Öncelikle kesinleşme, beraat kararı ve tutukluluk kavramlarını kısaca açıklayıp netleştirmemiz gerekir.

Bir ceza yargısı kararının kesinleşmesi; kovuşturma aşamasının bitip, “sanık” sıfatının son bulduğu, hükümlülüğün başladığı veya sanığın suçtan aklandığı, olağan kanun yollarının tükendiği, suçsuzluk/masumiyet karinesinin son bulduğu, sadece olağanüstü kanun yollarıyla hak arama hürriyetinin sınırlı şekilde devam edip, kararın/hükmün “kesin hüküm” etkisi gösterdiği aşamaya denir.

Beraat kararı; henüz mahkemenin kararı kesinleşmese de, Ceza Muhakemesi Kanunu m.223/2 uyarınca yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmaması, yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması, yüklenen suçta failin kastının veya taksirinin bulunmaması veya bir hukuka uygunluk sebebinin varlığı veya yüklenen suçun sanık tarafından işlediğinin sabit olmaması, yani “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi gereğince, ilk derece mahkemeleri olan asliye veya ağır ceza mahkemesi ile ikinci derece mahkemesi olarak nitelendirilen bölge adliye mahkemesi ceza dairesi tarafından verilen sanığın suçsuzluğunun tespiti ile aklandığını gösteren hükümdür. İlk veya ikinci derece mahkemesinin kararı olağan kanun yolları tüketildiğinde kesinleşip, infaz kabiliyeti kazanır. İlk veya ikinci mahkemesince verilen beraat kararı bozulmayıp veya iptal edilmeyip varlığını koruduğu sürece, sanığın suçsuzluğunu ortaya koyan ve buna bağlı sonuçları olan “hüküm” olarak kabul edilir. Bu nedenle; kesinleşmese bile beraat kararına bağlı olarak tutuklama veya adli kontrol ile elkoyma tedbirlerine son verilir. Ancak uygulamada; tutuklama veya adli kontrol tedbirine son verilmekle birlikte, elkoyma tedbirinin kaldırılıp malın malikine veya zilyedine iadesi için kesinleşmesinin beklendiği görülmektedir ki, esasen bu tercih, beraat kararının niteliği ve sonuçları ile elkoyma tedbirinin şartlarını düzenleyen CMK m.123/1’e, 128/1’e ve 131/1’e aykırıdır. Ancak burada tartışma konumuz elkoyma değildir.

Tutukluluk; Anayasa m.19/3’de ve CMK m.100 ile 101’de şartları düzenlenen, Ceza Yargılaması Hukukunun suçsuzluk/masumiyet karinesi altında yargılanan şüpheliye veya sanığa uygulanmasını öngördüğü, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını kısıtlama özelliği sebebiyle en ağır tedbir olarak kabul edilen, maddi hakikate ve adalete ulaşılması amacıyla, şüphelinin adaletten kaçmasını veya delil karartmasını önlemek için tatbik edilen, ceza niteliği taşımayan, bu nedenle de geçicilik özelliği bulunan, Anayasa m.19/3’e göre, “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişi” ve CMK m.100/1’e göre de, “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı” önşartına bağlı bir koruma tedbiridir.

Tutuklama tedbiri; ilk, devam eden ve uzayan tutukluluk olarak üçe ayrılır. İlk tutukluluğun şartları Anayasa m.19/3 ile CMK m.100/1-2’de, devam eden tutukluluk CMK m.101/2’de ve uzayan tutukluluk ise CMK m.102/2-3’de düzenlenmiştir. Ancak ne olursa olsun tutuklama tedbirinin Anayasa m.19/3’de önşartı; “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişi” ve CMK m.100/1’de de “şüphelinin veya sanığın iddiaya konu suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller” olarak gösterilmiş, bu şart olmak kaydıyla Anayasa m.19/3’e göre, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek veya bunlara benzer tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunlarda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla, CMK m.100/1’e göre de, şüpheli veya sanık da adaletten kaçma veya delil karartma gibi nedenlerden birisinin bulunması, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olması halinde hakim kararıyla tutuklu tedbirinin tatbiki mümkündür.

Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru üzerine yaptığı denetimde, ilk tutukluluk ve devamı için İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5 ve Anayasa m.19/3 ile devamı fıkralarına ve beraberinde Ceza Muhakemesi Kanunu’nun tutuklulukla ilgili hükümlerine göre inceleme yaparken, soruşturmada sulh ceza hakimlikleri ve kovuşturmada mahkemeler denetimlerini, yine bu kurallara ve özellikle de CMK m.100 ila 109’a göre gerçekleştirerek, ilk tutukluluk, tutukluluğun devamı ve uzatılması taleplerini değerlendirip, somut hukuki ve fiili gerekçe göstermek suretiyle kararlarını vermelidir.

