Adalet Kavramı

Toplumda olası/gerçekten çatışan çıkarlar ortaya çıktığında toplumsal düzen adına adalet gereklidir. Çıkar çatışması olmayan yerde de adalete gerek duyulmaz. Çıkar çatışması, çıkarlar arasında bir tercih yapılmasında ortaya çıkmakta; kişiler duygusal etkenler tarafından belirlenen bir değer yargısı bağlamında adaletsizlik algısına kapılmaktadır.

İnsanlar çoğu durumlarda adaletsizliği spontane ve duygusal olarak deneyimlemektedir. Fevri bir davranış sergileyenlerin adaletin ihlal edildiğine dair kuşkusu olmadıkları bir adalet sezgisi var olup; özel bir ihtilafta neyin adil olup olmadığını söylemektedir. Bu tepki düşünülen ve tamamen kanıtlara dayalı bir yargı olmak yerine sezgisel bir değerlendirmedir. Ne var ki, bu fevri davranış, ihtilafa özgü gerçekler hakkında yeni hipotezler oluşturulduğu ve test edildiğinde; yeniden değerlendirildiğinde kaybolacaktır.  

Adalet duygusunun kökenine bakıldığında ise şu ahlak psikolojisi ilkelerinin doğal bir görüntü sergilediğine tanık olunmaktadır:

1. İlke: Aile kurumlarının adil(just) olduğu, ebeveynin çocuğunu sevdiği ve bu sevgiyi onun iyiliğine çalışarak belirgince sergilediğinde, çocuk ta onların sevgisini algılayarak onları sevmeye başlar-reciprocite.

2. İlke: Kişinin birinci yasa uyarınca gelişen dostane duyguları besleme kapasitesi ve sosyal düzenlemenin adil(just) olması; ve bunun adil olduğunun aleni olarak herkesçe bilinmesi halinde, ötekilerin kendi görevleri ve yükümlülüklerine belirgince uymaları ve  bağlamlarındaki ideallere erişmek uğraşları, bu kişinin de ötekilere dostane duygu bağları ve  birlikte olduğu öteki kişilere de güven duygusu gelişme gösterir.

3. İlke: Kişinin ilk iki yasa uyarınca oluşan dostane duygu kapasitesi ve  toplum kurumlarının adil olduğu ve adil olduğunun halkça bilinmesi karşısında, kendisi ve özen gösterdiği bu kişilerin de düzenlemelerden yararlandığını  algılayarak  kişi eşleşen bir adalet duygusu kazanır.

Yukarıda yer alan bu ilkelerin (veya eğilimlerin) en çarpıcı vasfı da bunların formülünde kurumsal bağlamın adil (just) olması ve son iki ilkede de böyle olduğunun halk tarafından  bilinmesidir. Hayvanlar aleminde şempanzelere bakıldığında da karşılıklılık ilkesine (reciprocite)  tanık olunmakta; bir şey yapan şempanze aynı konumda kendisine bir şey yapmayana kızmaktadır. Onlarda da yakınlarına karşı ilgi insanlarda olduğu gibidir. Demek ki, şempanzelerde temel adalet duygusunun geliştiğine tanık olunmaktadır.

"Modern insan" için temel değerler nelerdir? sorusuna verilecek yanıt, bilim, ahlak, sanat, adalet-kültür diye adlandırılan şeylerdir. Bu bağlamda, adalet kişisel amaçları elde etmek için bir vasıta  değildir. Kendisi bizatihi bir sondur. Adalet sosyal yaşam için  ahlaki bir buyurudur. Kişiler kendi menfaatlerine uyarlı olup olmadığına bakılmaksızın adalet normlarını gözetmek zorundadır. Hobbes’tan J.Rawls’a kadar sosyal sözleşme teorilerinde amaçlanan da budur.  Bu kavramın bir özelliği de, haksız ihlaller karşısında  ahlaki duyguların- suçluluk duygusunun-harekete geçmesi ve ötekiler aynı şeyi yaptığında da onlara karşı olumsuz duyguların beslenmesidir.

Analitik açıdan bakıldığında, adalet kavramı, değerler hiyerarşisinde yüksek bir konumda olup; iyilik gibi mutlak bir değer taşımaktadır. Bu kavramın pozitif unsurları, diğer değer ve çıkarlarla öylesine kaynaşmıştır ki, adaletin tamamen belirginleşmesi hiçbir zaman mümkün olamamaktadır. Özel kural ve yargılardan hareketle adalet kavramı hakkında bir genelleme yapmakta bizlere pek yardımcı olmuyor. Kimse seçilen kural ve olguların adil olduğunu garanti edemez. Bu soyut kavram, bizim anlayışımızın ötesinde yer almaktadır. Bu durumda bizler bir ölçüt ve rehberden yoksun olarak adaletin ne olduğu konusunda fikri eksersiz ve felsefi tekerlemelerle kendimizi avutmak durumunda kalmaktayız. Kuşkusuz, bu tür avutmaya bir son vermenin zamanı gelmiştir. Bunu sağlayabilecek ve adalet kavramına dinamik bir işlerlik kazandıracak negatif bir betimleme ise "adaletsizlik hissi" olabilecektir. Bu duyguyu sizler sık sık taşımakta; etkisini de fizyolojik olarak algılamaktasınız.

