Tasarı m.8: 2911 sayılı Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir

"Kurul, toplantının amacı dışına çıktığı veya düzen içinde gerçekleşmesini imkansız gördüğü takdirde dağılma karan alır ve durumu derhal yetkili kolluk amirine bildirir".

Yorum: 2911 sayılı Kanunda değişiklik yapılması önerilmektedir. Buna göre, her toplantı için oluşturulacak düzenleme kurulunun, toplantının amacı dışına çıktığını veya düzen içinde gerçekleşmesini imkansız görmesi halinde, bu durumu derhal yetkili kolluk amirine bildirmesi öngörülmüştür. Düzenleme kurulu oluşturulması ve bu yükümlülüğün yerine getirilmesi, 2911 sayılı Kanunun 20. maddesi gereğince gösteri yürüyüşleri için de aynı şekilde uygulanacaktır. Bu yükümlülüklere uymayan düzenleme kurulu üyeleri hakkında, 2911 sayılı Kanunun 28. maddesinde gösterilen altı aydan iki yıla kadar hapis cezası tatbiki yoluna gidilecektir.

Aşağıda bahsedeceğimiz 10. maddenin yanında, Tasarının 8. maddesi ile ne durumda toplantının amacı dışına çıkacağı veya düzen içinde bitirilemeyeceğine dair somut ölçütlerin gösterilmediği anlaşılmaktadır.

Bildirim yükümlülüğünün ceza hükmüne bağlı bir şekilde düzenleme kuruluna bir ihbarcı gibi yüklenmesinin ağırlığı bir yana, adı üzerinde çok sayıda insanın katıldığı bir açık veya kapalı alan toplantısında veya gösteri yürüyüşünde, bu kalabalığa ve çok sesliliğe bağlı olarak farklı sesler ve bazı düzensizlikler çıkabilecektir. Tasarıda yer alan soyut ve sübjektif kriterler, kamu otoritesinin düzenlenmesini istemediği veya düzenlenmesine sıcak bakmadığı bir toplantı veya gösteri yürüyüşünde aleyhe kullanılabilir.

Elbette en net ve ayrıntılı kanun hükümlerini kabul etseniz de, uygulayan insan olduğu için, uygulayıcının kuralı ne kadar tarafsız, objektif, dürüst ve eşit tatbik ettiği önem taşır. Bunun için de, kamu kudreti kullanıcılarının iyi yetişmiş olmaları ve etkin denetim altında tutulmaları gerekir. Aksi halde, soyut ve sübjektif kıstasların keyfi şekilde kullanılması çok kolaydır.

Tasarı m.9: 2911 sayılı Kanunun 23 üncü maddesinin birinci fıkrasının (j) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"j) 12 nci madde gereğince kurul tarafından toplantının dağılmasına karar verilmesi halinde,"

Yorum:Düzenleme Kurulu tarafından toplantının veya gösteri yürüyüşünün dağıtılmasına karar verilmesi ile o toplantı ya da gösteri yürüyüşünün Kanuna aykırı hale gelmesi öngörülmüştür. Böylece, en az yedi gerçek kişiden oluşan düzenleme kurulunun kararı ile büyük bir toplantı veya gösteri yürüyüşünün Kanuna aykırı sayılıp dağıtılması mümkün hale gelmiştir. Bu kurulun nasıl karar alacağı, yani oyçokluğu ile mi, yoksa oybirliği ile mi, bir tutanakla mı, yoksa sözlü olarak mı, bu hususlar Kanunda ve Tasarı metninde yer almamaktadır.

Tasarı m.10: 2911 sayılı Kanunun 24 üncü maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, ikinci fıkrasının üçüncü cümlesi yürürlükten kaldırılmış ve üçüncü fıkrasında yer alan "(a) ve (b) bentlerindeki" ibaresi "Birinci fıkrada düzenlenen" şeklinde değiştirilmiştir.

