, ceza muhakemesinde kullanılacak delillerin hukuka uygun bir şekilde elde edilmesi gerektiği açıkça belirtilmiş ve "delillerin serbestliği" ilkesine de vurgu yapılmıştır. Buna göre bütün deliller hukuka uygun olarak elde edilmeli ve değerlendirilmelidir. Ceza muhakemesinde bir hususun hangi delille ispat olunacağı konusunda sınırlama bulunmayıp, yargılamayı yapan hâkim, hukuka uygun şekilde elde edilen delilleri kullanmak suretiyle, sanığın aleyhine olduğu kadar lehine delilleri de araştırıp değerlendirerek, her türlü şüpheden arınmış bir neticeye ulaşmalıdır. Dolayısıyla yargılamaya konu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her araç delil olarak kabul edilmiştir. Ancak maddi gerçek, her ne pahasına olursa olsun değil, hukuk kuralları içerisinde, şüpheli ve sanığın hakları korunarak araştırılmalıdır. (Adana BAM 8. CD 30.01.2020 tarih, 2018/4530 E.- 2020/213 K.)

b-)Maddi Gerçeğin Araştırılması İlkesi: Yukarıda kısaca bahsettiğimiz üzere ceza muhakemesinin esas gayesi maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır. Mahkeme resen işin aslını araştırmakla yükümlü olup, uyuşmazlık ile alakalı olan her delili maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından serbestçe değerlendirecektir. 5271 sayılı CMK m.160/2 “Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür” diyerek ve yine aynı yasanın 225/2. maddesi “Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir” diyerek maddi gereceğin araştırılması ilkesine dikkat çekmiştir.

c-)Delillerin Doğrudanlığı İlkesi: Bu ilke, mahkemenin somut uyuşmazlık ile doğrudan doğruya bağlantı kurmasını ifade eden ve maddi gerçeğin ortaya çıkmasında çok önemli bir yeri olan ilkedir. 5271 sayılı CMK m.217/1 “Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir” diyerek, mahkemenin, tüm delillerle doğrudan doğruya temasa geçmesini ve vereceği hükmü sadece duruşmaya getirilmiş ve huzurda tartışılmış delillere dayandırarak verebileceğini ifade eder.

d-Şüpheden Sanık Yararlanır (İn Dubio Pro Reo) İlkesi: Şüpheden sanık yararlanır, şüphe sanık lehine yorumlanır, şüphe sanık lehinedir şekillerinde de ifade edilen bu ilke masumiyet karinesinin bir parçası olan önemli ceza muhakemesi ilkelerinden biridir. Bu ilkenin benimsenmesinin en temel nedeni; bir suçlunun cezasız kalmasının bir masumun mahkûmiyetine tercih edilmesidir. Bu ilke gereği; bir kimseye suç olarak isnat edilen eylemin kendisi tarafından işlendiği hiçbir şüpheye mahal vermeyecek şekilde sabit olmadığı takdirde o kimse hakkında beraat kararı tesis edilecektir. Nitekim CMK m.223/1-e;  yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması durumunda beraat kararı verilmesi gerektiğini hükme bağlamıştır. Bu ilke gereği; ceza mahkûmiyetinin bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanması gerekmektedir. Şüpheli olay ve iddialar asla sanığın aleyhine yorumlanmamalı, maddi gerçek kuşkuya yer vermeyecek kesinlikte belirlenmelidir.

Ceza muhakemesine hâkim olan ve ispat hukukunu da ilgilendiren bir takım ilkelerden kısaca bahsettikten sonra, delillerin ortaya konulacağı ve tartışılacağı kovuşturma evresinden kısaca bahsedeceğiz. Kovuşturma evresi; soruşturma evresinden sonra gelen ve iddia makamı tarafından düzenlenen bir iddianamenin mahkemeye sunulması üzerine, mahkeme tarafından iddianamenin kabul edilmesiyle başlayan ve hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi ifade eder. Yani iddianamenin kabulüyle, kamu davası açılmış olur ve kovuşturma evresi başlar (CMK m.175). Kovuşturma evresi üç ayrı safhadan oluşmaktadır. Bunlar; duruşma hazırlığı evresi, duruşma evresi ve duruşmanın sona ermesinden sonra hüküm evresidir. Bu kısa bilgilendirmelerden sonra yazımızın esas içeriğini oluşturan, duruşma içerisinde delillerin ortaya konulması ve tartışılmasına ilişkin açıklamalarda bulunacağız.