Bunun göstergeleri arasında "eşitlik talebi","suçlunun hakkettiği cezayı görmesi", "hükümetin faaliyet- lerini kendisine uygun görev alanlarıyla sınırlaması ve küçülmesi"; "insanlık onuru"; "yargılamanın adil olması"; ve normal beklentilerin gerçekleşmesi (suç ve cezalar geçmişe yürütülemez ve masumluk karinesi) yer almaktadır.1

Şimdiye kadar sözü edilen “adalet duygusu” yerine, adaletsizlik duygusundan söz edişimiz eski bir orkestra şefi gibi kelimelerle oynamak isteminden ileri gelmemiştir. Uzun yıllar fikri eksersizlere konu olan adalet, doğal hukukçularca o derece bulutlar içerisine sokulmuştur ki, adaletten söz edildiğinde insan aklına bazı ideal ilişkiler veya statik durum veya soyut standartlar gelmekte; Pereat mundus fiat justitia (Dünya yıkılsa da adalet yerine gelsin) formülü dile getirilmekte; yaşam ötesi bir değer olarak adalet ide’si, iyilik kavramı gibi müphem bir kavram olarak zihinlerde belirmektedir. Buna karşın, biz hukukçuları ilgilendiren  insanların tepkilerindeki  aktif, canlı  ve deneyimlerine ilişkin yönleridir.

Adaletin normatif doğası belirgindir. Normatif disiplinlerin amacı normatif standartları analiz ve açıklamak, özel davalar için makul ve adil çözümler geliştirmek; ve adil karar alımı için ölçüt ve usuller sağlamaktır. Normatif yaklaşımlarda nihai sorun evrensel boyutta geçerli çözümler bulmak olabilir. Bu görevin zorluğu nedeniyle somut çözümler bir çözüm bulunması usulleriyle ikame edilebilir.

Ampirik yaklaşımların amacı en iyi adalet standartları ile adalet problemleri için en iyi çözümler  öner- mek değildir. Onun yerine aşağıdaki sorular araştırma konusu yapılmalıdır:

Halk neyi adil ve adaletli görmektedir? Halkın adalet ve adaletsizlik algılarını etkileyen inanç sistemleri ve tutumları nelerdir? Edinilen veya gözlenen adaletsizliğin saiksel etkisi nedir? Halk, edinilen veya gözlenen adaletsizlikle nasıl baş edebilmektedir? Adalet ihtilafları nasıl çözümlemektedir? Usullerin kararların değerlendirilmesindeki etkisi nedir? Tutuklama ve cezalandırmadaki eşitsizlikler nelerdir? Hâkimlerle ‘önyargı’ konusunda yapılan görüşmeleri ve gözlemleri içeren  bir araştırma var mı? Adli davranış ve kararlardaki önyargıyı nasıl azaltabiliriz konusunda bir araştırma var mı?2 

Varoluşçu anlamda, demokratik bir vatandaş adalete ne zaman başvuru gereğine programlanmış diye sorduğumuzda ise, hiç kuşkusuz, doğrudan veya dolaylı olarak adaletsizce bir eylemin etkisini gören, işiten veya okuyanın adalete sarıldığı görülmektedir. Buna karşılık, vatandaşın soyut adalet idesi hakkında belirgin adli formüller veya ütopik diyagramlar saptamak üzere herhangi bir düşünme veya çalışma eyleminde bulunmadığı  saptanmıştır.

Adalet geleneksel manasıyla bir mod, durum veya koşul olarak göz önüne alındığında ise, insanların tepkileri yalnızca düşünce düzeyinde kalacaktır. Bilinen bir gerçek ise, düşüncenin fırındaki hamuru  pişiremeyeceğidir.  Buna  karşılık  gerçek veya hayal ürünü adaletsizlik örneği ile  karşılaştığımızda ise, insanın tepkisi farklı olup; bu konumda insan, organizmasındaki hareket ve sıcaklık ile kendisini ifade etmektedir. İnsanlar, tam bir  pozitif  adalet teorisi olmaksızın da adaletsizlik hakkında paha biçilmez kararlar verebilirler. Adaletsizliğe öncelik verici şu temeller sergilenebilir:

1. İlk önce  duygular harekete geçmekte (ağlama/haykırma), akli yorum sonra gelmektedir.