Yorum:9. madde ile ilgili yer verdiğimiz eksiklik bu maddede de giderilmemiştir. Maddede, amacı dışına çıkan veya bir düzen içinde yapılma imkanı bulunmayan toplantı veya gösteri yürüyüşünü düzenleme kurulunun sona erdirmediğini belirleyen yetkili kolluk amirinin, bu durumu mahallin en büyük mülki amirine bildireceği ve mülki amirin kararı ile toplantı veya gösteriye son verilebileceği ifade edilmiştir.

2911 sayılı Kanunun 24. maddesinin 1. fıkrasını değiştiren bu hükümde önce “toplantı veya gösteri yürüyüşü” kavramları birlikte kullanıldığı halde, mahallin en büyük mülki amirinin alacağı kararla sona erdirmeyi düzenleyen (b) bendinde yalnızca “toplantı” kavramı kullanılmıştır. 24. madde değişikliği, 2911 sayılı Kanunun 20. maddesini atfı ile toplantılarla ilgili 2911 sayılı Kanunun 3. ve 4. bölümlerinin gösteri yürüyüşlerinde de uygulanacağını söyleyen maddeler arasında yapılmayacağı için, konu ile yasal boşluk olacağını belirtmek isteriz.

Ayrıca, “demokratikleşme paketi” adı ile bilinen bu Tasarının da toplantı ve gösteri yürüyüşleri açısından yeterli özgürleşmeyi sağlayacağını söylemek pek mümkün değildir.

Tasarı, Kanuna uygun bir toplantının yasaklanması ve dağıtılması konusunda mahallin en büyük mülki amirine geniş bir yetki tanımaktadır. Mülki amir bu yetkiyi, yalnızca yetkili kolluk amirinin kendisini bilgilendirme şekline göre kullanacaktır. Toplantı veya gösteri yürüyüşünün düzenini sağlamak, katılımcıların can ve mal güvenliğini koruyup gözetmekle ve toplantı veya gösteri yürüyüşünün gereği gibi devam etmesini sağlamakla yükümlü kolluk, bunun yerine daha ilk aşamada toplantı veya gösteri yürüyüşünü sona erdirmek ve dağıtmakla yetkili kılınmaktadır.

Tasarı m.11: 14.10.1983 tarihli ve 2923 sayılı Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi ile Türk Vatandaşlarının Farklı Dil ve Lehçelerinin öğrenilmesi Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan "625 sayılı" ibaresi yürürlükten kaldırılmış ve aynı bende aşağıdaki cümleler eklenmiştir.

"Ayrıca, Özel Öğretim Kurumlan Kanunu hükümlerine tabi olmak üzere, Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerle eğitim ve öğretim yapmak amacıyla, özel öğretim kurumlan açılabilir. Bu kurumlarda eğitimi ve öğretimi yapılacak dil ve lehçeler Bakanlar Kurulu kararıyla tespit edilir. Bu kurumların açılmasına ve denetimine ilişkin esas ve usuller, Milli Eğitim Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikle düzenlenir".
 
Yorum: Özel eğitim ve öğretim kurumları açmak suretiyle Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları dil ve lehçelerle eğitim ve öğretim yapılabileceği öngörülmektedir. Dil ve lehçelerin Bakanlar Kurulu kararı ile tespit edileceği ve bu kurumların bağlı olacağı usul ve esasların da Milli Eğitim Bakanlığı tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle belirleneceği ifade edilmektedir.

Değiştirilemez maddeler arasında yer alan Anayasa m.3/1’e göre, Türkiye Devleti’nin resmi dili Türkçe’dir. Devlet ve erkler, tüm kamu hizmetlerini Türkçe olarak vermek ve verildiğini de takip etmek zorundadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, resmi dili olan Türkçe’yi tüm vatandaşlar ile eğitim ve öğretim gören öğrencilerin öğrenebilmesi için üzerine düşen ödevi yerine getirmelidir. Ortak dile sahip olmak, bir millet olmanın, tüm bireylerin ve toplumun birbirini anlamasının ve paylaşmasının temel şartıdır. “Eğitim ve öğrenim hakkı” başlıklı Anayasa m.42’de, eğitim ve öğrenimin Devletin gözetim ve denetimde olduğu, Lozan Andlaşması’nın azınlıklara tanıdığı istisnai hükümler saklı olmak kaydı ile Türkçe’den başka hiçbir dilin, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamayacağı ve öğretilemeyeceği net bir şekilde ifade edilmektedir. Düzen hukukla yürür ve Türk Hukuku’nda Anayasa hükümleri en tepedir. Türkiye Devleti, bundan farklı hükümler içeren bağlayıcı bir uluslararası sözleşmeyi de imzalamamıştır.

