Prof. Dr. Ersan Şen
Stj. Av. Hayri Geçim

Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü’nün 2013/2593 başvuru numaralı ve 11.03.2015 tarihli kararına konu başvuruda; karara konu olayın geçtiği ilçede eğitim-öğretim alanında çalışan öğretmenlerin üye olduğu Sendikanın örgütlenme alanında bulunan Lisede bazı kişilerce kurşun döktürülmesi üzerine İşyeri Temsilcisi tarafından “Şube Başkanı” sıfatını taşıyan Başvurucuya konu ile ilgili bildirimde bulunmuştur. Bu bildirim üzerine Başvurucu, eğitim-öğretim sorunlarına bilimsel yöntemler yerine hurafe yaklaşımlarla çözüm arama girişimlerinin kabul edilemez olduğunu, laik ve bilimsel eğitim-öğretim yerine hurafe yaklaşımlarla çözüm arayanlar hakkında Milli Eğitim Bakanlığı’nın soruşturma başlatması gerektiğini, Okul Müdürünün bu olaylardan haberdar olduğu halde engellemediğini ileri sürmüştür. Başvurucu, bu olayların Okul Müdürünün bilgisi dahilinde meydana geldiği yönünde ulusal ölçekte yayın yapan basın organlarına açıklamalarda bulunarak, bu haberlerde Okul Müdürünün okulda kurşun döktürdüğü, Müdürün olayı gören Sendika Temsilcisine “işiniz olmayan yerlere girmeyin” şeklinde açıklamalar yaptığı, bu skandal hakkında herhangi bir soruşturma açılmadığı, üstelik olayları ortaya çıkaran Sendika Temsilcisi Öğretmene usulsüz şekilde disiplin cezası verildiği ve öğretmenleri yıldırma politikasının izlendiği iddiaları yer almıştır.

Gazete haberleri üzerine Okul Müdürü, Başvurucu ve bazı öğretmenler aleyhine basın-yayın organlarına yapılan açıklamalarla kişilik haklarına saldırıldığından bahisle tazminat davası açmış, Mahkeme okul müdürü lehine tazminata hükmetmiş ve bu karar Yargıtay’ca onanmıştır. Başvurucu, “ifade hürriyeti” ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur.

Mahkemenin Değerlendirmesi
Anayasanın "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" kenar başlıklı 26. maddesine göre,
"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. ...
 
Bu hürriyetlerin kullanılması, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
 
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
 
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir".
 
Mahkemeye göre ifade özgürlüğü; sadece "düşünce ve kanaate sahip olma" özgürlüğünü değil, aynı zamanda sahip olunan "düşünce ve kanaati açıklama ve yayma", buna bağlı olarak "haber veya görüş alma ve verme" özgürlüklerini de kapsar. Bu çerçevede ifade özgürlüğü, insanın serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkaları ile birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğun var olabilmesi için, bireylerin düşüncelerini barışçıl olarak özgürce açıklayabilmesi elzemdir.
 
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de Handyside/Birleşik Krallık kararında olduğu gibi yerleşik içtihatlarında, ifade özgürlüğünün "toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun asıl temellerinden birisini" oluşturduğuna sıklıkla dikkat çekmekte, bu özgürlüğün yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen bilgi veya düşünceler için değil, aynı zamanda devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanması gerektiğine işaret etmektedir. Hatta Anayasa m.13 ve 26 uyarınca Devlet, zorunlu olmadıkça düşüncenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamanın ve yaptırımlara tabi tutmamanın dışında bu özgürlüğün gerçek ve etkili olarak korunması için gereken tedbirleri almalıdır.
 
Temel hak ve özgürlüklerde kanunla yapılan sınırlandırmalar; hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya “ölçülülük” ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır. Anayasa Mahkemesi İHAM içtihatlarına paralel şekilde yaptığı yorumla, “ifade özgürlüğü üzerindeki sınırlamanın zorunlu olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade ederek, sınırlayıcı tedbirin; zorlayıcı bir sosyal ihtiyacın karşılanması için yapıldığı ya da gidilebilecek son çare niteliğinde olduğu söylenemiyorsa, bunun demokratik toplum düzenine aykırı olduğu söylenmelidir” demektedir.
 
Aynı zamanda Mahkeme, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığının, yani ölçülülük denetiminin yapılmasını da müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığının değerlendirilmesi ile bağlantılı şekilde yapılması gerektiğini söylemektedir.
 