2. Adalet, duygular üzerinde daha zayıf bir güce sahip iken, adaletsizlik, hiddet/isyan doğurmak-tadır.

3. Ahlakın çekirdeğini, çilenin  lanetlenmesi oluşturmaktadır.

Sosyal bir sorunla karşılaştığımızda seçenekli çözümlerden hangisinin adil olabileceğini her zaman belirleyemediğimiz halde, özel bir çözümün tamamen  adil olamayacağı konusunda hemfikir olan bizler için "adaletsizlik duygusu" çıkış noktası olarak alınacak en uygun kavramdır. Bu açıdan "adaletin" anlamı, bir durum olmayıp, bir süreç; bir koşul değil, bir eylemdir. Adalet, yine bu doğrultuda, adaletsiz- lik duygusunu doğuran şeyi düzeltmek veya bu duygunun doğmasına engel olma yolunda proaktif bir süreç olarak algılanmalıdır.

Bu bağlamda aşağıda yer verilen usul adaletinin altı ölçütü de temel parametreler olarak göz önüne alınmalı ve periyodik değerlendirmeye tabi tutulmalıdır:

1. Usul kuralları kişilere zaman içinde istikrarlı bir şekilde uygulanmakta mıdır?

2. Sistemde yer alan aktörler önyargıdan uzak mıdırlar?

3. Aktörler doğru bilginin toplandığı ve kullanıldığından emin midirler?

4. Hataları düzeltmek için sistemde mekanizmalar var mıdır?

5. Aktörler etik veya ahlaki  davranıyorlar mı?

6. Karardan etkilenen  taraflara/gruplara söz hakkı verilmekte midir?

Adaletsizlik Duygusunun İşlevi

Adaletsizlik duygusu hukuk  düzeninde etkisini devamlı olarak gösteren genel bir olgudur. Bunun göstergeleri arasında "eşitlik talebi", "suçlunun hakkettiği cezayı görmesi", "hükümetin faaliyetlerini kendisine uygun görev alanlarıyla sınırlaması ve küçülmesi"; "insanlık onuru"; "dürüst yargılama"; ve normal beklentilerin gerçekleşmesi (suç ve cezalar geçmişe yürütülmez ve masumiyet karinesi) yer almaktadır-hukukun içsel ahlakı.3 Bu haller oluştuğunda, adaletsizlik duygusu uyanmakta ve eyleme yönelmektedir. Örneğin, kamu ajanları yetkilerini kötüye kullanır veya masum kişilere kötü muamele ederse, adaletsizlik duygusu tahrik edilmekte; kendisine kötü muamele yapılan kişiye sempati duymakla kalmayarak hayali bir yer değiştirme ile kendimizi onun yerine koyarak direnmekte ve savunma konumuna geçmekteyiz. Bu psikolojik gerçek Albert Camus'yu şu satırları yazmaya yöneltmiştir: "Yeryüzünde bir tek kişi tutsak olsa, özgürlük zindandan başka bir şey değildir. Evet özgürdüm, ama hiçbir zaman bir ülkeyi, onun kölelerini düşünmeden edemedim". Yine aynı temelden hareket eden müteveffa Amerikan Cumhurbaşkanı J.F. Kennedy de, Berlin'i ziyaretinde yaptığı konuşmasında "Ich bin einer Berliner" demiştir.4 

Özet olarak, yukarda belirtildiği üzere hangi çözümün adalete uygun olduğunu saptamak zor olsa bile, belirli bir çözümün adalete aykırılığını saptamak kolaydır. Böylelikle, adaletsizlik duygusu, insanlar ve hukuk üzerindeki işlevini belgelemektedir. Bu işlevin de facto varlığı uygarlık ölçüsüdür. Nitekim, Sir John Macdonell, “Kabul görür nitelikte bir uygarlık testi yoktur: Ne servet veya konfor derecesi veya ortalama yaşam süresi veya bilgide artış ölçüdür. Tüm bu testler tartışma götürür niteliktedir. Bu bağlamda, herhangi bir tedbirin kusurlu olması karşısında başkaca bir tedbir kadar iyi olabilecek nesnenin, adaletin gerçekleşme derecesi, insanların yanlış işlemlere karşı duyarlı olması ve onları düzeltmeye arzulu olması önerilemez mi?” (Historical Trials, s.148.)

Bireysel ve Toplumsal Boyutu

Adaletsizlik duygusu bireysel olarak tecrübe edilebileceği gibi kamu karakteri de kazanabilir. Adaletsizlik  duygusunun birey olarak tecrübesine örnek olarak  ağabeylerinin  katiline verilen cezayı az görüp, mahkeme  koridorunda katilin üzerine saldıran kız kardeşlerin tutumu gösterilebilir. Bunda duygu galeyana gelerek tatmin için harekete geçmiştir; bu tavır, tabiatıyla, hukuk düzenimizce kabullenemez bir hal olmakla beraber, duygunun somut olarak tecrübesine örnek olması açısından yerindedir. Adaletsizlik duygusu bu örnekte görüldüğü üzere, statik bir durum olmayıp, karnı aç bir kişinin karnını doyurması gibi dışarıya yönelişi, canlılığı ifade eden bir olgudur. Toplumsal boyutta adaletsizlik ise, eğitim, iş, barınma, sağlık hizmetleri ve diğer hizmetlerle ilgili fırsatların kaçırılmasına neden olabilir. Ek olarak, bu parametrelerden yalnızca birinde eşit olmayan erişim deneyimi yaşayan bir kişi, sonuç olarak diğer alanlarda da bir dizi zorluk yaşayabilir.

