Suça teşvik denildi mi, çoğumuzun zihninde tek bir sahne belirir: Birinin kameraya dönüp “haydi cürmü icra edin” demesi. Oysa çağımızın yaygın tekniği bu kadar kaba çalışmıyor. Suç, çoğu zaman emir kipinde değil; estetik bir kılıf içinde, hikâyenin gövdesine yedirilerek, “normal hayatın bir seçeneği” gibi sunuluyor. İşte buna “örtük suç telkini” diyoruz: Açık çağrı yok; ama cazibe, prestij ve ‘işe yarama’ duygusu var.
Buradaki mesele “gizli subliminal mesaj” avcılığı değil. Soru şu: Bu anlatı, suçun ahlaki ve toplumsal statüsünü nasıl şekillendiriyor? Suç, kınanan bir sapma mı; yoksa zorunlu bir çözüm, hatta bir başarı tekniği mi? Hikâyeler insanlara yalnızca bilgi vermez; aynı zamanda bir düzen kurar. O düzende kimin saygın, kimin “kazanan” olduğu da sessizce öğretilir.
1) Kahramanlaştırma: Suç, prestijle yan yana gelirse;
Suçla ilişkili karakter sürekli karizmatik, stratejik ve dokunulmaz biçimde çizilirken; Toplumsal normlara kanunlara uyan kişiler aptal, pısırık ya da “kolay lokma” gibi resmediliyorsa, izleyicinin zihninde bir denklem kurulabilir: Güç = suç. Bu, “suç iyidir” diye bağıran bir telkin değildir; daha sinsi bir eşleştirmedir. Suçun kendisi değil, suçun ‘aura’sı parlatılır. Bu parıltı da özellikle kimlik arayan genç zihinlerde, ‘güçlü görünmenin yolu’ gibi okunabilir.
2) Ödül–bedel mimarisi: Getiri görünür, fatura görünmezse;
Örtük telkinin en kritik noktası burasıdır. Suçun getirisi (para, itibar, korku salma, statü) sürekli yükseltilir; ama bedeli ya ertelenir ya da romantize edilir. Gerçek hayatta ise bedel çoğu zaman sessiz, uzun ve yıpratıcıdır: soruşturma, yargılama, adli sicil, eğitim ve iş kapılarının daralması, aile ilişkilerinde çatlaklar, damga… Senaryoda bir sahnede geçen “risk”, hayatta yıllar süren bir mahrumiyet rejimine dönüşebilir.
3) Tekrar: İstisna, rutinleşirse;
Aynı suç pratikleri tekrar tekrar gündelik hayatın olağan parçası gibi sunulunca, izleyicinin rahatsızlık eşiği yükselir. Dün “asla” dediğimiz davranış, bugün “olur böyle şeyler”e evrilebilir. Normalleşme, suçu çoğaltmasa bile suça itirazı zayıflatabilir. Toplumsal itiraz zayıfladığında ise suistimalin alanı genişler.
4) Mazeret dili: ‘Anlaşılır’dan ‘kabul edilebilir’e kayma;
Hikâye suçu sürekli ‘haklı gerekçe’yle sararsa (kader kurbanı oldum, mecbur kaldım, sistem böyle, başka yol yok), suçun yanlışlığı değil, gerekçenin dramatik gücü konuşulur. Gerekçe büyüdükçe suç küçülür. Böylece izleyicinin zihninde “anlıyorum” ile başlayan cümle, fark ettirmeden “normal”e yaklaşabilir.
5) Rol model taklidi: Bir sahnenin bedeli, bir ömrün faturası olabilir.
Şimdi gelelim asıl acı sahaya: Bazı insanlar dizideki suç estetiğini rol model alıp gerçek hayatta denemeye kalkıyor ve geleceğini karartıyor. Bu, her zaman ‘kötücüllük’ten doğmaz; çoğu zaman kimlik arayışından doğar: güçlü görünmek, saygı görmek, “adam yerine konmak”… Kurgu birkaç sahnede bunu üretir; hayat ise aynı denemeyi adli soruşturma dosyasına, adli sicile çevirir.
İşin trajedisi şudur: Özenme genellikle “küçük” başlar. Bir taşkınlık, bir hava, bir gösteri… Sonra panik, yalan, büyüyen risk ve telafisi zor sonuçlar gelir. Kurgu bedelsizdir; hayat bedellidir. Ekrandaki rol, gerçek hayatta “etiket”e dönüşür. Etiket de bazen yıllarca adli sicil kaydında taşınır.