Mahkemeye göre, Anayasada güvence altına alınmış olan şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasa'da güvence altına alınmış olan ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir dengenin kurulması gerekir. Mahkeme, İHAM’ın yerleşik içtihatlarında da yer aldığı üzere basında yer alan yazı veya ifadelerin kamuoyunu ilgilendiren genel yarara ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı, hedef alınan kişinin tanınmışlık düzeyi ve yazının amacı, yaptırımın ağırlığı gibi müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığını ve ifade özgürlüğü ile başkalarının şöhretinin çatışması halinde çatışan menfaatlerin dengelenip dengelenmediğini belirlemeye yönelik kriterlerden bahsetmiştir. Müdahalenin gerekliliği bağlamında sade vatandaşlar ile kamuya mal olmuş kişileri, kamu görevlileri ile siyasetçileri birbirlerinden ayırarak değerlendirme yapmak gerekir. Kamusal yetki kullanan görevlilerin sade vatandaşlara göre eleştiriye daha açık olmaları kaçınılmazdır.
 
Mahkemeye göre; somut olayda Yerel Mahkeme, ulusal günlük gazetelerde yer alan haberin kaynağı olan başvurucunun ifade özgürlüğü ile davacının şeref ve itibarına saygı hakları arasında denge gözeten bir değerlendirme yapmamış, söz konusu haber ve yazının, genel çıkarı ilgilendiren bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı sorununa eğilmemiş, haberin yapıldığı şartları gözönünde bulundurmamış, olayların gerçekliği meselesine eğilmiş olmakla birlikte, haberin yayınlandığı tarihte meydana gelen olaylarla başvurucunun açıklamalarının haberde öz ve biçim yönünden bozulup bozulmadığını değerlendirmemiş, bir diğer deyişle başvurucunun eleştiri içeren düşünce açıklamalarının gazetede onun kullandığı kelimelere, kendisinin verdiği anlamın ötesinde anlamlar yüklenerek yer alıp almadığını incelememiş ve ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğüne değinmemiş, bu özgürlüklerin başkalarının kişilik haklan karşısındaki sınırlarına vurgu yapmamıştır.
 
Mahkeme, İHAM’ın Radio France ve Diğerleri/Fransa davasındaki basın özgürlüğünün kapsamının demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak, bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanabileceği değerlendirmesini de özellikle hatırlatmıştır. Ayrıca Mahkemeye göre, devlet memurlarının görevlerini yerine getirirken performanslarını etkilemeyi ve kamuoyunun bu kişilere olan güvenine zarar vermeyi amaçlayan aşağılayıcı ve hakaret içerikli saldırılara karşı korunmaları zorunlu olsa da, somut olayda davacının Okul Müdürü olduğu ve Başvurucunun eleştirilerinin davacının sorumluluğundaki okulda meydana gelen bazı olaylara ilişkin olduğu, bu sebeple davacının eleştirilere sıradan kişilere göre daha fazla katlanması gerektiği de gözönünde bulundurulmalıdır.
 
Mahkeme, bir haber veya yazının kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin ilgili haber veya makalenin yayımlanmasına o kadar çok katlanması gerektiğini, başvuruya konu gazete haberinin, davacının sözkonusu dönemde Müdürü olduğu Okulda meydana gelen olayların bir bütün olarak eleştirisine ilişkin olduğunu, Başvurucunun gazete haberinde dile getirdiği düşüncelerin olgular temelinde gelişen genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı sunduğunu vurgulamıştır. Bunun yanı sıra Mahkemeye göre; Derece Mahkemesi, sözkonusu gazete haberlerinde yer alan ifadelerden dolayı Başvurucunun ifade özgürlüğüne yaptığı müdahalenin hangi surette acil bir ihtiyacı karşıladığını, davacının şeref ve itibarına yapılan müdahalenin cezalandırılmasının başvuranın ifade özgürlüğünden neden daha ağır bastığını da ikna edici bir biçimde ortaya koyamamış, ilgili ifadelerin Davacının kariyerini veya özel yaşantısını nasıl etkilediğini gösterememiştir.
 
Sonuç olarak Mahkeme; Derece Mahkemesinin ileri sürdüğü gerekçelerin, başvuranın ifade özgürlüğüne yapılan müdahale için yeterli ve ilişkili bir gerekçelendirme niteliğinde olmadığını, bu nedenle Derece Mahkemesinin, ilgili hakların koruduğu menfaatler arasında adil bir denge kurmayı başaramadığını, şikayet konusu müdahalenin, Anayasanın 13. maddesi kapsamında "demokratik bir toplumda gerekli" olmadığının anlaşıldığını söylemiş ve tüm bu sebeplerle başvurucunun Anayasanın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
 
Değerlendirmemiz
 
Anayasanın 26. maddesi; düşünce ve kanaate sahip olma, düşünceyi ve kanaati açıklama ve yayma, haber veya görüş alma ve verme özgürlüklerini kapsamaktadır. Anayasanın 13. maddesi temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına ilişkin olup, temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceğini, bu sınırlamalarının Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve “ölçülülük” ilkesine aykırı olamayacağını konu edinmektedir. Anayasa’nın 17. maddesinde ise, Devletin bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlü olduğu söylenmektedir.
 