Diyarbakır'ın Bismil ilçesinde arazi anlaşmazlığı nedeniyle çıkan kavgada ilk belirlemelere göre 9 kişi öldü, 2 kişi yaralandı (15/06/2023).5

Algılanan ve takınılan çeşitli tavırların da adalet ve adaletsizlik irdelemesi üzerine etkisi olmaktadır. İhtiyaç ilkesini benimseyenler, büyük çapta sosyal eşitsizliklere tepkili olurken, sosyal yoksunluk içinde olanları,  meziyet ilkesini seçenlerden daha çok destekleme eğilimi sergilerler.  Karşıt olarak ta, son ilke taraftarları,  yoksul kesimi, yaşam kalitesini yakalamak için çaba göstermemeleri ve yaratılan sorunların kaynağının kendileri oldukları ile suçlamaktadırlar.  Kuşkusuz, adalet saiki (justice motive), kişisel  menfaatlerle yarış halinde olduğundan, bir kişinin yaşamında adaletin ne derece merkezde yer aldığı, onun sosyal girişimleri ile ölçülmektedir.  Kişilerin adaletsizliklere karşı duyarlığı da değişmektedir. Bu vasfı yüksek olanların genelde kendilerinin de çokça mağdur oldukları belirtilmektedir (Schmitt ve Mahiyeddini, 1996).

Adaletsizlik duygusunun kamusal karakteri ise, kendisini tehlikenin tanınması, ona karşı direnilmesi ve adaletin başarılı bir gösterge ortaya koyması durumunda halkın kıvancı olarak göstermekte ve halkın sesi hakkın sesi olarak sosyal değişimleri  etkilemektedir. Nitekim, metaforik olarak, eski Jericho kalesi (Ürdün’de eski bir köy), adaletsizlik kalesi, bazılarının düşündüğü  gibi rahiplerin borazanlarını öttürdü- ğü zaman çökmemiş; tam tersine halkın güçlü sesi ile çökmüştü.

Bu bağlamda, adaletsizlik duygusunun  özel  işlemleri düzenleyecek veya özel davaların hükme bağlan- masını sağlayacak belirli bir formül veya değerler hiyerarşisini sağlayabileceği de ileri sürülemez. Aklını özgür olarak kullanan bir kişi için bu türden bir formül var olmadığı gibi düşünülmesi de eşyanın tabiatına uygun değildir. Kuşkusuz, adalete erişmek müşterek bir çabayı gerektirmektedir. Adalet, nedenleri, herkesi iyilik kavramı bağlamında tüm kişisel nedenleri ekarte etmeyebilirse de, kamusal siyasi alanda tüm nedenleri ekarte etmelidir.

Aklın Rolü

Adaletsizlik duygusunda, deyimin yanlış bir anlayışa neden olmaması için aklın rolünün zorunlu ve vazgeçilmez bir öğe olduğu da belirtilmelidir. Farklı kişiler, adaletsizlik duygusunu uyaran  sorunlarda farklı ve hatta  aykırı sonuç ve karara varabilirler. Bunun böyle olacağı hususunda hiç bir kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Bu sonuç oldukça doğal bir süreçtir. Kişilerin farklı kararlara varması gerçeği, adaletsizlik duygusunun var olmadığı anlamına gelmediği gibi, bu duygunun hukuk düzenine etkisi olmadığı anlamına da gelmez. Aksi halde, düşünce gücünü kullanarak farklı sonuçlara ulaşıldığı için aklın var olmadığı ve yine erkeklerin farklı kadınlardan hoşlandıkları için aşk  denilen itinin var olmadığı sonucuna varırız ki, bu da oldukça saçma olur. Totaliter rejimlerde baskı sonucu bireylerde aynılık kendisini gösterebilir; yine, bireylerin  istekli olarak aklı özgürlükten vazgeçmeleriyle birlik ve aynılık benzeri bir durum yaratılabilir. Fakat, özgür bir toplumda hür bireylerin düşünüş, kanaat ve yargılarında ayrılık/aykırılık görülecektir. Ayrılığın görülmesi, hür insanın kişilik ve onurunu vurgulamakta; insanı insan yapmaktadır.

