3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. ve 4. fıkraları şu hükmü içermektedir:

“Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.

Kadastrosu tamamlanan çalışma alanı içerisinde kalan eski tapu kayıtları, isleme tabi kayıt niteliğini kaybederler. Bu kayıtlara dayanılarak kadastro ve tapu sicil müdürlüklerinde işlem yapılamaz.”

Kanaatimize göre, aşağıda ayrıntılı olarak açıklayacağımız üzere, Kanun’un bu hükmü isabetsiz olarak yorumlanmakta ve uygulanmaktadır. Yargıtay uygulamasında, Kanun metninde (md. 11,12) ifade edildiği üzere kadastro sonuçlarının 30 gün süre ilanı ve 30 günlük ilan ve itiraz süresinin dolmasıyla kesinleşen “sınırlandırma ve tespitlere” karşı, kesinleşme tarihinden itibaren 10 yıllık (hak düşürücü) sürenin geçmesi sonrasında, kadastro öncesi hukuki sebeplere dayanılarak dava açılması mümkün görülmemektedir.

Nitekim, Yargıtay’ın konu ile ilgili çok sayıda ve müstakar kararlarından yalnızca bir tanesini örnek olarak gösterebiliriz:

“Çekişmeli taşınmazın kadastro tespiti 13/10/1990 tarihinde hükmen kesinleşmiştir. Davacılar çekişmeli taşınmazın kök murislerinden gelen taşınmaz olduğu iddiasıyla kadastro öncesi nedene dayalı olarak tapu kaydının iptali ile miras payları oranında adlarına tescili talebiyle 01/01/2005 tarihinde dava açmışlardır. 3402 Sayılı Kanun'un 12/3 maddesi; kadastro tutanaklarında belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamayacağı ve dava açılamayacağı hükmünü içermektedir. Anılan Yasa hükmü karşısında Mahkemece, davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, bu yön göz ardı edilerek davanın esasına girilmek suretiyle yazılı olduğu şekilde hüküm kurulmasında isabet bulunmamaktadır.” T.C. YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ, E. 2021/4585, K. 2022/4289, T. 30.5.2022 (KAZANCI İÇTİHAT BİLGİ BANKASI)

Vakıa, 5841 sayılı Kanun ile 3402 sayılı Kanunun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen “Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır” cümlesi Anayasa Mahkemesinin 2009/31 E. 2011/77 K. ve 12.05.2011 T. sayılı kararı ile iptal edilerek, mevzu on yıllık hak düşürücü sürenin Devlet ve diğer Kamu tüzel kişiliklerine ait taşınmazlar bakımından uygulanmayacağı sonucuna ulaşılmıştır. Mevcut durum itibariyle on yıllık hak düşürücü sürenin dikkate alınması bakımından ikili bir durum yaratılmış, özel hukuk kişilerinin hak talepleri on yıllık hak düşürücü süre yönüyle bir karşılık bulamaz iken, aynı kadastro çalışması ve aynı işlemler sonucunda Devletin ya da diğer Kamu tüzel kişilerinin talepleri karşılık bulmuştur. Kanaatimize göre, taleplerin olumsuzlukta eşitlenmesi değil, ayni hakka dayanan kadastro öncesi taleplerin hak düşürücü süreye tabi tutulmaması hedeflenmeli, Anayasa Mahkemesinin önüne tekrar geldiği takdirde 12. maddenin 3. fıkrası da iptal edilmelidir[1].

Kanunda öngörülen, “kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamayacağı ve dava açılamayacağına” ilişkin hüküm, “kadastrodan önceki (ayni hakka dayanmayan) hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamayacağı ve dava açılamayacağına” şeklinde anlaşılmalı ve uygulanmalıdır. Bir diğer ifade ile mevcut olduğu halde kadastro komisyonu tarafından araştırılmadan ve de dikkate alınmadan oluşturulan tapu kayıtlarına karşı hak düşürücü süre işletilerek, mülkiyet hakkı ihlal edilmemelidir. Bu kanaatimize gerekçelerimiz şu şekildedir:

Gerek Kadastro Kanunu’nda gerekse Kadastro Yönetmeliğinde, kadastro işlemleri sırasında takip edilecek yol ve yapılacak işlemlere ilişkin ayrıntılı düzenlemeler mevcuttur. Şöyle ki,