Dolayısıyla sözkonusu olay, temel hak ve özgürlüklerin “ölçülülük” ilkesi çerçevesinde istisnai olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu kadar ve ancak yasa ile sınırlandırılabileceği esası çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği kadar, somut olayın özellikleri ile sürekli olarak değişen ve dönüşen demokratik toplumların ve bu toplumların ayrılmaz bir parçası haline gelen basın-yayın organları ile bunların bireylerin ifade hürriyetlerini kullanmada üstlendikleri roller de gözönünde bulundurulmak suretiyle bir değerlendirme yapmak gerekir. Elbette bu değerlendirme yapılırken, ifade özgürlüğü ile şeref ve itibarın korunması hakkı arasındaki adil bir dengenin kurulması da şarttır.
 
Üçüncü kişilerin şeref ve itibara müdahalesi gazeteler gibi basın ve yayın araçları vasıtasıyla da gerçekleşebilir. Anayasa Mahkemesi, bir kişinin gazete vasıtasıyla kamuoyu tartışması çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve itibarının manevi bütünlüğünün parçası olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylemiş, Anayasada güvence altına alınan şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasada güvence altına alınmış olan ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir dengenin kurulması gerektiğinden özellikle bahsetmiştir.
 
Kanaatimizce ifade özgürlüğünün, dolayısıyla bir bakıma bir başkasını eleştirebilme hakkının sınırları çizilirken bireylerin itibarlarının ne derece zedelendiğinin tek başına bir kritermiş gibi ele alınması isabetsizdir. Somut olayda görüleceği üzere, bir eğitimcinin kendi inanışı doğrultusunda manevi nitelikte sonuç almaya yönelik olarak öğrencileri ile birlikte giriştiği kurşun döktürme eylemlerin sert dille eleştirilmesinin fikir açıklaması olarak değerlendirilmesi gerekir. Şöyle ki, kurşun döktürmek gibi inanç temelli eylemler bireysel ve manevi nitelik taşır. Din ve inanışlar, her bireyin kendi içinde yapacağı muhakeme ve değerlendirmeler neticesinde varacağı sonuçlara göre bir anlam kazanır. Başvurucunun eleştirisini ele alırken, bir eğitimci olan Davacının olgusal nitelikteki, yani gerçekleştiği bariz olan eyleminin salt biçimde kurşun döktürme olarak tanımlanmadığını; bu eleştirinin davacının görev aldığı Okulda ve belli bir müfredat kapsamında sunmak zorunda olduğu eğitim-öğretim hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin olarak yapıldığı, dolayısıyla skandal olarak nitelendirilenin kurşun döktürme eylemi olmayıp, bu eylemin bir eğitim kurumu içerisinde ve öğrencilerle birlikte kolektif olarak yapıldığına yönelik olduğunu anlamak gerekir.
 
Hatta dava dosyasından ve Anayasa Mahkemesi’nin kararından; Müdürün, Okulda meydana gelen bazı talihsiz olaylar nedeniyle bu olayların bir daha meydana gelmemesi için kurban kesmek amacıyla para topladığı gerçeği de hesaba katıldığında, eleştirilenin müdürün inanç ve buna bağlı eylemlerine yönelik olmadığını, genel itibariyle bir eğitim ve idare metoduna yönelik eleştiri yapıldığını ve bu yöntemleri Anayasa m.26 kapsamında basın-yayın yoluyla açıklamanın ve yaymanın toplumu yakından ilgilendirdiği sonucuna varmak da mümkündür.
 
Kaldı ki demokratik ve çoğulcu toplumlarda, toplumun bu niteliklerini muhafaza edebilmelerinin ve ilerleyebilmelerinin ön koşulu olarak düşüncelerin barışçıl bir çerçevede korku ve baskı unsurları olmadan serbestçe ifade edilebilmesinin önemini anlamak gerekir. İfade hürriyeti artık insanın gıda ve beslenme gibi ihtiyaçları kadar önemli, gerekli ve kutsaldır. Yaşadığımız yüzyılda sosyal medya araçlarının, görsel ve yazılı medyanın ne kadar aktif ve yaygın biçimde kullanıldığı da aşikardır. Böylesine bir tablonun varlığında hukuk kurallarının uygulanmasında; temel hak ve özgürlüklerin olabildiğince geniş yorumlayarak, ifade hürriyetinin demokratik toplumun en yaşamsal ihtiyaçlarından birisi olduğundan yola çıkarak; Anayasanın 13. maddesi esas alınarak yapılacak sınırlandırmaların, çoğulcu ve özgürlükçü ruh ve bakış açısı ile yapılması ve yorumlanması, çoğulcu ve ilerici bir toplumun inşası bakımından hayati değere sahiptir.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)