Hukukî pencere: TCK da tanımlı suça teşvik mahreçli suçlar ile “örtük telkin” nerede ayrışır?
TCK 39.maddesinde;(2) Aşağıdaki hallerde kişi işlenen suçtan dolayı yardım eden sıfatıyla sorumlu olur:a) Suç işlemeye teşvik etmek veya suç işleme kararını kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat eden.b) Suçun nasıl işleneceği hususunda yol gösteren veya fiilin işlenmesinde kullanılan araçları sağlayan kişi,
TCK 84.maddesinde;Başkalarını intihara alenen teşvik eden kişi,
TCK 220/8.maddesinde;(8) Örgütün (Değişik ibare : 6459 - 11.4.2013 / m.11) “cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde” propagandasını yapan kişi,
TCK 227 .maddesinde; Bir kimseyi fuhşa teşvik eden kişi, yazılı hapis cezalarıyla cezalandırılır.
Örnekleri çoğaltmak mümkün olmakla birlikte Ceza hukuku bakımından en çok anılan düzenlemelerden biri de TCK m.215’tir. (1) ‘İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse (Ek ibare : 6459 - 11.4.2013 / m.10) “bu nedenle kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinde,” , iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (Suçu ve Suçluyu övme). Madde, işlenmiş bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen övmeyi ve bunun kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlike doğurması hâlini cezalandırmaktadır.
Örtük suç telkini ise çoğu zaman açık övgü formunda gelmez: Emir yoktur, slogan yoktur ama estetik, prestij ve ödül–bedel kurgusu vardır. Bu nedenle her “örtük telkin” iddiasının otomatik olarak TCK tanımlı teşvik suçlarına oturması beklenmez. Tipiklik, bağlam ve tehlike eşiği somut olayda tek tek tartışılır. Oysa ki Ceza hukuku, düşünceyi değil somut tehlikeyi hedefler. Bu nedenle suça alenen teşvik etmeyi ve bunun sonucunda açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkmasını öne alır.
RTÜK ve Yayın ilkeleri: Ceza yoksa da ‘kamusal sorumluluk’ var.
Yayın hukuku, ceza hukukundan farklı çalışır: Eşik daha geniştir, amaç daha önleyicidir. 6112 Sayılı Yasada yer alan düzenlemenin yayın hizmeti ilkeleri, yayınların “suç işlemeyi, suçluyu ve suç örgütlerini övücü, suç tekniklerini öğretici” nitelikte olamayacağını söyler.
RTÜK’ün Yayın İlkeleri Rehberi bu hattı somutlaştırır: Yargı haberleri yapılırken “suç ve suçlu övülmemeli, suçlu kahramanlaştırılmamalı” ve suç teknikleri suç işlenmesine olanak verebilecek şekilde ayrıntılı anlatılmamalıdır. Çocukların korunması bölümünde de, çocukların kolaylıkla taklit edebileceği zararlı veya tehlikeli davranışlara yer verilmemesi; ayrıca çocuk ve gençlerin gelişimini ciddi biçimde bozabilecek içeriklerin hiçbir şekilde yayınlanmaması vurgulanır.
Bu iki vurgu, örtük telkin tartışmasının pratik kesişim noktasıdır: Suçun prestijle sunumu ile taklit edilebilir davranışların ekran üzerinden “model” hâline gelmesi. Yani mesele bazen “ceza davası açılır mı?” sorusundan önce, “bu yayın kamu yararı–çocukların korunması dengesini doğru kuruyor mu?” sorusudur.
Bir cümlelik test: Ekran neyi ödüllendiriyor?
Bir içeriğe bakarken şu soruyu sorun: Bu hikâyede kim ödüllendiriliyor? Suçlu mu, mağdur mu, kuralı gözeten mi? Getiri büyüyüp bedel küçülüyorsa, kaygan zemin oradadır. Çocukların ve gençlerin ekran başında olabileceği gerçeği ise bu zemini daha da kritik hâle getirir.
Ekran çoğu zaman emir vermez; çerçeve çizer. Çerçeve, suçu “çekici” ve “normal” göstermeye başladığında, mesele sadece kötü içerik değil, zayıflayan toplumsal reflekslerdir. Ceza hukuku ile yayın hukuku burada iki farklı mercek sunar: Biri dar ama sert; diğeri geniş ama önleyici. Bizim ihtiyacımız ise üçüncü bir şey: Eleştirel akıl. Çünkü insan bazen önce şüpheyi, sonra da geleceğini kaybeder.