Öncelikli olarak kadastro çalışmaları yapılacak bölgeler, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nün teklifi ve bağlı bulunduğu Bakanın onayı ile belirlenir (Md. 2). Kadastrosuna başlanacak bölgeler en az bir ay önceden Resmi Gazete, Radyo veya Televizyonda, bölge merkezi ve bağlı bulunduğu ilde, bir yerel gazete ve bir internet haber sitesinde ilan olunur ve ayrıca alışılmış vasıtalarla duyurulur (Md. 2). Kadastro ekibi üç kişiden oluşur (Md. 3). Kadastro çalışmalarına başlanılmadan önce Kadastro Müdürü tarafından Mahkemesine müracaat edilerek, alandaki taşınmazlar hakkında görülmekte olan Kadastro davalarının listesi temin edilir ve ilgili teknisyene verilir. Bu aşamadan sonra açılan davalar yine Kadastro Müdürüne bildirilir ve ilgili teknisyene iletilir (Md. 4). Çalışma yapılacak mevki veya adalar en az yedi gün önceden Kadastro Teknisyeni tarafından köy ve mahallede ilan ettirilir (Md. 6). Kadastro teknisyenleri hazır bulundukları takdirde mal sahipleri ile ilgililerin huzurunda, varsa harita, tapu ve vergi kayıtları ile diğer belgeleri, en az üç bilirkişi ile muhtarın bilgilerinden yararlanarak inceler ve mahalline uygular. Teknisyenler, elde ettikleri bilgi ve buna dair kanaatleri her taşınmaz mal için düzenleyecekleri kadastro tutanağına yazarak bu Kanun hükümlerine göre taşınmaz malı sınırlandırır ve hak sahiplerini tayin eder. Sınırlandırma, kadastro harita veya büyütülmüş fotoğraf veya röperli kroki üzerinde gösterilir; ihtilaflı sınırlar ayrıca belirtilir (Md. 7/1). Kadastro teknisyenleri, bilirkişilerin bilgi ve beyanlarıyla kanaate varamadıkları takdirde, bunların beyanlarına bağlı olmaksızın, diğer kimselerin bilgi ve şahadetlerine başvurabilirler. Ancak, bilirkişilerin bilgi ve beyanlarına uymayan tespitlerde durumun kayıt ve belgelere dayandırılması ve ayrıca sebeplerinin kadastro tutanağında açıklanması zorunludur. (Md. 7/2). Kadastro çalışmaları esnasında, kadastro müdürü veya görevlendireceği kontrol elemanları tarafından kadastro tutanağı ve bunları tamamlayan belgeler üzerinde ve gerektiğinde arazide inceleme yapılır. İnceleme sonucu tespit edilecek teknik, idarî ve hukukî noksan ve yanlışlıklar, kadastro ekibine tamamlattırılır veya düzelttirilir (Md. 8) Kadastro müdürü, kadastro tutanaklarına göre yapılan tespitlere dayanarak, askı cetvellerini düzenler; bu cetvelleri ve pafta örneklerini, müdüriyette ve ayrıca muhtarın çalışma yerinde 30 gün süre ile ilan ettirir; itirazı olanların ilan süresi içinde kadastro mahkemesinde dava açabileceklerini belirtir (Md. 11) 30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir; Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz (Md. 12)

Kanun, 13. Maddesi ile tapuda kayıtlı olan mallar bakımından nasıl işlem yapılacağını açıkça öngörmektedir. Buna göre, tapuda kayıtlı mal sahibi adına tespit olunur. Kayıt sahibi ölmüş ise mirasçıları adına tespit olunur. Mirasçılar tayin olunamazsa, ölü olduğu yazılmak suretiyle kayıt sahibi adına tespit olunur. Kayıt sahibi veya mirasçılarından başkasının zilyet olması durumunda ise bunların muvafakatleri zilyet adına tespit olunur.[2] Kadastrosu veya tapulaması yapılmış taşınmazların sınırları, TMK m. 719/1’e göre, tapu planları ve arz üzerindeki sınır işaretleri ile belirlenir[3].