Özet olarak, adalet duygusu, akıl ile kişinin kendini başkasının yerine koymasının (empati) bileşimi olarak görülmekte; akıl olmaksızın sosyal yararlılığı söz konusu olamayacağı gibi empati  olmaksızın da sıcak, duyarlı ve doğal itici  gücü mümkün olmayacaktır. Her ikisinin ayrılmaz biçimde oluşturduğu bu duygu ise, bunlardan yalnız biriyle varlık gösteremeyecektir. Empatik temelden yoksun yalın akılcılık ekstrem kuşkuya yöneltici olacak; akıldan uzak empati ise cahilce, el yordamı ile yapılan duygusal zeminli bir arayış olmanın ötesinde bir işlev görmeyecektir.

Bu ikili, demokratik toplumun korunmasındaki siyasal işlevin ötesinde Durkheim'ca ifade edilen “sosyal dayanışma”yı perçinleyen bir nitelik te sergilemektedirler. Bunlar, zaman, mekan, kültür, hukuk ve ahlak geleneğini bir tarafa iterek, sözde hâkimler ile linçe kadar varan kitle adaletinin algılanması ölçüsünde Sokrat örneğindeki yargılama  biçimi ve mahkumiyeti, insanlardaki  adaletsizlik  duygusunu harekete geçirten örneklerdir. Bu bağlamda Dreyfus, Rosenberg’ler ve Betrand Russel davaları da skandal oluşturur nitelikte adaletin yadsınması olarak karşımıza çıkmaktadır.

Başka bir perspektiften ise, adaletsizlik  duygusunun akılcılığına katkısı açısından  E.Kant'ın Saf  Aklın  Kritiği adlı eserinde işlediği "dereceli pragmatizm" bir referans olabilecek niteliktedir. Bu değerlen-dirmede, alınan tedbir veya saptanan çözüm şeklinin “insan öznesine olan bedelin başlangıç ve idamesindeki tutarının” inançlara egemen olmasıdır. Yapılan bu saptama sonrası kişinin inancı derecelendirilmektedir. Kant, bu durumu "pragmatik inanç" diye adlandırmaktadır. Bu bağlamda, belli bir düzeyde paralı eğitime içtenlikle inanan  halkın başka  bir seviyede buna istekli olmadığı ve yine yargılamanın hızlandırılması gereğine inançlı hâkimlerin sabah saat 9.00 yerine 8.00 de işe başlama veya ikili vardiya ile mekanı değerlendirmesi söz konusu edildiğinde pek istekli  olmadığı  görülecektir. Diğer taraftan, eylemin insan objesine olan bedeli de  göz önüne alınmalıdır. Bu doğrultuda, özel hukuk davalarında hüküm için gerekli kanıt derecesinin ceza davalarında “makul kuşku ötesinde” belirlenmesi  gerektiği kaydedilebilir. Öte yandan, hâkimlerce  kullanılan bilgi bağlamında, bir karara varılırken yalnızca çok az faktörün herhangi bir zamanda göz önüne alındığı ve kararın az öncesindeki olayların, akılda belirgin olanların, özel önem kazandığı sosyal psikolojik bir bulgu  olarak  göz  önünde bulundu-rulmalıdır (Fitzmaurice, 1986).

Yalnız insanlar kanuni veya siyasal süreç ile çözümlenebilecek sorular üzerinde farklı tutumlara sahip olurlarsa da, bu yolda Anayasanın egemen kural ve normların konulması için belirttiği yollara başvurul-ması zorunludur.

Hiç kuşkusuz, algıladığımız adalet idesi, eğitim, ekonomik durum, duygularımız  ve önyargılarımızdan etkilenmektedir. Bir asırda, insana adil gözüken diğer bir asırda insana oldukça adaletsiz görünebil- mekte; ve tarihçiler, tarih sahnesinden zamanında ortaya konanlarca çok şerefli bir hizmet olarak algılanan siyasal tedbirlerdeki adaletin, şimdilerde adaletsizlik duygularımızı isyan ettirecek nitelikte olacağının sayısız örneklerini sunabilmektedirler. Ne var ki, her asırda ve şimdilerde daha küçük zaman dilimlerinde var olan kamusal adaletsizlik duygusu (kamu vicdanı) tüm kötülüklere karşı savaşım verebilmekte ve hükümetlerin  başarısı   bunları giderebildiği ölçüde değerlendirilmektedir. Özetle,  insan haklarının orijini de adaletsizlik deneyiminde yatmaktadır. Nitekim, Herakleitpos, “Eğer adaletsizlik olmasaydı, insanlar adaletin ismini bilmezlerdi” diyor.  İnsanlara özgü bu “yanlışlık/ haksızlık duygusu”, kanunlar, hukuk ilkeleri ve mahkemeler ile yasama erki tasarrufları karşısında adaletsizlik duygusu olarak daha güçlü ve daha belirgin bir biçimde varlık göstermektedir. Yalnız bu duygunun meşru olup olmadığı her defasında irdelenmelidir.6

Hukuku Somutlaştırmak

Hâkimler, hukuku uygularken her defasında kendileri de yavaş yavaş hukuku şekillendirmekte ve geliştirmekte; boşluk olduğunda kendisini yasa koyucu yerine koyarak hukuk oluşturmaktadır (MK.Md.1). Oldukça basit ve belirgin davalar dışındaki hemen her davanın makul hukuki gerekçe ile şu veya bu şekilde sonuçlandırılması olası ve mümkündür. Kurul halinde  çalışan  mahkemelerde muhalif kalan üye veya üyeler  kendi hukuk  anlayışlarının ekseriyettekiler kadar tutarlı olduğunu kamuya duyurmaktadırlar.