2-)Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi

Duruşma hazırlığı evresinden sonra mahkemece duruşma evresine geçilir. Mahkeme başkanı veya hâkim, duruşmanın başladığını, iddianamenin kabulü kararını okuyarak açıklar (CMK m.191/1-son cümle). Duruşmada, sırasıyla; sanığın açık kimliği saptanır, kişisel ve ekonomik durumu hakkında kendisinden bilgi alınır, iddianame veya iddianame yerine geçen belgede yer alan suçlamanın dayanağını oluşturan eylemler ve deliller ile suçlamanın hukuki nitelendirmesi anlatılır, sanığa, yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğu ve 147. maddede (CMK m.147’de yer alan haklar) belirtilen diğer hakları bildirilir ve en son sanık açıklamada bulunmaya hazır olduğunu bildirdiğinde, usulüne göre sorgusu yapılır (CMK m.191/3). Sanığın usulüne uygun bir şekilde sorgusu yapıldıktan sonra artık mahkemece delillerin ortaya konulması ve tartışılması aşamasına gelinir.

Delillerin ortaya konulması duruşma sırasında olacak ve bu deliller yine maddi gerçeğe ulaşmak için duruşmada tartışılacaktır. Aksi takdirde duruşmada ortaya konulup tartışılmayan bir delile hâkim karar verirken dayanamayacak, söz konusu bu delili hükmüne esas alamayacaktır(CMK m.217/1). Aslolan delillerin soruşturma evresinde toplanması olmakla birlikte, kovuşturma evresinde de yeni deliller toplanabilir, araştırılabilir ve bu deliller duruşma esnasında ortaya konulur ve tartışılır.

Yukarıda da izah ettiğimiz üzere delillerin ortaya konulması ve tartışılması sanığın sorgusundan sonra yapılacaktır. Ancak, sanığın mahkeme tarafından kendisine gönderilen tebligata rağmen mazeretsiz olarak gelmemesi sebebiyle sorgusunun yapılamamış olması, delillerin ortaya konulmasına engel olmayacak fakat ortaya konulan bu deliller, sonradan gelen sanığa bildirilecektir (CMK m.206/1). Ayrıca ortaya konulması istenilen deliller bazı hallerde reddedilecektir. Bu haller; a) Delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması, b) Delil ile ispat edilmek istenilen olayın karara etkisinin olmaması, c) İstemin, sadece davayı uzatmak maksadıyla yapılmış olmasıdır (CMK m.206/2). Hem yukarıda belirttiğimiz yasal hükümler gereği hem de adil yargılanma hakkının tesisi gereği hukuka aykırı bir şekilde elde edilen deliller reddedilecek ve yargılama makamlarınca hükme esas alınamayacaktır. Yargıtay uygulaması da hiç şüphesiz bu yöndedir.

Yargıtay CGK’nin bu hususları açıklayan 06.02.2020 tarih, 2016/18-1146 E.-2020/68 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Ceza Muhakemesinde, şeklî gerçekle yetinilmeyip işin esası araştırılır. Ceza muhakemesinin amacı hiçbir duraksamaya yer vermeden maddî gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Ancak, bir hukuk devletinde, maddî gerçeğin “her ne pahasına olursa olsun” araştırılması kabul edilmemekte; delil yasakları ile bunların sonucu olarak ortaya çıkan yasak delillerle bu ilkeye bazı sınırlar getirilmektedir. Hukuk devleti esaslarına uygun bir şekilde yapılandırılmış bulunan bir ceza muhakemesinde delil elde edilmesi ve değerlendirilmesi işlemlerine getirilen sınırlamalara delil yasakları denilmektedir.

5271 sayılı CMK'nin 217. maddesinde; "1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” şeklindeki düzenlemeyle hâkimin ancak hukukun izin verdiği yöntemlerle elde edilen delilleri dikkate alabileceği hüküm altına alınmıştır. Anılan Kanun'un 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendinde de ortaya konulmak istenen delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması hâlinde reddolunacağı ifade edilerek hukuka uygun elde edilmeyen delillerin ispat aracı olarak kabul edilmeyeceği ve hükme esas alınmayacağı açıklanmıştır. Kaldı ki, aynı Kanun'un 230. maddenin birinci fıkrası uyarınca, mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi de zorunludur…”.

 Yargıtay 10. CD’nin, 26.10.2023 tarih, 2023/15325 E.- 2023/9140 K. sayılı hukuka aykırı olarak elde edilen delilin mahkûmiyet hükmüne esas alınamayacağına ilişkin yeni tarihli ilamında bu hususa ilişkin şu ifadelere yer verilmiştir: “…5271 sayılı Kanun'un yüklenen suçun, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceği hükmünü düzenleyen 217 inci maddesinin ikinci fıkrası ile kanuna aykırı olarak elde edilen delilin reddolunacağı hükmünü düzenleyen 206 ncı maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca hukuka uygun elde edilmeyen delillerin ispat aracı olarak kabul edilmeyeceği ve hükme esas alınmayacağı…”.