Görüldüğü üzere Kadastro Kanunu’nda kadastro çalışma alanlarının belirlenmesi, hazırlık aşamaları ve çalışma esnasında yapılacak işlemlerle ilgili olarak ayrıntılı hükümler mevcuttur. Konumuzla ilgisi dolayısıyla öncelikli olarak Kadastro çalışma alanlarının Tapu ve Kadastro Müdürlüğünün teklifi ile hayata geçirildiği tekrar etmek gerekir. Kanunun açık hükmü gereği, komisyonun ilk yapması gereken işlemlerden bir tanesi çalışma alanlarında bulunan mevcut ve geçerli tapuların, maliklerinin ve varsa mirasçılarının tespitidir. Mevcut tapuların tespiti komisyonun en önemli görevlerinden bir tanesidir.

Somut uyuşmazlıklarda, malik ve elinde geçerli bir tapusu bulunan kimsenin kadastro çalışmalarından haberdar olamaması ihtimal dahilindedir. Örneğin, malik olduğu ve geçerli olarak elinde tapusu bulunduğu halde çeşitli saiklerle taşınmazından uzakta hayat kuran ve süren kişilerin Kanunda sayılan sınırlı ilan teknikleri ile kadastro çalışmalarından haberdar olamaması sıkça karşılaşılan bir durumdur. Aynı şekilde İskân Kanunu ile kendilerine tevdi edilen taşınmazların başında nöbet tutmayan maliklerin de bu çalışmalardan haberdar olamaması, taşınmazlarının tekrar Hazine adına tescili karşılaşılan bir durumdur[4].  

“Duraksamadan kabul etmek gerekir ki, Kadastro Kanunu'nun getirmiş olduğu ilân sistemi, hak sahibi olduğunu ileri süren kişilerin, haklarıyla ilgili işlemleri içeren tutanaklardan bilgi edinmelerine imkân vermekten uzaktır. Çünkü, kabul edilen ilân biçimi, mahalli kalacak ve ancak o yerde yasayanlara duyurucu bir nitelik taşıyacaktır. Oysa, ilgililerin mutlaka o yerde oturacaklarına dair bir kural düşünülemez. Ülkenin başka yerlerinde yerleşmiş hak sahiplerinin, mahallinde yapılan ilândan haberdar olmaları mümkün olamaz”[5].

“Mahkemelere intikal eden uyuşmazlık ve Yargıtay'a gelen işler göstermektedir ki, özellikle kırsal kesimde yasayan vatandaşlarımızın çoğu, tapu idaresine başvurup taşınmazlarının sicil durumunu öğrenmeye tevessül etmezler. Kültür seviyesinden kaynaklanan bilgisizlik ya da ihmâl, günün birinde, yıllardan beri sahibi olduğu taşınmazının elinden gitmesine sebep olur. Örneğin, vatandaş bir tapu işlemi için tapu idare sine başvurduğu zaman, on yıl önce kesinleşen kadastro tespiti nedeniyle taşınmazının hazine adına tescil edilmiş olduğunu öğrenir. Yapacak bir şey yoktur. Hak düşürücü süre islemiştir”[6].

“… Zira böyle bir uygulama, taşınmaza zilyet dahi olmayan yolsuz kayıt sahibinin, bu kayıttan habersiz olarak taşınmaza zilyetliğini sürdüren gerçek malike rağmen, KK. m. 12 deki on sene sona erer ermez o taşınmazın maliki sayılması gibi, hakkaniyete aykırı bir sonuç doğuracaktır…”[7]

Genel kabul itibariyle her ne kadar Kadastro Kanunu için bir “tasfiye” kanunu nitelendirmesi yapılsa bile, Devlet adına işlem yapan Kadastro Müdürlüğü ve komisyon üyelerinin geçerli tapuları ve maliklerini tespit etmemesi, etmekten sarfınazar etmesi başlı başına kusurlu bir davranıştır. Hele de kişilere ait tapunun dikkate alınmayarak hazine ya da diğer kamu tüzel kişilikleri adına tespitinde daha vahim bir durum söz konusudur.