Hakim; CMK m.100’de öngörülen şartlar gerçekleşmişse, CMK m.101’de gösterilen şekle uygun olarak şüphelinin tutuklanmasına karar verebilir. CMK m.101/1’e göre; kovuşturma aşamasında mahkeme de, tutuklama tedbiri şartlarının varlığı halinde, talep üzerine veya soruşturma aşamasından farklı olarak re’sen sanığı tutuklayabilir. Bir tedbir olması itibariyle tutuklamayı işin esasından ayrı tutup, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama ilişkin talepleri tutuklama şartları bakımından değerlendirmek gerekirse de, ister istemez işin esası ile ilgili toplanan deliller ile bu sırada oluşan “kuvvetli suç şüphesi” kriteri; soruşturma veya kovuşturmaya konu suçun niteliği ve verilmesi muhtemel cezanın ağırlığı, tutuklama tedbirine başvurulmasında, devamında veya uzatılmasında veya bihakkın/şartsız kaldırılmasında veya yerine adli kontrol tedbirinin tatbikinde önem teşkil eder.

CMK m.103/2’nin ikinci cümlesinde ilginç bir hüküm bulunmaktadır. Bu hükme göre, “kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğinde şüpheli serbest bırakılır”. Benzer bir hükmün kovuşturma aşaması için öngörülmediği, bu nedenle henüz kesinleşmemiş beraat kararı bakımından, işin esası ile bir koruma tedbiri olan tutukluluğun şartlarının ayrıca değerlendirilebileceği fikri ileri sürülebilir. Her ne kadar işin esası ile tutuklama tedbirinin şartları birbirinden bağımsız gözükse de, tutuklama tedbirinin önşartı, yani kanun koyucunun aradığı bu önşart gerçekleşmediği takdirde, CMK m.100/3’de sayılan katalog suçlarda dahi tutuklama tedbirinin tatbik edilemeyeceği gerçeği karşısında, işin esasına ve tutuklama tedbirinin uygulanmasına dayanak teşkil eden deliller etkili olacaktır.

Kaldı ki; beraat kararının sonucuna bağlı olarak CMK m.223/2, “Karar ve Hüküm” başlıklı İkinci Kısmın Üçüncü Bölümü altında yer alan CMK m.227 ila 232’de, istinaf kanun yolunu düzenleyen maddelerde konu ile ilgili CMK m.280 ve 281’de, yine başa dönecek olursak “Şüpheli veya Sanığın Salıverilme İstemleri” başlıklı CMK m.104/3’de, beraat kararına bağlı tahliyeden bahsedilmemektedir. Esasen kanun koyucu buna gerek de görmemiş, çünkü her aşamada ve her zaman tutukluluğun sonlandırılmasını talep eden şüpheli veya sanık yönünden; ilk, devam eden veya uzayan tutukluluğun şartlarının devam edip etmediğinin incelenmesi ve değişen durumların dikkat alınması gerektiğini “Tutuklama” başlıklı CMK m.100 ila 108’de hüküm altına almıştır.

CMK m.104/3’e göre; “Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtay’a geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir”.

Kesinleşen beraat kararına bağlı tutuklama veya bir başka koruma tedbirinin varlığını sürdürmesi zaten düşünülemez. Gerçi; tutuklama tedbiri ile işin esasının farklı olduğunu, CMK m.100/1’in birinci cümlesinde öngörülen kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin tutuklama tedbiri bakımından ayrıca ele alınıp değerlendirileceğini savunan görüşün mantığından hareketle, sadece kesinleşmemiş beraat kararıyla değil, kesinleşmiş beraat kararına rağmen de varlığını ileri sürebilmek mümkün olabilir. Elbette bu tür bir düşünce akla ve mantığa uygun düşmez. Bir tedbir olan tutuklamanın dayanağı olan suçun olmadığı veya işlenmediği veya işlendiğinin ispat edilemediği gibi sebeplerle hakkında kesinleşmiş beraat kararı bulunan sanığın, buna rağmen tutuklu kalacağına dair iddianın hiçbir hukuki ve fiili dayanağı olamaz.