Ayrıca cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafi şayet birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenilmesinden ya da başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir (CMK m.206/3). Ancak, delilin ortaya konulması istemi, bunun veya ispat edilmek istenen olayın geç bildirilmiş olması nedeniyle reddedilemez (CMK m.207/1).

Delillerin ortaya konulması ve reddi başlıklı 5271 sayılı CMK’nin 206. maddesinin gerekçesi ise kısaca şu şekildedir: Delil, ceza yargılama usulünün bütün dallarının en çok ve en karmaşık kısmıdır. Bir yazarın doğru olarak açıkladığı gibi delil iki karşılıklı, belki de birbirine zıt mantığın kesişme noktasında bulunmaktadır. Bir tarafta bireyin hakları diğer yanda ise toplumun hakları söz konusudur. Madde, birinci fıkrasında delillerin ikamesi kavramını tanımlamaktadır: İkame, tanıkların ve bilirkişinin dinlenmesi ve diğer ispat araçlarının ortaya konulmasıdır yani delillerin açıklanması, ortaya konulması ve tartışılırlığının sağlanması, delilin ikamesi kapsamındadır. Asıl olan bütün delillerin, ispat araçlarının soruşturma ve duruşma hazırlığı evre ve aşamalarında bir araya getirilmesi ve böylece davanın bir duruşmada bitirilmesidir. Maddenin birinci fıkrasında sanığın sorgusunun bitirilmesinden sonra delillerin ikamesine yani incelemesine ve irdelenmesine geçileceği belirtiliyor. Delillerin ikamesine sanığın sorgusundan sonra geçilmesi kural olmakla birlikte, çeşitli nedenlerle sanığın sorgusu yapılamamış ise bu keyfiyet delillerin ikamesine engel olmayacaktır. İkinci fıkranın (a) ilâ (c) bentlerinde, ret olunacak deliller teker teker gösterilmiştir. İstemde bulunan iyi niyetle hareket etmiş olsa da, mahkemenin takdirine göre gerçeğin ortaya çıkmasına yardımı olmaksızın yargılamanın ertelenmesini gerektirecek nitelikte ise, istem ret olunabilecektir. Üçüncü fıkra, bir tanığın, bilirkişinin veya başka herhangi bir delilin ikamesinden vazgeçilebilmesini Cumhuriyet savcısı, katılan, sanık veya avukatının birlikte açıklayacakları rızalarına bağlamış bulunmaktadır. (https://mevzuat.sinerjias.com.tr).

3-)Tanığın Dinlenmesi Usulü

Ceza yargılamasında uygulamada da görüldüğü üzere tanıklar hep birlikte dinlenmemektedir. Tanıkların birbirini etkilememesi için dinlenecek olan tanıklar mahkemece ayrı ayrı ve sonraki tanıklar yanında bulunmaksızın duruşma salonuna alınır ve dinlenir. Tanıklar, tanıklıktan önce bazı istisnai durumlar hariç olmak üzere ayrı ayrı yemin ederler. Gerektiğinde veya bir kimsenin tanık sıfatıyla dinlenilmesinin uygun olup olmadığında tereddüt varsa yemin, tanıklığından sonraya bırakılabilir. Soruşturma evresinde Cumhuriyet savcıları da tanıklara yemin verirler (CMK m.54). Tanığa; dinlenmeden önce, gerçeği söylemesinin önemi, gerçeği söylememesi halinde yalan tanıklık suçundan dolayı cezalandırılacağı, doğruyu söyleyeceği hususunda yemin edeceği, duruşmada mahkeme başkanı veya hâkimin açık izni olmadan mahkeme salonunu terk edemeyeceği hususları anlatılır (CMK m.53). Tanık, dinlenmeden önce hakkında tanıklık yapacağı olayla ilgili olarak mahkeme başkanı veya hâkim tarafından, kendisine bilgi verilir; hazır olan sanık, tanığa gösterilir. Sanık hazır değilse kimliği açıklanır. Tanıktan, tanıklık edeceği konulara ilişkin bildiklerini söylemesi istenir ve tanıklık ederken sözü kesilmez. Tanıklık edilen konuları aydınlatmak, tamamlamak ve bilgilerinin dayandığı durumları gereğince değerlendirebilmek için tanığa ayrıca soru yöneltilebilir (CMK m.59).