Hiç kimsenin kendi kusuruna dayanarak hak iktisap edemeyeceği Hukukumuzun en temel kuralıdır. (Nemo Auditur Propriam Turpitudinem Allegans). Medeni Kanunumuzun sistematiği içinde mülkiyet hakkının kaybı yollarından biri olarak kadastro çalışmalarından haberdar olamamak ya da mevcut ve geçerli tapunun dikkate alınmadığı çalışmalara itiraz etmemek/edememek olmamalıdır. Kamu görevlisi olan kadastro müdürü ve memurlarının Kanunun 13. Maddesinde açıkça öngörülen mülkiyetin tespitine ilişkin işlemlerde görevini ihmal etmesi, kusurlu davranması, adına tescil yapılan Hazine ya da diğer kamu tüzel kişiliklerine mülkiyet hakkı bahşetmemelidir.

Nitekim, Anayasa Mahkemesi 10.02.1970 Tarihli bir kararında, Mülkiyet hakkını açıkça ihlal eden benzer bir düzenlemeyi Anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir. Söz konusu iptal kararına konu 14/12/1934 tarihli ve 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Yasasının 22. maddesinin H bendi su şekildedir: “Yapılacak ilanlar ve tahkikat üzerine sahibi bulunmayan gayrimenkuller devlet namına kaydolunur. Bu malların on seneye kadar hükmen müstehikkı çıktığı taktirde namına kayıtlan tashih edilir ve satılmışsa bedeli verilir

Anayasa Mahkemesi iptal kararını gerekçesinde şu ifadelere yer vermiştir:

Tapu kütüğünün tutulması gerek eski hukukumuza göre, gerekse Medenî Kanuna göre devlete düşen görevlerden olduğu için bu görevin gereği gibi yerine getirilmemiş olmasından doğan sonuçlardan devletin yararlanması düşünülemez. Dava konusu işte olduğu gibi, kadastro komisyonunun, malı sahipsiz sayması, devletin görevli memurlarınca bu mala ilişkin tapu kütüğünün komisyona verilememiş olması nedenine dayanmaktadır. Devlet, malın tapusunun komisyona verilmemiş olması sonucunda taşınmazın maliki durumuna girmiş, başka deyimle kendisinin sorumlu tutulması gereken bir durumdan yararlanmış ve on yıllık hak düşüren süreye dayanarak bu haksız durumun sürüp gitmesini sağlamıştır. Haksızlığın sürüp gitmesini sağlayan etken, on yıllık hak düşürücü süre olduğu için bu süreyi öngören yasa kuralı, Anayasa'nın 36. maddesi ile güvence altına alınmış bulunan mülkiyet hakkının özüne dokunmakta ve böylece Anayasa'nın 36. ve 1l. maddelerine aykırı bir niteliğe bürünmektedir. Kaldı ki Medenî Kanunun 928 maddesi uyarınca hiçbir kişi, tapu kütüğünde yazılı olan bir durumu bilmediğini ileri süremez ve böyle bir durumu bilmemiş olmasına dayanarak kendi yararına bir hukukî durum yaratamaz. Burada devlet yararına Medenî Kanunun 928. Maddesinin uygulanmaması sonucu dahi doğmaktadır ki bu sonuç, Anayasa'nın 12. maddesi ile benimsenmiş bulunan yasa önünde eşitlik ilkesine de aykırıdır ve inceleme konusu kural, bu yönden dahi Anayasa ile çatışmaktadır. Bundan başka hukuk devleti ilkesinin gereklerinden birisi, bireylerin kazanılmış haklarına herkesin saygı göstermesini sağlamaktır; oysa burada devlet, üçüncü kişiye karşı korumakla ödevli olduğu mülkiyet hakkını, bu hakkın kendi düzenlediği tapu kütüğüne dayandığını göz önünde tutmadan, tartışma konusu, hak düşüren süre kuralıyla, kendisi tanımamaktadır. Bundan dolayı bu kural, Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesine de aykırıdır. ”[8]

On yıllık hak düşürücü sürenin, tescilden itibaren değil de kadastro tespit tutanaklarının kesinleşmesinden itibaren başlatılması mağduriyetleri daha da artırmaktadır. Vakıa, birçok olayda adına tespit yapılan idare, Kanunun tescil için 3 aylık süre öngörmesine rağmen, tescili geciktirmekte ve on yıllık hak düşürücü sürenin dolmasından sonra tescil yapılmaktadır.