Her ne kadar kesinleşmiş hükümde kovuşturma aşaması son bulduğundan, yani olağan kanun yolları tükendiğinden, bir ceza yargılaması koruma tedbiri olan tutuklamanın varlığını sürdüreceğinin düşünülemeyeceği, bu nedenle de kesinleşmemiş beraat kararlarının farklı değerlendirileceği ileri sürülse de, esasen sonucu itibariyle olağan veya olağanüstü kanun yollarıyla ortadan kaldırılmamış, bozulmamış veya iptal edilmemiş, kesinleşmiş veya kesinleşmemiş beraat kararı, tutuklama tedbirinin sonlandırılması bakımından aynı neticeye yol açmalı, yani önşartının oluşmadığı beraat kararı ile anlaşılan tutukluluk tedbirine son verilmelidir.

Kesinleşmese de varlığını koruyan ve henüz kanun yolu incelemesinden geçmek suretiyle bozulmayan veya iptal edilmeyen, temyiz incelemesinde bozulmakla birlikte direnme kararı ile karşılaşan bir beraat kararı varlığını korumaya devam edeceği gibi, sanık yönünden ortaya çıkacak sonuçlarda da bu beraat kararı esas alınmalıdır. Bir beraat kararı ancak kanun yolu neticesinde bozulduğunda veya iptal edildiğinde, ortaya çıkan bu yeni hukuki duruma göre hareket edilebilir. Temyiz merciinin bozma kararlarına uyulması gerektiği, aksi halde direnilebileceği, bu nedenle uyma kararı verilmeden bozulan beraat kararının sonuçlarını korumaya devam edeceği, istinaf kanun yolunda bozulan beraat kararlarına ise direnilemeyeceği, CMK m.284’ün direnme yasağını belirttiği, bu noktada ilk derece mahkemesinin tutuklama tedbirinin tatbikinde şartların varlığına veya yokluğuna göre hareket edeceği, temyiz ve istinaf kanun yollarında devam eden tutuklulukla ilgili olarak CMK m.104/3 gereğince tahliye kararı verilmiş olsun veya olmasın, ilk derece mahkemesinin bozma sonrası başlayacağı yeni yargılamada tutuklama tedbiri ile ilgili şartları ayrıca değerlendirebileceği tartışmasızdır.

Görüleceği üzere kanun koyucu; kesinleşip kesinleşmediğine bakılmaksızın, CMK m.223/2 uyarınca verilen bir beraat, yani aklanma kararının doğal ve bağlı sonucu olarak sanığın tahliyesi, yani tutukluluğunun sonlanması tartışmasız olacağından, bu konuda “kesin hüküm” niteliği taşımayan ve bir mahkeme kararı etkisine sahip olmayan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın neticesi olarak yer verdiği CMK m.103/2’nin ikinci cümlesini, beraat kararı bakımından düzenlemeyi gerek görmemiştir.

Bir beraat kararı varlığını ve hükmünü yitirmedikçe, hakkında bu karar verilen kişinin başka bir soruşturma ve kovuşturması da bulunmadıkça, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını kısıtlayan tutuklama tedbirinin sürdürülmesinin hukuki olduğu ileri sürülemez. Çünkü CMK m.100/1’in ilk cümlesine göre, “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir”. İddiaya konu suçla ilgili deliller değerlendirildikten sonra verilen beraat kararı işin esası ile ilgili olup, “hüküm” niteliği taşıyan bu kararın varlığı son bulmadıkça, işin esası ile tutuklama tedbirinin şartlarının ayrı değerlendirilebileceği ileri sürülerek, işin esasını çözen beraat kararına rağmen, tutuklama tedbirinin tatbikinin hukuki ve meşru görülmesi doğru değildir.

Aksi halde; hakkında hiç tutuklama kararı verilmemiş bir sanık, bir taraftan beraat ettiği halde, tutuklamanın bir tedbir olduğu ve işin esasından farklı olarak bu tedbirin şartlarının varlığına veya yokluğuna bakılabileceği gerekçesiyle, beraat eden sanığın hükümle tutukluluğuna da karar verilebilecektir. Elbette bunun kabulü mümkün değildir. Beraat kararı ile birlikte, artık Anayasa m.19/3’ün aradığı “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler” ve CMK m.100/1’de tanımlanan “kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin … bulunması” önşartının gerçekleşmediği ve bu nedenle de bir tutuklama nedeninin varlığından da bahsedilemeyeceği sonucuna varılmalıdır. Dolayısıyla beraat kararını veren mahkeme veya itiraz mercii; beraat kararı ile varlığını yitiren “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti” veya “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller” kriterinin gerçekleştiğini, beraat kararını görmezden gelerek kabul edemez. Aksi durumda; “evleviyet” ilkesi gereğince, hakkında CMK m.223/2’de gösterilen hukuki dayanaklardan beraat kararı verilmek suretiyle aklanan kişinin, tutuklama tedbiri yönünden suçu işlediğini gösteren kuvvetli şüpheye dair somut delillerin varlığını koruduğu sonucuna varılabilir ki, bu kabulden hareketle beraat kararının anlamını ve önemini yitirmesi gündeme gelecektir.

