İstanbul’dan yaklaşık olarak bir saatlik uçak yolculuğu ile Kosova’nın Başkenti Priştine’ye varıyorsunuz. Yani kapı komşumuz gibi bir şey.
     Havaalanından itibaren o kadar bakımsız yerlerden geçiyorsunuz ki, insan  böyle bir bölgede nasıl olup da havaalanı yapıldığına şaşıyor. 
     KOSOVA 2008 Şubat ayında Sırbistan’dan tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmiş yeni  bir yer. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bir çok devlet tarafından tanınmış. Aslında ilk tanımak isteyen ülke Türkiye olmasına rağmen, Amerika’nın bu yeni devlet ve bölgeden beklentileri olması nedeni ile, Türkiye’ye “Sen hele şöyle bir dur, önce ben tanıyacağım, sen sonra tanırsın” denmiş ve böylece ilk tanıyan ülke Amerika olmuş. Çünkü dünyada en çok kömür yatağı olan ülkelerin başında Kosova geliyor. Kosova bölgesinde Birleşmiş Milletler Barış Gücü komutanlığı yapan bir ABD’li komutan, şimdi bu kömür yataklarını işletmek için kurulan bir şirketin başında. Şehrin merkezindeki alanda ufak bir Clinton heykeli var. İrili ufaklı işyerlerinden berber dükkanına kadar ABD bayrakları bulunuyor.
     Ufacık bir ülke olan Kosova 6 bölgeye ayrılmış. Her bir bölgede Amerika, Almanya, İtalya, Fransa, Almanya egemen durumda.
     Kosova, bizim küçük şehirlerimizin 50 sene önceki halini andırıyor.
     Ortalama maaş 100 euro, emekli maaşı 45 euro.
     Kemiksiz et 6,5 euro, kemikli et 4,5 euro, benzin 1,5 euro.
     Başkent Priştine’nin yakınında Fatih Sultan Mehmed Külliyesi var. 1389 yılında Kosova Muharebesi sırasında bir suikaste kurban giderek hayatını kaybeden 1.Murat Hüdavendigar’ın iç organlarının gömüldüğü kabri, bu külliyede bulunuyor. Şehit düşen Padişah’ın vücudu İstanbul’a götürülmek isteniyor. Ancak uzun sürecek yolculuk sırasında vücudun kokmaması ve çürümemesi için, iç organları çıkarılarak şehit düştüğü bu yerde, vücudu ise Bursa’da toprağa veriliyor. 


    Bir anlatıma göre savaş sonrası çadırından çıkan Padişah etrafına bakınca “Allah’ım bu denli kanlı bir zaferi kimseye nasip etme” diyecek kadar insancıl.
     Bizim tarihi anlatımımıza göre, savaş sonucu, savaş alanını gezen Padişah, yaralı bir sırp askerinin iniltisini duyuyor. Ona bakmak ve yardım etmek amacıyla yaklaşan Padişaha, elinde gizlediği hançer ile saldıran bu kişi, onun şehit olmasına ve ölümüne neden oluyor.
     Sırpların anlatımına göre ise, savaş sırasında bir sırp beyi, Padişahın çadırına gelerek; Müslüman olduğunu, padişaha teslim olmak ve eteğini öpmek istediğini söylüyor. Çadıra alınan Sırplı, üzerinde sakladığı bıçağı çıkararak saldırıda bulunuyor.
     Sırplıların kendi anlatımlarının, insanlıktan çok daha uzak olduğunu kabul etmek gerekir.
     Başkent Priştine’ye karayolu ile 1,5 saat mesafede bulunan Priznen, çok daha şirin bir yer. Yapılarda Türk etkilerinin açık bir şekilde görüldüğü bu yerde bir de Halveti Tekkesi var. Cami ile Türk Hamamının arasında bulunan Halveti Tekkesi tam olarak Osmanlı mimarisini yansıtıyor ve Tekke içinde bir Osmanlı Çeşmesi ile mermer bir havuz ve Tekke’nin oturma odasının yanında derviş ve müridlerin mezarlarını taşıyan sandukaları bulunuyor. 
     Ancak açık ve kesin olarak ifade etmek gerekir ki, Osmanlı döneminde ve bunun devamı olan Balkanlarda ki dini inanış ve Tekke’ler, günümüzde örneği çok görülen menfaat-tarikat-cemaat bağlantısı ile en ufak bir benzerlik taşımıyor.
     Arapça bir kelime olan “Halvet” tenha, tenhaya çekilme, yalnız kalma anlamlarına gelir. Halvete girmek; ibadet, zikir, tefekkür ile meşgul olmak üzere yalnız başına tenha bir odaya, tekkelerde “halvethane” denilen hücreye kapanmaktır. Bu yere “çilehane” de denir. Çilehane’de yapılan tefekkür-düşünce-olgunlaşma sistemi “çile çekmek” olarak adlandırılır. Halveti düşüncesine göre; bütün dünya ve hatta kainat da bir halvethanedir. Bütün insanlar ve varlıklar, bu halvethanede, isteseler de istemeseler de eğitim görürler.
     Batının yabancı olduğu bu denli büyük bir düşünce sistemini barındıran Halveti Tekkesinden ayrıldıktan sonra Kosova sınır kapısından çıkış ve hemen bitişiğindeki sınır kapısında 1,5 saat bekleyip pasaport kontrolü yaptırdıktan sonra SIRBİSTAN’a giriyoruz.
     Gezginlerin Pir’i, çağdaş Evliya Çelebi Sayın Prof.Dr.Aykut Mısırlıgil ve ekibinde yer alan Selçuk ve Fatih Beyler yönetiminde Kültür Gezginleri ile seyahat etmek gerçek bir şöleni andırıyor.
     Ancak sınır kapısında da ilgi çekici bir durumla karşılaşıyorum. Otobüsün içinde bulunan 55 kişi arasında 3,4 yaşında çocuklar da var ama hepsinin ellerinde yeşil pasaportlar, gri pasaportu olan kırk yıllık Avukatlar olarak yalnızca bizleriz. Bundan da “hukuk” ve “Barolar” nasibini alsın.
     Gelecek yazımızda Belgrad Kalesinden, Tuna ve Sava Nehirlerinin kesiştiği, Akıncılar Bölgesinden sesleneceğim.





A. Erdem Akyüz
S. İnci Akyüz