Mülkiyet hakkı Anayasamızca teminat altına alınmıştır. Tapu sicilinin tutulması devletin hüküm, tasarruf ve sorumluluğu altındadır. Tapu kayıtlarının varlığı ve geçerliliği hususunda kişilerin tek güvencesi Devletin varlığı ve teminatıdır. Kadastro çalışmaları sırasında tapulara değer verilmesi Kadastro Kanunu’nun 13. Maddesinin açık ve emredici hükmüdür. Diğer taraftan özel kanunlar gereği, Örneğin, İskan Kanunu, Çiftçinin Topraklandırılması Hakkında Kanun ve Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılmasına Dair Kanun gereği verilen tapulara, kadastro çalışmaları esnasında değer verilmesi, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 1993/5 E., 1996/1 K. ve 22.03.1996 T. sayılı içtihadı gereğidir. Maliklere tazminat ödenecek olması da Adaleti tesis edemeyecek, bir Atasözümüzün ifadesiyle “dökülen su, kabını doldurmayacaktır”.

3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. Maddesinin 3. Fıkrasının yorum ve uygulamasında, kadastro tespiti öncesine dayanan ve kadastro uygulamalarında dikkate alınmayan tapu kayıtlarına dayanarak açılan davaların on yıllık hak düşürücü süreye tabi olmadığı yönünde yorumun hukuka uygun olacağı kanaatim ile yazımı, Yargıtay’ımızın emsal gösterilecek, yüceltilecek bir kararını alıntılamakla sonlandırmak istiyorum:

“…Devlet bir ülkede yaşayan insan topluluğunun yalnız en güçlü değil, aynı zamanda sözüne ve tasarruflarına en çok güvenilen varlığı olmalıdır. Devlet tasarruflarının yasalara uygunluğu kadar istikrarlı ve tutarlı olması da gereklidir. Devlet yeri geldiğinde, yüceliğinin, şan ve şerefinin gerektirdiği ölçüde semahat ve atıfat göstermekten geri kalmamalıdır. Bazı hallerde Devletin saygınlığı ve itibarı maddi hesaplardan üstün tutulmalı, ölçülü bir hoş görü ve atıfat sınırlarını aşmamak kaydıyla Devlet verdiğini geri almaktan vazgeçebilmelidir. Zira, bir ülkenin ve toplumun en "büyüğü" olmak, "baba" olmak, bazan maddi değerlerin üstüne ve dışına çıkmayı zorunlu kılabilir. Tasarruf yanlış ise, Devlet yapılan yanlışlığı yolunu tutmadığı ve yanlışlığı sürdürdüğü ve yanlışın doğru sayılmasını uyardığı hallerde bunun faturasını durumdan hiç sorumlu olmayan bir kişiye, yurttaşa ödetmeye kalkmamalıdır…” T.C. YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ, E. 1977/11612, K. 1977/12728, T. 23.12.1977 (KAZANCI İÇTİHAT BİLGİ BANKASI)

--------------

[1] Anayasa Mahkemesi 08.10.1991 T., 1991/9 E., 1991/36 K., sayılı kararı ile 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 1/3 maddesinin Anayasaya aykırılık iddiası ile açılan dava sonunda, mezkûr hak düşürücü sürenin Anayasaya aykırı olmadığına karar vermiştir. “Olayda, Davacının, 29.8.1990 günlü dilekçesiyle açtığı davada, Karaman ilçesi belediye sınırları içinde 24.3.1964 günlü, 45 sayılı tapu ile maliki bulunduğu taşınmazın, 2613 sayılı Yasa uyarınca yapılan kadastro tespitinde, sahibi belirlenemediğinden, 5.4.1979 günü 569 Ada, 20 Parsel sayı ile maliye hazinesi adına tescil edildiğinden buna ilişkin tapu kaydının iptaliyle adına tesciline, el atmanın önlenmesine karar verilmesini istemiştir. Davacı vekili, olayda uygulanma durumunda olan, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri sürmüş, davalı hazine vekilinin aksi görüşüne karşın, mahkeme de bu savın ciddi olduğu kanısına vararak, anılan kuralın "kadastro tespitinden önce tapulu olan ve sahibi belirlenemediğinden hazine adına tespit ve tescil edilen taşınmazlar yönünden" Anayasa'nın 152. ve 2949 sayılı Yasa'nın 28. maddeleri gereğince 8.3.1991 günlü kararıyla iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştur”