Dinlenen tanık duruşma salonundan çıkmayıp duruşma salonunda kalır. Tanıklar, dinlendikten sonra ancak mahkeme başkanı veya hâkimin izniyle duruşma salonundan ayrılabilir (CMK m.208/1). Tanık, bir hususu hatırlayamadığını söylerse önceki ifadesini içeren tutanağın ilgili kısmı mahkemece okunarak tanığın hatırlamasına yardım edilir. Tanığın duruşmadaki ifadesiyle önceki ifadesi arasında çelişki bulunması durumunda ise tanığın evvelce alınmış ifadesi okunarak çelişkinin giderilmesine çalışılır (CMK m.212). Şayet tanığın beyanları arasındaki çelişki giderilmeden mahkemece karar verilirse bu durum hukuka aykırı olacak ve kanun yolu incelemesinde bozma nedeni yapılacaktır. Ayrıca suç ortağının, tanığın veya bilirkişinin dinlenmesinden ve herhangi bir belgenin okunmasından sonra bunlara karşı bir diyecekleri olup olmadığı katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafine sorulur (CMK m.215).

Yargıtay 4. CD, 14.09.2020 tarih, 2020/413 E.- 2020/9930 K. sayılı ilamında bu hususa ilişkin şu ifadelere yer vermektedir: “…CMK’nin 217/2. maddesi gereğince sanığa yüklenen suçun, hukuka uygun olarak elde edilmiş her türlü delille ispatının mümkün olduğu ceza yargılamasında, bir delilin reddedilmesi için CMK'nin 206/2. maddesinde sayılan durumların dışında delilin, akla, mantığa, bilimsel verilere, fizik kurallarına, herkesçe bilinen somut duruma, hayatın olağan akışı içinde gündelik yaşamdan edinilen karine niteliğindeki bilgilere aykırı olması ya da tanığın yalan söylediğinin ortaya çıkması gibi reddi için haklı, makul ve kabul edilebilir hukuki gerekçelerin gösterilmesi zorunludur. Tanıklık yapan farklı kişilerin, geçmişte yaşadıkları aynı olaya ilişkin anlatımlarının bire bir aynı olması beklenemez. Ayrı ayrı ve sonraki tanıklar yanında bulunmaksızın dinlenen tanıkların anlatımları arasında yargılama açısından önemli olan konularda, uzlaştırılması mümkün olmayan çok büyük farklılıklar ya da çelişkiler olması halinde, yüzleştirilmeleri yoluyla çelişki giderilmeye çalışılır. Tanığın, duruşmada sözlü olarak aktaracağı bilgilerde, araya zamanın girmesi nedeniyle unutma, hatırlayamama, daha önceden alınan ifadelerini aynen aktaramama gibi durumlarla karşılaşılması mümkün olduğundan CMK’nin 212/2. maddesi, tanığın önceki beyanlarının, duruşmada ifadesinin alınmasından sonra okunmasını, bu şekilde farklılıkların giderilmesini amaçlamaktadır. Tanığın, aşama anlatımları arasında, araya zamanın girmesi ve dilin işlevsel niteliği nedeniyle ihmal edilebilir farklılıklar bulunması doğaldır…”.

 Yargıtay 16. CD, 12.12.2018 tarih, 2018/4551 E.- 2018/5578 K. sayılı ilamında adil yargılanma hakkı kapsamında tanıkların dinlenilmesi ile ilgili şu ifadelere yer vermektedir: “…Kovuşturma aşamasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kural istisnasız olmamakla beraber eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın soruşturma veya kovuşturma aşamasında sorgulama ve sorgulatma olanağı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise, sanığın hakları AİHS'nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olabilir. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bir tanığın ifadesine dayanılarak hüküm kurulacak ise, bu tanık mutlaka duruşmada dinlenmeli ve taraflara soru sorma imkânı sağlanmalıdır. Bir kimse hakkında gerçekleştirilen ceza yargılaması sürecinde tanıklara soru yöneltilebilmesi onlarla yüzleşebilmesi ve tanıkların beyanlarının doğruluğunu test etme olanağına sahip olması, adil bir yargılamanın yapılabilmesi bakımından gereklidir. Böylece suçlanan kişi aleyhindeki tanık beyanlarının zayıf/itibar edilmez noktalarını ortaya koyup çelişmeli yargılama ilkesine uygun olarak onların güvenirliğini huzurda test edebilecek, tanığın inandırıcılığı ve güvenirliği bakımından sorduğu sorularla kendi lehine sonuçlar ortaya çıkartabilecek ve yargılama makamının uyuşmazlık konusu olayı sadece iddia makamının ileri sürdüğü şekliyle değil savunmanın argümanlarıyla da algılanmasını sağlayabilecektir…”.

 4-)Duruşmada Anlatılması Zorunlu Belge ve Tutanaklar

Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna ilişkin bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada anlatılır. Sanığa veya mağdura ait kişisel verilerin yer aldığı belgelerin, açıkça istemeleri halinde, kapalı oturumda anlatılmasına mahkemece karar verilebilir (CMK m.209). Bu hususların mahkemece yerine getirilmemesi yargıtayca bozma sebebi sayılmaktadır.