Sonuç olarak;
Tasarı ile kurulması öngörülen özel eğitim ve öğretim kurumlarında Türkiye Cumhuriyeti’nin ve insanlarının kullandığı Türkçe’den başka dil ve lehçe ana dil olarak okutulamaz ve öğretilemez. Anayasa m.42’nin son fıkrası uyarınca, tüm eğitim ve öğretim kurumlarında Türkçe’den başka dil ve lehçe yalnızca “yabancı dil” olarak okutulup öğretilebilir. Tasarı hükmü de, Anayasanın bu amir hükümleri çerçevesinde düzenlenip kabul edilmelidir. Türkçe’nin okutulup öğretilmediği, kullanılmadığı bir özel eğitim ve öğretim kurumu olamaz.

Tasarı m.12: 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 112 nci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Eğitim ve öğretim hakkının engellenmesi
MADDE 112- (1) Cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla;
a) Devletçe kurulan veya kamu makamlarının verdiği izne dayalı olarak yürütülen her türlü eğitim ve öğretim faaliyetlerine,
b) Kişinin eğitim ve öğretim hakkım kullanmasına,
c) Öğrencilerin toplu olarak oturdukları binalara veya bunların eklentilerine girilmesine veya orada kalınmasına, engel olunması halinde, fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur".

Yorum: Türk Ceza Kanunu’nun “Kişilere Karşı Suçlar” başlıklı ikinci kısmının “Hürriyete Karşı Suçlar” başlıklı yedinci bölümü altında 112. maddesinde “Eğitim ve öğretimin engellenmesi” başlıklı suçun, başlığı ile birlikte değiştirilmesi önerilmektedir.

Belirtmeliyiz ki, daha 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren ve bir türlü istikrarlı uygulamaya kavuşamayan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu yine değiştirilmektedir. Bu değişikliğin son olacağını da zannetmiyorum. Bu konuda bir yerde hata yapıldı, ama nerede ve kim tarafından? Çünkü çok önemli bu Kanuna bu kadar sıklıkla dokunulmaması gerekir.
Bu madde, cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla, hukuka uygun yürütülen bir eğitim ve öğretim (bizce “veya” olmalı, çünkü “eğitim” ve “öğretim” kavramları birbirinden farklıdır) faaliyetinin veya öğrencilerin toplu olarak oturdukları binalar ile eklentilerine girilmesi ya da oralarda kalınmasının kasten engellenmesini suç saymaktadır. Örneğin, öğrencinin okula veya derse ya da yurda girişinin hukuka aykırı olarak engellenmesi ile suç oluşacaktır. Öğrenci disiplin cezası almış da bu nedenle okula, derse veya yurda girememekte ise, suçun “hukuka aykırılık” unsuru oluşmayacaktır.

Suçun yeni başlığının “Eğitim ve öğretim hakkının engellenmesi” olması düşünülerek, eğitim ve öğretimin bir sosyal hak olduğuna vurgu yapılması hedeflenmiştir. Bu noktada bir isabetsizlik bulunmamaktadır. 112. maddeye “b) Kişinin eğitim ve öğretim hakkının kullanmasına,” ibaresi eklenerek, eğitim ve öğretim hakkının kullanılmasının engellenmesine yönelik her türlü hukuka aykırı davranış suç sayılacaktır. 112. maddede tanımlanan icra hareketlerinden birisini işlemek suretiyle suç işleyecek olanın cezası ise, Tasarıda iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası olarak tanımlanmaktadır. Cezanın alt sınırı, erteleme ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kapsamına girmektedir.