Zaman zaman hukukun kendisi de bir seçime olanak vermekte; bir veya diğer ilkenin uygulaması söz konusu olabilmektedir; bu durumlarda  karar  verilirken  adaletin  geliştirilmesi, yüceltilmesine özgü ahlak saikinden yoksunluk düşünülemeyeceği gibi varlığı da olanaksızdır. Kararların gerekçeden yoksunluğu da düşünülemez. Gerekçeli kararın temel işlevi açıklayıcı olmaktır-pedagojik işlev. Gerekçeli karar, her şeyin üstünde, kararın haklılığını vurgulama ve bu konumu ile olabildiğince ikna edici olma  girişimidir-psikolojik işlev.  Öte yandan, hüküm verme sürecinde, gerekçenin, kararı takip eden, kararın hazırlanması yerine onu açıklayan, kararın dayanağı olan gerçek faktörleri gizleyen bir perde olabileceği; ve hâkimi karara götüren gerçek saiklerin de pek ortaya çıkmayacağı da bilinmelidir. Belli bir karar zorunlu olarak belli bir gerekçenin ürünü de olmayabilir.  Mantıksal yol haritasında Ankara’ya giden birden fazla yol  bulunabilir.  Alman hukukçu Ludwig Bendix’in (1927) gerekçede yer alan nedenlerin gerçek saikleri yansıtmadığını gösteren çok sayıda karar analizini içeren çalışması bu psikolojik gerçeğe ışık tutmaktadır.

Özet olarak belirtilebilir ki, adaletsizlik duygusu var olagelmekte ve duygu genel kanunların ve özel kararların aktif bir  yapıcısı ve şekil vericisi olmaktadır. Bu duygu ikna ve uyarlığın  kaba  kuvvet gösterisi üzerinde galip geleceğini ve daha mutlu bir dünya toplumunun temellerini atacağını haber vermekte olup; iletişimin yaygınlaşmasıyla beliren küreselleşme sürecinde  en temel öğe niteliğinde sosyal psikolojinin odak kavramlarından biri olarak çok boyutlu irdelenmektedir. Bu bağlamda adalete erişimin en önemli unsurlarından biri de adli yardımdır. Adli yardım; adalet hizmetlerinden yararlanmak için gerekli olan masrafları ödeme gücünden yoksun olan veya herhangi bir sebeple hakkını arayamayan veya kendisini savunamayacak durumda olan bireylerin önündeki engellerin kaldırılmasını öngören hukuki önlemler bütünüdür.7

Adaletsizlik Kavramının İşlevselliği

Adaletsizlik kavramı, içinde zulüm , keyfilik, kin ve sevgi öğelerini v.s. daha belirgin taşıyabildiği için, adalet kavramına göre daha elverişli ve işlevsel niteliği daha fazladır. İşte, toplumda ve yer kürede var olan adaletsizce durumları azaltmak doğrultusunda demokratik kişi ve kuruluşların "her şey insan içincilik" yaklaşımı içinde verdikleri uğraş gelecek için haklı beklentilerin güvencesi olmaktadır-yaşam için adalet; yoksa, adalet için yaşam değil.

Adalet duygusu da gelişime ve böylece eğitime/gelişime elverişlidir. Bunun için de, bu değerin kendilerinde gerçekleştiği mümtaz kişiliklerin ve kuruluşların, eğitilecek insanların önüne serilmesi, göz önüne konulması gerekir; çünkü insanlık, kendisine örnek olacak dersleri, Tanrının takdis ettiği insan- larda bulabilir (Voltair). Taklit edeceği örneği olmayanlar nadiren gelişirler (Plautus).