Duruşmada anlatılması gereken belge ve tutanaklara ilişkin Yargıtay CGK’nin 28.06.2011 tarih, 2011/1-130 E.-2011/149 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Ceza yargılamasının amacı maddi gerçeğe ulaşmaktır. Bu amaca ulaşılmasını olanaklı kılmak için de 5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasası delil serbestisi dolayısıyla da bu delillerin hâkimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edileceği esasını benimsemiş, ancak duruşmanın ve delillerin doğrudan doğruyalığı ile duruşmaların sözlülüğü ilkelerinin zorunlu sonucu olarak da hâkimin kararını, ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırılabileceği diğer bir anlatımla duruşmada okunmamış ve tartışılmamış belge ve delillerin hükme esas alınamayacağını belirtilmek suretiyle de bir bakıma bu ilkeye sınırlama getirmiştir. Bu nedenle duruşma sırasında, kanıt aracı olan belge okunmalı, tarafların belge içeriği hakkında bilgi sahibi olmaları sağlanmalı ve söz konusu belgeye karşı bir diyecekleri olup olmadığı sorulmalıdır. 5271 sayılı CYY'nın 191. maddesi uyarınca duruşmanın başında sanığa, iddianame ya da iddianame yerine geçen belgelerin okunması gerekir. Ölü muayene ve otopsi tutanakları ise iddianame yerine geçen belgelerden olmayıp, aynı Yasanın 209. maddesi uyarınca duruşmada okunması zorunlu olan ve iddia ve savunmanın kanıtlanmasına yarayan belgelerdendir… Somut olayda, sanıklar ve müdafilerinin hazır bulundukları duruşmada, iddianame ve ekleri ile hazırlıktaki tutanaklar ve dosya içeriği okundu biçimindeki, duruşma tutanaklarına yansıyan soyut ifadelerin, yerel mahkemece hükme esas alınan ölü muayene ve otopsi tutanağının da okunduğu anlamına gelmeyeceği açıktır…”

Yargıtay 10. CD, 22.03.2021 tarih, 2017/6965 E.- 2021/3720 K. sayılı ilamında ise bu hususa ilişkin şu ifadelere yer vermektedir: “…Hükme esas alınan Milas Cumhuriyet Başsavcılığı Adli Emanetinin 2013/428 sırasında kayıtlı olup, hükümden sonra Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı Adli Emanetinin 2014/864 sırasına kaydedilen iletişimin tespiti çözüm tutanaklarının denetime olanak verecek şekilde aslı ya da onaylı örneklerinin dosya içerisine getirtilmesi, sanıklara duruşmada okunup diyeceklerinin sorulması, telefon konuşmalarının somut olay ve olgularla örtüşüp örtüşmediğinin ayrı ayrı irdelenip değerlendirilerek, sonucuna göre sanıkların hukukî durumlarının belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, CMK'nın 209 ve 217. maddelerine aykırı ve savunma haklarını kısıtlar şekilde hüküm kurulması… hükümlerin bozulmasına…”

Yine Yargıtay sanığın adli sicil ve nüfus kaydı okunmadan hüküm tesis edilmesini bozma sebebi saymaktadır. Yargıtay 12. CD, 08.11.2018 tarih, 2018/3266 E.- 2018/10550 K. sayılı ilamında bu hususa ilişkin şu şekilde karar vermiştir: “…Sanığın adli sicil kaydı ve nüfus kaydı okunmadan hüküm kurularak CMK'nın 209. maddesine aykırı davranılması, kanuna aykırı olup, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenlerle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK'un 321. maddesi gereğince isteme uygun olarak BOZULMASINA…”

 Bunun yanında duruşmada okunmayacak belgelerde söz konusudur. Eğer olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez. Tanıklıktan çekinebilecek olan kişi, duruşmada tanıklıktan çekindiğinde, önceki ifadesine ilişkin tutanak okunamaz (CMK m.210).

Olayın tek tanığı konumunda bulunan kimselerin mahkemede muhakkak dinlenmesi gerektiği hususuna ilişkin Yargıtay 9. CD, 07.10.2021 tarih, 2021/22172 E.- 2021/8280 K. sayılı ilamında şu ifadelere yer vermiştir: “…5271 sayılı CMK'nın 217. maddesinin birinci fıkrasında "Hâkim kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir" ve aynı Kanunun 210. maddesinin birinci fıkrasında ise “Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez” hükümlerine yer verilmiş olup, bu kapsamda mahkemece aynı zamanda olayın tek tanığı konumunda bulunan mağdurelerin duruşmaya getirilerek, iddiaya konu hususlarla ilgili dinlenmelerinden sonra toplanacak delillere göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması… bozulmasına…”.