Hukuk güvenliği hakkı ve “öngörülebilirlik” ilkesi gereğince, sanık hakkında verilen beraat kararına bağlı olarak ortaya çıkan aklanmanın son bulması ve tekrar koruma tedbirlerinin tatbiki için olması gereken, yapılacak istinaf veya temyiz kanun yolu incelemesi ile beraat kararının ortadan kaldırılmasıdır ki, istinaf ve temyiz kanun yolunda verilen bozma kararları ile birlikte sanığın tutukluluğu derhal gündeme gelmez, yani bölge adliye mahkemesi ceza dairesi ve Yargıtay tutuklama kararı vermez, bu durumda bölge adliye mahkemesi ceza dairesinin bozma kararını ilk derece mahkemesi değerlendirir, ancak sonrasında somut olayda şartları varsa tutuklama veya adli kontrol tedbirinden birisine başvurabilir, Yargıtay bozma kararını verdiğinde de, kendisi tutuklama veya adli kontrol tedbiri kararı veremez, ancak bölge adliye mahkemesi ceza dairesi veya ilk derece mahkemesi tarafından direnilmeyen kararlar sonrasında şartları varsa tutuklama tedbirinin tatbiki gündeme gelebilir.

Sonuç olarak;

Esasen bir tahliye kararı; bu kararı vermekle görevli ve yetkili olan, yani kovuşturmayı yürüten mahkemenin verdiği beraat kararının doğal sonucudur. Derece mahkemesi tarafından verilen beraat kararı ile sanığın tahliye edilmesi, İHAS m.5’in lafzına ve ruhuna da uygundur.

İlk veya ikinci derece mahkemesinin verdiği beraat hükmü ile ortaya çıkan tahliye kararı; ancak beraat kararının usul ve esas yönleri ile hukuka aykırı olduğunun kanun yolunda tespiti sonrasında, ilk veya ikinci derece mahkemesi tarafından CMK m.100 ve 101’in aradığı şartların bulunduğunun tespitine bağlı olarak, sanık hakkında verilecek tutuklama kararı ile son bulabilir.

Bunun haricinde; işin esasıyla ilgili olmayıp, bir koruma tedbiri olduğundan bahisle, işin esasının çözse de henüz kesinleşmemiş beraat kararına rağmen, kararı veren mahkeme veya tahliye kararına itiraz halinde itiraz mercii tarafından tutukluluğun, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5’de, Anayasa m.19’da ve CMK m.100 ve 101’de gösterilen şartlarının ayrıca değerlendirilerek, sanığın tutuklanabileceği veya tutukluluğunun devam edebileceğinin ileri sürülmesi, hukuki ve vicdani dayanak bulamayacağı gibi, yürütülen kovuşturma sonucu verilen beraat kararının anlamını ve önemini yitirmesine sebebiyet verecektir. Bir mahkeme önüne gelen delilleri değerlendirip sanığın beraatına hükmetmişse, artık sanık hakkında tahliye kararı verilmesi kaçınılmazdır.

İlk derece mahkemesinin kararı mahkumiyet olsa da, ikinci derece mahkeme dosya üzerinden veya duruşmalı yapacağı kovuşturma ve inceleme ile sanık hakkında beraat ve tahliye kararı verebilir, temyiz mercii olan Yargıtay da, bölge adliye mahkemesi ceza dairesinin mahkumiyet kararını bozup CMK m.104/3 uyarınca sanığın tahliyesine karar verebilir veya beraat kararını bozabilir ki, bu durumda ise sanığın tutuklanmasına karar veremez. Bozulan beraat kararı üzerine sanığın tutuklanmasına, ancak bozma kararına uyan derece mahkemesi verebilir.

Her koşulda hukukun evrensel ilke ve esaslarına bağlı kalmak gerekir, aksi halde kişiye, olaya veya duruma göre bu ilke ve esaslardan sapılması gündeme gelir ki, bunun kişi hak ve hürriyetleri ile “hukuk devleti” ilkesine olumsuz yansımaları olacaktır. Bir istisnai durum denilerek, hukuka aykırılığın meşrulaştırılması kabul edilemez, eğer varsa bir yanlışlık ve hukuka aykırılık, bu da sistem ve yürürlükte olan hukuk kuralları dairesinde çözülmelidir. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı korunmalı, “kuvvetler ayrılığı” ilkesini zedeleyebilecek uygulamalardan kaçınılmalıdır.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)