Adaletsizlik duygusunun bu gelişme sürecinde getireceği en önemli değişim ise, aktif eşitlik kadar pasif eşitliğin sağlanması; bu ortamda açlıktan veya bakımsızlıktan ölümün altında yatan bu gerçeğin algılanması ve bunun toplumlarda eylemsel olarak yer etmesi önemlidir.8 Kanıta dayalı tıp ile uzun yaşar olduğumuz gibi daha iyi bir yaşam da sürmekteyiz. Tıptaki bu gelişme, kuşkusuz, uzun yılları aldı. Ne var ki, hukuk  sisteminin nasıl çalıştığı konusundaki cehalet halen hüküm sürmektedir-Türk hukuk sistemi kanıta dayalı olmaktan çok uzaktır. Bu doğrultuda akademisyenleri ve siyasetçileri, savcıların ve hâkimlerin, kimin hapse gönderilip kimin serbest bırakılacağına dair karar vermesindeki mantıksız ve adaletsiz yolları inceleme ve ortaya çıkarmaya; mahkeme salonlarındaki eşitsizliklere olanak veren yasal ve yasa dışı faktörleri  titizlikle incelemeye davet etmek istiyorum.9

“Bir toplumun, ne kadar, adalete gücü yeter!”  Niklas Luhmann

------------

1 Ceza yargılamasında hakkında “yeterli kanıt” bulunmayan zanlı hakkında kamu davası açılmaması ilkesine uyum konusunda gereken titizliğin gösterilmediği ve çoğu sanıkların yargı- lama sonunda aklandığı görülmekte; ve sanık olmak kamuoyunda kuşku yaratılması için yeterli olmaktadır.  İşte sanık aleyhine yaratılan bu fiili karine karşısında  “masumluk karinesi”nden söz etmek ne derece anlamlı olmaktadır.  Bu karineyi ihlal eden diğer bir uygulamada, sanığın adli sicil bilgisinin duruşmada okunmasıdır.  Ayrıca bkz. Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği md. 27, CMK md. 153 ve Basın Kanunu md.19. Adaletsizlik testinin  negatif özelliğinin önemi için  bkz.F.A.Hayek. Hukuk, Yasama ve Özgürlük, İş Bankası Yayını, 1. Bası, Eylül 2012, s.269. L. Montada. “Justice, Equity and Fairness in Human Relations” Handbook of Psychology Vol.5 Personality and Social Psychology, John Wiley & Sons, Inc.,2003, s.537-568. G. Uygur. Hukukta Adaletsizliği Görmek, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 2013.

2 Bkz. Disparities and Discrimination in the European Union’s Criminal Legal Systems, January 2021.

3 Savcılar ve avukatlar, adil yargılanma hakkının gerçekleşmesine katkısı olan aktörlerdir. Adil bir yargılanma güvencesi “yalnızca” usuli”  bir güvence olarak “sonuca odaklı adaletten”(haklı gerekçelere ve hukukun doğru uygulanmasına dayalı hüküm) ziyade usuli adalet için tasarlanmıştır(writ of habeas corpus). Bu bağlamda taraflara hâkimin tarafsızlığını şüpheye düşürecek nedenlerden dolayın reddini isteme hakkı tanınmıştır (CMK 24/1). Yargının etkinliğine teorik olarak bakıldığında   ideal  yargı  denklemi diye  formüle ettiğimiz şu eşitlikte  saklı bulunmaktadır: 

Maddi Gerçek x Norm = Adil Yargılanma  x  Dava  Yönetimi x  Makul Süre

Adil yargılanma bağlamında bireysel nitelikte hatalar ayrı ayrı işlendiğinde bir önyargı belirtisi olmasa da, bu hataların kümülatif etkisi göz önüne alındığında adil yargılamanın yoksunluğu söz konusu olabilir-kümülatif hata teorisi. Anayasa tarafından güvence altına alınmış pek çok hak ve özgürlüğün korunması da ceza yargılama sistemi içinde olduğundan “ceza yargılaması Anayasa’nın sismografı” görevini ifa etmekte; suçsuz sanıkların mahkumiyetini önlemekte; CAS’taki aktörlerin davranışlarını biçimlendirmektedir(!?). Ayrıca bkz. Bkz. Z. Arslan. “Masumiyet Karinesi ve Lekelenmeme Hakkı Sempoz- yumu” JW Marriott Otel, Ankara (8/11/2021).

4 Ayrıca bkz. Y. Doğan. “Hepimiz Kavala'yız, Atalay'ız, amiraliz, akademisyeniz demedikçe...” T24 (17/06/2023): “Adalet soyut bir kavram değil, günlük hayatımızın parçası. İnsanın sadece kendisi için talep ettiği bir değer değil, herkesin herkes için uğraşması gereken vazgeçilmez bir değer”. hareket eder ve bir hükümlünün suçsuz olabileceğini kabul eder.” Ayrıca bkz. E.Zola. Gerçek Yürüyor–Dreyfus Olayı

5 Hukuk davalarından özellikle gayrimenkulun aynına ilişkin davalar, haksız fiil davaları ile tedbir kararları,  makul sürede bitirilemeyen, psiko-sosyal gerilimi fazla olan davaların ceza adaleti için yeni işler yarattığı bilinmektedir. Bismil’deki olayda arazi anlaşmazlığı nedeniyle husumet olduğu ifade edilerek ‘Mahkeme yaklaşık 70 yıldır devam ediyor.’ Hürriyet (18/06/2023) s.3. Bkz. M.T.Yücel. Hukuk Sosyolojisi, 6. Bası, 2023, s.186. Ayrıca bkz. Arazi anlaşmazlıklarının perde arkası-Urfa değişim.com (31/12/2020). Türkiye genelinde kadastro tamamlanma yüzdesi 99,48 olarak gerçekleşti(!?). Toplumsal sorun şudur: Hukuki sorunu olan insanlardan kaçı yargıya başvurmaktadır? Onda biri mi? Ayrıca bkz. U.Talu. “Bu dünyada silinmemek, bir gölgeye dönüşmemek için!” T24 (17/06/2023).