Bunun yanında 5271 sayılı CMK istisnai bazı hallerde ilgili kimse dinlenmeksizin yalnızca yazılı bir takım belgelerin duruşmada okunmasıyla yetinilebileceğini hükme bağlamıştır. Buna göre; tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse, tanık veya sanığın suç ortağının duruşmada hazır bulunması, hastalık, malullük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı değilse, ifadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa, bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir. Bunun yanında Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanık veya müdafi birinci fıkrada belirtilenlerin dışında kalan tutanakların okunmasına birlikte rıza gösterebilirler (CMK m.211).

Yargıtay 4. CD, 13.04.2015 tarih, 2015/3273 E.- 2015/26897 K. sayılı ilamında bu hususa ilişkin şu ifadelere yer vermektedir: “…Soruşturma evresindeki anlatımlarından olaya ilişkin görgüye dayalı bilgileri olduğu anlaşılan tanıklar V. T. ve H. K.'ın usulünce duruşmaya çağrılarak dinlenilmeden veya hukuki dayanağı gösterilip dinlenilmelerine gerek bulunmadığına dair bir karar da verilmeden, soruşturma evresinde verdikleri ifadeleri de duruşmada okunmayarak, CMK'nın 206/2, 211/1-c maddelerine aykırı davranılması…hükmün bozulmasına…”

Yine Yargıtay 1. CD, 25.02.2021 tarih, 2021/1373 E.- 2021/2538 K. sayılı ilamında mahkemece dinlenilmesinden vazgeçilen müştekinin ifadelerinin okunmasına ilişkin şu şekilde karar vermiştir: “…Müştekinin duruşmada dinlenilmesinden vazgeçilmesine karar verilmesine rağmen, aşamalarda vermiş olduğu beyanının duruşmada okunmaması suretiyle 5271 sayılı CMK’nin 211/1-c maddesine muhalefet edilmesi… bozmayı gerektirmiş…”.

Ayrıca belirtmekte fayda gördüğümüz bir diğer husus ise sanığın önceki ifadesinin okunması durumudur. Eğer aralarında çelişki söz konusu ise; sanığın, hâkim veya mahkeme huzurunda yaptığı açıklamalar ile Cumhuriyet savcısı tarafından alınan veya müdafinin hazır bulunduğu kolluk ifadesine ilişkin tutanaklar duruşmada okunabilir (CMK m.213).

Bu hususlara ilişkin Yargıtay 1. CD, 15.09.2015 tarih, 2015/8648 E.- 2015/5420 K. sayılı ilamında şu ifadelere yer vermiştir: “…CMK'nın 148/4 maddesinde yer alan "Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz" ve aynı Yasanın 213. maddesinde yer alan "Aralarında çelişki bulunması halinde; sanığın, hâkim veya mahkeme huzurunda yaptığı açıklamalar ile Cumhuriyet savcısı tarafından alınan veya müdafinin hazır bulunduğu kolluk ifadesine ilişkin tutanaklar duruşmada okunabilir." şeklindeki yasal düzenlemelere göre; sanığın önceki ifadesinin duruşmada okunmasının ilk koşulunun iki ifade arasında çelişki bulunması, ikinci koşulun ise sanığın önceki ifadesinin; hâkim, mahkeme ya da Cumhuriyet Savcısı tarafından alınması veya kollukta alındığı takdirde ise ifadeye müdafinin katılmış olmasıdır. Somut olayda her ne kadar sanığın kolluk ifadesinde katılanın hakareti üzerine kendisinin de katılana hakaret ettiğini kabul etmesine rağmen bu ifadenin müdafi huzurunda alınmadığı, duruşmada bu ifadenin doğrulanmadığı bu nedenle sanığın kolluk ifadesinin duruşmada okunamayacağı, hükme esas alınamayacağı gözetilmek suretiyle yapılan incelemede…”.

5-)Rapor-Belge ve Diğer Yazıların Okunması

Yargılamayı ilgilendiren bir takım rapor, belge ve sair yazıların duruşmada okunması maddi gerçeğin ortaya çıkarılması, adaletin tesisi için hiç şüphesiz gerekmektedir. CMK m.214’e göre; bir açıklamayı ve görüşü içeren resmî belge ve diğer yazılar ve fennî muayene ve doktor raporları duruşmada okunur. Bu belge ve raporların okunmasından sonra mahkemece gerekli gerekli görülürse belge ve diğer yazılar veya raporda imzası bulunanlar, açıklamada bulunmak üzere duruşmaya çağrılabilirler. Açıklama ve görüş veya rapor bir kurul tarafından verilmişse mahkeme, kurulun görüşünü açıklamak üzere görevi, üyelerden birine vermeyi kurula önerebilir. Yasaya göre bilimsel görüşlere ilişkin açıklama, bu kanunun “duruşmada bilirkişinin açıklaması” başlıklı 68. madde hükümlerine göre yapılacaktır.