112. maddede yer alan “hukuka aykırı başka bir davranışla” ibaresinin belirsizliği, soyutluğu ve “suçta ve cezada kanunilik” prensibi karşısında tespitindeki güçlük bir yana, “cebir (fiziki şiddet)” veya “tehdit (manevi cebir)” ile “sair hukuka aykırılık” kavramlarından doğacak ceza sorumluluğunun aynı ağırlıkta düzenlenmesi isabetli değildir.

Tasarı m.13: 5237 sayılı Kanunun 113 üncü maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Kamu hizmetlerinden yararlanma hakkının engellenmesi
MADDE 113-; (1) Cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla;
a) Bir kamu faaliyetinin yürütülmesine,
b) Kamu kurumlarında veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarında verilen ya da kamu makamlarının verdiği izne dayalı olarak sunulan hizmetlerden yararlanılmasına, engel olunması halinde, fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur".

Yorum:
Türk Ceza Kanunu m.113’ün de başlığı ile birlikte değiştirilmesi önerilmektedir. Yeni başlık; “Kamu hizmetlerinden yararlanma hakkının engellenmesi” olacaktır. “Kamu kurum veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının faaliyetlerinin engellenmesi” eski başlığı, önerilen değişiklikle suç tanımının içine alınmış ve suçla korunan hukuki yarar da bireyin kamu hizmetlerinden yararlanma hakkının engellenmesi olarak ifade edilmiştir. Böylece Tasarı hükümle korunanın, kamu kurumu veya kamu kurumu niteliğine sahip kuruluşlar olmayıp, birey olduğuna vurgu yapmak istemiştir.    
  
Suçun cezası, yine 112. madde değişikliğinde olduğu gibi iki yıldan beş yıla kadar hapis olarak önerilmiş ve cebir veya tehdit ile sair hukuka aykırı davranış kavramları arasında ceza sorumluluğu bakımından farklı düzenlemeye gidilmemiştir.

“Kamu faaliyeti” ve “Kamu hizmeti” kavramları oldukça geniştir. Bu konuda, 113. maddenin gerekçesinde açıklama bulunmamaktadır. “Tanımlar” başlıklı Türk Ceza Kanunun m.6’da hüküm olmamakla birlikte, “kamu görevlisi” tanımını yapan m.6/1-c’de, kamusal faaliyeti yürütenlerin Türk Ceza Kanunu’nun tatbikinde “kamu görevlisi” sayılacağı belirtilerek, “kamusal faaliyet” kavramının bu hükmün gerekçesinde açıklandığını görmekteyiz.

Buna göre “kamusal faaliyet”, Anayasa ve kanunlarda belirlenen usullere göre verilen siyasi kararlarla, bir hizmetin kamu adına yürütülmesidir. “Kamu görevlisi” kavramı dar olduğu halde, “kamusal faaliyet” ve “kamu hizmet” kavramı daha geniştir. Devlet bazı faaliyetlerini ve kamu hizmetlerini, açtığı ihaleler ve imzaladığı imtiyaz sözleşmeleri vasıtasıyla özel kişilerce gerçekleştirebilir. Bu özel kişiler “kamu görevlisi” sayılmasa da, yerine getirilen faaliyet kamusaldır, birey ve topluma sunulan hizmet de kamu hizmetidir.
Kamu hizmeti; sağlık, eğitim ve öğretim, güvenlik, adalet, yol, su, elektrik, sair her türlü enerji, “sosyal devlet” olarak Devlet tarafından doğrudan doğruya veya dolaylı olarak birey ve topluma götürülmesi gereken tüm hizmetlerdir. Bireyin bu hizmetlerden yaralanma hakkının kasten engellenmesi suçtur.
 
 
>> Yeni Demokratikleşme Paketi ve Yorumu-1

 

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)