6   Bkz. The consequences of injustice/DW Documentary Youtube

7 Ülkedeki adli yardım sisteminin zayıf yanları ise şunlardır:  Adli yardım istatistiklerinin yetersiz olması; Uzmanlaşmanın öngörülmemiş olması; Hukuk yargılamasında adli yardım başvurucularının mali durum analizinde objektif kriterlerin belirlenmemiş olması; Yargılama öncesi danışmanlık hizmetlerinin ve arabuluculuk hizmetlerinin adli yardım kapsamında olmaması, Baroların verdiği adli yardım kararının ayrıca yargılama giderlerinden muafiyeti kapsamaması, Uzun ve karmaşık yargısal süreçlerde daha fazla ücret ödenmesinin öngörülmemiş olması; Avukatlara yapılan ödemelerde gecikmeler yaşanması; ve Performans ölçüm ve değerlendirme sisteminin bulunmamasıdır. Bkz. Türkiye’de Adli Yardım Hizmetlerinin Güçlendirilmesi Avrupa Birliği Eşleştirme Projesi Stratejik Plan ve Eylem Planı-2018.

8 Adaletsizlik testinin  negatif özelliğinin önemi için  bkz. F.A.Hayek. Hukuk, Yasama ve Özgürlük, İş Bankası Yayını, 1. Bası, Eylül 2012, s.269; M.T. Yücel. Hukuk Felsefesi, 6. Bası, 2023. ABD Guantename üssü de adaletsizlik simgesi oldu; “Adaletin talep ettiği, adalet teorilerinin sandığı gibi belirli içerikli ilkelerin etkili kılınması değildir; talep ettiği şey, belirli bir istemedir; değişik ve değişken, ama belirli nitelikte olan düzenleri oluşturan bir koşullar zincirini gerçekleştirmeyi isteme.”I.Kuçuradi “Adalet Kavramı”  Adalet Kavramı Türkiye Felsefe Kurumu, Ank., 1994, s.32.Ayrıca bkz.W.Fikentscher. “Adalet Duygusu ve Kültürel Adalet Kavramı: Hukuk ve Antropolojiden Görüşler” HFSA 23, İst., 2012, ss.169-184. M.T.Yücel. “Adaletsizlik Duygusu” TBB Dergisi 1992/4, ss.546-553. J.N. Shklar. Adaletsizliğin Veçheleri,Vakıfbank Kültür Yayınları, 2022: “Başkalarının başına gelenleri adaletsizlikten ziyade bir talihsizlik olarak görmek her zaman daha kolay olacaktır. Bir tek mağdurlar bu tutumu bazen benimsemezler. Ancak hepimizin potansiyel mağdurlar olduğunu hatırlarsak o zaman meselenin ciddiyetini kavrar ve yalnızca adalet konusunu değil, alışılageldik bir girişim olmasa bile, adaletsizlik konusunu derinlemesine incelemeye karar verebiliriz.”

9 İşte usul adaletinin nelere odaklanması -tüketiciler açısından- araştırma ile saptanması gerekirken, bu türden bir araştırmaya şimdiye dek tanık olunmamıştır. Kuşkusuz kolluktan başlayarak cezaevini de içeren CAS sürecinde adil ve gayri adil muamele olup olmadığı ve bu muamelenin kişiler üzerindeki etkisinin saptanması gereklidir. Yale Üniversitesi Prof. Tom R. Tyler’ın yaptığı araştırma türünden böyle bir araştırmaya ülkemizde tanık olunmamıştır (Bkz. Why procedural justice matters: Tom R. Tyler youtube). Çeşitli modern adalet  teorileri çözümleyici bir nitelikte olmadığından tikel adaletsizliklerin toplumsal boyut kazanmadan giderilmesi yaklaşımı daha pragmatiktir. Bu doğrultuda  Socrates’in savunmasında dile getirdiği  “adaletsizlik hissi”nin önemli bir referans olacağını Türk kamu oyuna Türkiye Felsefe Kurumu’nun  7-18 Aralık 1992 tarihlerinde Ankara'da düzenlediği (ve İoanna Kuçuradi’nın da  katıldığı) “Adalet Kavramı” seminerinde  tebliğimle dile getirmiştim.