Bahse konu rapor, belge, diğer yazıların ve herhangi bir belgenin okunmasından ve suç ortağının, tanık veya bilirkişinin dinlenmesinden sonra bunlara karşı herhangi bir diyeceklerinin olup olmadığı katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafine sorulur (CMK m.215).

Yargıtay 22. CD, 26.11.2015 tarih, 2015/4646 E.- 2015/7879 K. sayılı ilamında bu hususa ilişkin şu ifadelere yer vermektedir: “…09.03.2010 tarihli karar duruşmasında hazır bulunan sanık E.. A.. ve müdafine birlikte son söz hakkı verildiği halde yalnızca müdafinin beyanının alınması ve 28/07/2008 tarihli resen açılan celse de, müşteki ve sanık M.. A..'ün alınan beyanları sanığa okunup diyecekleri sorulmadan hüküm kurulmak suretiyle 5271 sayılı CMK'nın 215/1, 216/3. maddesine aykırı davranılarak savunma hakkının kısıtlanması… bozmayı gerektirmiş…”.

Yine Yargıtay 16. CD, 12.12.2018 tarih, 2018/4551 E.- 2018/5578 K. sayılı ilamında bu hususa ilişkin şu ifadelere yer vermektedir: “…Delillerin tartışılmasında söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa veya müdafine veya kanuni temsilcisine verilir (CMK.216/1). Ceza muhakemesi hukuku açısından serbest delil ve vicdani ispat sistemi geçerlidir. Genel bir ifadeyle delillerin elde edilmesi ve değerlendirilmesi serbestliğini ifade eden bu sistem, eylemi yargılayan hâkimlerin hukuka uygun şekilde elde edilen her türlü delili kullanarak ispata ulaşmasını, sanığın aleyhine olduğu gibi lehe delilleri de araştırıp değerlendirerek, kuşkudan arınmış bir sonuca ulaşması gerekir. Delil takdirindeki serbesti, keyfilik olarak algılanmamalı, akla, mantığa ve bilimsel kurallara aykırı olarak değerlendirilmemelidir. Tüm bu açıklamalar ışığında; hükümden sonra dosya içerisine konulduğu anlaşılan ve bir başka soruşturmada (mahrem imamlar) dijital materyallerin çözümü neticesinde hazırlanan 11.12.2017 tarihli veri inceleme raporunun duruşmada sanık ve müdafine okunup diyecekleri sorulmadan hükme esas alınması suretiyle CMK’nın 217/1. maddesine muhalefet edilmesi… hükmün bu sebeplerden dolayı bozulmasına…”.

Gaziantep BAM 3. CD’nin, 23.01.2020 tarih, 2018/3250 E.-2020/58 K. sayılı ilamında bu hususa ilişkin özetle şu gerekçelerle hükmün bozulmasına karar verilmiştir: “…Sanık ile ardışık arandığı iddia edilen diğer askeri personelin/personellerin sınıf/rütbe/makam olarak ve bağlı bulundukları kuvvetlerin de denk olup olmadığı, sanığın ardışık arandığı numara ile diğer askeri personel/personellerin ardışık arandığı numaralar arasında irtibat bulunup bulunmadığı, ardışık arandıktan sonra veya başka zamanlarda ortak baz verip vermedikleri yine ardışık arandıktan sonra telefonlarını kapatıp kapatmadıkları, kapatmış iseler ne kadar süre ile kapalı olduğu konusunda ayrıntılı rapor aldırılması ile tüm bu belge ve beyanların CMK'nin 217. maddesi gereğince duruşmada sanık ve müdafine de okunup savunmaları alındıktan sonra sanığın yasal durumunun tayin ve taktiri gerektiğinden hükmün bozulmasına karar verilmiştir…”

6-)Delillerin Tartışılması

Mahkemece yukarıda izah etmeye çalıştığımız usullere göre ortaya konulan deliller maddi gerçeğe ulaşılması namına yine usulüne uygun bir şekilde tartışılmalıdır. CMK m.216’ya göre; Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafine veya kanunî temsilcisine verilir. Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafi ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.