Anayasa Mahkemesi ise kanaatimize göre, isabetsiz gerekçe ile on yıllık hak düşürücü sürenin Anayasaya aykırı olmadığına karar vermiştir:

“Yasada öngörülen durumlar ve süreler ile ilgililerin haklarını kullanmalarında kolaylık sağlayan öbür kurallar birlikte gözönüne alındığında, dava hakkının on yıllık hak düşürücü bir süre ile sınırlandırılmış olmasını, bu hükmün kamu düzeni düşüncesine uygun olduğu kadar, tanınan sürenin hakkın kullanılmasına da elverişli bulunduğu kabul edilmelidir. Bu kurallarla güdülen amacın devletin hak sahibi olmasına yönelik olduğu da düşünülemez… Bir yasa kuralının Anayasa'nın 153. maddesinin son fıkrasına aykırılığından söz edilebilmesi için içerik ve kapsamın benzerliği yanında, son çıkarılan yasanın aynı düşünce doğrultusunda Anayasa Mahkemesi kararma karşı, onu etkisiz kılma amacıyla çıkarıldığının saptanması gerekir…”R.G. Tarih-Sayı RG. 09.05.1992 Tarih ve 21223 Sayı.

[2] Emare, Mehmet Zeki, Kadastro ve Tapulama Uygulamalarından Kaynaklanan Hatalar ve Hak Düşürücü Süre, Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Gayrimenkul Geliştirme ve Yönetimi ABD., Dönem Projesi, (Danışman Prof. Dr. Şebnem Akipek Öcal), 2018,  s. 32.

[3] İpek Eyüp,  3402 Sayılı Kadastro Kanunu’na Göre Mülkiyet Hakkının Tespitine İlişkin Esaslar, İÜSBE, YL. Tezi, Istanbul 2008, s.51

[4] Kadastro Kanunu’nun “kadastro Bölgelerini Belirlenmesi ve İlanı”na ilişkin 2. Maddesine 13/10/2022 tarihinde, 7418 sayılı Kanunun 28 inci maddesiyle getirilen değişiklikle, ilanın şekli iye ilgili olarak “bir yerel gazete ve bir internet haber sitesinde” ibareleri eklenmiştir.

[5] Ozanlap, Nusret, 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nda Yer Alan Hak Düşürücü Süreyle İlgili Düşünceler, Yargıtay Dergisi, 1975, S. 55, s. 271 vd.

[6] Ozanlap, a.g.m. s. 276.

[7] Saraç, Coşkun, Kadastro Tespitlerine Dayanan Tapu Sicil Kayıtlarının Düzeltilmesi için Davaların Bağlı Olduğu Süre,  TBBD., 1990/3, s. 346

[8] AY.,1969/60 E., 1970/ 8 K., 10/2/1970 T., RG., 15.12.1970 Tarih ve 13695 Sayı; Karayalçın Yaşar, Tapulama ve Kadastro İşlerinde On Yıllık Hak Düşürücü Süre “8.5.1987 Tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı-23.11.198 Tarihli Hukuk Genel Kurulu Kararı” TBBD, 1990/1, s. 46 vd.); Sungurbey, makalesinde şu görüşlere yer vermektedir: “… Böylece, tapu kütüğüne tescil edilmemiş nesnel hak sahiplerinden de ancak itirazda bulunarak Tapulama Kanunu md. 31/II’deki arıtım sürecine katılmış olup da itirazı tapulama komisyonunca reddedilmiş bulunanların hakları, itirazcının 30 gün içinde tapulama mahkemesinde dava açmadığı gibi, tescilden itibaren on yıl içinde asliye hukuk mahkemesinde dava açmaması durumunda hak düşümüne uğrayabilir. Buna karşılık, tapulama tutanağına itiraz etmeyerek arıtım sürecine katılmamış olanların hakları ise hak düşümüne uğramaz.” Sungurbey, İsmet, 766 Sayılı Tapulama Kanununun 31. Maddesinin II. Fıkrası ile 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Kanununun 22. Maddesinin H Bendindeki Arıtım Süreci Yoluyla Hak Düşümünün Sınırları, İÜHFM, 1981, C. 45, S. 1-4, s. 431 vd.