Bu hususa ilişkin Yargıtay CGK’nin 21.09.2021 tarih, 2019/14-266 E.-2021/411 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Buna göre; delillerin tartışılmasında ilk önce söz katılana veya vekiline, daha sonra Cumhuriyet savcısına ve en son olarak da sanığa ve müdafisine veya kanunî temsilcisine verilir. Görüldüğü üzere kanun koyucu, önce iddia, daha sonra da savunma makamında bulunan kişilerin söz alıp görüşlerini açıklaması gerektiğini kabul etmiştir. Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafisinin veya kanuni temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafisi ya da kanuni temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir. Bu kurallar tez (iddia) ile antitezin (savunmanın) çatışmasıyla sonuca (karara) ulaşılan bir sürecin karşılığı olan muhakeme sonunda sağlıklı bir karara ulaşabilmenin gerekli ve zorunlu şartıdır…”.

Ayrıca hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir. Bu aşamada zorunlu müdafin hazır bulunmaması hükmün açıklanmasına engel teşkil etmez. Son sözün sanığa verilmeden hüküm tesis edilmesi, savunma hakkını kısıtlayacak, emredici kanun hükümlerine mutlak aykırılık olacak ve kanun yolu incelemesinde bozma sebebi yapılacaktır.

Hükümden önce son sözün sanığa verilmesi gerekliliği ile alakalı Yargıtay CGK’nin 05.03.2019 tarih, 2016/10-56 E.-2019/151 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Yargıtay Ceza Genel Kurulunun birçok kararında açıkça belirtildiği üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili olan son sözün sanığa ait bulunduğuna ilişkin usul kuralı emredici nitelikte olup bu kurala uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır.

Bununla birlikte, yürürlükten kaldırılmış bulunan 1412 sayılı CMUK’nin 251. maddesinin son fıkrasındaki; “Sanık namına müdafi tarafından müdafaada bulunulsa dahi müdafaaya ilave edecek bir şeyi olup olmadığı sanığa sorulur” şeklindeki düzenlemenin yeni usul kanununda yer almamasının nedeni, aynı yöntemin yeni yasada kabul edilmemesi değil, 216. maddenin son fıkrasındaki “Hükümden önce son söz hazır bulunan sanığa verilir” ibaresinin bu anlamı da kapsamasıdır.

Temyiz merciince verilen bozma kararından sonra ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamaya devam olunduğunda, dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken "son sözün sanığa verilmesi" kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da "kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği" ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken "son sözün sanığa verilmesi" kuralına uyulmaması hâli, gerek "savunma hakkının sınırlandırılamayacağı" ilkesine, gerekse CMK'nin 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir.

Öğretide; "Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır." (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484); "Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır." (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146–149) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir…”

Ayrıca yukarıda da izah ettiğimiz üzere sanığa yüklenen suç hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilecektir. CMK’nin emredici bir normu olması hasebiyle ve adil yargılanma ilkesi gereği; hâkim kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Deliller bazı istisnai durumlar dışında aleni bir duruşmada tartışılacaktır. Bu deliller hâkimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir ve en nihayetinde bir hüküm tesis edilir. CMK m.230/1-b’ye göre; mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi gerekmektedir.

Yargıtay CGK’nin 29.11.2005 tarih, 2005/7-144 E.-2005-150 K. sayılı içtihadında bu hususa ilişkin şu ifadeler yer almaktadır: “…217. maddenin ikinci fıkrasında, "yüklenen suçun, hukuka uygun olarak elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceği" belirtilmiştir. Madde metninden de açıkça anlaşılacağı üzere, hukuka uygun olarak elde edilmeyen deliller, yeni ceza yargılama sistemimizde de ispat aracı olarak kabul edilmemiştir. Kaldı ki, 230. maddenin birinci fıkrası uyarınca, mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi de zorunludur…”

Bu hususlarla alakalı olan Gaziantep BAM 18. CD’nin, 20.11.2019 tarih, 2018/1544 E.-2019/1573 K. sayılı ilamında özetle şu gerekçelerle hükmün bozulmasına karar verilmiştir: “…Örgüt mensupları hakkında soruşturma ve kovuşturmaların devam ettiği birçok itirafçı tanığın beyanları ile örgüt mensuplarının ortaya çıkarıldığı anlaşılmakla, başka dosya şüphelisi veya sanıkları tarafından etkin pişmanlık kapsamında veya tanık olarak alınan ifadelerde sanıkla ilgili bir beyan veya teşhisin bulunup bulunmadığının araştırılması, bu yönde ifade varsa ilgili birimlerden temin edilip CMK’nin ilgili maddesi gereğince duruşmada sanık ve müdafisine de okunması ve gerekirse mahkemece dinlenilmesi ile tüm bu işlemler neticesine göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiğinin gözetilmediği anlaşıldığından hükmün bozulmasına karar verilmiştir…”